Açıköğretim Ders Notları

Uluslararası Hukuk 2 Dersi 3. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Uluslararası Hukuk 2 Dersi 3. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Uluslararası Çevre Hukuku

Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişimi ve Kaynakları

Uluslararası çevre hukukunun oldukça genç bir hukuk dalı olduğunu söyleyebiliriz. 19. yüzyıldan itibaren uluslararası balıkçılığı düzenlemek gibi spesifik bazı andlaşmalar yapılmıştır. Ancak şehirleşme ve nüfus yoğunluğunun artması, ayrıca bilim ve teknikteki ilerlemeler ciddî çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

1968’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun insan çevresine dair bir konferansın toplanmasını önermesi üzerine 1972 yılında Stockholm’de B.M. İnsan Çevresine Dair Konferans toplanmıştır. Bu konferansta, 26 ilkeden oluşan, “İnsan Çevresine Dair Bildiri” yani “Stockholm Bildirisi” kabul edilmiştir. Eğer çevrenin hukuksallaşması açısından bir başlangıç noktası alınacaksa, kuşkusuz en uygun tarih Stockholm Konferansının toplanmasıdır.

Stockholm Konferansının çevre açısından önemi, çevre sorunlarının ilk kez uluslararası bir konferansa konu olmasıdır. Yol haritası olarak da 109 adet öneri içeren “İnsan Çevresine dair Eylem Planı” kabul edilmiştir. Eylem Plânının sonucu olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1972’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’i kurmuştur.

Konferanstan sonra devletler, çeşitli alanlarda uluslararası çevre hukukunu geliştirme yönünde hareket etmişlerdir. Stockholm Konferansı ile başlayan süreç ile çevre alanında uluslararası nitelikte pek çok andlaşma hayata geçirilmiştir.

Örneğin tehlikeye atılan türlerin korunmasına ilişkin olarak 1973 tarihli “Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine Dair Sözleşme” yok olma tehlikesine giren türlerin ticaretini sıkı bir şekilde düzenleyen küresel bir sistem kurmuştur.

Sınıraşan hava kirlenmesi açısından endişe duyan devletler 1979’da “Uzun Menzilli Sınır Aşan Hava Kirlenmesine Dair Sözleşme”yi imzalamış ve buna bağlı olarak da 1987 tarihli “Ozon Tabakasına Zarar Veren Maddelere İlişkin Montreal Protokolü” kabul edilmiştir.

1992 tarihli “İklim Değişikliğine Dair Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi”, küresel ısınmaya karşı hazırlanan bir sözleşmedir. 1997’de bu sözleşmeye bağlı olarak kabul edilen “Kyoto Protokolü” ile de devletlerin belirli bir zamanda hedefi yerine getirmek için yüküm altına sokulması amaçlanmıştır.

1992 tarihli “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi”, biyolojik çeşitliliği korumak için yapılan geniş kapsamlı bir çerçeve sözleşmedir.

Denizlerin anayasası olarak bilinen 1982 tarihli “Deniz Hukukuna Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”, deniz çevresinin korunmasına dair yeni ve geniş hükümler ihtiva etmektedir.

Andlaşma formunda kabul edilmemesine rağmen, BM Genel Kurulu’nun 1982 yılında kabul ettiği Dünya Doğa Şartı, doğanın muhafazası için devletlerin hukuk ve uygulamalarının bütünleşmesini istemektedir.

Bu evrensel düzenlemelerin yanı sıra birçok bölgesel ve iki taraflı uluslararası çevre andlaşmaları da akdedilmiştir Örnek olarak 1968 tarihli Doğanın ve Doğal Kaynakların Muhafazasına Dair Afrika Sözleşmesi’ni verebiliriz. Avrupa Topluluğu (AT) da çevre korunmasına dair üye devletler üzerinde bağlayıcılığı olan bazı yönergeler kabul etmiştir.

Stockholm Konferansı’nın 20. yılında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişme Konferansı’nda Çevre ve Gelişmeye dair Rio Bildirisi benimsenmiştir. Konferans’ta onaylanan bir diğer belge, Gündem 21’dir. Gündem 21, Rio Bildirisi’nde yer alan ilkelerin uygulanmasını sağlayacak bir belgedir.

Bu Konferanstan sonra da yeni andlaşma ve protokoller yoluyla çevre hukuku geliştirilmiştir. 1994’te Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşme Tecrübesi Yaşayan Ülkelerde Çölleşmeyle Mücadeleye Dair Sözleşme kabul edilmiştir. 2000 yılında Biyolojik Çeşitliliğe Dair Sözleşme’nin Biyogüvenliğe İlişkin Kartegana Protokolü kabul edilmiştir.

Uluslararası yargı kararlarında da çevreye dair andlaşmaların önemi vurgulanmıştır. “Nükleer Silâhların Tehdit ve Kullanımının Hukuka Uygunluğuna Dair Danışma Görüşü” ve “Gabcikovo Nagymaros Kararı” gibi yargı kararları çevre hukukunun gelişimine katkı sağlamıştır. Çevreye ilişkin sorunların uluslararası düzeyde yargı kararlarına konu olması, çevre hukukunun önemli bir aşama kat ettiğinin göstergesidir.

Uluslararası çevre hukukunun gelişimi ve kaynakları konusunu kısaca özetlersek çok taraflı ve bölgesel andlaşmalar ve protokoller uluslararası çevre hukukunun gelişiminde önemli bir unsurdur. Andlaşmalar, gerek sayıları gerekse düzenledikleri ilişkiler bakımından, günümüzde uluslararası hukukun en önemli kaynağını oluşturmaktadır. “Esnek hukuk” ise hukuksal açıdan bağlayıcılığı bulunmayan, ancak tarafların iyiniyet ilkesi gereği uyma ihtiyacı duydukları ve siyasal yaptırımlara sahip olan hukukî metinleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Ayrıca, Stockholm ve Rio Bildirileri gibi esnek hukuk belgelerinin zamanla örf ve adet hukuku kuralı haline gelmeleri de mümkündür.

Uluslararası çevre hukukunun gelişimi açısından uluslararası yargı kararlarının da önemli katkılarının bulunduğu açıktır. Devletler arasındaki çevre uyuşmazlıkları, uluslararası mahkemeler veya hakemler aracılığıyla çözülebilmektedir.

Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişiminde Rol Oynayan Teşkilâtlar

Uluslararası çevre hukukunun gelişiminde yalnızca uluslararası çevre sorunlarıyla ilgili Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kurulan iki önemli uluslararası teşkilât vurgulanmalıdır:

  • Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve
  • Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu (CSD).

Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Birleşmiş Milletler sistemi içinde ilk defa çevre gündemi ile yetkilendirilen özel bir hükümetlerarası organdır.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu ise, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin işlevsel bir komisyonudur.

Dünya Gıda ve Tarım Teşkilâtı, Dünya Sağlık Teşkilâtı, BM Kalkınma Programı ve Dünya Bankası gibi Birleşmiş Milletler’in birçok uzman kuruluşu; ayrıca Afrika Birliği Teşkilâtı, Amerika Devletleri Teşkilatı veya Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi bölgesel teşkilâtlar ve Avrupa Birliği gibi ulusüstü teşkilâtlar, uluslararası çevre hukukunun gelişiminde rol oynamıştır.

Dünya Yaban Hayatı Fonu gibi uluslararası hükümet dışı teşkilâtlar da uluslararası çevre hukukunun gelişiminde rol oynamaktadır.

Çevre Koruma ile İlgili Uluslararası Andlaşmaların Uluslararası Ticarete Etkileri

Çevre koruma ile ilgili andlaşmalara tarafların yükümlülüklere riayetini geliştirme veya taraf olmayanların andlaşmaya katılımlarını teşvik etme vasıtası olarak ticari önlemler koyulması, andlaşmaların amaçlarını yerine getirmek üzere belli çeşit ürünlerin ticaretinin doğrudan yasaklanması ya da sınırlanması şeklinde etkiler görülebilir. Gelişmiş ülkelerde oluşan sivil toplum duyarlılığı, bu devletleri çevre kirliliğinin önlenmesi için ileri düzeyde çevre standartları benimsemeye sevk etmiştir. Bu da, üretim maliyetlerini yükselten bir husus olup, sanayileşmiş ülkelerdeki ihracatçıların yakınmalarına sebep olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde bu standartların gözetilmemesi ve ona bağlı olarak üretim maliyetlerinin asgarî düzeyi koruyor olması, üreticileri isyan ettirmekte, haksız rekabet iddialarını gündeme getirmektedir.

Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri

Devletler, andlaşmaların geliştirilmesi, yorumlanması ve icra edilmesinde belirli anahtar ilkelere atıfta bulunurlar. Çevre hukukuna temel oluşturan bu ilkeler, çevre hukukunun bağımsız bir dal olarak gelişmesinde ve kendine özgü bir karakter kazanmasında önemli bir rol üstelenmektedir. Bu ilkeler, hem ulusal hem de uluslararası birçok metne yansıtılmıştır.

İnsanlığın ortak mirası ilkesi , devletlerin ülkelerinin dışında bulunan açık deniz ve açık deniz yatağı, Antartika ve uzay gibi kaynaklarda bütün insanların çıkar sahibi olması anlamına gelir. Hiçbir devlet bu küresel müşterek alanların kaynaklarını tüketemez ve bütün devletler, bunların idaresini barışçıl bir şekilde işbirliği içinde yapmaya zorlanır.

İnsanlığın ortak kaygısı ilkesi , devletlerin ülkeleri içinde yerleşik bulunan kaynaklara saygı gösterilmesi ile benzer bir kavramı anlatır.

Çevre zararının önlenmesi ilkesi , iki zıt fikri içerir:

  • Biri devletlerin doğal olan egemenlik hakkı ve
  • Diğeri bu egemenliği kullanırken ülkeleri ötesindeki çevreye zarar vermemeyi sağlamaları.

Bu ilkenin daha çok, önemli zararı yasakladığı veya bu zararı önlemeye çalışmada, devletin özen gösterme yükümünü taşıması gerektirdiği düşünülmektedir. “Korumak tedavi etmekten iyidir” şeklinde özetlenebilecek düşünceye dayanan bu ilke, çevre üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilecek faaliyetlerin olabilecek en erken aşamada engellenmesini amaçlamaktadır.

İhtiyat ilkesi , bir faaliyetin çevre açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı konusunda ciddi bir şüphenin var olması halinde bilimsel bir kanıtın ortaya çıkışı beklenmeden önleyici tedbirlerin alınmasını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca, çevreyi koruma konusunda önleyici önlemler sadece bilimin gerekli bulguları sağladığı durumlarda değil, sağlamadığı durumlarda da alınacaktır. “Bilimsel belirsizlik” halinin, önlem almaya engel teşkil etmemesi gerekmektedir.

Kirleten öder ilkesi: Kim çevre zararına neden olursa zararı gidermek için yapılan masrafları ödemeye zorlanmalıdır. Kirleten öder ilkesi genel olarak, çevresel zararlara neden olan kişilere sebep oldukları zararlarla mücadelenin bedelinin ödettirilmesini amaçlamaktadır. İlkenin özü, kirletenlerin, ekonomik olarak etkili kararlar verirken çevresel faktörleri de dikkate almasıdır.

Ayırım yapmama ilkesi , her devletin çevre koruma rejiminin, kirlenmeden etkilenen devlet veya devletler arasında ayırım yapmamasını öngörür.

Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk ilkesi uyarınca, gelişmiş devletler, küresel çevre bozulmasına orantısız şekilde katkıda bulunduğu ve daha fazla mali ve teknolojik kaynak yönettiği için bu devletler, küresel sürdürülebilir gelişmenin devamının ağırlığını omuzlamak sorumluluğunu haizdirler.

Nesillerarası eşitlik ilkesi , mevcut nesillerin ihtiyaçlarının, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama hakkında tercihler yapılmasında gözden çıkarılamayacağını vurgular.

Uluslararası Çevreyi Koruma Ve Muhafazada Kullanılan Hukuki Düzenleme Teknikleri

Bütün çevre andlaşmalarında bazı şekilde küresel çevreyi koruma ve muhafaza yolları aranırken, devletlerin davranışlarını düzenlemek üzere çeşitli teknikler kullanılmaktadır.

Çevresel tehditlere dair güvenilir bilgi edinmek amacıyla devletin çevre kalitesini etkileyebilecek faaliyetleri izlemeyi ve bilgilendirmeyi gerektiren hükümlere yer verilebilir.

Projelerin muhtemel çevre sonuçlarını dikkate alacak çevresel etki değerlendirmesi yapılması gerekli görülebilir.

Devletlerin en uygun teknolojiyi uygulamalarını veya olumsuz çevresel etkiyi ortadan kaldırmak için en elverişli vasıtaları kullanmalarını gerektirebilir.

Ürünlerin üretilme biçimine veya ürünün kendisine dair standartlar belirlenebilir. Zarar riski yüksekse, belirli ürün veya üretim yöntemleri sınırlanabilir veya tamamen yasaklanabilir.

Bazı yeni andlaşmalar, akid devletlere özel sınırlamalar yüklemekten ziyade, çevreyi kirleten faaliyetlerde verimliliği teşvik etmek için piyasa temelli önlemlere davet eder veya izin verir. Bu gibi önlemler, salınımlarla kirletenlere vergi konulması veya devredilebilen bir izin sistemini içerebilir. Hukuki sorumluluk yükleyen andlaşmalar da yapılabilir.

Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişimi ve Kaynakları

Uluslararası çevre hukukunun oldukça genç bir hukuk dalı olduğunu söyleyebiliriz. 19. yüzyıldan itibaren uluslararası balıkçılığı düzenlemek gibi spesifik bazı andlaşmalar yapılmıştır. Ancak şehirleşme ve nüfus yoğunluğunun artması, ayrıca bilim ve teknikteki ilerlemeler ciddî çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

1968’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun insan çevresine dair bir konferansın toplanmasını önermesi üzerine 1972 yılında Stockholm’de B.M. İnsan Çevresine Dair Konferans toplanmıştır. Bu konferansta, 26 ilkeden oluşan, “İnsan Çevresine Dair Bildiri” yani “Stockholm Bildirisi” kabul edilmiştir. Eğer çevrenin hukuksallaşması açısından bir başlangıç noktası alınacaksa, kuşkusuz en uygun tarih Stockholm Konferansının toplanmasıdır.

Stockholm Konferansının çevre açısından önemi, çevre sorunlarının ilk kez uluslararası bir konferansa konu olmasıdır. Yol haritası olarak da 109 adet öneri içeren “İnsan Çevresine dair Eylem Planı” kabul edilmiştir. Eylem Plânının sonucu olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1972’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’i kurmuştur.

Konferanstan sonra devletler, çeşitli alanlarda uluslararası çevre hukukunu geliştirme yönünde hareket etmişlerdir. Stockholm Konferansı ile başlayan süreç ile çevre alanında uluslararası nitelikte pek çok andlaşma hayata geçirilmiştir.

Örneğin tehlikeye atılan türlerin korunmasına ilişkin olarak 1973 tarihli “Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine Dair Sözleşme” yok olma tehlikesine giren türlerin ticaretini sıkı bir şekilde düzenleyen küresel bir sistem kurmuştur.

Sınıraşan hava kirlenmesi açısından endişe duyan devletler 1979’da “Uzun Menzilli Sınır Aşan Hava Kirlenmesine Dair Sözleşme”yi imzalamış ve buna bağlı olarak da 1987 tarihli “Ozon Tabakasına Zarar Veren Maddelere İlişkin Montreal Protokolü” kabul edilmiştir.

1992 tarihli “İklim Değişikliğine Dair Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi”, küresel ısınmaya karşı hazırlanan bir sözleşmedir. 1997’de bu sözleşmeye bağlı olarak kabul edilen “Kyoto Protokolü” ile de devletlerin belirli bir zamanda hedefi yerine getirmek için yüküm altına sokulması amaçlanmıştır.

1992 tarihli “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi”, biyolojik çeşitliliği korumak için yapılan geniş kapsamlı bir çerçeve sözleşmedir.

Denizlerin anayasası olarak bilinen 1982 tarihli “Deniz Hukukuna Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”, deniz çevresinin korunmasına dair yeni ve geniş hükümler ihtiva etmektedir.

Andlaşma formunda kabul edilmemesine rağmen, BM Genel Kurulu’nun 1982 yılında kabul ettiği Dünya Doğa Şartı, doğanın muhafazası için devletlerin hukuk ve uygulamalarının bütünleşmesini istemektedir.

Bu evrensel düzenlemelerin yanı sıra birçok bölgesel ve iki taraflı uluslararası çevre andlaşmaları da akdedilmiştir Örnek olarak 1968 tarihli Doğanın ve Doğal Kaynakların Muhafazasına Dair Afrika Sözleşmesi’ni verebiliriz. Avrupa Topluluğu (AT) da çevre korunmasına dair üye devletler üzerinde bağlayıcılığı olan bazı yönergeler kabul etmiştir.

Stockholm Konferansı’nın 20. yılında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişme Konferansı’nda Çevre ve Gelişmeye dair Rio Bildirisi benimsenmiştir. Konferans’ta onaylanan bir diğer belge, Gündem 21’dir. Gündem 21, Rio Bildirisi’nde yer alan ilkelerin uygulanmasını sağlayacak bir belgedir.

Bu Konferanstan sonra da yeni andlaşma ve protokoller yoluyla çevre hukuku geliştirilmiştir. 1994’te Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşme Tecrübesi Yaşayan Ülkelerde Çölleşmeyle Mücadeleye Dair Sözleşme kabul edilmiştir. 2000 yılında Biyolojik Çeşitliliğe Dair Sözleşme’nin Biyogüvenliğe İlişkin Kartegana Protokolü kabul edilmiştir.

Uluslararası yargı kararlarında da çevreye dair andlaşmaların önemi vurgulanmıştır. “Nükleer Silâhların Tehdit ve Kullanımının Hukuka Uygunluğuna Dair Danışma Görüşü” ve “Gabcikovo Nagymaros Kararı” gibi yargı kararları çevre hukukunun gelişimine katkı sağlamıştır. Çevreye ilişkin sorunların uluslararası düzeyde yargı kararlarına konu olması, çevre hukukunun önemli bir aşama kat ettiğinin göstergesidir.

Uluslararası çevre hukukunun gelişimi ve kaynakları konusunu kısaca özetlersek çok taraflı ve bölgesel andlaşmalar ve protokoller uluslararası çevre hukukunun gelişiminde önemli bir unsurdur. Andlaşmalar, gerek sayıları gerekse düzenledikleri ilişkiler bakımından, günümüzde uluslararası hukukun en önemli kaynağını oluşturmaktadır. “Esnek hukuk” ise hukuksal açıdan bağlayıcılığı bulunmayan, ancak tarafların iyiniyet ilkesi gereği uyma ihtiyacı duydukları ve siyasal yaptırımlara sahip olan hukukî metinleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Ayrıca, Stockholm ve Rio Bildirileri gibi esnek hukuk belgelerinin zamanla örf ve adet hukuku kuralı haline gelmeleri de mümkündür.

Uluslararası çevre hukukunun gelişimi açısından uluslararası yargı kararlarının da önemli katkılarının bulunduğu açıktır. Devletler arasındaki çevre uyuşmazlıkları, uluslararası mahkemeler veya hakemler aracılığıyla çözülebilmektedir.

Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişiminde Rol Oynayan Teşkilâtlar

Uluslararası çevre hukukunun gelişiminde yalnızca uluslararası çevre sorunlarıyla ilgili Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kurulan iki önemli uluslararası teşkilât vurgulanmalıdır:

  • Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve
  • Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu (CSD).

Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Birleşmiş Milletler sistemi içinde ilk defa çevre gündemi ile yetkilendirilen özel bir hükümetlerarası organdır.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu ise, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin işlevsel bir komisyonudur.

Dünya Gıda ve Tarım Teşkilâtı, Dünya Sağlık Teşkilâtı, BM Kalkınma Programı ve Dünya Bankası gibi Birleşmiş Milletler’in birçok uzman kuruluşu; ayrıca Afrika Birliği Teşkilâtı, Amerika Devletleri Teşkilatı veya Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi bölgesel teşkilâtlar ve Avrupa Birliği gibi ulusüstü teşkilâtlar, uluslararası çevre hukukunun gelişiminde rol oynamıştır.

Dünya Yaban Hayatı Fonu gibi uluslararası hükümet dışı teşkilâtlar da uluslararası çevre hukukunun gelişiminde rol oynamaktadır.

Çevre Koruma ile İlgili Uluslararası Andlaşmaların Uluslararası Ticarete Etkileri

Çevre koruma ile ilgili andlaşmalara tarafların yükümlülüklere riayetini geliştirme veya taraf olmayanların andlaşmaya katılımlarını teşvik etme vasıtası olarak ticari önlemler koyulması, andlaşmaların amaçlarını yerine getirmek üzere belli çeşit ürünlerin ticaretinin doğrudan yasaklanması ya da sınırlanması şeklinde etkiler görülebilir. Gelişmiş ülkelerde oluşan sivil toplum duyarlılığı, bu devletleri çevre kirliliğinin önlenmesi için ileri düzeyde çevre standartları benimsemeye sevk etmiştir. Bu da, üretim maliyetlerini yükselten bir husus olup, sanayileşmiş ülkelerdeki ihracatçıların yakınmalarına sebep olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde bu standartların gözetilmemesi ve ona bağlı olarak üretim maliyetlerinin asgarî düzeyi koruyor olması, üreticileri isyan ettirmekte, haksız rekabet iddialarını gündeme getirmektedir.

Uluslararası Çevre Hukukunun Temel İlkeleri

Devletler, andlaşmaların geliştirilmesi, yorumlanması ve icra edilmesinde belirli anahtar ilkelere atıfta bulunurlar. Çevre hukukuna temel oluşturan bu ilkeler, çevre hukukunun bağımsız bir dal olarak gelişmesinde ve kendine özgü bir karakter kazanmasında önemli bir rol üstelenmektedir. Bu ilkeler, hem ulusal hem de uluslararası birçok metne yansıtılmıştır.

İnsanlığın ortak mirası ilkesi , devletlerin ülkelerinin dışında bulunan açık deniz ve açık deniz yatağı, Antartika ve uzay gibi kaynaklarda bütün insanların çıkar sahibi olması anlamına gelir. Hiçbir devlet bu küresel müşterek alanların kaynaklarını tüketemez ve bütün devletler, bunların idaresini barışçıl bir şekilde işbirliği içinde yapmaya zorlanır.

İnsanlığın ortak kaygısı ilkesi , devletlerin ülkeleri içinde yerleşik bulunan kaynaklara saygı gösterilmesi ile benzer bir kavramı anlatır.

Çevre zararının önlenmesi ilkesi , iki zıt fikri içerir:

  • Biri devletlerin doğal olan egemenlik hakkı ve
  • Diğeri bu egemenliği kullanırken ülkeleri ötesindeki çevreye zarar vermemeyi sağlamaları.

Bu ilkenin daha çok, önemli zararı yasakladığı veya bu zararı önlemeye çalışmada, devletin özen gösterme yükümünü taşıması gerektirdiği düşünülmektedir. “Korumak tedavi etmekten iyidir” şeklinde özetlenebilecek düşünceye dayanan bu ilke, çevre üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilecek faaliyetlerin olabilecek en erken aşamada engellenmesini amaçlamaktadır.

İhtiyat ilkesi , bir faaliyetin çevre açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı konusunda ciddi bir şüphenin var olması halinde bilimsel bir kanıtın ortaya çıkışı beklenmeden önleyici tedbirlerin alınmasını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca, çevreyi koruma konusunda önleyici önlemler sadece bilimin gerekli bulguları sağladığı durumlarda değil, sağlamadığı durumlarda da alınacaktır. “Bilimsel belirsizlik” halinin, önlem almaya engel teşkil etmemesi gerekmektedir.

Kirleten öder ilkesi: Kim çevre zararına neden olursa zararı gidermek için yapılan masrafları ödemeye zorlanmalıdır. Kirleten öder ilkesi genel olarak, çevresel zararlara neden olan kişilere sebep oldukları zararlarla mücadelenin bedelinin ödettirilmesini amaçlamaktadır. İlkenin özü, kirletenlerin, ekonomik olarak etkili kararlar verirken çevresel faktörleri de dikkate almasıdır.

Ayırım yapmama ilkesi , her devletin çevre koruma rejiminin, kirlenmeden etkilenen devlet veya devletler arasında ayırım yapmamasını öngörür.

Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk ilkesi uyarınca, gelişmiş devletler, küresel çevre bozulmasına orantısız şekilde katkıda bulunduğu ve daha fazla mali ve teknolojik kaynak yönettiği için bu devletler, küresel sürdürülebilir gelişmenin devamının ağırlığını omuzlamak sorumluluğunu haizdirler.

Nesillerarası eşitlik ilkesi , mevcut nesillerin ihtiyaçlarının, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama hakkında tercihler yapılmasında gözden çıkarılamayacağını vurgular.

Uluslararası Çevreyi Koruma Ve Muhafazada Kullanılan Hukuki Düzenleme Teknikleri

Bütün çevre andlaşmalarında bazı şekilde küresel çevreyi koruma ve muhafaza yolları aranırken, devletlerin davranışlarını düzenlemek üzere çeşitli teknikler kullanılmaktadır.

Çevresel tehditlere dair güvenilir bilgi edinmek amacıyla devletin çevre kalitesini etkileyebilecek faaliyetleri izlemeyi ve bilgilendirmeyi gerektiren hükümlere yer verilebilir.

Projelerin muhtemel çevre sonuçlarını dikkate alacak çevresel etki değerlendirmesi yapılması gerekli görülebilir.

Devletlerin en uygun teknolojiyi uygulamalarını veya olumsuz çevresel etkiyi ortadan kaldırmak için en elverişli vasıtaları kullanmalarını gerektirebilir.

Ürünlerin üretilme biçimine veya ürünün kendisine dair standartlar belirlenebilir. Zarar riski yüksekse, belirli ürün veya üretim yöntemleri sınırlanabilir veya tamamen yasaklanabilir.

Bazı yeni andlaşmalar, akid devletlere özel sınırlamalar yüklemekten ziyade, çevreyi kirleten faaliyetlerde verimliliği teşvik etmek için piyasa temelli önlemlere davet eder veya izin verir. Bu gibi önlemler, salınımlarla kirletenlere vergi konulması veya devredilebilen bir izin sistemini içerebilir. Hukuki sorumluluk yükleyen andlaşmalar da yapılabilir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.