Açıköğretim Ders Notları

Anayasa Hukuku Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Anayasa Hukuku Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Türkiye’De Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi

Bu dönem, devlet yönetimi sistemi bakımından, mutlak bir monarşiydi. Padişahin yetkilerini sınırlandıracak hukuk kuralları ve bu kuralları etkili kılacak hukuki mekanizmalar yoktu. Bütün devlet yetkileri padişahta toplanmıştı. Teorik olarak, padişahın bu yetkilerinin şeriat kurallarına uygun olarak kullanması gerekiyordu. Ancak şeriata uygunluğu etkin şekilde denetleyecek bir mekanizma da mevcut değildi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda anayasal gelişmenin bir adımı olarak, 1808 yılında merkezî hükümetin temsilcileri ile âyan temsilcileri arasında kabul edilip imzalanan Sened-i İttifak gösterilir. Bu senette, devlet işlerine resmî sıfatı haiz memurlardan başkasının karışamayacağı, iktidarın kullanılmasına sadrazamın katılacağı ve bundan dolayı kendisinin sorumlu olacağ ı gibi hükümler yer almış, buna karşılık âyan temsilcileri, içlerinden birinin devlete karşı ayaklanması halinde bunun bastırılmasına yardımcı olmayı taahhüt etmişlerdir. Bu anayasal belgenin hükümlerinin uygulanmasını sağlayacak bir mekanizma yoktur. Bu belge merkezî hükümetin ne kadar zayıf olduğunun da bir kanıtıdır.

Osmanlı anayasal gelişmesinin ikinci aşaması, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’dır. Bu fermanda, devletin bütün uyrukları için can, mal ve ırz güvenliği vaad edilmiş, vergi ve askerlik işlerinin de bir düzene bağlanacağı söylenmiştir. Bu vaadler, 1856 Islahat Fermanı ile de doğrulanmış, bu fermanla da din farkı gözetilmeksizin bütün devlet uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesi getirilmiştir.

Bu fermanlar ve Tanzimat adı verilen yenilik hareketleri, anayasacılık akımının doğmasını hazırlamış, bu akımın etkisiyle de 1876 yılında ilk Osmanlı Anayasası (Kanun-i Esâsî) ilan edilmiştir. 1876 Anayasası, Meclis-i Umumi adında bir parlamento kurmuştur. Bu parlamento, bütün üyelerini padişahın atadığı Heyet-i Âyan ve üyelerin halk tarafından iki dereceli seçimle belirlendiği Heyet-i Mebusan şeklinde iki meclisten meydana gelmektedir. Devlet yönetiminde ağırlık gene de padişahtadır. II. Abdülhamid, 1876 yılında Mebusan Meclisi’ni dağıtarak ülkeyi yeniden mutlakiyetle yönetmeye başlamıştır.

Genç Türkler adı verilen muhalif bir hareket ve sonrasında askeri birliklerin isyana başlamasıyla II. Abdülhamid, 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalarak, II. Meşrutiyet dönemi açılmıştır. Bu meşrutiyete karşı başlatılan 31 Mart Vak’ası adı verilen gerici ayaklanma sonucu II. Abdülhamid tahttan indirilmiş ve 1909 yılında anayasa daha demokratik bir parlamenter sistem yönünde önemli değişikliklere uğramıştır. Padişahın yetkileri daraltılarak Mebusan Meclisi’nin yetkileri genişletilmiş, Bakanlar Kurulu’nun bu meclise karşı sorumlu olduğu açıkça belirtilmiş, padişahın meclisi feshetme hakkı, Âyan Meclisi’nin onayı ve üç ay içine yeni seçim yapılması şartlarına bağlanmıştır.

Bu anayasa değişiklikleriyle 1876 Anayasası, demokratik bir meşruti monarşi anayasası haline getirilmiş oldu. Ancak ağırlaşan iç ve dış koşullar, ülkede yeterli demokratik geleneğin bulunmaması, bu anayasanın gereği gibi uygulanmasına imkân vermedi. Bu rejim, I. Dünya Savaşı’nında alınan yenilgi sonucu yıkıldı.

Millî Mücadele Dönemi

23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldı. Meclisin ilk işlemlerinden biri, kendi bünyesi içinden çıkan bir yürütme kuvveti kurmak oldu. Yürütme kuvvetini meydana getiren bakanlar (icra vekilleri), Meclis tarafından ve kendi üyeleri arasından teker teker seçiliyordu.

TBMM Hükümeti’nin dayandığı ilkeler, 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile daha da açıklığa kavuşturuldu. Bu Anayasanın en önemli yeniliği ve en devrimci ilkesi, milli egemenlik ilkesi oldu. Bu Anayasa ile yasama ve yürütme kuvvetlerinin mecliste toplandığı, meclisin bakanlara yön gösterebileceği ve gerektiğinde onları değiştirebileceği, il ve nahiyelerde halk idaresi, yani yerinden yönetim ilkesi kabul edilmiştir.

1921 Anayasası’nın kurduğu bu hükümet sistemi, meclis hükümeti sisteminin tipik bir örneğidir.

Cumhuriyetin İlanı

1921 Anayasası da egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtmek suretiyle cumhuriyetin dayanacağı temel ilkeyi ortaya koymuştu. TBMM’nin 301 ve 308 sayılı kararlarıyla padişahlık da resmen sona erdirildikten sonra rejimin cumhuriyet olduğunda kuşku kalmamıştı. Ancak iç siyasal nedenlerle cumhuriyetin ilanı bir süre gecikmiştir. 29 Ekim 1923 tarihinde yapılan anayasa değişiklikleriyle hükümet şeklinin cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir.

1924 Anayasası

20 Nisan 1924’te TBMM tarafından kabul edilerek, 23 Nisan 1924’te yayınlandı. Bu anayasanın bazı temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:

Hükümet Sistemi

1924 Anayasası’nın meclis hükümeti ile parlamenter rejim arasında karma bir sistem kurduğu söylenmiştir.

Anayasanın Sertliği

1924 Anayasası sert bir anayasaydı.

Laiklik

1937 yılında yapılan anayasa değişikliği ile laiklik ilkesi resmen kabul olmuştur.

Kamu Hürriyetleri

1924 Anayasası hürriyetler konusunda, Fransız Devrimi’nden beri gelen tabii hak anlayışını kabul etmiştir. Ancak hürriyetleri geniş ve ayrıntılı şekilde düzenlememiş, çoğu zaman bunların adını saymak ve sınırlarının kanunla çizileceğini belirtmekle yetinmiştir.

1924 Anayasası’nın Uygulanması

1924 Anayasası 1946 yılına kadar tek partili; 1946’dan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine kadar da çok partili rejim içinde uygulanmıştır. Anayasa demokratik bir ruha sahip olmakla birlikte, bu çoğulcu demokrasi değil, genel veya milli irade olarak adlandırılan çoğunluk iradesinin daima kamu iyiliğine yöneldiği, çünkü çoğunluğun çıkarlarıyla toplumun genel çıkarlarının hiçbir zaman çatışamayacağı noktasından hareket eden çoğunlukçu demokrasi anlayışını yansıtmaktadır.

Milli Birlik Komitesi ve Geçici Anayasa Dönemi

27 Mayıs 1960 müdahalesi ile iktidara geçen Millî Birlik Komitesi (MBK), kabul ettiği 1 sayılı Kanunla, 1924 Anayasası’nın birçok hükmünü değiştiren geçici bir anayasa düzeni kurmuştur. Buna göre MBK, yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini de kendi seçtiği bakanlar eliyle kullanacaktır.

MBK iktidara geldiği günden itibaren, ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir anayasa hazırlama çalışmalarına başlamış, İstanbul Komisyonu adıyla kurulan komisyona bu anayasayı hazırlama görevini vermiştir. Hazırlanan anayasa tasarısının yarattığ ı tepkiler sonucunda, MBK, yeni anayasanın kamuoyunu daha iyi temsil edici bir organ tarafından hazırlanması görüşüne vararak, Kurucu Meclisin oluşturulmasına karar vermiştir. Bu meclis MBK ve Temsilciler Meclisi olarak iki kanattan meydana gelmiştir. Kurucu Meclis de kendisine tanınan süre içinde yeni anayasayı yapma görevini sonuçlandırıp, anayasayı halkoyuna sunarak kesinleştirmiştir.

1961 Anayasası’nın Temel Nitelikleri

Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışından Çoğulcu Demokrasi Anlayışına Geçiş

Anayasanın Üstünlüğü

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu yolundaki ifadeyi koruyan 1961 Anayasası, milletin egemenliğini “Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle” kullanacağını belirterek, egemenliğin kullanılmasını diğer devlet organları ile paylaşır hale getirmiştir.

1961 Anayasası tümüyle anayasanın üstünlüğü ilkesi üzerine inşa edilmiştir(m.8). Ayrıca kanunların anayasaya uygunluğ unun yargısal denetimi sistemini belirtmek suretiyle, anayasa üstünlüğünün gerçek güvencesini ve müeyyidesini sağlamıştır.

Kuvvetler Ayrılığı- Devlet İktidarının Paylaşılması

Kuvvetler ayrılığı devletin üç hukuki iktidarı olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı devlet organlarına verilmiş olmasıdır. 1961 Anayasası, Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Raporundaki ifade ile “kuvvetlerin yumuşak ayrılığı”nı benimsemiştir.

Çoğulcu Toplum Yapısının Geliştirilmesi

1961 Anayasası, amaçladığı çoğulcu demokratik düzeni gerçekleştirebilmek için, çoğulcu toplum yapısının ve onu oluşturan gönüllü kuruluşların geliştirilmesine öncelik vermiş, bunu kolaylaştırıcı bir dizi hüküm kabul etmiştir.

Temel Hakların Genişletilmesi ve Güçlendirilmesi

1961 Anayasası temel hak ve hürriyetlere, 1924 Anayasası’na oranla daha geniş ve daha güvenceli bir yer vermiş, hürriyetleri çok daha ayrıntılı biçimde düzenlemiştir.

Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ise, bunun ancak kanunla yapılabilmesi ve sınırlamanın anayasanın özüne ve ruhuna uygun olması şeklindedir. Ayrıca temel hak ve hürriyetlere ilişkin kanuni düzenlemelerin, bu hak ve hürriyetin özüne dokunacak nitelikte olmayacağı da belirtilmiştir. Bu da diğer bir sınırlandırma şekli olmuştur.

Sosyal Devlet

Sosyal devlet düşüncesi ve onun birlikte getirdiği kurumlar, 1961 Anayasası’nın en önemli yeniliklerinden birisi olmuştur.

1961 Anayasası’nda Vesayetçi İzler

Askeri bir müdahalenin ürünü olmasının sonucu 1961 Anayasası’nda vesayetçi izler de bulunmaktadır. Cumhuriyet Senatosunun tümüyle seçilmiş üyelerden

oluşmaması, 1961 Anayasası dönemindeki üç cumhurbaşkanının siyaset dışı ve asker oluşu, Milli Güvenlik Kurulu’nun bir anayasal organ olarak kurulması vesayetçi izlerin varlığını göstermektedir.

1961 Anayasası’nın Uygulanması

Kurucu Meclis tarafından kabul edilen 1961 Anayasası tasarısı, halkın %61.7’sinin evet oyu ile kabul edilmiştir. Bu da bu anayasaya karşı güçlü bir muhalefetin var olduğunu göstermektedir. 1960 yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan siyasal şiddet ortamının ve terör eylemlerinin önlenememesi, anayasaya yöneltilen suçlamaları da arttırmıştır. Böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Mart 1971 Muhtırası ile, ordu desteğinde, bir partiler üstü geçici yönetim kurmaları ile anayasa değişikliği de gündeme gelmiştir.

1961 Anayasası, 1971-1973 ara rejim döneminde iki defa önemli değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler yürütmenin güçlendirilmesi ve bütün temel haklar için geçerli genel bir sınırlama hükmü ortaya konması, yargı denetimine getirilen sınırlamalar şeklinde meydana gelmiştir. Ancak bu yapılan de ğişiklikler de anayasa konusundaki tartışmalara son vermemiş, zamanla siyasal sistemde tıkanıklıkların meydana gelmesi, hükümetlerin ve parlamentonun zaman zaman karar alamaz, politika üretemez hale gelmesi gibi nedenlerle köklü bir anayasa değişikliği zorunlu hale gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi

Bu dönem, devlet yönetimi sistemi bakımından, mutlak bir monarşiydi. Padişahin yetkilerini sınırlandıracak hukuk kuralları ve bu kuralları etkili kılacak hukuki mekanizmalar yoktu. Bütün devlet yetkileri padişahta toplanmıştı. Teorik olarak, padişahın bu yetkilerinin şeriat kurallarına uygun olarak kullanması gerekiyordu. Ancak şeriata uygunluğu etkin şekilde denetleyecek bir mekanizma da mevcut değildi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda anayasal gelişmenin bir adımı olarak, 1808 yılında merkezî hükümetin temsilcileri ile âyan temsilcileri arasında kabul edilip imzalanan Sened-i İttifak gösterilir. Bu senette, devlet işlerine resmî sıfatı haiz memurlardan başkasının karışamayacağı, iktidarın kullanılmasına sadrazamın katılacağı ve bundan dolayı kendisinin sorumlu olacağ ı gibi hükümler yer almış, buna karşılık âyan temsilcileri, içlerinden birinin devlete karşı ayaklanması halinde bunun bastırılmasına yardımcı olmayı taahhüt etmişlerdir. Bu anayasal belgenin hükümlerinin uygulanmasını sağlayacak bir mekanizma yoktur. Bu belge merkezî hükümetin ne kadar zayıf olduğunun da bir kanıtıdır.

Osmanlı anayasal gelişmesinin ikinci aşaması, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’dır. Bu fermanda, devletin bütün uyrukları için can, mal ve ırz güvenliği vaad edilmiş, vergi ve askerlik işlerinin de bir düzene bağlanacağı söylenmiştir. Bu vaadler, 1856 Islahat Fermanı ile de doğrulanmış, bu fermanla da din farkı gözetilmeksizin bütün devlet uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesi getirilmiştir.

Bu fermanlar ve Tanzimat adı verilen yenilik hareketleri, anayasacılık akımının doğmasını hazırlamış, bu akımın etkisiyle de 1876 yılında ilk Osmanlı Anayasası (Kanun-i Esâsî) ilan edilmiştir. 1876 Anayasası, Meclis-i Umumi adında bir parlamento kurmuştur. Bu parlamento, bütün üyelerini padişahın atadığı Heyet-i Âyan ve üyelerin halk tarafından iki dereceli seçimle belirlendiği Heyet-i Mebusan şeklinde iki meclisten meydana gelmektedir. Devlet yönetiminde ağırlık gene de padişahtadır. II. Abdülhamid, 1876 yılında Mebusan Meclisi’ni dağıtarak ülkeyi yeniden mutlakiyetle yönetmeye başlamıştır.

Genç Türkler adı verilen muhalif bir hareket ve sonrasında askeri birliklerin isyana başlamasıyla II. Abdülhamid, 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalarak, II. Meşrutiyet dönemi açılmıştır. Bu meşrutiyete karşı başlatılan 31 Mart Vak’ası adı verilen gerici ayaklanma sonucu II. Abdülhamid tahttan indirilmiş ve 1909 yılında anayasa daha demokratik bir parlamenter sistem yönünde önemli değişikliklere uğramıştır. Padişahın yetkileri daraltılarak Mebusan Meclisi’nin yetkileri genişletilmiş, Bakanlar Kurulu’nun bu meclise karşı sorumlu olduğu açıkça belirtilmiş, padişahın meclisi feshetme hakkı, Âyan Meclisi’nin onayı ve üç ay içine yeni seçim yapılması şartlarına bağlanmıştır.

Bu anayasa değişiklikleriyle 1876 Anayasası, demokratik bir meşruti monarşi anayasası haline getirilmiş oldu. Ancak ağırlaşan iç ve dış koşullar, ülkede yeterli demokratik geleneğin bulunmaması, bu anayasanın gereği gibi uygulanmasına imkân vermedi. Bu rejim, I. Dünya Savaşı’nında alınan yenilgi sonucu yıkıldı.

Millî Mücadele Dönemi

23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldı. Meclisin ilk işlemlerinden biri, kendi bünyesi içinden çıkan bir yürütme kuvveti kurmak oldu. Yürütme kuvvetini meydana getiren bakanlar (icra vekilleri), Meclis tarafından ve kendi üyeleri arasından teker teker seçiliyordu.

TBMM Hükümeti’nin dayandığı ilkeler, 20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile daha da açıklığa kavuşturuldu. Bu Anayasanın en önemli yeniliği ve en devrimci ilkesi, milli egemenlik ilkesi oldu. Bu Anayasa ile yasama ve yürütme kuvvetlerinin mecliste toplandığı, meclisin bakanlara yön gösterebileceği ve gerektiğinde onları değiştirebileceği, il ve nahiyelerde halk idaresi, yani yerinden yönetim ilkesi kabul edilmiştir.

1921 Anayasası’nın kurduğu bu hükümet sistemi, meclis hükümeti sisteminin tipik bir örneğidir.

Cumhuriyetin İlanı

1921 Anayasası da egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtmek suretiyle cumhuriyetin dayanacağı temel ilkeyi ortaya koymuştu. TBMM’nin 301 ve 308 sayılı kararlarıyla padişahlık da resmen sona erdirildikten sonra rejimin cumhuriyet olduğunda kuşku kalmamıştı. Ancak iç siyasal nedenlerle cumhuriyetin ilanı bir süre gecikmiştir. 29 Ekim 1923 tarihinde yapılan anayasa değişiklikleriyle hükümet şeklinin cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir.

1924 Anayasası

20 Nisan 1924’te TBMM tarafından kabul edilerek, 23 Nisan 1924’te yayınlandı. Bu anayasanın bazı temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:

Hükümet Sistemi

1924 Anayasası’nın meclis hükümeti ile parlamenter rejim arasında karma bir sistem kurduğu söylenmiştir.

Anayasanın Sertliği

1924 Anayasası sert bir anayasaydı.

Laiklik

1937 yılında yapılan anayasa değişikliği ile laiklik ilkesi resmen kabul olmuştur.

Kamu Hürriyetleri

1924 Anayasası hürriyetler konusunda, Fransız Devrimi’nden beri gelen tabii hak anlayışını kabul etmiştir. Ancak hürriyetleri geniş ve ayrıntılı şekilde düzenlememiş, çoğu zaman bunların adını saymak ve sınırlarının kanunla çizileceğini belirtmekle yetinmiştir.

1924 Anayasası’nın Uygulanması

1924 Anayasası 1946 yılına kadar tek partili; 1946’dan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine kadar da çok partili rejim içinde uygulanmıştır. Anayasa demokratik bir ruha sahip olmakla birlikte, bu çoğulcu demokrasi değil, genel veya milli irade olarak adlandırılan çoğunluk iradesinin daima kamu iyiliğine yöneldiği, çünkü çoğunluğun çıkarlarıyla toplumun genel çıkarlarının hiçbir zaman çatışamayacağı noktasından hareket eden çoğunlukçu demokrasi anlayışını yansıtmaktadır.

Milli Birlik Komitesi ve Geçici Anayasa Dönemi

27 Mayıs 1960 müdahalesi ile iktidara geçen Millî Birlik Komitesi (MBK), kabul ettiği 1 sayılı Kanunla, 1924 Anayasası’nın birçok hükmünü değiştiren geçici bir anayasa düzeni kurmuştur. Buna göre MBK, yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini de kendi seçtiği bakanlar eliyle kullanacaktır.

MBK iktidara geldiği günden itibaren, ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir anayasa hazırlama çalışmalarına başlamış, İstanbul Komisyonu adıyla kurulan komisyona bu anayasayı hazırlama görevini vermiştir. Hazırlanan anayasa tasarısının yarattığ ı tepkiler sonucunda, MBK, yeni anayasanın kamuoyunu daha iyi temsil edici bir organ tarafından hazırlanması görüşüne vararak, Kurucu Meclisin oluşturulmasına karar vermiştir. Bu meclis MBK ve Temsilciler Meclisi olarak iki kanattan meydana gelmiştir. Kurucu Meclis de kendisine tanınan süre içinde yeni anayasayı yapma görevini sonuçlandırıp, anayasayı halkoyuna sunarak kesinleştirmiştir.

1961 Anayasası’nın Temel Nitelikleri

Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışından Çoğulcu Demokrasi Anlayışına Geçiş

Anayasanın Üstünlüğü

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu yolundaki ifadeyi koruyan 1961 Anayasası, milletin egemenliğini “Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle” kullanacağını belirterek, egemenliğin kullanılmasını diğer devlet organları ile paylaşır hale getirmiştir.

1961 Anayasası tümüyle anayasanın üstünlüğü ilkesi üzerine inşa edilmiştir(m.8). Ayrıca kanunların anayasaya uygunluğ unun yargısal denetimi sistemini belirtmek suretiyle, anayasa üstünlüğünün gerçek güvencesini ve müeyyidesini sağlamıştır.

Kuvvetler Ayrılığı- Devlet İktidarının Paylaşılması

Kuvvetler ayrılığı devletin üç hukuki iktidarı olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı devlet organlarına verilmiş olmasıdır. 1961 Anayasası, Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Raporundaki ifade ile “kuvvetlerin yumuşak ayrılığı”nı benimsemiştir.

Çoğulcu Toplum Yapısının Geliştirilmesi

1961 Anayasası, amaçladığı çoğulcu demokratik düzeni gerçekleştirebilmek için, çoğulcu toplum yapısının ve onu oluşturan gönüllü kuruluşların geliştirilmesine öncelik vermiş, bunu kolaylaştırıcı bir dizi hüküm kabul etmiştir.

Temel Hakların Genişletilmesi ve Güçlendirilmesi

1961 Anayasası temel hak ve hürriyetlere, 1924 Anayasası’na oranla daha geniş ve daha güvenceli bir yer vermiş, hürriyetleri çok daha ayrıntılı biçimde düzenlemiştir.

Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ise, bunun ancak kanunla yapılabilmesi ve sınırlamanın anayasanın özüne ve ruhuna uygun olması şeklindedir. Ayrıca temel hak ve hürriyetlere ilişkin kanuni düzenlemelerin, bu hak ve hürriyetin özüne dokunacak nitelikte olmayacağı da belirtilmiştir. Bu da diğer bir sınırlandırma şekli olmuştur.

Sosyal Devlet

Sosyal devlet düşüncesi ve onun birlikte getirdiği kurumlar, 1961 Anayasası’nın en önemli yeniliklerinden birisi olmuştur.

1961 Anayasası’nda Vesayetçi İzler

Askeri bir müdahalenin ürünü olmasının sonucu 1961 Anayasası’nda vesayetçi izler de bulunmaktadır. Cumhuriyet Senatosunun tümüyle seçilmiş üyelerden

oluşmaması, 1961 Anayasası dönemindeki üç cumhurbaşkanının siyaset dışı ve asker oluşu, Milli Güvenlik Kurulu’nun bir anayasal organ olarak kurulması vesayetçi izlerin varlığını göstermektedir.

1961 Anayasası’nın Uygulanması

Kurucu Meclis tarafından kabul edilen 1961 Anayasası tasarısı, halkın %61.7’sinin evet oyu ile kabul edilmiştir. Bu da bu anayasaya karşı güçlü bir muhalefetin var olduğunu göstermektedir. 1960 yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan siyasal şiddet ortamının ve terör eylemlerinin önlenememesi, anayasaya yöneltilen suçlamaları da arttırmıştır. Böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Mart 1971 Muhtırası ile, ordu desteğinde, bir partiler üstü geçici yönetim kurmaları ile anayasa değişikliği de gündeme gelmiştir.

1961 Anayasası, 1971-1973 ara rejim döneminde iki defa önemli değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler yürütmenin güçlendirilmesi ve bütün temel haklar için geçerli genel bir sınırlama hükmü ortaya konması, yargı denetimine getirilen sınırlamalar şeklinde meydana gelmiştir. Ancak bu yapılan de ğişiklikler de anayasa konusundaki tartışmalara son vermemiş, zamanla siyasal sistemde tıkanıklıkların meydana gelmesi, hükümetlerin ve parlamentonun zaman zaman karar alamaz, politika üretemez hale gelmesi gibi nedenlerle köklü bir anayasa değişikliği zorunlu hale gelmiştir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.