Açıköğretim Ders Notları

Uluslararası İlişkiler Kuramları 2 Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Uluslararası İlişkiler Kuramları 2 Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Kopenhag Okulu Ve Güvenlikleştirme Teorisi

Giriş

Kopenhag Okulu 1980’li yılların ortalarında Kopenhag Barış ve Çatışma Araştırmaları Merkezi bünyesinde çalışmalarını yürüten bir grup araştırmacı tarafından oluşturulmuştur. Gruba 1996 yılında Kopenhag Okulu ismini veren Bill Sweeney olmuştur. Kopenhag Okulu uluslararası güvenlik çalışmaları alanındaki Amerikan egemenliğine alternatif olarak ortaya çıkan kavramsal çerçevelerden biridir.

Kopenhag Okulu

Uluslararası güvenlik gündeminin ekonomik, politik, çevresel, toplumsal ve insani güvenlik sektörlerini tartışmaya açarak zenginleştirmesi, Kopenhag Okulunun uluslararası ilişkiler teorisine yaptığı ilk katkıdır. Barry Buzan tarafından yapılan araştırmalarla, güvenlik yalnızca geleneksel askeri güvenlik anlamının dışına çıkarılmış, ekonomik, politik, çevresel, toplumsal ve insani güvenlik gibi güvenlik türleri literatüre girmiştir. Tüm bu ayrımlara güvenlik sektörleri adı verilmiştir. Özellikle toplum güvenliği Okulun en çok tartışma yaratan güvenlik ayrımlarından birisi olmuştur.

Uluslararası ilişkilere hakim olan geleneksel güvenlik yaklaşımında sadece devlete ve devletin egemenlik alanına yönelik askerî tehditler ele alınmaktaydı. Kopenhag Okulunun yaklaşımı askerî güvenlik alanı dışında ekonomik, toplumsal, insani ve çevresel güvenlik alanlarını güvenlik sektörleri olarak tanımlayıp, askerî güvenlik sektöründen ayrı olarak ele almıştır.

Toplumsal güvenlik, bir topluluğun kimliğine yönelik algılanan her türlü tehdide karşı savunulması olarak tanımlanmıştır. Kopenhag Okulu, güvenliğin alanının derinleştirilmesi ve bireylerin, devlet dışı oluşumların ve grupların da güvenlik kaygılarını içerecek biçimde genişletilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Kopenhag Okulunun bir diğer katkısı bölgesel güvenlik kompleksi kavramını literatüre kazandırmıştır. Bölgesel güvenlik kompleksi; uluslararası güvenlik alanını bölgelere ayırarak ele almayı öne süren bir yaklaşımdır. Kopenhag Okulu, Bölgesel Güvenlik Kompleksini güvenlik öncelikleri ve güvenlik dinamikleri örtüşen, dolayısıyla güvenlik alanında birbirine bağlı devletlerin oluşturduğu güvenlik yapıları olarak tanımlar. Kavram Buzan ve Ole Weaver tarafından 2003 yılında ortaya atılmış ve Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkan bölgesel güvenlik sorunlarının ve rejimlerinin analiz edilebilmesini mümkün kılmıştır. Bölgesel güvenlik kompleksinin oluşması için öncelikle devletler arasında ortak bir tehdit algısının olması gerekmektedir. Bu anlamda coğrafi yakınlık olmazsa olmaz bir kriter değildir. Kompleks içinde yer alan devletlerin ihtiyaçlarının paralel olması ilk kriterdir. Bu anlamda bölgedeki dostluk-düşmanlık ilişkilerinin, tehdit algılarının, düşman olan aktörlerin ve bölgedeki tarihsel çatışmaların incelenmesi esastır. Okulun yaptığı diğer bir kuramsal katkı Weaver’in ortaya attığı güvenlikleştirme kavramının kuramsallaştırılmasıdır.

Kopenhag Okulunun uluslararası güvenlik literatürüne yaptığı önemli katkılardan biri de devlet dışındaki nesnelerin de güvenlik tehditlerinin referans nesnesi olarak ele alınması olmuştur. Bu bağlamda özellikle insan güvenliği ve çevre güvenliği, uluslararası güvenlik gündeminin olduğu kadar uluslararası güvenlik kuramının da önemli bir konusu hâline gelmiştir.

Güvenlikleştirme Teorisi

Güvenlikleştirme teorisi uluslararası güvenliğe disiplinlerarası olarak yaklaşmaktadır. Teorinin amacı, güvenlik kavramının temelini oluşturan varoluşsal tehditler ve hayatta kalma gibi yapı taşlarını koruyarak konvansiyonel olmayan bir güvenlik analizi ortaya koymaktır. Teorisi devlet dışında, çevre, insan, toplum gibi nesneleri de uluslararası güvenlik tartışmalarına dahil etmiştir.

Kenneth Waltz’a göre devletlerin amaç ve stratejileri birbirinden farklı olsa da hayatta kalmak gibi ortak bir nihai arzuları vardır. Bu varoluşsal tehdidin dillendirilmesi süreci sonunda güvenlikleştirmeyi gerçekleştiren aktör, tehdidin ortadan kalkması için gerekli tüm önlemlerin alınmasını meşrulaştırmış olur. Bu yönüyle güvenlikleştirme siyasi bir süreçtir. Uluslararası İlişkiler’de neo realizmin babası olarak tanınan Kenneth Waltz, devletlerin uluslararası sistemde izledikleri politikaların ve davranışlarının hayatta kalma dürtüsüyle şekillendiğini tartışır.

Diğer yandan Okula göre güvenlik ortamı yalnızca tehditlerle ilgili olmayabilir, aynı zamanda bir konunun nasıl politize edildiği ile ilgilidir. Yani bir toplumun ya da grubun bir konuyu nasıl güvenlik tehdidi haline getirdiği ile ilgilidir. Bu güvenlik tehdidinin inşası sürecidir. Ancak her söylemsel güvenlik inşa süreci başarıyla sonuçlanmaz. Başarılı bir güvenlikleştirme süreci üç aşamadan oluşur. Hayati bir tehdit unsurunun belirlenmesi, bu tehdidin ortan kaldırılmasının acil bir durum olarak kabul edilmesi ve son olarak bu tehdidin ortadan kaldırılabilmesi için olağanüstü tedbirlerin alınması gerektiğinin kabulü. Güvenlikleştirme sürecinin başarısı bir yandan da kamuoyunun desteğine bağlıdır.

Dolayısıyla teori iki ana ilke üzerine kuruludur. Varoluşsal tehditlerin varlığı ile ilgili iddialar ve alınacak olağanüstü tedbirlerin meşrulaştırılması. Okul her iki sürecin de sübjektif olduğunu kabul erse de güvenlikleştirmeyi politizasyondan ayırır. Bir konunun politize olması kamuoyunun bir tercihidir ve normal/gündelik siyasetin bir parçasıdır. Güvenlikleştirme ise siyasi ve askeri elitin yönlendirmesi ile tetiklenen bir süreçtir. Okula göre güvenlikleştirme sürecinde ulaşılan olağanüstü durum, normal siyasetten ve katılımcı demokrasi durumundan bir sapmadır. Dolayısıyla bu durumun kamuoyu tarafından kabul görmesi zorlu bir ikna sürecini beraberinde getirir. Waever’a göre bir eylem konuşulduğu, söze döküldüğü ve ifade edildiği anda gerçekliğe dönüşür. Bir konunun güvenlik meselesi haline gelmesi yani güvenlikleştirilmesi, o konunun güvenlik konusu olarak sunulması ile ilgilidir. Bu da ancak sav geliştirme, mantık yürütme, delil sunma, kendi değerlerini benimsetme ve ikna etme ile oluşmaktadır. Yani bir gerekçelendirme sürecinin varlığı şarttır.

Okulun güvenlikleştirme teorisi söz edimi kuramı üzerine kurulmuştur. Söz edimi basitçe “bir şey söylemek, bir şey yapmaktır” şeklinde ifade edilebilir. Austin’in 1962 yılında yazdığı “How to Do Things with Words” (Kelimelerle Bir Şeyler Nasıl Yapılır) adlı kitabı söz edimi teorisinin temelini oluşturur. Kurama göre özel yetkilere sahip bazı insanlar kelimelerle savaş ilan etmek gibi istisnai şeyler yapabilirler. Ancak söyleyen kişinin etkili birisi olması ve belirli bir seviyede otorite olması başarılı olması için şarttır. Diğer yandan söz ediminin etkisini belirleyen bir başka öğe koşullardır. Bir sorunun güvenlik sorunu olarak algılanabilmesi için aktörler tarafından güvenliğe bir tehdit olarak dillendirilmesi gerekmektedir. Bir sorunun güvenlik sorunu olması özneler-arası bir inşa sürecinin başarılı olması ile ortaya çıkan bir sonuçtur. Bu da siyasi bir tercihtir.

Özetle tehdit ve güvenlik, toplumsal olarak kurgulanmaktadır. Güvenlik ve dolayısıyla güvensizlik zamana ve mekana bağımlıdır. Neyin veya kimin, neden ve kimden korunması gerektiği meselesi bu durumu dillendiren ve dillendirme ile beraber eyleme de geçiren kişi ve söylemlerin meselesidir. Bu yaklaşıma göre, her konu güvenlik konusu olarak sunulabildiği için, güvenlik etrafında şekillenen söylemi araştırma konusu edinmek güvenlik çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Genel olarak güvenlik eliti, bazı konuları olduğundan daha önemli gösterme, düşman zinciri oluşturma ve güvenliğin konusu ve alanını belirleme önceliğini elinde tutmak ister. İşte bu süreç güvenlikleştirme süreci olarak tanımlanmaktadır.

Güvenlikleştirme Analizi

Okulu Kritik Güvenlik Çalışmaları kategorisinden ayıran nokta, güvenliğe bir sosyal inşa süreci olarak bakmasıdır. Buna göre güvenlikleştirme analizinin görevi, güvenlik dinamiklerinin nasıl işlediğini anlamaktır. Bu çerçevede şu sorular sorulmaktadır. Kim herhangi bir konuyu kolaylıkla güvenlik meselesi haline getirebilmektedir? Hangi güvenlik eylemi kimin adına yapılmaktadır? Başarılı bir güvenlikleştirmenin koşulları nelerdir?Güvenlikleştirmenin sonuçları nelerdir?

Okula göre güvenlikleştirme analizi yapabilmek için üç bileşen ve süreç gereklidir. Güvenlikleştirmenin söylemsel bir süreç olduğu hatırlanırsa güvenlikleştirme olabilmesi için söz ediminin varlığı gereklidir. İkinci olarak bu söz edimini gerçekleştiren, güvenlikleştiren aktörün olması gerekir. Son olarak güvenlikleştiren aktörün söz edimini onaylayan – ya da başarısız bir süreçte onaylamayan – kamuoyunun varlığı gereklidir. Eğer güvenlik tehdidi olarak güvenlikleştirilecek konunun sosyal ve tarihsel bağlamda bir arka planı varsa kamuoyunun bu tehdidin güvenlikleştirilmesini kabul etmesi daha kolay olmaktadır.

Tüm bu güvenlikleştirme inşa sürecini anlamak, ulusal güvenliğin nasıl belirlendiğini analiz etmemize de yardımcı olmaktadır. Ancak bu süreçteki tüm aktörlerin, maddi ve düşünsel öğelerin, gelişmelerin nasıl şekillendiğinin, aktörlerin politika yapış biçimlerinin ve diğer tüm öğelerin anlaşılmasına bağlıdır.

Ters Güvenlikleştirme

Ters güvenlikleştirme, daha önce güvenlikleştirilerek güvenlik konusu haline getirilmiş bir tehdidin, güvenlik konusu olmaktan çıkarılması sürecidir. Okulun ters güvenlikleştirme argümanının ardında Avrupa örneği yatmaktadır. Kopenhag Okulu, yakın zamana kadar savaşlarla özdeşleşen Avrupa’nın bir barış projesi olarak ortaya çıkmasının ardında yatan dinamikleri, Avrupa Birliği’nin kuruluşuna öncülük eden devlet adamlarının İkinci Dünya Savaşı sonrası yürüttüğü güvenlik dışına çıkarma çabaları ile açıklamaktadır. Bu açıdan Kopenhag Okulu, Avrupa’nın entegrasyon projesini bir güvenlik projesi olarak değerlendirmekte, askeri yöntemlere başvurmaya gerek kalmadan bir güvenlik topluluğu kurularak da barışın korunabildiği ve olası saldırganların caydırılabildiği argümanını tartışmaktadır. Devletlerarası ilişkilerin ve meselelerin güvenlik dışına çıkarılması ve bir güvenlik topluluğu yaratılmasının ardından Okul, ters güvenlikleştirme kavramını geliştirmiştir.

Güvenliksizleştirme, ters güvenlikleştirme süreci sonunda söz konusu tehdidin güvenlik konusu olmaktan çıkarılmasıdır.

Okula göre güvenlikleştirilen bir tehdit, bir süre sonra diğer aktörler ya da yine aynı güvenlik elitleri tarafından düşman tehdit zinciri dışında tanımlanabilmektedir. Dolayısıyla hem güvenlikleştirme hem de ters güvenlikleştirme ucu açık süreçlerdir. Ancak güvenlikleştirme kavramına gösterilen ilgi ters güvenlikleştirmeye gösterilmemiş, kavram teorik olarak zayıf kalmıştır.

Kopenhag Okulu ters güvenlikleştirme için üç yol önermektedir: Öncelikle konuları güvenlik söylemine hiç dahil etmemek, ikincisi eğer konu güvenlikleştirilmiş ise konuyu bir güvenlik paradoksu haline getirmemek ve son olarak sorunun normal/gündelik siyaset konusu haline getirilmesi için söylemi değiştirerek, konuyu güvenlik söylemi olmaktan çıkarmak. Okul, böylece daha önce güvenlikleştirilen bir konunun ters güvenlikleştirme ile güvenlik gündeminden çıkarılabileceğini ya da bunun yönetilebileceğini ileri sürmektedir. Konunun yönetilmesi normalleşmesi anlamına gelir ancak güvenlik sorunun ortadan kalktığı anlamına gelmez.

Uluslararası sistemde sorunların savaş veya şiddet yoluyla değil işbirliği ve barış içinde çözümlendiği bölgelerdeki güvenlik yapılarına ‘güvenlik topluluğu’ denir. Karl Deutsch tarafından 1957’de ortaya atılan kavram, yakın zamanda Emmanuel Adler ve Michael Barnett tarafından geliştirilerek yeniden tartışmaya açılmıştır.

Güvenlikleştirme Teorisine Yapılan Eleştiriler

Kopenhag Okulu’nun güvenlikleştirme teorisi çeşitli açılardan eleştirilmektedir. Bunlardan ilki Okulun güvenlikleştirme ve ters güvenlikleştirme arasındaki tercihleri konusunda belirgin bir tavır sergilememekle eleştirilmesidir. Güvenlikleştirme teorisi ile ilgili bir diğer kaygı da güvenlik alanının genişletilmesi ile güvenlik sarmalının başka konularda da çözümü zorlaştırır hale geleceği ve şiddet içeren yöntemlerin başka sorunların çözümünde de kullanılmaya başlayabileceğidir.

Okula getirilen bir diğer eleştiri ise ters güvenlikleştirme veya güvenlikleştirmenin yapı bozumunun yapılması konusundadır. Bir konunun güvenlik meselesi olmaktan çıkartılması, onun nasıl güvenlik meselesi haline geldiğini sergileyerek, bir anlamda ifşası ve çözümün yapılması ile mümkündür. Bu yapı, benzer bir sorgulama ile kim tarafından, nasıl, hangi ortam ve zamanda ve hangi amaçla gibi sorulara yeniden maruz bırakıldığında teorik çerçeve yetersiz kalmaktadır.

Diğer yandan Okul, toplumsal cinsiyet konusunu ve duyarlılığını yeterince içselleştiremediği ve merkeze almadığı konusunda eleştirilmektedir. Okula göre güvenlik çalışmalarının odağını söylem, söylemin temelini de söz edimi oluşturmaktadır. Bunun sakıncalı bir varsayım olduğu, güvensizlik durumunun dillendirilmeyebildiği veya güvenlikleştirmenin nüksetmediği konu veya koşullarda güvensizlik yaşanmıyor anlamına gelmediği ifade edilmektedir. Dolayısıyla güvenlik tehditleri makro seviyede ifade edilmediği için, kadınların güvensizlik durumlarının rahatlıkla göz ardı edilebileceği tartışılmaktadır.

Son eleştiri ise sürece elitlerin egemen olması ile ilgilidir. Güvenlikleştirme çoğulcu bir ortam olsa da askeri ya da siyasi elitin hem güvenlikleştirme hem de ters güvenlikleştirme süreçlerine, dolayısıyla dış politika ve güvenlik politikalarının oluşum süreçleri üzerinde etkili olan tek taraf olarak ele alınması doğru değildir. Sivil yapılanmalar da ürettikleri bilgi, geliştirdikleri bakış açıları ve politika alternatifleri ise kamuoyu, medya ve akademisyenler gibi geniş bir kesimi etkileyerek, güvenlik elitinin söylem ve girişimleri üzerinde etkili olabilmektedir. Okul, bunu da göz ardı etme konusunda eleştirilmiştir.

Giriş

Kopenhag Okulu 1980’li yılların ortalarında Kopenhag Barış ve Çatışma Araştırmaları Merkezi bünyesinde çalışmalarını yürüten bir grup araştırmacı tarafından oluşturulmuştur. Gruba 1996 yılında Kopenhag Okulu ismini veren Bill Sweeney olmuştur. Kopenhag Okulu uluslararası güvenlik çalışmaları alanındaki Amerikan egemenliğine alternatif olarak ortaya çıkan kavramsal çerçevelerden biridir.

Kopenhag Okulu

Uluslararası güvenlik gündeminin ekonomik, politik, çevresel, toplumsal ve insani güvenlik sektörlerini tartışmaya açarak zenginleştirmesi, Kopenhag Okulunun uluslararası ilişkiler teorisine yaptığı ilk katkıdır. Barry Buzan tarafından yapılan araştırmalarla, güvenlik yalnızca geleneksel askeri güvenlik anlamının dışına çıkarılmış, ekonomik, politik, çevresel, toplumsal ve insani güvenlik gibi güvenlik türleri literatüre girmiştir. Tüm bu ayrımlara güvenlik sektörleri adı verilmiştir. Özellikle toplum güvenliği Okulun en çok tartışma yaratan güvenlik ayrımlarından birisi olmuştur.

Uluslararası ilişkilere hakim olan geleneksel güvenlik yaklaşımında sadece devlete ve devletin egemenlik alanına yönelik askerî tehditler ele alınmaktaydı. Kopenhag Okulunun yaklaşımı askerî güvenlik alanı dışında ekonomik, toplumsal, insani ve çevresel güvenlik alanlarını güvenlik sektörleri olarak tanımlayıp, askerî güvenlik sektöründen ayrı olarak ele almıştır.

Toplumsal güvenlik, bir topluluğun kimliğine yönelik algılanan her türlü tehdide karşı savunulması olarak tanımlanmıştır. Kopenhag Okulu, güvenliğin alanının derinleştirilmesi ve bireylerin, devlet dışı oluşumların ve grupların da güvenlik kaygılarını içerecek biçimde genişletilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Kopenhag Okulunun bir diğer katkısı bölgesel güvenlik kompleksi kavramını literatüre kazandırmıştır. Bölgesel güvenlik kompleksi; uluslararası güvenlik alanını bölgelere ayırarak ele almayı öne süren bir yaklaşımdır. Kopenhag Okulu, Bölgesel Güvenlik Kompleksini güvenlik öncelikleri ve güvenlik dinamikleri örtüşen, dolayısıyla güvenlik alanında birbirine bağlı devletlerin oluşturduğu güvenlik yapıları olarak tanımlar. Kavram Buzan ve Ole Weaver tarafından 2003 yılında ortaya atılmış ve Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkan bölgesel güvenlik sorunlarının ve rejimlerinin analiz edilebilmesini mümkün kılmıştır. Bölgesel güvenlik kompleksinin oluşması için öncelikle devletler arasında ortak bir tehdit algısının olması gerekmektedir. Bu anlamda coğrafi yakınlık olmazsa olmaz bir kriter değildir. Kompleks içinde yer alan devletlerin ihtiyaçlarının paralel olması ilk kriterdir. Bu anlamda bölgedeki dostluk-düşmanlık ilişkilerinin, tehdit algılarının, düşman olan aktörlerin ve bölgedeki tarihsel çatışmaların incelenmesi esastır. Okulun yaptığı diğer bir kuramsal katkı Weaver’in ortaya attığı güvenlikleştirme kavramının kuramsallaştırılmasıdır.

Kopenhag Okulunun uluslararası güvenlik literatürüne yaptığı önemli katkılardan biri de devlet dışındaki nesnelerin de güvenlik tehditlerinin referans nesnesi olarak ele alınması olmuştur. Bu bağlamda özellikle insan güvenliği ve çevre güvenliği, uluslararası güvenlik gündeminin olduğu kadar uluslararası güvenlik kuramının da önemli bir konusu hâline gelmiştir.

Güvenlikleştirme Teorisi

Güvenlikleştirme teorisi uluslararası güvenliğe disiplinlerarası olarak yaklaşmaktadır. Teorinin amacı, güvenlik kavramının temelini oluşturan varoluşsal tehditler ve hayatta kalma gibi yapı taşlarını koruyarak konvansiyonel olmayan bir güvenlik analizi ortaya koymaktır. Teorisi devlet dışında, çevre, insan, toplum gibi nesneleri de uluslararası güvenlik tartışmalarına dahil etmiştir.

Kenneth Waltz’a göre devletlerin amaç ve stratejileri birbirinden farklı olsa da hayatta kalmak gibi ortak bir nihai arzuları vardır. Bu varoluşsal tehdidin dillendirilmesi süreci sonunda güvenlikleştirmeyi gerçekleştiren aktör, tehdidin ortadan kalkması için gerekli tüm önlemlerin alınmasını meşrulaştırmış olur. Bu yönüyle güvenlikleştirme siyasi bir süreçtir. Uluslararası İlişkiler’de neo realizmin babası olarak tanınan Kenneth Waltz, devletlerin uluslararası sistemde izledikleri politikaların ve davranışlarının hayatta kalma dürtüsüyle şekillendiğini tartışır.

Diğer yandan Okula göre güvenlik ortamı yalnızca tehditlerle ilgili olmayabilir, aynı zamanda bir konunun nasıl politize edildiği ile ilgilidir. Yani bir toplumun ya da grubun bir konuyu nasıl güvenlik tehdidi haline getirdiği ile ilgilidir. Bu güvenlik tehdidinin inşası sürecidir. Ancak her söylemsel güvenlik inşa süreci başarıyla sonuçlanmaz. Başarılı bir güvenlikleştirme süreci üç aşamadan oluşur. Hayati bir tehdit unsurunun belirlenmesi, bu tehdidin ortan kaldırılmasının acil bir durum olarak kabul edilmesi ve son olarak bu tehdidin ortadan kaldırılabilmesi için olağanüstü tedbirlerin alınması gerektiğinin kabulü. Güvenlikleştirme sürecinin başarısı bir yandan da kamuoyunun desteğine bağlıdır.

Dolayısıyla teori iki ana ilke üzerine kuruludur. Varoluşsal tehditlerin varlığı ile ilgili iddialar ve alınacak olağanüstü tedbirlerin meşrulaştırılması. Okul her iki sürecin de sübjektif olduğunu kabul erse de güvenlikleştirmeyi politizasyondan ayırır. Bir konunun politize olması kamuoyunun bir tercihidir ve normal/gündelik siyasetin bir parçasıdır. Güvenlikleştirme ise siyasi ve askeri elitin yönlendirmesi ile tetiklenen bir süreçtir. Okula göre güvenlikleştirme sürecinde ulaşılan olağanüstü durum, normal siyasetten ve katılımcı demokrasi durumundan bir sapmadır. Dolayısıyla bu durumun kamuoyu tarafından kabul görmesi zorlu bir ikna sürecini beraberinde getirir. Waever’a göre bir eylem konuşulduğu, söze döküldüğü ve ifade edildiği anda gerçekliğe dönüşür. Bir konunun güvenlik meselesi haline gelmesi yani güvenlikleştirilmesi, o konunun güvenlik konusu olarak sunulması ile ilgilidir. Bu da ancak sav geliştirme, mantık yürütme, delil sunma, kendi değerlerini benimsetme ve ikna etme ile oluşmaktadır. Yani bir gerekçelendirme sürecinin varlığı şarttır.

Okulun güvenlikleştirme teorisi söz edimi kuramı üzerine kurulmuştur. Söz edimi basitçe “bir şey söylemek, bir şey yapmaktır” şeklinde ifade edilebilir. Austin’in 1962 yılında yazdığı “How to Do Things with Words” (Kelimelerle Bir Şeyler Nasıl Yapılır) adlı kitabı söz edimi teorisinin temelini oluşturur. Kurama göre özel yetkilere sahip bazı insanlar kelimelerle savaş ilan etmek gibi istisnai şeyler yapabilirler. Ancak söyleyen kişinin etkili birisi olması ve belirli bir seviyede otorite olması başarılı olması için şarttır. Diğer yandan söz ediminin etkisini belirleyen bir başka öğe koşullardır. Bir sorunun güvenlik sorunu olarak algılanabilmesi için aktörler tarafından güvenliğe bir tehdit olarak dillendirilmesi gerekmektedir. Bir sorunun güvenlik sorunu olması özneler-arası bir inşa sürecinin başarılı olması ile ortaya çıkan bir sonuçtur. Bu da siyasi bir tercihtir.

Özetle tehdit ve güvenlik, toplumsal olarak kurgulanmaktadır. Güvenlik ve dolayısıyla güvensizlik zamana ve mekana bağımlıdır. Neyin veya kimin, neden ve kimden korunması gerektiği meselesi bu durumu dillendiren ve dillendirme ile beraber eyleme de geçiren kişi ve söylemlerin meselesidir. Bu yaklaşıma göre, her konu güvenlik konusu olarak sunulabildiği için, güvenlik etrafında şekillenen söylemi araştırma konusu edinmek güvenlik çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Genel olarak güvenlik eliti, bazı konuları olduğundan daha önemli gösterme, düşman zinciri oluşturma ve güvenliğin konusu ve alanını belirleme önceliğini elinde tutmak ister. İşte bu süreç güvenlikleştirme süreci olarak tanımlanmaktadır.

Güvenlikleştirme Analizi

Okulu Kritik Güvenlik Çalışmaları kategorisinden ayıran nokta, güvenliğe bir sosyal inşa süreci olarak bakmasıdır. Buna göre güvenlikleştirme analizinin görevi, güvenlik dinamiklerinin nasıl işlediğini anlamaktır. Bu çerçevede şu sorular sorulmaktadır. Kim herhangi bir konuyu kolaylıkla güvenlik meselesi haline getirebilmektedir? Hangi güvenlik eylemi kimin adına yapılmaktadır? Başarılı bir güvenlikleştirmenin koşulları nelerdir?Güvenlikleştirmenin sonuçları nelerdir?

Okula göre güvenlikleştirme analizi yapabilmek için üç bileşen ve süreç gereklidir. Güvenlikleştirmenin söylemsel bir süreç olduğu hatırlanırsa güvenlikleştirme olabilmesi için söz ediminin varlığı gereklidir. İkinci olarak bu söz edimini gerçekleştiren, güvenlikleştiren aktörün olması gerekir. Son olarak güvenlikleştiren aktörün söz edimini onaylayan – ya da başarısız bir süreçte onaylamayan – kamuoyunun varlığı gereklidir. Eğer güvenlik tehdidi olarak güvenlikleştirilecek konunun sosyal ve tarihsel bağlamda bir arka planı varsa kamuoyunun bu tehdidin güvenlikleştirilmesini kabul etmesi daha kolay olmaktadır.

Tüm bu güvenlikleştirme inşa sürecini anlamak, ulusal güvenliğin nasıl belirlendiğini analiz etmemize de yardımcı olmaktadır. Ancak bu süreçteki tüm aktörlerin, maddi ve düşünsel öğelerin, gelişmelerin nasıl şekillendiğinin, aktörlerin politika yapış biçimlerinin ve diğer tüm öğelerin anlaşılmasına bağlıdır.

Ters Güvenlikleştirme

Ters güvenlikleştirme, daha önce güvenlikleştirilerek güvenlik konusu haline getirilmiş bir tehdidin, güvenlik konusu olmaktan çıkarılması sürecidir. Okulun ters güvenlikleştirme argümanının ardında Avrupa örneği yatmaktadır. Kopenhag Okulu, yakın zamana kadar savaşlarla özdeşleşen Avrupa’nın bir barış projesi olarak ortaya çıkmasının ardında yatan dinamikleri, Avrupa Birliği’nin kuruluşuna öncülük eden devlet adamlarının İkinci Dünya Savaşı sonrası yürüttüğü güvenlik dışına çıkarma çabaları ile açıklamaktadır. Bu açıdan Kopenhag Okulu, Avrupa’nın entegrasyon projesini bir güvenlik projesi olarak değerlendirmekte, askeri yöntemlere başvurmaya gerek kalmadan bir güvenlik topluluğu kurularak da barışın korunabildiği ve olası saldırganların caydırılabildiği argümanını tartışmaktadır. Devletlerarası ilişkilerin ve meselelerin güvenlik dışına çıkarılması ve bir güvenlik topluluğu yaratılmasının ardından Okul, ters güvenlikleştirme kavramını geliştirmiştir.

Güvenliksizleştirme, ters güvenlikleştirme süreci sonunda söz konusu tehdidin güvenlik konusu olmaktan çıkarılmasıdır.

Okula göre güvenlikleştirilen bir tehdit, bir süre sonra diğer aktörler ya da yine aynı güvenlik elitleri tarafından düşman tehdit zinciri dışında tanımlanabilmektedir. Dolayısıyla hem güvenlikleştirme hem de ters güvenlikleştirme ucu açık süreçlerdir. Ancak güvenlikleştirme kavramına gösterilen ilgi ters güvenlikleştirmeye gösterilmemiş, kavram teorik olarak zayıf kalmıştır.

Kopenhag Okulu ters güvenlikleştirme için üç yol önermektedir: Öncelikle konuları güvenlik söylemine hiç dahil etmemek, ikincisi eğer konu güvenlikleştirilmiş ise konuyu bir güvenlik paradoksu haline getirmemek ve son olarak sorunun normal/gündelik siyaset konusu haline getirilmesi için söylemi değiştirerek, konuyu güvenlik söylemi olmaktan çıkarmak. Okul, böylece daha önce güvenlikleştirilen bir konunun ters güvenlikleştirme ile güvenlik gündeminden çıkarılabileceğini ya da bunun yönetilebileceğini ileri sürmektedir. Konunun yönetilmesi normalleşmesi anlamına gelir ancak güvenlik sorunun ortadan kalktığı anlamına gelmez.

Uluslararası sistemde sorunların savaş veya şiddet yoluyla değil işbirliği ve barış içinde çözümlendiği bölgelerdeki güvenlik yapılarına ‘güvenlik topluluğu’ denir. Karl Deutsch tarafından 1957’de ortaya atılan kavram, yakın zamanda Emmanuel Adler ve Michael Barnett tarafından geliştirilerek yeniden tartışmaya açılmıştır.

Güvenlikleştirme Teorisine Yapılan Eleştiriler

Kopenhag Okulu’nun güvenlikleştirme teorisi çeşitli açılardan eleştirilmektedir. Bunlardan ilki Okulun güvenlikleştirme ve ters güvenlikleştirme arasındaki tercihleri konusunda belirgin bir tavır sergilememekle eleştirilmesidir. Güvenlikleştirme teorisi ile ilgili bir diğer kaygı da güvenlik alanının genişletilmesi ile güvenlik sarmalının başka konularda da çözümü zorlaştırır hale geleceği ve şiddet içeren yöntemlerin başka sorunların çözümünde de kullanılmaya başlayabileceğidir.

Okula getirilen bir diğer eleştiri ise ters güvenlikleştirme veya güvenlikleştirmenin yapı bozumunun yapılması konusundadır. Bir konunun güvenlik meselesi olmaktan çıkartılması, onun nasıl güvenlik meselesi haline geldiğini sergileyerek, bir anlamda ifşası ve çözümün yapılması ile mümkündür. Bu yapı, benzer bir sorgulama ile kim tarafından, nasıl, hangi ortam ve zamanda ve hangi amaçla gibi sorulara yeniden maruz bırakıldığında teorik çerçeve yetersiz kalmaktadır.

Diğer yandan Okul, toplumsal cinsiyet konusunu ve duyarlılığını yeterince içselleştiremediği ve merkeze almadığı konusunda eleştirilmektedir. Okula göre güvenlik çalışmalarının odağını söylem, söylemin temelini de söz edimi oluşturmaktadır. Bunun sakıncalı bir varsayım olduğu, güvensizlik durumunun dillendirilmeyebildiği veya güvenlikleştirmenin nüksetmediği konu veya koşullarda güvensizlik yaşanmıyor anlamına gelmediği ifade edilmektedir. Dolayısıyla güvenlik tehditleri makro seviyede ifade edilmediği için, kadınların güvensizlik durumlarının rahatlıkla göz ardı edilebileceği tartışılmaktadır.

Son eleştiri ise sürece elitlerin egemen olması ile ilgilidir. Güvenlikleştirme çoğulcu bir ortam olsa da askeri ya da siyasi elitin hem güvenlikleştirme hem de ters güvenlikleştirme süreçlerine, dolayısıyla dış politika ve güvenlik politikalarının oluşum süreçleri üzerinde etkili olan tek taraf olarak ele alınması doğru değildir. Sivil yapılanmalar da ürettikleri bilgi, geliştirdikleri bakış açıları ve politika alternatifleri ise kamuoyu, medya ve akademisyenler gibi geniş bir kesimi etkileyerek, güvenlik elitinin söylem ve girişimleri üzerinde etkili olabilmektedir. Okul, bunu da göz ardı etme konusunda eleştirilmiştir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.