Açıköğretim Ders Notları

Uluslararası İlişkilere Giriş Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Uluslararası İlişkilere Giriş Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Küreselleşme Ve Uluslararası İlişkiler

Giriş

Küreselleşme, sonuçları bakımından tüm dünyayı etkileyen ve tüm dünya tarafından önem verilen bir kavram olarak literatürde yer almıştır. Bu ünitede küreselleşme kavramını tanımladıktan sonra, küreselleşen dünyamızda karşılaştığımız küresel sorunlardan bahsedeceğiz.

Küreselleşme Nedir?

Son yıllarda dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan önemli değişimlerin, sorunların, süreçlerin, küresel nitelik kazanarak bölgeler, ülkeler ve yerel düzeyde hem siyasal, hem toplumsal, hem ekonomik, hem de kültürel alanlarda dönüşümler yaratmaktadır. Bu dönüşüm sürecini anlamlandırabilmek için kullanılan kavram da “küreselleşmedir. Bugün, küreselleşme kavramını kullanmadan, siyasal, ekonomik, toplumsal veya kültürel değişim ve dönüşümden söz etmek mümkün değildir.

Küreselleşme kavramı incelendiğinde pek çok farklı tanım ve yaklaşımla karşılaşılmaktadır. Kimilerine göre küreselleşme, tarihin farklı evrelerinde gözlemlediğimiz bir olgudur ve dünya tarihi farklı küreselleşme evreleri geçirmiştir. Dünya tarihi, özellikle ticaret alanında, her zaman küresel bir nitelik taşımıştır. Bugün, turizm alanında, dünyanın farklı yerlerinde ve ülkemizde ziyaret ettiğimiz tarihsel kalıntılar ve yerlerin, aynı zamanda ticaret merkezleri olması, bize küreselleşmenin çok uzun bir dönemdir yaşandığını söylemektedir.

Küreselleşen dünyamız, olumlu ve olumsuz gelişmelerin, değişim ve dönüşümün, risklerin ve belirsizliğin, güvensizliğin ve şiddetin, eş zamanlı ve birlikte yaşandığı bir dünyadır.

Bugün küreselleşme, küreselleşen dünya denildiği zaman, özellikle 1980’lerden günümüze devletler, ekonomiler, kültürler ve hatta bireyler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerinde yaşanan;

  • Yaygınlaşma,
  • Derinleşme ve
  • Hızlanma olguları anlaşılmalıdır.

Küreselleşme bir durum olarak değil, bir süreç olarak irdelenmeli ve incelenmelidir. Bu çerçevede de günümüzde küreselleşmeden söz ederken, ülkeler arası karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin çok daha yoğunlaşması ve tamamen iç içe geçmesi vurgulanmalıdır.

Yaygınlaşma, dünyanın her hangi bir yerinde olan bir gelişmenin, dünyanın diğer bölgelerinde de ciddi etkiler ve sonuçlar yaratması anlamına gelmektedir.

Derinleşme, bu yaygınlaşma sürecinin yarattığı etkilerin yaşadığımız dünyanın her tarafında güçlü bir şekilde hissedilmesini ve yaşanmasını ifade etmektedir. Küreselleşme değiştirici ve dönüştürücü gücü yüksek bir süreçtir.

Hızlanma ise yaygınlaşma ve derinleşme süreçleriyle bu süreçlerin yarattığı etkilerin artık çok hızlı bir biçimde yaşanması anlamını taşımaktadır. Küreselleşen dünya, ritim ve hareket olarak çok hızlı bir dünyadır.

WhatsApp Messenger; akıllı telefonların kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte insanların mesajlaşma alışkanlıklarında da önemli değişiklikler yaşandı. WhatsApp Messenger tüm dünyada internet üzerinden anlık mesajlaşma hizmeti sunarak mesajlaşma konusunda yeni bir dönem başlattı. Daha sonradan uygulamaya eklenen internet üzerinden arama yapma ve görüntülü konuşma özellikleri de uygulamanın popüler olmasında büyük rol oynadı.

Küreselleşme, bu temelde, dünyanın her tarafında yaşanan bir “tarihsel gerçeklik”, bir “toplumsal olgu” olarak, ülkeler, ekonomiler, siyasetin üretimi, kültürlerin yaşanması, günlük yaşamın örgütlenmesi gibi alanlarda ortaya çıkan “karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin yaygınlaşması, derinleşmesi, ve hızlanması süreci” olarak tanımlanabilir. Şüphesiz ki, bu tanım, ideolojik ve politik değil, sosyolojik ve yöntemsel bir tanımdır.

Küreselleşen dünya, devletlerin daha fazla iş birliği yapmalarını ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerine girmelerini zorunlu kılmıştır.

NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü); İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa’nın güvenliğini korumak için Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde kurulmuş küresel ve askeri bir örgüttür.

M/UN (Birleşmiş Milletler-United Nations); İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan büyük devletlerin (ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti) liderliğinde oluşturulan bir dünya örgütü olan Birleşmiş Milletler (BM), 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuştur.

Küresel Terör

Küreselleşmenin içerdiği karşılıklı bağımlılık ilişkisi ve çoklu krizin yarattığı çalkantı durumunun sonuçlarının en görünebilir boyutlarından biri, 11 Eylül 2001 terör krizinden bu güne kadar yaygınlaşan ve derinleşen küresel terördür.

Küresel terör, yöntem olarak şiddeti benimseyen ve kullanan bütün terör eylemleri gibi özünde amacı siyasal olan bir eylemdir. Ancak küresel terör, dört önemli gelişme nedeniyle küreselleşme sürecinde yeni ve özgün bir nitelik kazanmıştır:

  • Öncelikle, küresel terör hedef olarak kendisine sivil ve masum insanları seçer.
  • İkincisi, geçmişteki terör eylemlerine kıyasla küresel terör, ölümcüllük derecesi yüksek eylemlere yönelmiştir.
  • Üçüncüsü, küresel terör, hem eylemlerini örgütlemek, hem de finanse etmek için küreselleşme sürecinin iletişim alanındaki yansımaları olan cep telefonu, elektronik posta ve sosyal medya gibi iletişim teknolojilerinden en üst düzeyde yararlanmaktadır.
  • Son olarak, kültürel kimlik olgusunu köktenci ve çatışmacı bir tarzda gündeme getirmesi ve dünya siyasetini medeniyetler, kültürler ya da dinler arası çatışma temelinde yeniden düzenlemeye çalışması, küresel terörü oluşturan temel özellikler arasında sayılmalıdır.

Gerek 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz, gerek El Kaide lideri Usame bin Ladin’in 2011 yılında Pakistan’da öldürülmesi, gerek aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan çekilmesi ve gerek Arap Baharı süreci ortaya şu gerçeği çıkarmıştır ki, teröre karşı mücadelede izlenecek doğru yol savaş, ülke işgalleri ve güvenlik ile özgürlük arasına karşıtlık koymak değil; tam aksine, demokrasiyi, refahı, iş olanaklarının yaratılmasını ve ülkesel, bölgesel, küresel adil ve sorumlu yönetim biçimlerini birlikte düşünmek ve yaratmaktır.

Arap Baharı; Ortadoğu ülkelerinde demokratikleşme talebi sonucunda ortaya çıkmış olan toplumsal harekete verilen genel isimdir. Olaylar 2010 yılında Tunus’ta bir kişinin işsizlik, yozlaşma ve yüksek enflasyon gibi sorunları protesto etmesi esnasında kendini ateşe vermesi sonucu başlamıştır. Bu olay, sosyal medyanın da etkisi ile domino etkisi yaratarak büyük kitlelere ulaşmıştır ve kısa zaman içinde büyük toplumsal hareketlere dönüşmüştür. Oldukça kanlı çatışmalara sebep olan bu protestolar, bazı Arap ülkelerinin hükümetlerinin devrilmeleri ile sonuçlanmıştır.

Küresel teröre karşı bir araya gelemeyen, buna karşın teröre karşı mücadeleyi bir taraftan ülke işgallerine, diğer taraftan Medeniyetler çatışması, İslam korkusu, Yabancı korkusu, Mülteci korkusu gibi ideolojik ve ötekileştirici söylem ve tavra indirgeyen uluslararası sistem ve Batı dünyası, 2003 yılında işgal edilen Irak’ta ve 2014 yılında Suriye’de devletlerin çökmeleriyle, El Kaide’den daha etkili bir sorunla karşılaşmıştır.

Bu bağlamda, 2001’den bugüne yaşadığımız terörün küreselleşmesi ya da küresel terör olgusu, sivil insanları hedef alan, korku toplumu yaratmaya çalışan terör saldırıları yapmak ile çökmüş devlet alanlarında devlet ya da devlet türü örgütlenme inşa etme çabasını eş zamanlı olarak içermektedir ve bu yönüyle, teröre yeni bir boyut getirmektedir.

Küresel Ekonomi

Küreselleşme sürecinin en çok görünürlük kazandığı, hissedildiği ve etkilediği başka bir alan da, “küresel ekonomi” ve “küresel ekonomik kriz”dir. Ekonomik ilişkiler, hem genel anlamda, hem de bugün yaşanan küresel ekonomik kriz temelinde, küreselleşmenin yaygınlaşma, derinleşme ve hızlanma nitelikleri ile dünyayı küresel bir köye ve risk toplumuna dönüştüren tüm etkilerini ortaya çıkartmaktadır,

Sınır ötesi ticaret ve finans hareketlerinin çoğalmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ekonomisini düzenlemek amacıyla kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve 1990’lı yıllarda kurulan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi uluslararası örgütlerin rolü ve etkinliği de artmıştır. Bu örgütler, ulus devletlerle birlikte, küresel ekonominin önemli aktörleri konumuna gelmişler ve dünyanın küçülmesi ile karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artmasına katkıda bulunmuşlardır.

Ekonomi Bakanlığına göre Uluslararası Para Fonu (IMF); 189 üyeli bir uluslararası finansal kuruluş olup, uluslararası parasal işbirliğini desteklemek, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve dünya genelinde yoksulluğun azaltılması için faaliyet göstermektedir.

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ-WTO) ve işlevleri şöyle özetlenebilir:

  • DTÖ’yü meydana getiren çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarının uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak,
  • Çok taraflı ticaret müzakerelerinin yürütüldüğü bir forum oluşturmak,
  • Ticari uyuşmazlıkların çözümünü sağlamak,
  • Üye ülkelerin ulusal ticaret politikalarını izlemek,
  • Küresel ekonomik politikayla ilgili diğer uluslararası kuruluşlarla işbirliğini sağlamak,
  • Gelişme yolundaki ve geçiş sürecindeki ekonomilerin çok taraflı ticaret sistemi ile bütünleşmelerine yardımcı olmak.

Günümüzde, dünya ölçeğinde ekonomik ilişkiler, borsa, para hareketleri ve finans süreçleri hızlanmakta; sanal ortamlarda mesafeler azalmakta; ama aynı zamanda risk ve kriz olasılıkları da artmaktadır. Örneğin, küresel ekonominin ilk patlak verdiği 1997 Güney Asya ekonomik krizi sonrasında Tayvan, Kore ve Malezya gibi Güney Asya ülkelerinde yaşanan ekonomik kriz, hızla Arjantin, Brezilya ya da Meksika gibi Latin Amerika ülkelerini etkileyebilmiş, oradan da Rusya’ya ulaşıp Türkiye’ye kadar gelebilmiştir.

Küresel ekonomik kriz hem dünyayı örümcek ağı gibi iç içe geçmiş, birbirleriyle bağlantılı bir ağ toplumuna dönüştürmekte, hem de küçülen dünyayı risklerin ve etkilerinin çok derin olduğu bir yapıya doğru sürüklemektedir.

Küresel Adalet

2000’li yıllara gelindiğinde, küreselleşme ile birlikte zengin ve yoksul ülkeler arasındaki farkın adeta uçuruma dönüştüğü bir dünyada yaşadığımız açıkça anlaşılmıştır. Yoksulluk, işsizlik, açlık, hastalık, ilaçsızlık, susuzluk ve kuraklık gibi sorunlar ülkeler, bölgeler ve insanlar arasındaki bu uçurumu derinleştirmiştir.

Küresel ölçekte yaşanan sorunlar ve ayrışmalar dünyada ciddi bir sosyal adalet sorunu ortaya çıkarmıştır. Bugün, ekonomik refah ile eğitim ve sağlık olanaklarının ülkeler ve insanlar arasında adil bir biçimde paylaştırılmadığı bir dünyada yaşamakta ve küresel ölçekte yaşanan bu sorunu da “küresel adalet sorunu” olarak adlandırmaktayız.

Birleşmiş Milletler’in küresel kalkınma ağı olan BM Kalkınma Programı (UNDP) kendi tanımlamalarına göre, insanlara bilgi, deneyim ve daha iyi bir yaşam kurmaları için kaynak ulaştıran ve değişimi savunan bir kuruluş olup küresel adaletsizliği ortadan kaldırma amacıyla çalışma yapan bir uluslararası organizasyondur. Küresel adalet sorununu doğru anlayabilmek ve bu soruna karşı küresel farkındalığı arttırabilmek ve böylece gerekli önlemlerin alınabilmesini sağlayabilmek amacıyla Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) küresel ölçekte düzenli olarak ölçümler yapmaktadır.

Kültürün Küreselleşmesi-Ötekileştirilme

Kültürün küreselleşmesinden, kültürel ürünler ile mal ve hizmetlerin dünya çapında hızlı dolaşımı ve tüketimi olarak anlaşılmalıdır. Dünya çapındaki bu dolaşım ve tüketim bir yandan kültürel alışkanlıklarda, modada ve popüler kültürde dünyayı kültürel açıdan küçültmektedir. Küreselleşen kültürün en önemli simgelerinden biri haline gelen Apple bir Amerikan çok uluslu teknoloji şirketi olarak 1976 yılında kurulmuştur. 2016 yılında, 234 milyar Amerikan Doları cirosu ile dünyanın en büyük 25. ekonomisi haline gelmiştir. Diğer taraftan, küreselleşme kullanılarak yerel olanın da küreselleşebildiği, örneğin; etnik müzik, etnik sanat gibi kültürel biçimlerin küresel pazarda kendine yer bulabildiği gözlemlenebilmektedir.

Apple; bir Amerikan çok uluslu teknoloji şirketi olan Apple 1976 yılında Kaliforniya eyaletinde kurulmuştur. 2016 yılında, 234 milyar Amerikan Doları cirosu ile dünyanın en büyük 25. ekonomisi haline gelmiştir. Küreselleşen kültürün en önemli simgelerinden biri haline gelen Apple, tüm dünyada en çok tanınan markalardan biridir.

Son dönemde, özellikle 11 Eylül 2001 teröründen bugüne geçen süre içinde, kültür-küreselleşme ilişkisinde, tartışma alanı içinde;

  • Medeniyetler çatışması,
  • İslam korkusu,
  • Yabancı korkusu,
  • Göçmen/Mülteci korkusu,
  • Öteki gibi kavramlar ön plana çıkmaktadırlar.

Kültürel kimlik, bugün, anlama, empati, ve birlikte hareket etmeyi değil, ötekileştirmeyi, dışlamayı ve düşmanlaştırmayı bize anlatmaktadır. Batı toplumlarının, mültecilere, göçmenlere, farklı olana karşı tutumu ve tavrı, kabul edilemez bir ötekileştirme temelindedir. Küresel ölçekte yaşanan, güvenlik, ekonomik, siyasi, ve göçmülteci sorunları, kültür alanında da, farklı olanı ötekileştirmeye dönük korkuları beslemektedir.

Küreselleşmenin son dönemindeki, temel ötekileştirme alanı ve kodunun, İslam korkusu olduğunun belirtmemiz gerekir. Bu bağlamda, kültürün küreselleşmesinin yabancının ötekileştirilmesi olgusunu doğurduğu açık bir gerçektir.

Yabancı korkusu (Zenofobi), kişilerin kendilerinden farklı etnik kökene, inanca, kültüre ve yaşam tarzına sahip olan insanlardan korkması durumuna verilen genel addır. İslam korkusu/İslamofobi (İslamophobia) ise, günümüzdeki yabancı korkusu kavramının daha da spesifikleştirilerek sadece Müslümanlardan korkulması olarak nitelendirilebilir. Dünya genelindeki İslam korkusunun temel sebebi, kendilerini İslami örgüt olarak tanımlayan çeşitli terör örgütlerinin gerçekleştirdiği kanlı eylemlerden kaynaklanmaktadır.

Küreselleşmenin Getirdiği Sorunlar

Küreselleşme getirdiği birçok gelişme ve ilerlemenin yanı sıra birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların niteliği de küresel çapta olmakta ve bütün ülkeleri etkilemektedir.

Küresel Göç ve Mülteci Sorunu

Göçmen kavramı; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından; zulme uğrama korkusu olmadan, vatandaşı oldukları ülkelerin korumasından yararlanmaya devam ederlerken, ekonomik, sosyal ve eğitim sebepleri ile daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek için, kendi istekleri ile başka bir ülkeye göç eden kişi olarak tanımlanmaktadır. Artan ekonomik sorunlar ve sosyal sebeplerle gerçekleşen göç oldukça karmaşık ve çok boyutlu bir nitelik kazanmış ve bu nitelikleri bakımından göç olgusu küresel bir özellik kazanmıştır.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR); II. Dünya Savaşı sonrasında evlerinden kaçan veya evlerini kaybetmiş milyonlarca Avrupalıya yardım etmek amacıyla 1950 yılında kuruldu. Günümüzde Avrupa, Asya ve Afrika’da yaşanan büyük mülteci sorunlarıyla ilgilenmekte olup, mültecilere sosyal ve ekonomik anlamda yardım edilmesinde aktif rol almaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesine göre sığınma hakkı “Herkes zulüm karşısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkelerde sığınmacı işlemi görme hakkı vardır” şeklinde açıklanmıştır.

Günümüz dünyasında küresel göç olgusu yerini küresel mülteci sorununa bırakmaktadır. Artan problemler ve çözümlenemeyen sorunlar, gün geçtikçe mültecilerin yaşam standartlarını daha kötü hale getirmektedir. Basitçe, küresel göçten, küresel mülteciliğe doğru değişen bu uluslararası trend tüm dünya ülkelerinde önemli bir sorun haline gelmiştir.

Küresel Isınma

Küresel ısınma, küresel çözüm gerektiren sorunların başında gelmektedir. Küresel ısınma; atmosfere salınan çeşitli zararlı gazların ortaya çıkardığı sera etkisinin sonucunda, yıl boyunca ölçülen deniz, kara ve hava sıcaklık değerlerindeki ortalamanın artması olarak tanımlanabilir.

Artık küresel ısınma öyle ciddi bir nitelik kazanmıştır ki, devletler de küresel ısınmaya karşı mücadelenin gereklerini içeren Kyoto Protokolü’nü (1997) imzalamak ve yükümlülüklerini bir an önce kabul etmek zorunda kalmışlardı.

2020 yılında sona erecek Kyoto Protokolü’nden sonraki süreçte küresel iklim rejiminin çerçevesini çizecek Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te onaylandı. 200’e yakın ülkeden liderlerin, siyasilerin, bürokratların, sivil toplum temsilcileri ile özel sektör liderlerinin katıldığı Paris İklim Zirvesi (COP21) sonunda imzalanan Anlaşmanın 2020 yılında resmen yürürlüğe girebilmesi için küresel salınımların en az %55’ini temsil eden en az 55 ülkede yasal olarak kabul edilmesi yetiyor.

Bölgeselleşme Olarak Küreselleşme

Küreselleşme, ulus devletlerin bölgesel ölçekte bir araya gelmelerini ve örgütlenmelerini gerekli kılmaktadır. Bölgeselleşme, en genel anlatımıyla birbirlerine coğrafi olarak yakın ülkelerin girdikleri iş birliği ilişkileridir.

Ülkelerin, özellikle ekonomik alanda ve ticaret ilişkilerinde kurdukları iş birliği sonucunda ortaya çıkan karşılıklı yarara ve kazanca dayalı bölgesel iş birliği, yani bölgeselleşme süreci, bugün en somut olarak yaşanan küreselleşme biçimini yaratmıştır.

Bölgeselleşme sürecinin;

  • “Bölgesel diyalog”,
  • “Bölgesel iş birliği” ve
  • “Bölgesel bütünleşme” üç önemli boyutunu oluşturmaktadır.

Bu işbirliği biçimleri arasındaki genel ortak nokta, hepsinin ekonomik alanda ve ticaret ilişkilerinde serbestleştirme getirmesi ve karşılıklı kazanca dayalı ağlar yaratmasıdır. Aralarındaki fark ise, bu iş birliğinin siyasal ve hukuksal anlamda ne kadar derin ve güçlü olduğuyla ilgilidir.

Bölgesel diyalogun günümüz dünyasındaki en önemli örneği, Güney Asya ve Pasifik ülkeleri arasında gerçekleşen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği’dir (APEC). Bu iş birliğinin amacı, üye ülkeler arasında yalnızca ticaret alanında iş birliğini artırmaktır.

Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletleri, Meksika ve Kanada arasındaki ticaret iş birliğini kuran Kuzey Amerika Serbest Ticaret Birliği (NAFTA), daha güçlü bir bölgesel iş birliğidir. NAFTA, sadece serbest ticaret değil, istihdam, hizmet alma ve yatırım alanlarında da iş birliğine dayanan, Bölgesel İşbirliği Örgütü niteliği taşımaktadır.

Bölgesel Bütünleşme ise en derin ve en güçlü bölgesel yapılanma ve iş birliği biçimidir. Bu yaklaşım bugün Türkiye’nin de tam üyelik için aday olduğu, Avrupa ülkelerinin çoğunu kapsayan, Avrupa Birliği (AB) içinde görülebilir.

Giriş

Küreselleşme, sonuçları bakımından tüm dünyayı etkileyen ve tüm dünya tarafından önem verilen bir kavram olarak literatürde yer almıştır. Bu ünitede küreselleşme kavramını tanımladıktan sonra, küreselleşen dünyamızda karşılaştığımız küresel sorunlardan bahsedeceğiz.

Küreselleşme Nedir?

Son yıllarda dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan önemli değişimlerin, sorunların, süreçlerin, küresel nitelik kazanarak bölgeler, ülkeler ve yerel düzeyde hem siyasal, hem toplumsal, hem ekonomik, hem de kültürel alanlarda dönüşümler yaratmaktadır. Bu dönüşüm sürecini anlamlandırabilmek için kullanılan kavram da “küreselleşmedir. Bugün, küreselleşme kavramını kullanmadan, siyasal, ekonomik, toplumsal veya kültürel değişim ve dönüşümden söz etmek mümkün değildir.

Küreselleşme kavramı incelendiğinde pek çok farklı tanım ve yaklaşımla karşılaşılmaktadır. Kimilerine göre küreselleşme, tarihin farklı evrelerinde gözlemlediğimiz bir olgudur ve dünya tarihi farklı küreselleşme evreleri geçirmiştir. Dünya tarihi, özellikle ticaret alanında, her zaman küresel bir nitelik taşımıştır. Bugün, turizm alanında, dünyanın farklı yerlerinde ve ülkemizde ziyaret ettiğimiz tarihsel kalıntılar ve yerlerin, aynı zamanda ticaret merkezleri olması, bize küreselleşmenin çok uzun bir dönemdir yaşandığını söylemektedir.

Küreselleşen dünyamız, olumlu ve olumsuz gelişmelerin, değişim ve dönüşümün, risklerin ve belirsizliğin, güvensizliğin ve şiddetin, eş zamanlı ve birlikte yaşandığı bir dünyadır.

Bugün küreselleşme, küreselleşen dünya denildiği zaman, özellikle 1980’lerden günümüze devletler, ekonomiler, kültürler ve hatta bireyler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerinde yaşanan;

  • Yaygınlaşma,
  • Derinleşme ve
  • Hızlanma olguları anlaşılmalıdır.

Küreselleşme bir durum olarak değil, bir süreç olarak irdelenmeli ve incelenmelidir. Bu çerçevede de günümüzde küreselleşmeden söz ederken, ülkeler arası karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin çok daha yoğunlaşması ve tamamen iç içe geçmesi vurgulanmalıdır.

Yaygınlaşma, dünyanın her hangi bir yerinde olan bir gelişmenin, dünyanın diğer bölgelerinde de ciddi etkiler ve sonuçlar yaratması anlamına gelmektedir.

Derinleşme, bu yaygınlaşma sürecinin yarattığı etkilerin yaşadığımız dünyanın her tarafında güçlü bir şekilde hissedilmesini ve yaşanmasını ifade etmektedir. Küreselleşme değiştirici ve dönüştürücü gücü yüksek bir süreçtir.

Hızlanma ise yaygınlaşma ve derinleşme süreçleriyle bu süreçlerin yarattığı etkilerin artık çok hızlı bir biçimde yaşanması anlamını taşımaktadır. Küreselleşen dünya, ritim ve hareket olarak çok hızlı bir dünyadır.

WhatsApp Messenger; akıllı telefonların kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte insanların mesajlaşma alışkanlıklarında da önemli değişiklikler yaşandı. WhatsApp Messenger tüm dünyada internet üzerinden anlık mesajlaşma hizmeti sunarak mesajlaşma konusunda yeni bir dönem başlattı. Daha sonradan uygulamaya eklenen internet üzerinden arama yapma ve görüntülü konuşma özellikleri de uygulamanın popüler olmasında büyük rol oynadı.

Küreselleşme, bu temelde, dünyanın her tarafında yaşanan bir “tarihsel gerçeklik”, bir “toplumsal olgu” olarak, ülkeler, ekonomiler, siyasetin üretimi, kültürlerin yaşanması, günlük yaşamın örgütlenmesi gibi alanlarda ortaya çıkan “karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin yaygınlaşması, derinleşmesi, ve hızlanması süreci” olarak tanımlanabilir. Şüphesiz ki, bu tanım, ideolojik ve politik değil, sosyolojik ve yöntemsel bir tanımdır.

Küreselleşen dünya, devletlerin daha fazla iş birliği yapmalarını ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerine girmelerini zorunlu kılmıştır.

NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü); İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa’nın güvenliğini korumak için Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde kurulmuş küresel ve askeri bir örgüttür.

M/UN (Birleşmiş Milletler-United Nations); İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan büyük devletlerin (ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti) liderliğinde oluşturulan bir dünya örgütü olan Birleşmiş Milletler (BM), 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuştur.

Küresel Terör

Küreselleşmenin içerdiği karşılıklı bağımlılık ilişkisi ve çoklu krizin yarattığı çalkantı durumunun sonuçlarının en görünebilir boyutlarından biri, 11 Eylül 2001 terör krizinden bu güne kadar yaygınlaşan ve derinleşen küresel terördür.

Küresel terör, yöntem olarak şiddeti benimseyen ve kullanan bütün terör eylemleri gibi özünde amacı siyasal olan bir eylemdir. Ancak küresel terör, dört önemli gelişme nedeniyle küreselleşme sürecinde yeni ve özgün bir nitelik kazanmıştır:

  • Öncelikle, küresel terör hedef olarak kendisine sivil ve masum insanları seçer.
  • İkincisi, geçmişteki terör eylemlerine kıyasla küresel terör, ölümcüllük derecesi yüksek eylemlere yönelmiştir.
  • Üçüncüsü, küresel terör, hem eylemlerini örgütlemek, hem de finanse etmek için küreselleşme sürecinin iletişim alanındaki yansımaları olan cep telefonu, elektronik posta ve sosyal medya gibi iletişim teknolojilerinden en üst düzeyde yararlanmaktadır.
  • Son olarak, kültürel kimlik olgusunu köktenci ve çatışmacı bir tarzda gündeme getirmesi ve dünya siyasetini medeniyetler, kültürler ya da dinler arası çatışma temelinde yeniden düzenlemeye çalışması, küresel terörü oluşturan temel özellikler arasında sayılmalıdır.

Gerek 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz, gerek El Kaide lideri Usame bin Ladin’in 2011 yılında Pakistan’da öldürülmesi, gerek aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan çekilmesi ve gerek Arap Baharı süreci ortaya şu gerçeği çıkarmıştır ki, teröre karşı mücadelede izlenecek doğru yol savaş, ülke işgalleri ve güvenlik ile özgürlük arasına karşıtlık koymak değil; tam aksine, demokrasiyi, refahı, iş olanaklarının yaratılmasını ve ülkesel, bölgesel, küresel adil ve sorumlu yönetim biçimlerini birlikte düşünmek ve yaratmaktır.

Arap Baharı; Ortadoğu ülkelerinde demokratikleşme talebi sonucunda ortaya çıkmış olan toplumsal harekete verilen genel isimdir. Olaylar 2010 yılında Tunus’ta bir kişinin işsizlik, yozlaşma ve yüksek enflasyon gibi sorunları protesto etmesi esnasında kendini ateşe vermesi sonucu başlamıştır. Bu olay, sosyal medyanın da etkisi ile domino etkisi yaratarak büyük kitlelere ulaşmıştır ve kısa zaman içinde büyük toplumsal hareketlere dönüşmüştür. Oldukça kanlı çatışmalara sebep olan bu protestolar, bazı Arap ülkelerinin hükümetlerinin devrilmeleri ile sonuçlanmıştır.

Küresel teröre karşı bir araya gelemeyen, buna karşın teröre karşı mücadeleyi bir taraftan ülke işgallerine, diğer taraftan Medeniyetler çatışması, İslam korkusu, Yabancı korkusu, Mülteci korkusu gibi ideolojik ve ötekileştirici söylem ve tavra indirgeyen uluslararası sistem ve Batı dünyası, 2003 yılında işgal edilen Irak’ta ve 2014 yılında Suriye’de devletlerin çökmeleriyle, El Kaide’den daha etkili bir sorunla karşılaşmıştır.

Bu bağlamda, 2001’den bugüne yaşadığımız terörün küreselleşmesi ya da küresel terör olgusu, sivil insanları hedef alan, korku toplumu yaratmaya çalışan terör saldırıları yapmak ile çökmüş devlet alanlarında devlet ya da devlet türü örgütlenme inşa etme çabasını eş zamanlı olarak içermektedir ve bu yönüyle, teröre yeni bir boyut getirmektedir.

Küresel Ekonomi

Küreselleşme sürecinin en çok görünürlük kazandığı, hissedildiği ve etkilediği başka bir alan da, “küresel ekonomi” ve “küresel ekonomik kriz”dir. Ekonomik ilişkiler, hem genel anlamda, hem de bugün yaşanan küresel ekonomik kriz temelinde, küreselleşmenin yaygınlaşma, derinleşme ve hızlanma nitelikleri ile dünyayı küresel bir köye ve risk toplumuna dönüştüren tüm etkilerini ortaya çıkartmaktadır,

Sınır ötesi ticaret ve finans hareketlerinin çoğalmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ekonomisini düzenlemek amacıyla kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve 1990’lı yıllarda kurulan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi uluslararası örgütlerin rolü ve etkinliği de artmıştır. Bu örgütler, ulus devletlerle birlikte, küresel ekonominin önemli aktörleri konumuna gelmişler ve dünyanın küçülmesi ile karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artmasına katkıda bulunmuşlardır.

Ekonomi Bakanlığına göre Uluslararası Para Fonu (IMF); 189 üyeli bir uluslararası finansal kuruluş olup, uluslararası parasal işbirliğini desteklemek, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdamı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve dünya genelinde yoksulluğun azaltılması için faaliyet göstermektedir.

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ-WTO) ve işlevleri şöyle özetlenebilir:

  • DTÖ’yü meydana getiren çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarının uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak,
  • Çok taraflı ticaret müzakerelerinin yürütüldüğü bir forum oluşturmak,
  • Ticari uyuşmazlıkların çözümünü sağlamak,
  • Üye ülkelerin ulusal ticaret politikalarını izlemek,
  • Küresel ekonomik politikayla ilgili diğer uluslararası kuruluşlarla işbirliğini sağlamak,
  • Gelişme yolundaki ve geçiş sürecindeki ekonomilerin çok taraflı ticaret sistemi ile bütünleşmelerine yardımcı olmak.

Günümüzde, dünya ölçeğinde ekonomik ilişkiler, borsa, para hareketleri ve finans süreçleri hızlanmakta; sanal ortamlarda mesafeler azalmakta; ama aynı zamanda risk ve kriz olasılıkları da artmaktadır. Örneğin, küresel ekonominin ilk patlak verdiği 1997 Güney Asya ekonomik krizi sonrasında Tayvan, Kore ve Malezya gibi Güney Asya ülkelerinde yaşanan ekonomik kriz, hızla Arjantin, Brezilya ya da Meksika gibi Latin Amerika ülkelerini etkileyebilmiş, oradan da Rusya’ya ulaşıp Türkiye’ye kadar gelebilmiştir.

Küresel ekonomik kriz hem dünyayı örümcek ağı gibi iç içe geçmiş, birbirleriyle bağlantılı bir ağ toplumuna dönüştürmekte, hem de küçülen dünyayı risklerin ve etkilerinin çok derin olduğu bir yapıya doğru sürüklemektedir.

Küresel Adalet

2000’li yıllara gelindiğinde, küreselleşme ile birlikte zengin ve yoksul ülkeler arasındaki farkın adeta uçuruma dönüştüğü bir dünyada yaşadığımız açıkça anlaşılmıştır. Yoksulluk, işsizlik, açlık, hastalık, ilaçsızlık, susuzluk ve kuraklık gibi sorunlar ülkeler, bölgeler ve insanlar arasındaki bu uçurumu derinleştirmiştir.

Küresel ölçekte yaşanan sorunlar ve ayrışmalar dünyada ciddi bir sosyal adalet sorunu ortaya çıkarmıştır. Bugün, ekonomik refah ile eğitim ve sağlık olanaklarının ülkeler ve insanlar arasında adil bir biçimde paylaştırılmadığı bir dünyada yaşamakta ve küresel ölçekte yaşanan bu sorunu da “küresel adalet sorunu” olarak adlandırmaktayız.

Birleşmiş Milletler’in küresel kalkınma ağı olan BM Kalkınma Programı (UNDP) kendi tanımlamalarına göre, insanlara bilgi, deneyim ve daha iyi bir yaşam kurmaları için kaynak ulaştıran ve değişimi savunan bir kuruluş olup küresel adaletsizliği ortadan kaldırma amacıyla çalışma yapan bir uluslararası organizasyondur. Küresel adalet sorununu doğru anlayabilmek ve bu soruna karşı küresel farkındalığı arttırabilmek ve böylece gerekli önlemlerin alınabilmesini sağlayabilmek amacıyla Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) küresel ölçekte düzenli olarak ölçümler yapmaktadır.

Kültürün Küreselleşmesi-Ötekileştirilme

Kültürün küreselleşmesinden, kültürel ürünler ile mal ve hizmetlerin dünya çapında hızlı dolaşımı ve tüketimi olarak anlaşılmalıdır. Dünya çapındaki bu dolaşım ve tüketim bir yandan kültürel alışkanlıklarda, modada ve popüler kültürde dünyayı kültürel açıdan küçültmektedir. Küreselleşen kültürün en önemli simgelerinden biri haline gelen Apple bir Amerikan çok uluslu teknoloji şirketi olarak 1976 yılında kurulmuştur. 2016 yılında, 234 milyar Amerikan Doları cirosu ile dünyanın en büyük 25. ekonomisi haline gelmiştir. Diğer taraftan, küreselleşme kullanılarak yerel olanın da küreselleşebildiği, örneğin; etnik müzik, etnik sanat gibi kültürel biçimlerin küresel pazarda kendine yer bulabildiği gözlemlenebilmektedir.

Apple; bir Amerikan çok uluslu teknoloji şirketi olan Apple 1976 yılında Kaliforniya eyaletinde kurulmuştur. 2016 yılında, 234 milyar Amerikan Doları cirosu ile dünyanın en büyük 25. ekonomisi haline gelmiştir. Küreselleşen kültürün en önemli simgelerinden biri haline gelen Apple, tüm dünyada en çok tanınan markalardan biridir.

Son dönemde, özellikle 11 Eylül 2001 teröründen bugüne geçen süre içinde, kültür-küreselleşme ilişkisinde, tartışma alanı içinde;

  • Medeniyetler çatışması,
  • İslam korkusu,
  • Yabancı korkusu,
  • Göçmen/Mülteci korkusu,
  • Öteki gibi kavramlar ön plana çıkmaktadırlar.

Kültürel kimlik, bugün, anlama, empati, ve birlikte hareket etmeyi değil, ötekileştirmeyi, dışlamayı ve düşmanlaştırmayı bize anlatmaktadır. Batı toplumlarının, mültecilere, göçmenlere, farklı olana karşı tutumu ve tavrı, kabul edilemez bir ötekileştirme temelindedir. Küresel ölçekte yaşanan, güvenlik, ekonomik, siyasi, ve göçmülteci sorunları, kültür alanında da, farklı olanı ötekileştirmeye dönük korkuları beslemektedir.

Küreselleşmenin son dönemindeki, temel ötekileştirme alanı ve kodunun, İslam korkusu olduğunun belirtmemiz gerekir. Bu bağlamda, kültürün küreselleşmesinin yabancının ötekileştirilmesi olgusunu doğurduğu açık bir gerçektir.

Yabancı korkusu (Zenofobi), kişilerin kendilerinden farklı etnik kökene, inanca, kültüre ve yaşam tarzına sahip olan insanlardan korkması durumuna verilen genel addır. İslam korkusu/İslamofobi (İslamophobia) ise, günümüzdeki yabancı korkusu kavramının daha da spesifikleştirilerek sadece Müslümanlardan korkulması olarak nitelendirilebilir. Dünya genelindeki İslam korkusunun temel sebebi, kendilerini İslami örgüt olarak tanımlayan çeşitli terör örgütlerinin gerçekleştirdiği kanlı eylemlerden kaynaklanmaktadır.

Küreselleşmenin Getirdiği Sorunlar

Küreselleşme getirdiği birçok gelişme ve ilerlemenin yanı sıra birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların niteliği de küresel çapta olmakta ve bütün ülkeleri etkilemektedir.

Küresel Göç ve Mülteci Sorunu

Göçmen kavramı; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından; zulme uğrama korkusu olmadan, vatandaşı oldukları ülkelerin korumasından yararlanmaya devam ederlerken, ekonomik, sosyal ve eğitim sebepleri ile daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek için, kendi istekleri ile başka bir ülkeye göç eden kişi olarak tanımlanmaktadır. Artan ekonomik sorunlar ve sosyal sebeplerle gerçekleşen göç oldukça karmaşık ve çok boyutlu bir nitelik kazanmış ve bu nitelikleri bakımından göç olgusu küresel bir özellik kazanmıştır.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR); II. Dünya Savaşı sonrasında evlerinden kaçan veya evlerini kaybetmiş milyonlarca Avrupalıya yardım etmek amacıyla 1950 yılında kuruldu. Günümüzde Avrupa, Asya ve Afrika’da yaşanan büyük mülteci sorunlarıyla ilgilenmekte olup, mültecilere sosyal ve ekonomik anlamda yardım edilmesinde aktif rol almaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesine göre sığınma hakkı “Herkes zulüm karşısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkelerde sığınmacı işlemi görme hakkı vardır” şeklinde açıklanmıştır.

Günümüz dünyasında küresel göç olgusu yerini küresel mülteci sorununa bırakmaktadır. Artan problemler ve çözümlenemeyen sorunlar, gün geçtikçe mültecilerin yaşam standartlarını daha kötü hale getirmektedir. Basitçe, küresel göçten, küresel mülteciliğe doğru değişen bu uluslararası trend tüm dünya ülkelerinde önemli bir sorun haline gelmiştir.

Küresel Isınma

Küresel ısınma, küresel çözüm gerektiren sorunların başında gelmektedir. Küresel ısınma; atmosfere salınan çeşitli zararlı gazların ortaya çıkardığı sera etkisinin sonucunda, yıl boyunca ölçülen deniz, kara ve hava sıcaklık değerlerindeki ortalamanın artması olarak tanımlanabilir.

Artık küresel ısınma öyle ciddi bir nitelik kazanmıştır ki, devletler de küresel ısınmaya karşı mücadelenin gereklerini içeren Kyoto Protokolü’nü (1997) imzalamak ve yükümlülüklerini bir an önce kabul etmek zorunda kalmışlardı.

2020 yılında sona erecek Kyoto Protokolü’nden sonraki süreçte küresel iklim rejiminin çerçevesini çizecek Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te onaylandı. 200’e yakın ülkeden liderlerin, siyasilerin, bürokratların, sivil toplum temsilcileri ile özel sektör liderlerinin katıldığı Paris İklim Zirvesi (COP21) sonunda imzalanan Anlaşmanın 2020 yılında resmen yürürlüğe girebilmesi için küresel salınımların en az %55’ini temsil eden en az 55 ülkede yasal olarak kabul edilmesi yetiyor.

Bölgeselleşme Olarak Küreselleşme

Küreselleşme, ulus devletlerin bölgesel ölçekte bir araya gelmelerini ve örgütlenmelerini gerekli kılmaktadır. Bölgeselleşme, en genel anlatımıyla birbirlerine coğrafi olarak yakın ülkelerin girdikleri iş birliği ilişkileridir.

Ülkelerin, özellikle ekonomik alanda ve ticaret ilişkilerinde kurdukları iş birliği sonucunda ortaya çıkan karşılıklı yarara ve kazanca dayalı bölgesel iş birliği, yani bölgeselleşme süreci, bugün en somut olarak yaşanan küreselleşme biçimini yaratmıştır.

Bölgeselleşme sürecinin;

  • “Bölgesel diyalog”,
  • “Bölgesel iş birliği” ve
  • “Bölgesel bütünleşme” üç önemli boyutunu oluşturmaktadır.

Bu işbirliği biçimleri arasındaki genel ortak nokta, hepsinin ekonomik alanda ve ticaret ilişkilerinde serbestleştirme getirmesi ve karşılıklı kazanca dayalı ağlar yaratmasıdır. Aralarındaki fark ise, bu iş birliğinin siyasal ve hukuksal anlamda ne kadar derin ve güçlü olduğuyla ilgilidir.

Bölgesel diyalogun günümüz dünyasındaki en önemli örneği, Güney Asya ve Pasifik ülkeleri arasında gerçekleşen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği’dir (APEC). Bu iş birliğinin amacı, üye ülkeler arasında yalnızca ticaret alanında iş birliğini artırmaktır.

Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletleri, Meksika ve Kanada arasındaki ticaret iş birliğini kuran Kuzey Amerika Serbest Ticaret Birliği (NAFTA), daha güçlü bir bölgesel iş birliğidir. NAFTA, sadece serbest ticaret değil, istihdam, hizmet alma ve yatırım alanlarında da iş birliğine dayanan, Bölgesel İşbirliği Örgütü niteliği taşımaktadır.

Bölgesel Bütünleşme ise en derin ve en güçlü bölgesel yapılanma ve iş birliği biçimidir. Bu yaklaşım bugün Türkiye’nin de tam üyelik için aday olduğu, Avrupa ülkelerinin çoğunu kapsayan, Avrupa Birliği (AB) içinde görülebilir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.