Açıköğretim Ders Notları

Türkiye´nin Kültürel Mirası 2 Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türkiye´nin Kültürel Mirası 2 Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Türkiye’De Sivil Ve Kamusal Mimari

Giriş

Mimarlık, toplumun yönetim biçimine, gereksinimlerine, kültür düzeyine ve olanaklarına bağlı bir sanattır. Toplumun kültür düzeyini doğrudan yansıtır. İnsan önce ot oburdu. Otlarla, yabansı tohumlarla, meyvelerle doyuluyordu. Bu nedenle dolaşmak, doğada bulduğuyla yetinmek zorundaydı. Yerleşik değildi. Et oburluğu denedi. Böylece avcılık dönemi başladı. Doğayı gözlemleme yoluyla kendi besinini, kendi üretme yolunu denedi. İlk kez toprağı işledi, ekti biçti. Bu nedenle de yerleşmek zorunda kaldı. Yeryüzünün iklimi de ancak MÖ 10.000’de yerleşmeye uygun olabildi.

Sivil Yapılar

Evler: İnsan yerleşik düzene geçmeden önce geçici barınaklar yapmıştır.

  • Neolitik Dönem: ilk yerleşmenin gerçekleştiği bu dönemden Anadolu’da bulunan en erken tarihli yerleşme, Diyarbakır ile Elazığ arasında, Ergani’den 6 km uzaklıktaki Çayönü’dür. Yapılar sudan, nemden korunmak için taştan bir subasman üzerine oturtulan kerpiç duvarlarla yapılmışlardır. Aşıklıhöyük’ün de Çayönü ile eş yaşta olduğu belirlenmiştir. Ağaç dallarının örülüp üzerine çamur sıvayarak çanak yapılması gibi, duvarlar da dallarla örülüp üzerleri sıvanarak evler yapılmıştır.
  • Bakır Çağ: Anadolu yerleşimleri arasından ilk kuruluşu 9400 yıl öncesine varan Çatalhöyük öne çıkar. Çatalhöyük evleri düz damlıdır. İçlerine damdaki delikten merdivenle inilerek girilir. Bu delikten hava, ışık alırlar. Hemen altında yakılan ateşin dumanı buradan çıkar. Duvarlarda av görüntülü resimler vardı. Birbirine bitişik olarak yapılmış evlerin arasında çöplük olarak kullanılan yer yer boşluklar bulunmaktadır.
  • Selçuklu Dönemi: Bizans kenti ile Selçuklu kentini ayırt edebilmek zordur. Kırsal kesimde varlığa göre tek ya da iki katlı ev, duvarlarla çevrili bir bahçe içindedir. Hizmet bölümleri (yıkanma yeri, mutfak, depolar vb.) bahçededir. Yerleşiklerin kasabasıyla, göçebelerin kırsal yerleşmesi arasında bir denge oluşur. Bu bir iş bölümünü de getirir. Birinciler daha çok zanaatla uğraşırken, ikinciler kasabanın pazarına yağ, peynir, yoğurt, et vb. gibi çiftçiliğe, hayvancılığa dayalı ürünleri getirirler.
  • Osmanlı Dönemi: Osmanlı sarayının, ayrıca İstanbul’u örnek alan Edirne, Bursa, Manisa, Amasya gibi yönetim özeklerinin yönetici konutlarının bir iç bölümü bir de dış bölümü vardır. Konutun harem adı verilen “iç” bölümü özel yaşam içindir. Selamlık adı verilen kamuya açık “dış” bölümü ise yönetim birimidir. Osmanlıda bizim “oda” dediğimiz birime “ev” denilmekteydi. Bir ev ya da oda, bir çekirdek aileyi barındırır. Oda iki bölümlüdür. Bir seki altı, bir de bir basamak daha yüksek olan seki vardır. Seki ana ögedir. Bir ocağı, oturma sedirleri vardır. Hem oturma odasıdır hem de yemek yenir, yatılır, abdest alınır, namaz kılınır.
  • Cumhuriyet Dönemi: Anadolu’da kurulan Cumhuriyet, Atatürk devrimleri, toplum yaşamını değiştirdi. O günlerde mimarlarımızın sayıları da bir elin parmaklarını geçmiyordu. Aranması sürdürülen yeni yollar için, Batı etkilenmesine, Batılı mimarlara kapılar ardına dek açıldı. 1940’ların özellikle ikinci yarısında bu kez faşist Avrupa’nın etkisiyle bir kez daha Ulusal Mimarlık (Il.Ulusal) Dönemi yaşandı. Eski Türk evlerinin biçimlerinden yararlanılıyordu. 1950’lerde ülkemizde uluslararası akımın etkisi başladı. 1960’larda konut açığının kapatılmasına çalışılıyordu. Bütün kentler birbirine benzedi, kendilerine özgü niteliklerini yitirdiler. Gelirleri en alt düzeyde olanlar, işin, aşın ardından kentlere göçtüler. Gecekondular belediye alanlarının dışını, eğimli yerleri seçiyorlardı. Döküntü görünüşlerine karşın eski Türk kentlerinde olduğu gibi kimse kimsenin görüşünü (göz hakkını), havasını, güneşini kesmiyordu.

Kamu Yapıları

  • Sağlık Yapıları ve Darüşşifalar: Hastaların ayakta ya da yatarak tedavi oldukları kuruluşlara Orta Çağ döneminde darüşşifa denmekteydi. İlk hastaneler olarak eski dinlerin tapınakları sayılabiliyor. Hastalar bu tapınaklarda toplu olarak geceleyip, tanrısal güçlerle ilişki kurup, sağlıklarına kavuşacaklarına inanıyordu. MÖ 3. yüzyılda Buda tapınaklarına bağlı hastaneler olduğunun kanıtları var. Sağlık tanrısı Asklepios’un adına yapılan Bergama’daki Asklepion, Hippokrates’in hastalarının yararlandığı kuruluş idi.
  • Selçuklu Dönemi: Bu dönemde, Artuklulardan Necmettin İlgazi tarafından kardeşi Eminüddin adına (1108-1132) 12.yy’ın başında Mardin’de yaptırılan darüşşifa, Anadolu Türk döneminin bilinen en erken tarihli sağlık evidir. Selçuklu Dönemi’nin Sivas Darüşşifası (1210-1219), Konya Darüşşifası (1219-1236), Çankırı Darülafiyesi (1235), Kastamonu Darüşşifası (1272), Tokat Darüşşifası (1277) Anadolu’nun önemli sağaltım yerleridir.
  • Osmanlı Dönemi: : Osmanlılar, Selçuklulardan kalan hastaneleri yaşatmayı sürdürdüler. Vakıflarına da dokunmadılar. Bursa’daki Darüttıp (1399), Edirne’deki Cüzzamhane (1421- 1451), Edirne Bimaristanı (1458), Fatih Darüşşifası (1470), Üsküdar Cüzzamhanesi (1514), Hafsa Sultan Hastanesi (1539), Süleymaniye Darüşşifası (1555), Nuruhan Sultan’ın Üsküdar Toptaşı Bimarhanesi (1583), Yeni Saray Hastalar Dairesi (1772), Eski Saray Hastalar Dairesi (1769) gibi sayısız sağlık kurumu yaptılar. 19.yy’da inşa edilen Gureba Hastanesi (1843) bugün de çalışmaktadır. Bunlara Gümüşsuyu, Zeynep Kamil, Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbiye (1895-1903), Gülhane (askerî) hastane yapılarını da ekleyebiliriz. 1484-1488 yıllarında II. Bayezıt’ın Mimar Hayrettin’e yaptırdığı Edirne II. Bayezıt Bimarhanesi kültür geçmişimizin en önemli mimarlık-sağlık yapılarından biridir. Yapının bir tıp medresesi, diyet mutfağı, poliklinik, eczane, bimarhane bölümleri vardır.
  • Cumhuriyet Dönemi: Dönemin başında tüm yurtta yatak sayısı 3035 idi. Bunların hemen hepsi İstanbul ve İzmir’deydi. 1992 de askerler için olanların dışında, 956 hastane, 3829 sağlık ocağı, 11.427 sağlık evi, 247 verem savaş dispanseri, 255 kamu sağlığı dispanseri vardı. Hastane, sağlık merkezleri yatak sayısı 144.280’e ulaşmıştı. Yeni hastaneler, sevimli otel yapıları gibi sıcak bir yuva havasında yapılmaktadır.

Su Kemerleri, Hamamlar ve Çeşmeler

Doğu Anadolu’da, Urartuların (‘MÖ 900) su barajları ile buradan yola çıkan düzenli su kanalları ilginçtir. 80 km uzaklıktan başkentleri Tuşpa’ya (Van) su getirmişlerdir. Batı Anadolu’da toprağa gömülü kanallar yeğlenmiştir. Eski Denizli’ye (Laodikya) Helenistik Dönem’de 8 km uzaklıktan, (bugünkü Denizli Başpınar’dan) pişmiş topraktan çift boruyla su getirilmiştir. Gene burada Romalılar zamanında taştan (travertenden) ortaları oyularak bir uçları çıkıntılı öteki uçları girintili oluk yapılmış, bileşik kaplar yöntemi gerçekten şaşılası ustalıkla kullanılmıştır. Roma Dönemi’nde de Anadolu’da pek çok su kemeri yapıldı. Bu kemerler bir kaç km’den 35-40 km’ye kadar değişen uzunluktaydılar. En güzel örnekleri Pamphilia kentlerindedir. İstanbul’daki Bozdoğan (Valens) Kemeri, Valentius (364-378) tarafından yaptırılmıştır. Heraklies zamanında (610-641), daha sonra da Avarlar tarafından zarar verilmiş, Kanuni Sultan Süleyman zamanında onarılmıştır.

  • Hamamlar: Halkın yıkanma gereksinimini karşılayan yapılardır. Hamam, bir evin içinde bir oda da olabilir, çarşı hamamı gibi işlevine gereken bölümleriyle koca bir yapıda olabilir. Asurlularda, Fırat Irmağı ile kolları kutsaldı. Mısır’da da Nil, eş saygıyı görüyordu. Aslantaş’taki saray ile Fildişi Evi’nde beş yıkanma odası bulunuyordu. Ex Oriente Lux (Bütün ışık doğudan gelir) deyiminde olduğu gibi yıkanma ile ilgili alışkanlıklar da Doğu’dan Batı’ya gelmektedir. Roma’nın Anadolu’ya egemen olduğu dönemde büyük kentlerde yapılmış hamam yapıları içerisinde Hierapolis’te ve Afrodisyas’da Hadrian onuruna yapılmış hamamların kitaplık bölümleri de bulunmaktadır. Konstantin’in İstanbul’da MS 4. yy ‘da yaptırdığı bir Roma hamamı vardır. Selçukluların Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı’ndaki hamam, Bizans hamamlarına, Antik Çağ hamamlarına dayanmaktadır. Osmanlı Dönemi’nde, önceki düzen sürdürülmüştür. Ancak Romalılarda olduğu gibi, hamamlar, çok büyük, yaptıran imparatorun prestij yapıları olmaktan çıkmıştır. Hamam ya tek olarak yapılır ya da erkekler ile kadınlar için ayrı ayrı, çift olarak yapılır. Tek yapıldığında, erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı saatlerde kullanılır. Son çağlarda Müslümanlar kendi evlerinde yüklüğün bir yanındaki yunmalıkta yıkanıyorlardı. Varlıklı olanlar, yunmalığı yanındaki ya da arkasındaki oyluma doğru büyüterek yıkanma odası (banyo) yaptırmışlardır.
  • Çeşme: “Kent Mobilyası” olarak, Anadolu’da ilginç örnekleri verilmiş bir konudur. Anadolu’daki ilk örnekler Hititler zamanında (MÖ 2000) bulunur. Doğu Anadolu’da Urartulardan (MÖ 9.-7.yy), Batı Anadolu’daki yerleşme agoralardan günümüze gelebilmiş çeşmeler vardır. Çoğu kez uzaklardan kemer ya da kanallarla getirilen, su terazilerine ya da havuzlara verilen su, buradan kente dağıtılırken önce çeşmelere verilmiştir. Çeşme, Anadolu’da bir sosyal özek olup çıkmıştır. Eski çağlarda da günümüzde de bu böyledir. Yalnız mimarlığın değil, resmin, balenin, müziğin de konusu olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde, İstanbul’un alanlarında, yollarda yapılan çeşmeler, geçmişte Anadolu’da yapılanlara, kentliye bir güzellik sunma anlayışına yakışan örneklerdir.
  • Kitaplık ve Okullar: Irak’ta Asur Devleti’nin başındaki Asurbanipal, MÖ 625 yılında Ninova kitaplığını kurdurmuştur. MÖ 3000’lere tarihlenen Sümer, Asur, Hitit tabletleri ile Mısır papirüsleri kitabın öncülleri sayılıyorlar. Anadolu’daki ilk kitaplık MÖ 165’te Bergama Krallığı’nın başkenti Bergama (Pergamon) da kurulan Bergama Kitaplığı’dır. Orta Çağ manastırlarında bin kitaplık küçük kitaplıklar kurulmuştur. Osmanlıların ilk dönemlerinden başlayarak cami, medrese, imaret, tekke gibi hayır kurumlarında genellikle bir kitaplık bulunmuştur. İstanbul’daki bağımsız yapı olarak en eski kitaplık Divanyolu’ndaki Köprülü Kitaplığı’dır. Eğitim; önceleri özel yetiştiricilerle sürdürülürdü. Anadolu’da eğitimin mimarlık alanına yansımasını Antik Çağ kentlerinden biliyoruz. Stbyan Okulları, İslam ülkelerinde, eğitimin ilk aşamasının dinsel eğitimin yapıldığı okullardı. Selçuklular bu eğitimi, ikinci aşama olan “Medrese”yi Anadolu’ya taşıdılar, her kentte medreseler yaptılar. Osmanlılar, birçok konuda olduğu gibi Selçuklu medrese geleneğini sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet döneminde kadınerkek eşitliğine dayalı bir eğitime geçildi, medreseler çağdışı olduğundan kapatıldı ve okullar yapıldı.

Ticaret Yapıları

Dört bin yıl öncesinde Kuzey Mezopotamyalı tacirlerin Anadolu’ya gelerek ticari ilişkiler ağı kurması ile tecim (ticaret) başladı. Kayseri’nin 21 km kuzeydoğusundaki Kültepe (Kaniş) bu ağın özeğiydi, başkentiydi. Bu tecim ağı ve üzerindeki karumlar, Hititler zamanında giderek Romalılar zamanında da tecim işini, canlılığını sürdürdüler. Batı Anadolu’daki Hitit yerleşmelerinde çarşı-pazar geleneği sürdü. . Antik Çağ’da giderek kentin özeği, durumuna geldi. Önce stoalar yapıldı. Stoa, sıra dükkanlardı. Dükkanların önlerinde boydan boya gezenek vardı. İki yana karşılıklı yapılan stoaların aralarında kalan yolun (alanın) üzeri de kapatılınca Bazilika denen yapı türü ortaya çıktı. Apsisde çarşı içindeki dükkancılar arasında ya da alışveriş için gelenlerle dükkancılar arsında çıkan anlaşmazlıkları çözümleyen hakem kurulu toplanırdı. Örneğin aldığı ayakkabının tabanının beş-on günde çıkıverdiğinden yakınan kişi ile satıcı arasındaki anlaşmazlıklara bakarlardı. Alıcı doğruysa, satıcının sattığı pabuç dama atılırdı. “Pabucu dama atılmak” deyimi bundandır.

Selçuklular, neredeyse Hititlerden beri var olan Doğu Roma kentlerinin içine katılmışlardır. Selçukluların en önemli, en özellikli mimarlık yapıtları kervansaray olarak da anılan han yapılarıdır. Aksaray Sultan Han en büyük boyutlu hanlardandır.

Osmanlı Döneminde Selçuklu kervansaraylarına kentlerdeki hanlar eklenmiştir, çarşıların çoğu bugün de kullanılmaktadır. Bedestenler, değerli bez satılmak için yapılmıştır. Sonradan değerli malların eskiden kalma değerli eşyaların alım satımına ayrılmışlardır. Kapalı, iyi korunmuş çarşılardır. Bursa’daki hanların en güzellerinden biri Koza Hanı’dır. İstanbul’daki en önemli Osmanlı çarşısı Kapalıçarşı’dır. 18 kapılı, 30.700 m2 alanı; 3300 dükkânı olan, bütün yeryüzünde ünlü bu çarşının bazı bölümlerinin daha Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu döneminde var olduğu biliniyor.

Spor Tesisleri

Eski Türk boylarında başlıca spor türleri binicilik, cirit, okçuluk, avcılık, kılıç oyunları, ağırlık atma, koşu ve güreştir. Güreş, Hitit kabartmalarından anlaşıldığına göre, en az MÖ iki binden beri yapılıyor. İstanbul’daki Atmeydanı, Okmeydanı, Okçular Tekkesi, Pehlivanlar Tekkesi gibi yerleşim bölgelerinin adları bunu gösterir. Bilinen ilk stadyum kuruluşu, spor alanı Babil’deydi. Antik Çağ’da Batı Anadolu’daki belli başlı büyük kentlerde ünlü stadyumlar yapıldı. Stadyum, genel olarak, ortadaki uzun dikdörtgen yarışma alanının iki yanında basamaklı oturma yerleri olan U biçimli yapı türüdür. Bir ya da iki ucu yarım çember biçimlidir. Üstleri açıktır. Afrodisyas Stadyumu’nun koşu yolu 262 m uzunluğunda 59 metre genişliğindedir. Stadyumun, iki yandaki uzunlamasına seyir yerleri çok hafif iç bükeydir.

Olympia’da Zeus onuruna düzenlenen (MÖ 776) her dört yılda bir yinelenen spor etkinliklerine Olimpiyat Oyunları denmiştir. Romalılar stadyumları, gladyatör dövüşleri gibi bugün spor dışı görülen etkinlikler için de kullanılırlardı. İstanbul’da Sultanahmet alanı Bizans Dönemi’nden kalma bir hipodrom alanıdır. Bu hipodrom 375 m uzunlukta 85-95 m genişlikteydi. Çağımızda futbol yaygınlaştıkça her büyük ilde bir stadyum yapılmağa başlandı. Özellikle son yıllarda yeryüzündeki örneklerin de etkisiyle yurdumuzda da büyük, çağın yapım yöntemlerine uygun, başarılı stadyumlar yapıldı.

Giriş

Mimarlık, toplumun yönetim biçimine, gereksinimlerine, kültür düzeyine ve olanaklarına bağlı bir sanattır. Toplumun kültür düzeyini doğrudan yansıtır. İnsan önce ot oburdu. Otlarla, yabansı tohumlarla, meyvelerle doyuluyordu. Bu nedenle dolaşmak, doğada bulduğuyla yetinmek zorundaydı. Yerleşik değildi. Et oburluğu denedi. Böylece avcılık dönemi başladı. Doğayı gözlemleme yoluyla kendi besinini, kendi üretme yolunu denedi. İlk kez toprağı işledi, ekti biçti. Bu nedenle de yerleşmek zorunda kaldı. Yeryüzünün iklimi de ancak MÖ 10.000’de yerleşmeye uygun olabildi.

Sivil Yapılar

Evler: İnsan yerleşik düzene geçmeden önce geçici barınaklar yapmıştır.

  • Neolitik Dönem: ilk yerleşmenin gerçekleştiği bu dönemden Anadolu’da bulunan en erken tarihli yerleşme, Diyarbakır ile Elazığ arasında, Ergani’den 6 km uzaklıktaki Çayönü’dür. Yapılar sudan, nemden korunmak için taştan bir subasman üzerine oturtulan kerpiç duvarlarla yapılmışlardır. Aşıklıhöyük’ün de Çayönü ile eş yaşta olduğu belirlenmiştir. Ağaç dallarının örülüp üzerine çamur sıvayarak çanak yapılması gibi, duvarlar da dallarla örülüp üzerleri sıvanarak evler yapılmıştır.
  • Bakır Çağ: Anadolu yerleşimleri arasından ilk kuruluşu 9400 yıl öncesine varan Çatalhöyük öne çıkar. Çatalhöyük evleri düz damlıdır. İçlerine damdaki delikten merdivenle inilerek girilir. Bu delikten hava, ışık alırlar. Hemen altında yakılan ateşin dumanı buradan çıkar. Duvarlarda av görüntülü resimler vardı. Birbirine bitişik olarak yapılmış evlerin arasında çöplük olarak kullanılan yer yer boşluklar bulunmaktadır.
  • Selçuklu Dönemi: Bizans kenti ile Selçuklu kentini ayırt edebilmek zordur. Kırsal kesimde varlığa göre tek ya da iki katlı ev, duvarlarla çevrili bir bahçe içindedir. Hizmet bölümleri (yıkanma yeri, mutfak, depolar vb.) bahçededir. Yerleşiklerin kasabasıyla, göçebelerin kırsal yerleşmesi arasında bir denge oluşur. Bu bir iş bölümünü de getirir. Birinciler daha çok zanaatla uğraşırken, ikinciler kasabanın pazarına yağ, peynir, yoğurt, et vb. gibi çiftçiliğe, hayvancılığa dayalı ürünleri getirirler.
  • Osmanlı Dönemi: Osmanlı sarayının, ayrıca İstanbul’u örnek alan Edirne, Bursa, Manisa, Amasya gibi yönetim özeklerinin yönetici konutlarının bir iç bölümü bir de dış bölümü vardır. Konutun harem adı verilen “iç” bölümü özel yaşam içindir. Selamlık adı verilen kamuya açık “dış” bölümü ise yönetim birimidir. Osmanlıda bizim “oda” dediğimiz birime “ev” denilmekteydi. Bir ev ya da oda, bir çekirdek aileyi barındırır. Oda iki bölümlüdür. Bir seki altı, bir de bir basamak daha yüksek olan seki vardır. Seki ana ögedir. Bir ocağı, oturma sedirleri vardır. Hem oturma odasıdır hem de yemek yenir, yatılır, abdest alınır, namaz kılınır.
  • Cumhuriyet Dönemi: Anadolu’da kurulan Cumhuriyet, Atatürk devrimleri, toplum yaşamını değiştirdi. O günlerde mimarlarımızın sayıları da bir elin parmaklarını geçmiyordu. Aranması sürdürülen yeni yollar için, Batı etkilenmesine, Batılı mimarlara kapılar ardına dek açıldı. 1940’ların özellikle ikinci yarısında bu kez faşist Avrupa’nın etkisiyle bir kez daha Ulusal Mimarlık (Il.Ulusal) Dönemi yaşandı. Eski Türk evlerinin biçimlerinden yararlanılıyordu. 1950’lerde ülkemizde uluslararası akımın etkisi başladı. 1960’larda konut açığının kapatılmasına çalışılıyordu. Bütün kentler birbirine benzedi, kendilerine özgü niteliklerini yitirdiler. Gelirleri en alt düzeyde olanlar, işin, aşın ardından kentlere göçtüler. Gecekondular belediye alanlarının dışını, eğimli yerleri seçiyorlardı. Döküntü görünüşlerine karşın eski Türk kentlerinde olduğu gibi kimse kimsenin görüşünü (göz hakkını), havasını, güneşini kesmiyordu.

Kamu Yapıları

  • Sağlık Yapıları ve Darüşşifalar: Hastaların ayakta ya da yatarak tedavi oldukları kuruluşlara Orta Çağ döneminde darüşşifa denmekteydi. İlk hastaneler olarak eski dinlerin tapınakları sayılabiliyor. Hastalar bu tapınaklarda toplu olarak geceleyip, tanrısal güçlerle ilişki kurup, sağlıklarına kavuşacaklarına inanıyordu. MÖ 3. yüzyılda Buda tapınaklarına bağlı hastaneler olduğunun kanıtları var. Sağlık tanrısı Asklepios’un adına yapılan Bergama’daki Asklepion, Hippokrates’in hastalarının yararlandığı kuruluş idi.
  • Selçuklu Dönemi: Bu dönemde, Artuklulardan Necmettin İlgazi tarafından kardeşi Eminüddin adına (1108-1132) 12.yy’ın başında Mardin’de yaptırılan darüşşifa, Anadolu Türk döneminin bilinen en erken tarihli sağlık evidir. Selçuklu Dönemi’nin Sivas Darüşşifası (1210-1219), Konya Darüşşifası (1219-1236), Çankırı Darülafiyesi (1235), Kastamonu Darüşşifası (1272), Tokat Darüşşifası (1277) Anadolu’nun önemli sağaltım yerleridir.
  • Osmanlı Dönemi: : Osmanlılar, Selçuklulardan kalan hastaneleri yaşatmayı sürdürdüler. Vakıflarına da dokunmadılar. Bursa’daki Darüttıp (1399), Edirne’deki Cüzzamhane (1421- 1451), Edirne Bimaristanı (1458), Fatih Darüşşifası (1470), Üsküdar Cüzzamhanesi (1514), Hafsa Sultan Hastanesi (1539), Süleymaniye Darüşşifası (1555), Nuruhan Sultan’ın Üsküdar Toptaşı Bimarhanesi (1583), Yeni Saray Hastalar Dairesi (1772), Eski Saray Hastalar Dairesi (1769) gibi sayısız sağlık kurumu yaptılar. 19.yy’da inşa edilen Gureba Hastanesi (1843) bugün de çalışmaktadır. Bunlara Gümüşsuyu, Zeynep Kamil, Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbiye (1895-1903), Gülhane (askerî) hastane yapılarını da ekleyebiliriz. 1484-1488 yıllarında II. Bayezıt’ın Mimar Hayrettin’e yaptırdığı Edirne II. Bayezıt Bimarhanesi kültür geçmişimizin en önemli mimarlık-sağlık yapılarından biridir. Yapının bir tıp medresesi, diyet mutfağı, poliklinik, eczane, bimarhane bölümleri vardır.
  • Cumhuriyet Dönemi: Dönemin başında tüm yurtta yatak sayısı 3035 idi. Bunların hemen hepsi İstanbul ve İzmir’deydi. 1992 de askerler için olanların dışında, 956 hastane, 3829 sağlık ocağı, 11.427 sağlık evi, 247 verem savaş dispanseri, 255 kamu sağlığı dispanseri vardı. Hastane, sağlık merkezleri yatak sayısı 144.280’e ulaşmıştı. Yeni hastaneler, sevimli otel yapıları gibi sıcak bir yuva havasında yapılmaktadır.

Su Kemerleri, Hamamlar ve Çeşmeler

Doğu Anadolu’da, Urartuların (‘MÖ 900) su barajları ile buradan yola çıkan düzenli su kanalları ilginçtir. 80 km uzaklıktan başkentleri Tuşpa’ya (Van) su getirmişlerdir. Batı Anadolu’da toprağa gömülü kanallar yeğlenmiştir. Eski Denizli’ye (Laodikya) Helenistik Dönem’de 8 km uzaklıktan, (bugünkü Denizli Başpınar’dan) pişmiş topraktan çift boruyla su getirilmiştir. Gene burada Romalılar zamanında taştan (travertenden) ortaları oyularak bir uçları çıkıntılı öteki uçları girintili oluk yapılmış, bileşik kaplar yöntemi gerçekten şaşılası ustalıkla kullanılmıştır. Roma Dönemi’nde de Anadolu’da pek çok su kemeri yapıldı. Bu kemerler bir kaç km’den 35-40 km’ye kadar değişen uzunluktaydılar. En güzel örnekleri Pamphilia kentlerindedir. İstanbul’daki Bozdoğan (Valens) Kemeri, Valentius (364-378) tarafından yaptırılmıştır. Heraklies zamanında (610-641), daha sonra da Avarlar tarafından zarar verilmiş, Kanuni Sultan Süleyman zamanında onarılmıştır.

  • Hamamlar: Halkın yıkanma gereksinimini karşılayan yapılardır. Hamam, bir evin içinde bir oda da olabilir, çarşı hamamı gibi işlevine gereken bölümleriyle koca bir yapıda olabilir. Asurlularda, Fırat Irmağı ile kolları kutsaldı. Mısır’da da Nil, eş saygıyı görüyordu. Aslantaş’taki saray ile Fildişi Evi’nde beş yıkanma odası bulunuyordu. Ex Oriente Lux (Bütün ışık doğudan gelir) deyiminde olduğu gibi yıkanma ile ilgili alışkanlıklar da Doğu’dan Batı’ya gelmektedir. Roma’nın Anadolu’ya egemen olduğu dönemde büyük kentlerde yapılmış hamam yapıları içerisinde Hierapolis’te ve Afrodisyas’da Hadrian onuruna yapılmış hamamların kitaplık bölümleri de bulunmaktadır. Konstantin’in İstanbul’da MS 4. yy ‘da yaptırdığı bir Roma hamamı vardır. Selçukluların Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı’ndaki hamam, Bizans hamamlarına, Antik Çağ hamamlarına dayanmaktadır. Osmanlı Dönemi’nde, önceki düzen sürdürülmüştür. Ancak Romalılarda olduğu gibi, hamamlar, çok büyük, yaptıran imparatorun prestij yapıları olmaktan çıkmıştır. Hamam ya tek olarak yapılır ya da erkekler ile kadınlar için ayrı ayrı, çift olarak yapılır. Tek yapıldığında, erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı saatlerde kullanılır. Son çağlarda Müslümanlar kendi evlerinde yüklüğün bir yanındaki yunmalıkta yıkanıyorlardı. Varlıklı olanlar, yunmalığı yanındaki ya da arkasındaki oyluma doğru büyüterek yıkanma odası (banyo) yaptırmışlardır.
  • Çeşme: “Kent Mobilyası” olarak, Anadolu’da ilginç örnekleri verilmiş bir konudur. Anadolu’daki ilk örnekler Hititler zamanında (MÖ 2000) bulunur. Doğu Anadolu’da Urartulardan (MÖ 9.-7.yy), Batı Anadolu’daki yerleşme agoralardan günümüze gelebilmiş çeşmeler vardır. Çoğu kez uzaklardan kemer ya da kanallarla getirilen, su terazilerine ya da havuzlara verilen su, buradan kente dağıtılırken önce çeşmelere verilmiştir. Çeşme, Anadolu’da bir sosyal özek olup çıkmıştır. Eski çağlarda da günümüzde de bu böyledir. Yalnız mimarlığın değil, resmin, balenin, müziğin de konusu olmuştur. Osmanlı Dönemi’nde, İstanbul’un alanlarında, yollarda yapılan çeşmeler, geçmişte Anadolu’da yapılanlara, kentliye bir güzellik sunma anlayışına yakışan örneklerdir.
  • Kitaplık ve Okullar: Irak’ta Asur Devleti’nin başındaki Asurbanipal, MÖ 625 yılında Ninova kitaplığını kurdurmuştur. MÖ 3000’lere tarihlenen Sümer, Asur, Hitit tabletleri ile Mısır papirüsleri kitabın öncülleri sayılıyorlar. Anadolu’daki ilk kitaplık MÖ 165’te Bergama Krallığı’nın başkenti Bergama (Pergamon) da kurulan Bergama Kitaplığı’dır. Orta Çağ manastırlarında bin kitaplık küçük kitaplıklar kurulmuştur. Osmanlıların ilk dönemlerinden başlayarak cami, medrese, imaret, tekke gibi hayır kurumlarında genellikle bir kitaplık bulunmuştur. İstanbul’daki bağımsız yapı olarak en eski kitaplık Divanyolu’ndaki Köprülü Kitaplığı’dır. Eğitim; önceleri özel yetiştiricilerle sürdürülürdü. Anadolu’da eğitimin mimarlık alanına yansımasını Antik Çağ kentlerinden biliyoruz. Stbyan Okulları, İslam ülkelerinde, eğitimin ilk aşamasının dinsel eğitimin yapıldığı okullardı. Selçuklular bu eğitimi, ikinci aşama olan “Medrese”yi Anadolu’ya taşıdılar, her kentte medreseler yaptılar. Osmanlılar, birçok konuda olduğu gibi Selçuklu medrese geleneğini sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet döneminde kadınerkek eşitliğine dayalı bir eğitime geçildi, medreseler çağdışı olduğundan kapatıldı ve okullar yapıldı.

Ticaret Yapıları

Dört bin yıl öncesinde Kuzey Mezopotamyalı tacirlerin Anadolu’ya gelerek ticari ilişkiler ağı kurması ile tecim (ticaret) başladı. Kayseri’nin 21 km kuzeydoğusundaki Kültepe (Kaniş) bu ağın özeğiydi, başkentiydi. Bu tecim ağı ve üzerindeki karumlar, Hititler zamanında giderek Romalılar zamanında da tecim işini, canlılığını sürdürdüler. Batı Anadolu’daki Hitit yerleşmelerinde çarşı-pazar geleneği sürdü. . Antik Çağ’da giderek kentin özeği, durumuna geldi. Önce stoalar yapıldı. Stoa, sıra dükkanlardı. Dükkanların önlerinde boydan boya gezenek vardı. İki yana karşılıklı yapılan stoaların aralarında kalan yolun (alanın) üzeri de kapatılınca Bazilika denen yapı türü ortaya çıktı. Apsisde çarşı içindeki dükkancılar arasında ya da alışveriş için gelenlerle dükkancılar arsında çıkan anlaşmazlıkları çözümleyen hakem kurulu toplanırdı. Örneğin aldığı ayakkabının tabanının beş-on günde çıkıverdiğinden yakınan kişi ile satıcı arasındaki anlaşmazlıklara bakarlardı. Alıcı doğruysa, satıcının sattığı pabuç dama atılırdı. “Pabucu dama atılmak” deyimi bundandır.

Selçuklular, neredeyse Hititlerden beri var olan Doğu Roma kentlerinin içine katılmışlardır. Selçukluların en önemli, en özellikli mimarlık yapıtları kervansaray olarak da anılan han yapılarıdır. Aksaray Sultan Han en büyük boyutlu hanlardandır.

Osmanlı Döneminde Selçuklu kervansaraylarına kentlerdeki hanlar eklenmiştir, çarşıların çoğu bugün de kullanılmaktadır. Bedestenler, değerli bez satılmak için yapılmıştır. Sonradan değerli malların eskiden kalma değerli eşyaların alım satımına ayrılmışlardır. Kapalı, iyi korunmuş çarşılardır. Bursa’daki hanların en güzellerinden biri Koza Hanı’dır. İstanbul’daki en önemli Osmanlı çarşısı Kapalıçarşı’dır. 18 kapılı, 30.700 m2 alanı; 3300 dükkânı olan, bütün yeryüzünde ünlü bu çarşının bazı bölümlerinin daha Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu döneminde var olduğu biliniyor.

Spor Tesisleri

Eski Türk boylarında başlıca spor türleri binicilik, cirit, okçuluk, avcılık, kılıç oyunları, ağırlık atma, koşu ve güreştir. Güreş, Hitit kabartmalarından anlaşıldığına göre, en az MÖ iki binden beri yapılıyor. İstanbul’daki Atmeydanı, Okmeydanı, Okçular Tekkesi, Pehlivanlar Tekkesi gibi yerleşim bölgelerinin adları bunu gösterir. Bilinen ilk stadyum kuruluşu, spor alanı Babil’deydi. Antik Çağ’da Batı Anadolu’daki belli başlı büyük kentlerde ünlü stadyumlar yapıldı. Stadyum, genel olarak, ortadaki uzun dikdörtgen yarışma alanının iki yanında basamaklı oturma yerleri olan U biçimli yapı türüdür. Bir ya da iki ucu yarım çember biçimlidir. Üstleri açıktır. Afrodisyas Stadyumu’nun koşu yolu 262 m uzunluğunda 59 metre genişliğindedir. Stadyumun, iki yandaki uzunlamasına seyir yerleri çok hafif iç bükeydir.

Olympia’da Zeus onuruna düzenlenen (MÖ 776) her dört yılda bir yinelenen spor etkinliklerine Olimpiyat Oyunları denmiştir. Romalılar stadyumları, gladyatör dövüşleri gibi bugün spor dışı görülen etkinlikler için de kullanılırlardı. İstanbul’da Sultanahmet alanı Bizans Dönemi’nden kalma bir hipodrom alanıdır. Bu hipodrom 375 m uzunlukta 85-95 m genişlikteydi. Çağımızda futbol yaygınlaştıkça her büyük ilde bir stadyum yapılmağa başlandı. Özellikle son yıllarda yeryüzündeki örneklerin de etkisiyle yurdumuzda da büyük, çağın yapım yöntemlerine uygun, başarılı stadyumlar yapıldı.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.