Açıköğretim Ders Notları

Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 2 Dersi 1. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 2 Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Varlık Felsefesi-Bilgi Felsefesi

Varlık Felsefesi

Varlık felsefesi, felsefenin temel disiplinlerinden biridir. İlk filozofların arkhe olarak adlandırdıkları sorunu temellendirme çabalarıyla başlanmış, Aristoteles’in “varlık olmak bakından varlık” ifadesi bağlamında büyük ölçüde teorik yapısını gerçekleştiren varlık sorunu, uzun süre metafizik bağlamında ele almış ve 18.yy’ dan itibaren ontoloji deyimiyle ifade edilmiştir.

Takiyettin Mengüşoğlu

Takiyettin Mengüşoğlu, Nicolai Hartmann’ın öğrencisi olarak Hartmann tarafından geliştirilen yeni ontoloji anlayışını savunmaktadır. Doçentlik tezi olan Fenomenoloji ve Nicolai Hartmann (1976) adlı çalışmasında Hartmann’ın varlık ile ilgili düşüncelerini incelemiştir. Felsefeye ilişkin düşüncelerini topluca verdiği Felsefeye Giriş (1968) kitabında, Harmann’ın yaklaşımını genel olarak yansıtırken, Ontoloji başlığı altında varlık sorununa da yer vermiştir. Felsefi Antropoloji ’de (1971), söz konusu varlık anlayışını temele alarak sorunları açıklamıştır.

Mengüşoğlu’na göre ontoloji, varolanının temel yapısını, onun belirleyici ilkelerini, varolanın nevilerini ve tarzlarını araştırır. Bu tasviri tarif, aynı zamanda ontolojinin araştırma sahalarının da sınırlarını çizer. Ayrıca tarifte, varolanın temel bir yapısı ve varolanda esas olan bir şeyin bulunduğunu da belirtilmektedir (Mengüşoğlu 1968, 108).

Mengüşoğlu’na göre, varolanı tayin eden ilkeler, kategorilerdir. Ontolojide kategori tabiriyle, öznenin veya varlığın formları kastedilmez; aksine, varlığı, varolanı tayin eden ve varolanın kendisinde mevcut olan varlık prensipleri kastedilir. Bu prensipler, varlığı belirleyen genel ilkelerdir. Bu ilkelerin bilimdeki karşılığı kanunlardır.

Mengüşoğlu’na göre kaç tür kategori vardır?

Mengüşoğlu varlıkla ilgili görüşlerini, varlık sorunun son aşamasını oluşturan kültürel dünyayı temsil eden tarihi varlık-sahasını açıklamak için de kullanmıştır. Ona göre tarihi varlık sahası, insan grupları, sosyal birlikler arasında olup biten olayların sahası olduğu gibi, bütün insan faaliyetlerinin neticesinde meydana çıkan başarıların da sahasıdır (Mengüşoğlu 1968, 149). Eski ve dar manadaki tarih felsefesinin en başta göz önünde bulundurduğu saha, siyasi, iktisadi fenomenler ve bu fenomenlerin gelişmesini sağlayan faktörler sahası ile metodoloji problemidir.

Böyle bir bilginin ortaya çıkabilmesi için, ilimden, felsefeden, dinden gelen ön-yargılardan kurtulmak gerekir (Mengüşoğlu 1969, 187). Felsefi antropoloji, felsefi bilimsel, dini teorilerden değil, naif insan görüşünden kalktığı için her türlü spekülasyondan kaçınır.

Felsefi Antropoloji’nin bir başka karakteristik yanı, felsefede alışıla gelen bir “sistem” bir “izm” olmayışı, araştırmalara açık kapılar bırakmış olmasıdır; ancak ele alınacak “varlık şartları” bütün insan öbeklerinde bulunmalıdır. Vicdan, uyumsuzluk, çatışma problemleri bu çeşit “varlık şartları”dır. Ontolojik temellere dayanan bu çalışmanın gayesi, insanın varlık yapısında ortaya çıkan problemleri işlemektir (Mengüşoğlu 1971, VI). Bilen, yapıp-eden, kıymetlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden tayin eden, isteyen, hür hareketleri olan, tarihi olan, ideleştiren, kendisini bir şeye veren, seven, çalışan, eğiten, ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin yaratıcısı olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir varlıktır (Mengüşoğlu 1971, 1).

Mengüşoğlu, varlık sorununu düşüncelerinin tamamını kuşatacak bir şekilde ele almıştır. Başka bir deyişle, o, bütün düşüncelerini varlık anlayışı üzerine oturtmuştur. Böylelikle, Mengüşoğlu’nun bir felsefe sistemi kurduğu ya da kurma çabasında olduğu söylenebilir.

Hilmi Ziya Ülken

Hilmi Ziya Ülken varlık sorunuyla yakından ilgilenmiştir. Türkiye’de varlık sorunuyla ilgili ilk kitap olduğunu söyleyebileceğimiz Varlık ve Oluş (1968) adlı çalışma, onun konuyla ilgisini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca da Felsefenin Genel İlkeleri başlıklı çalışmada da varlık sorunuyla ilgilenmiştir. Burada Ülken’in varlık anlayışı, Varlık ve Oluş adlı çalışmasından hareketle, ele alınmaktadır.

Ülken’e göre, felsefenin temel konusu varlıktır. Hakikat, gerçek, düşünce gibi problemler varlık sorunundan çıkar. Hatta yanılma, gerçek-değil gibi olumsuz fikirlerde olduğu gibi, varlığın olumsuzluğu, varlık olmayan veya yokluk problemi de yine varlıktan çıkar. Ona göre varlığa yüklemle ve yüklemsiz işaret edilmektedir (Ülken 1968, 94). Ülken, varlığın sınırlılık ve sınırsızlık özelliklerini Parmenides, Platon ve Aristoteles’ten hareketle değerlendirmiştir (Ülken 1968, 100-101). Ülken’e göre, varlık kavramı, bir özü (essence), bazı yüklemleri ve sıfatları ve tavırları gerektirir. Bu münasebet Aristoteles’in varlığı cevher, ona bağlı olan kavramları ilinekler (arazlar) gibi görmesine sebep olmuştur. Fakat Aristoteles’te henüz öz ve varlık kavramları ayrılmış değildir. Çünkü ousia hem cevher hem de öz anlamına geliyordu. Ortaçağ felsefesi bu iki kavram üzerinde çalışmış ve onun bugünkü fikre getirdiği en büyük yenilik, öz kavramı üzerinde çalışması olmuştur.

Her şey öz olarak varlık, sıfat ve tavır olarak görünüştür. Başka deyişle öz ve varoluş olarak anlaşılan gerçek ve görünüş birbirlerini tamamlarlar. Varlık-İdeal dikotomisinde, gerçek-ideal veya var olmakla mecbur olmak çoğu kere karşı karşıya gelir. Birinde gerçek tespit ediliyor, ikincisinde olması gereken şey, yani norm aranıyor (Ülken 1968, 155). Ülken bu tespitle, varlık anlayışının temelini oluşturmaktadır.

Nermi Uygur

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yetişmiş, hocalık yapıp aynı yerden emekli olan Nermi Uygur, kendi alanına girmemekle birlikte, bir felsefe sorunu olarak varlık hakkında düşüncelerini ortaya koymuştur. Uygur, Felsefenin Çağırısı (1971) adlı kitabında metafiziği de konu edinmiş ve bu bağlamda da varlık konusuna nasıl baktığını sergilemiştir.

Uygur, metafizik tanımlarını ele alıp tartışarak, metafiziğin ne olduğunu belirlemeye çalışmıştır. Metafiziğin en belli başlı tanımlarından biri, en eskisi olması nedeniyle de kaynak olan tanımı, evrenin tümünü bilmektir; şeklindedir. (Uygur 1971, 82). Tanıma göre metafizik evreni bilmekle yükümlüdür. Evren hakkında doğa ve kültür bilimleri de araştırma yaptıklarına göre, “bilimlerin metafizikten farkı nedir?” sorusu öne çıkarılmıştır. Metafizik, tanımda yer alan bilme ifadesine yüklenilen anlamla, bilmeyi bilimlerin tekeline bırakmıyor, aksine evrenin tümünü bilmeyi kendine görev sayıyor (Uygur 1971, 82-83). Bu metafizik tanımına göre evrenin tümü, parçalarından başka bir şeydir. Metafizik, evrenin bütününü nasıl bilmektedir sorusunu cevaplamak güçtür. (Uygur 1971, 83). Bir başka metafizik tanımı örneği, varlığın özünü öğrenmektir; şeklinde yapılmaktadır (Uygur 1971, 84). Öz nedir? Öz, bir şeyin yapıcısı, kurucusu, taşıyıcısı ise, öz bir varlığı o varlık yapan şey ise, bilimlerin konusu da varlığın özü değimlidir? Bu tanımın taraftarları soruya hayır cevabı verirler. Onlara göre, varlığın özünü öğrenmek metafizik yapmaya bağlıdır, metafizikten başka çabaların, örneğin bilimlerin öğrenebildiği, varlığın özünden başka bir şeydir. Yaygın bir anlayışa göre, varlık metafiziğin konusudur.

Uygur’un öne çıkardığı metafizik olabilir mi? sorusu çok önemlidir. Çünkü metafiziğin var olma hakkı bu soruya bağlıdır. Metafizik tanımlarında yer alan hedefler, metafiziğin programı olarak görülmüştür. Metafiziğin programında tasarladığı, gerçekleşmeyecek şeylerse (ya da gerçekliğe uygun değillerse), metafizikteki çalışmaların boşa gittiği söylenebilir.

Teoman Duralı

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yetişen ve halen orada hoca olan Teoman Duralı (1947), metafizik sorunuyla yakından ilgilenmektedir. Teoman Duralı, felsefe-bilimin bir alt birimi olarak kabul ettiği metafiziğe (Duralı 2006/2, 72) özel bir önem vermiştir. Ona göre, Tanrı’nın dışında tüm varlığın, cevher ile araz tarzında vasıflandırılışını ve varolanların kuvve-fiil-gaye üçlemesi şeklinde tezahür edişini, felsefenin yüreği olan metafiziğin varlık öğretisi ele alır. Duyulara açık yahut yakın olmayanlara, doğa araştırmaları dışında olanlara ilk felsefe denmiştir. Aristoteles’e göre, ikinci felsefenin konusu varolanlardır. Varlık, alemin, yani hakikatin ve onun türevi olan gerçekliğin pınarıdır. Aristoteles, varlığın ilk asli sebebi ve hareket ettiricisi sorununu, ilahiyat (filosofia theologike) adı verdiği alanda, Tanrı bağlamında ele almıştır (Duralı 2006, 86). Duralı’ya göre, ilk felsefe ile ilahiyat arasındaki ayırım çok önemlidir ve meta-fizik, ilahiyat değildir. Vahiy dinini tanımadığından Aristoteles, ayrımı netleştirememiştir. Bu nedenle ilahiyat ve ahlak konularında zayıf kalmıştır (Duralı 2006, 86).

Bilgi Felsefesi

Felsefenin temel sorunu olan bilgi, modern felsefe anlayışının temelini oluşturmaktadır. John Locke tarafından kurulduğu kabul edilen bilgi felsefesinin temel çerçevesini, zihinde bilginin meydana gelme sürecini açıklayarak, bilginin kökenini doğru olarak keşfetmek ve doğru bilginin özellikleri ile bilginin doğruluk şartlarının araştırılması çizmektedir.

Takiyettin Mengüşoğlu

Mengüşoğlu, diğer felsefe sorunlarında yaptığı gibi, bilgi felsefesi konusunda da Felsefeye Giriş kitabında temellendirici bir yapı sunmaktadır.

Mengüşoğlu’na göre, her bilginin, bilen ve bilinen olmak üzere iki unsuru vardır. Bilgi de bu iki unsur arasındaki bağdan çıkar. Bilen, özne olarak, bilinen de nesne olarak kabul edilir. Nesne varolan bir şeydir. Varolan şey, doğal bir şey, tarihi bir belge, dil, edebi metin, matematik problem, psişik, sosyal, ekonomik bir fenomen olabilir. Bilgi felsefesi, özne ile nesnenin özelliklerini, varlık karakterlerini tanımlamanın yanında, özne ile nesne arasındaki bağlarla ve bağların nasıl kurulduğuyla uğraşır (Mengüşoğlu 1968, 33-34).

Mengüşoğlu’na göre, özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan bilgi, çeşitli edimlerden (aktlar) oluşur. Bu edimlere, bilgi edimleri denmektedir (Mengüşoğlu 1968, 40). Dört tür olan söz konusu bağlar şöyle açıklanmıştır: İdrak edimi (aktı), insanı, dünyayla, varlık alemiyle temasa, münasebete götüren önemli bir bilgi aktıdır. İdrak aktı, çevreyi tanıtır ve çevredeki unsurlara yönelme imkanı verir, eşyanın mekandaki tertip, sıra ve düzenini, çevredeki şeylerin şekillerini, renklerini, kokusunu, sertliğini, yumuşaklığını, uzaklık, yakınlık, küçüklük ve büyüklüklerini tanıtır (Mengüşoğlu 1968, 40-41).

Mengüşoğlu, felsefi bilginin diğer bilgi türlerinden farkına işaret etmiş ve sonra da bu bilgi türünün yapısı üzerinde durmuştur. Ona göre, felsefi bilgi, insanın kendisini, yani bilim, felsefe, sanat ve teknik gibi başarıların yaratıcısı olan varlığın kendisini, bu varlığın, varolan şeylerin “bütünü” içindeki yerini, hatta varlığın çeşitli başarılarının niteliğini de araştırır.

Teo Grünberg

Teo Grünberg’in felsefe anlayışı, genel olarak analitik felsefe akımı çerçevesinde gelişmiştir. Bilgi anlayışı da analitik bir çerçevede temellendirilmiştir. Bilgi anlayışının temellerini sergilediği, Epistemik Mantık (1971) adlı çalışmasını şöyle açıklamıştır: Çalışmanın amacı, Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme adlı doktora tezinde ortaya konulan genel metodu “bilgi” kavramına uygulamaktır. Böylece bilgi (episteme) terimini ve onunla yakından ilgili olan doğruluk, inanma, belgeleme gibi terimlerin mantığı olan Epistemik Mantık ’ın kurulmasına bir katkıda bulunmaktır (Grünberg 1971, V). Henüz kuruluş aşamasında olan bu disiplin, yakın gelecekte gerek genel bilgi teorisi, gerekse metodoloji ve bilim felsefesi için son derece faydalı olacaktır (Grünberg 1971, V). Söz konusu kitabın Giriş kısmında bildirilen bu düşünceler, Grünberg’in amaç olarak yeni bir mantık disiplini kurma çabasında olduğunu göstermektedir. Klasik bilgi öğretisindeki tartışmalar, bilgi, doğruluk, inanma ve belgeleme gibi terimlerin yeterince aydınlatılmadan kullanılmalarından kaynaklanmaktadır.

İnanma, doğruluk ve belgeleme şartlarının bir arada yerine gelmesinin bilginin gerekli bir şartı olması yanında, bu şartın yeterli de olduğu da kabul edilir.

Grünberg, bu amaçla ilkin formel mantığın (yeni ve orijinal olduğunu sanılan) genel bir tanımını veya ayracını ortaya koyduğunu, bu ayraca göre epistemik mantığın da bir bakıma formel olduğunu, dolayısıyla mantık sıfatına hak kazandığını gösterdiğini (Grünberg 1971, 96), iddia etmiştir. Grünberg’in yeni bir açıklama denemesi yaparak, bilgi felsefesi alanında kendine özgü bir düşünce üretimini gerçekleştirdiği söylenebilir.

Arda Denkel

Bilgi sorununu en geniş çaplı inceleyen düşünür hiç şüphesiz Arda Denkel’dir (1949-1995). Çalışmalarının tamamı bilgi felsefe hakkında olmuştur. Anlamın Kökenleri, Nesne ve Özellik, Bilginin Temelleri, Nesne ve Doğası, makalelerin toplanmasından oluşan Düşünceler ve Gerçekler , esas olarak bilgi felsefesi sorunlarını içermektedirler. Genç yaşta ölümü nedeniyle çalışmalarıeksikkalmıştır.

Denkel, Bilginin Temelleri adlı kitabın amacını şöyle açıklamıştır: “Bu kitaptaki amacımız, tutarlı deneyciliği sürdürerek; özdekçi (materyalist) bir evren görüşünü bununla birlikte temellendirmek olacak. Bir başka deyişle, bilimin temelindeki felsefi varsayımlarla uyum sağlayacak bir görüş geliştirmeye çalışacağız. Bu açıdan Locke’un, deneyciliği özdekçilikle bağdaştırma yol ve yönteminin dışına çıkacağız. Özdeksel bir dış dünyanın var olduğunu deneycilikle tutarlı olarak öne sürmekten öte, aynı zamanda kapsamlı ve tutarlı bir özdekçilik elde etmeyi amaçlıyoruz. Var olduğu söylenen her şeye özdeksel bir açıklama getirmeye çalışacağız. Ortaya konulan bu hedef doğrultusunda sorunları, kuşku ve gerçek, görüngü ve gerçek, özdek ve anlık, kişi ve özdeşliği başlıkları altında bilgi teorisi bağlamında temellendirmeye çalışmıştır.

Çalışmanın sonlarında vardığı sonuçları şöyle değerlendirmiştir: Deneyci bir bilgi bilimin (epistemoloji, bilgi teorisi ya da bilgi felsefesi) evren ve anlığın özdekçi yorumuyla nasıl bağdaştırılabileceğini araştırılmıştır. İnsanı, salt özdekten oluşan bir evren içinde yaşayan, yine salt özdeksel bir varlık olarak ele alınmıştır. İnsanının algıyı, evreni kavrama çabasındaki ilk basamak olarak, dış dünyadan etkilenen duyu organları yoluyla, beyni içinde nasıl kurabildiğini betimlenmiştir.

Ömer Naci Soykan

Önemli düşünürlerimizden biri olan Ömer Naci Soykan (1945- ), felsefenin çok çeşitli alanlarında yayınlar yapmış ve bilgi felsefesiyle de yakından ilgilenmiştir. Bu çalışmada, Soykan’ın bilgi anlayışı, Bilgi Tarzlarını Bölümleme Denemesi adlı makalesi çerçevesinde ele alınmıştır. Söz konusu makale, bilginin temel sorunu olan öznenin yapısını temellendirmektedir. Soruna bilginin tanımıyla başlamış, nesne ve bilgi türleriyle bitirmiştir.

Soykan’a göre betimleyici bir bilgi tanımı, tüm bilgi tarzlarını içinde barındırmıyorsa, demek ki burada birden çok tanıma ihtiyaç vardır. Fakat tutumluluk ilkesi uyarınca, gerek olmadıkça tarzlar çoğaltılmamalıdır.

Soykan, bilgi sorununda ileri adımlar atabilmek için varlıksal (ontik) ve varlık-bilimsel (ontolojik) ayrımının açıklık kazanması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, bir şeyin niteliklerinden birinin onun varlıksal bir niteliği olduğu söylendiğinde, o şey hakkındaki bilgimizin tam, mutlak, değişmez olduğu, şeyin kendisini verdiğini dile getirmektedir. Ama böyle bir şey söyleme hakkımız yoktur (Soykan 2003-1, 15-16). Varlıksal denilen her şey aslında varlık bilimseldir; yani dile getirilen her şey, bizim sözümüzdür.

Birinci tarz, yani duyarlığın doğrudan doğruya sağladığı bilgide, bir şey ile o şeyin bilgisi ayrımı ve nesnenin kendisi ile onun görünüşü ayrımı yoktur (Soykan 2003-1, 19). Nesnelerin bizdeki düpedüz etkilerinin bilgisi, yani doğrudan doğruya duyarlığın sağladığı bilgi ile bu etkilerden oluşturduğumuz tasarım, görü ve kavramlar, nesnelere ilişkin tüm deneylerimiz yoluyla onlar hakkında edindiğimiz bilgi, yani anlama yetisinin bilgisi, birbirinden ayrı iki tarz oluşturur. Bizim dışımızda, bizden bağımsız bütün gerçek (real) nesnelere ilişkin nesnel bilgi bu ikinci tarz da elde edilir. Bu iki tarz arasında başlıca karakteristik ayrımlar şunlardır: Birincisinde bizde meydana gelen etkilenimin nedeni, ister içimizde ister dışımızdaki şey olsun, bu etkilenimin kendisi bilincimizin objesi olduğu zaman, o birincildir (Soykan 2003-1, 20). İkinci tarz, duyarlık temelinde anlama yetisinin sağladığı bilgidir. Duyumum hakkındaki bilgim ile duyumumun kendisi arasında, bir uygunluk sorunu yoktur. Duyarlığın sağladığı intuitif bilgi ile anlama yetisinin oluşturduğu nesnel bilginin yanında, bir üçüncü tarz olan akıl bilgisi vardır.

Soykan, nesne özne ilişkisinden hareketle, nesnelerin nasıl bir yapıya sahip olduğunu, konu türlerinden hareketle nesne türlerini, bilme biçimleri ile onların dayandıkları yetilerin özelliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini temellendirmiştir. Çalışma makale boyutunda olduğundan, bilgi felsefesinin diğer sorunlarına değinme imkanı olmamıştır.

Varlık Felsefesi

Varlık felsefesi, felsefenin temel disiplinlerinden biridir. İlk filozofların arkhe olarak adlandırdıkları sorunu temellendirme çabalarıyla başlanmış, Aristoteles’in “varlık olmak bakından varlık” ifadesi bağlamında büyük ölçüde teorik yapısını gerçekleştiren varlık sorunu, uzun süre metafizik bağlamında ele almış ve 18.yy’ dan itibaren ontoloji deyimiyle ifade edilmiştir.

Takiyettin Mengüşoğlu

Takiyettin Mengüşoğlu, Nicolai Hartmann’ın öğrencisi olarak Hartmann tarafından geliştirilen yeni ontoloji anlayışını savunmaktadır. Doçentlik tezi olan Fenomenoloji ve Nicolai Hartmann (1976) adlı çalışmasında Hartmann’ın varlık ile ilgili düşüncelerini incelemiştir. Felsefeye ilişkin düşüncelerini topluca verdiği Felsefeye Giriş (1968) kitabında, Harmann’ın yaklaşımını genel olarak yansıtırken, Ontoloji başlığı altında varlık sorununa da yer vermiştir. Felsefi Antropoloji ’de (1971), söz konusu varlık anlayışını temele alarak sorunları açıklamıştır.

Mengüşoğlu’na göre ontoloji, varolanının temel yapısını, onun belirleyici ilkelerini, varolanın nevilerini ve tarzlarını araştırır. Bu tasviri tarif, aynı zamanda ontolojinin araştırma sahalarının da sınırlarını çizer. Ayrıca tarifte, varolanın temel bir yapısı ve varolanda esas olan bir şeyin bulunduğunu da belirtilmektedir (Mengüşoğlu 1968, 108).

Mengüşoğlu’na göre, varolanı tayin eden ilkeler, kategorilerdir. Ontolojide kategori tabiriyle, öznenin veya varlığın formları kastedilmez; aksine, varlığı, varolanı tayin eden ve varolanın kendisinde mevcut olan varlık prensipleri kastedilir. Bu prensipler, varlığı belirleyen genel ilkelerdir. Bu ilkelerin bilimdeki karşılığı kanunlardır.

Mengüşoğlu’na göre kaç tür kategori vardır?

Mengüşoğlu varlıkla ilgili görüşlerini, varlık sorunun son aşamasını oluşturan kültürel dünyayı temsil eden tarihi varlık-sahasını açıklamak için de kullanmıştır. Ona göre tarihi varlık sahası, insan grupları, sosyal birlikler arasında olup biten olayların sahası olduğu gibi, bütün insan faaliyetlerinin neticesinde meydana çıkan başarıların da sahasıdır (Mengüşoğlu 1968, 149). Eski ve dar manadaki tarih felsefesinin en başta göz önünde bulundurduğu saha, siyasi, iktisadi fenomenler ve bu fenomenlerin gelişmesini sağlayan faktörler sahası ile metodoloji problemidir.

Böyle bir bilginin ortaya çıkabilmesi için, ilimden, felsefeden, dinden gelen ön-yargılardan kurtulmak gerekir (Mengüşoğlu 1969, 187). Felsefi antropoloji, felsefi bilimsel, dini teorilerden değil, naif insan görüşünden kalktığı için her türlü spekülasyondan kaçınır.

Felsefi Antropoloji’nin bir başka karakteristik yanı, felsefede alışıla gelen bir “sistem” bir “izm” olmayışı, araştırmalara açık kapılar bırakmış olmasıdır; ancak ele alınacak “varlık şartları” bütün insan öbeklerinde bulunmalıdır. Vicdan, uyumsuzluk, çatışma problemleri bu çeşit “varlık şartları”dır. Ontolojik temellere dayanan bu çalışmanın gayesi, insanın varlık yapısında ortaya çıkan problemleri işlemektir (Mengüşoğlu 1971, VI). Bilen, yapıp-eden, kıymetlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden tayin eden, isteyen, hür hareketleri olan, tarihi olan, ideleştiren, kendisini bir şeye veren, seven, çalışan, eğiten, ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin yaratıcısı olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir varlıktır (Mengüşoğlu 1971, 1).

Mengüşoğlu, varlık sorununu düşüncelerinin tamamını kuşatacak bir şekilde ele almıştır. Başka bir deyişle, o, bütün düşüncelerini varlık anlayışı üzerine oturtmuştur. Böylelikle, Mengüşoğlu’nun bir felsefe sistemi kurduğu ya da kurma çabasında olduğu söylenebilir.

Hilmi Ziya Ülken

Hilmi Ziya Ülken varlık sorunuyla yakından ilgilenmiştir. Türkiye’de varlık sorunuyla ilgili ilk kitap olduğunu söyleyebileceğimiz Varlık ve Oluş (1968) adlı çalışma, onun konuyla ilgisini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca da Felsefenin Genel İlkeleri başlıklı çalışmada da varlık sorunuyla ilgilenmiştir. Burada Ülken’in varlık anlayışı, Varlık ve Oluş adlı çalışmasından hareketle, ele alınmaktadır.

Ülken’e göre, felsefenin temel konusu varlıktır. Hakikat, gerçek, düşünce gibi problemler varlık sorunundan çıkar. Hatta yanılma, gerçek-değil gibi olumsuz fikirlerde olduğu gibi, varlığın olumsuzluğu, varlık olmayan veya yokluk problemi de yine varlıktan çıkar. Ona göre varlığa yüklemle ve yüklemsiz işaret edilmektedir (Ülken 1968, 94). Ülken, varlığın sınırlılık ve sınırsızlık özelliklerini Parmenides, Platon ve Aristoteles’ten hareketle değerlendirmiştir (Ülken 1968, 100-101). Ülken’e göre, varlık kavramı, bir özü (essence), bazı yüklemleri ve sıfatları ve tavırları gerektirir. Bu münasebet Aristoteles’in varlığı cevher, ona bağlı olan kavramları ilinekler (arazlar) gibi görmesine sebep olmuştur. Fakat Aristoteles’te henüz öz ve varlık kavramları ayrılmış değildir. Çünkü ousia hem cevher hem de öz anlamına geliyordu. Ortaçağ felsefesi bu iki kavram üzerinde çalışmış ve onun bugünkü fikre getirdiği en büyük yenilik, öz kavramı üzerinde çalışması olmuştur.

Her şey öz olarak varlık, sıfat ve tavır olarak görünüştür. Başka deyişle öz ve varoluş olarak anlaşılan gerçek ve görünüş birbirlerini tamamlarlar. Varlık-İdeal dikotomisinde, gerçek-ideal veya var olmakla mecbur olmak çoğu kere karşı karşıya gelir. Birinde gerçek tespit ediliyor, ikincisinde olması gereken şey, yani norm aranıyor (Ülken 1968, 155). Ülken bu tespitle, varlık anlayışının temelini oluşturmaktadır.

Nermi Uygur

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yetişmiş, hocalık yapıp aynı yerden emekli olan Nermi Uygur, kendi alanına girmemekle birlikte, bir felsefe sorunu olarak varlık hakkında düşüncelerini ortaya koymuştur. Uygur, Felsefenin Çağırısı (1971) adlı kitabında metafiziği de konu edinmiş ve bu bağlamda da varlık konusuna nasıl baktığını sergilemiştir.

Uygur, metafizik tanımlarını ele alıp tartışarak, metafiziğin ne olduğunu belirlemeye çalışmıştır. Metafiziğin en belli başlı tanımlarından biri, en eskisi olması nedeniyle de kaynak olan tanımı, evrenin tümünü bilmektir; şeklindedir. (Uygur 1971, 82). Tanıma göre metafizik evreni bilmekle yükümlüdür. Evren hakkında doğa ve kültür bilimleri de araştırma yaptıklarına göre, “bilimlerin metafizikten farkı nedir?” sorusu öne çıkarılmıştır. Metafizik, tanımda yer alan bilme ifadesine yüklenilen anlamla, bilmeyi bilimlerin tekeline bırakmıyor, aksine evrenin tümünü bilmeyi kendine görev sayıyor (Uygur 1971, 82-83). Bu metafizik tanımına göre evrenin tümü, parçalarından başka bir şeydir. Metafizik, evrenin bütününü nasıl bilmektedir sorusunu cevaplamak güçtür. (Uygur 1971, 83). Bir başka metafizik tanımı örneği, varlığın özünü öğrenmektir; şeklinde yapılmaktadır (Uygur 1971, 84). Öz nedir? Öz, bir şeyin yapıcısı, kurucusu, taşıyıcısı ise, öz bir varlığı o varlık yapan şey ise, bilimlerin konusu da varlığın özü değimlidir? Bu tanımın taraftarları soruya hayır cevabı verirler. Onlara göre, varlığın özünü öğrenmek metafizik yapmaya bağlıdır, metafizikten başka çabaların, örneğin bilimlerin öğrenebildiği, varlığın özünden başka bir şeydir. Yaygın bir anlayışa göre, varlık metafiziğin konusudur.

Uygur’un öne çıkardığı metafizik olabilir mi? sorusu çok önemlidir. Çünkü metafiziğin var olma hakkı bu soruya bağlıdır. Metafizik tanımlarında yer alan hedefler, metafiziğin programı olarak görülmüştür. Metafiziğin programında tasarladığı, gerçekleşmeyecek şeylerse (ya da gerçekliğe uygun değillerse), metafizikteki çalışmaların boşa gittiği söylenebilir.

Teoman Duralı

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yetişen ve halen orada hoca olan Teoman Duralı (1947), metafizik sorunuyla yakından ilgilenmektedir. Teoman Duralı, felsefe-bilimin bir alt birimi olarak kabul ettiği metafiziğe (Duralı 2006/2, 72) özel bir önem vermiştir. Ona göre, Tanrı’nın dışında tüm varlığın, cevher ile araz tarzında vasıflandırılışını ve varolanların kuvve-fiil-gaye üçlemesi şeklinde tezahür edişini, felsefenin yüreği olan metafiziğin varlık öğretisi ele alır. Duyulara açık yahut yakın olmayanlara, doğa araştırmaları dışında olanlara ilk felsefe denmiştir. Aristoteles’e göre, ikinci felsefenin konusu varolanlardır. Varlık, alemin, yani hakikatin ve onun türevi olan gerçekliğin pınarıdır. Aristoteles, varlığın ilk asli sebebi ve hareket ettiricisi sorununu, ilahiyat (filosofia theologike) adı verdiği alanda, Tanrı bağlamında ele almıştır (Duralı 2006, 86). Duralı’ya göre, ilk felsefe ile ilahiyat arasındaki ayırım çok önemlidir ve meta-fizik, ilahiyat değildir. Vahiy dinini tanımadığından Aristoteles, ayrımı netleştirememiştir. Bu nedenle ilahiyat ve ahlak konularında zayıf kalmıştır (Duralı 2006, 86).

Bilgi Felsefesi

Felsefenin temel sorunu olan bilgi, modern felsefe anlayışının temelini oluşturmaktadır. John Locke tarafından kurulduğu kabul edilen bilgi felsefesinin temel çerçevesini, zihinde bilginin meydana gelme sürecini açıklayarak, bilginin kökenini doğru olarak keşfetmek ve doğru bilginin özellikleri ile bilginin doğruluk şartlarının araştırılması çizmektedir.

Takiyettin Mengüşoğlu

Mengüşoğlu, diğer felsefe sorunlarında yaptığı gibi, bilgi felsefesi konusunda da Felsefeye Giriş kitabında temellendirici bir yapı sunmaktadır.

Mengüşoğlu’na göre, her bilginin, bilen ve bilinen olmak üzere iki unsuru vardır. Bilgi de bu iki unsur arasındaki bağdan çıkar. Bilen, özne olarak, bilinen de nesne olarak kabul edilir. Nesne varolan bir şeydir. Varolan şey, doğal bir şey, tarihi bir belge, dil, edebi metin, matematik problem, psişik, sosyal, ekonomik bir fenomen olabilir. Bilgi felsefesi, özne ile nesnenin özelliklerini, varlık karakterlerini tanımlamanın yanında, özne ile nesne arasındaki bağlarla ve bağların nasıl kurulduğuyla uğraşır (Mengüşoğlu 1968, 33-34).

Mengüşoğlu’na göre, özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan bilgi, çeşitli edimlerden (aktlar) oluşur. Bu edimlere, bilgi edimleri denmektedir (Mengüşoğlu 1968, 40). Dört tür olan söz konusu bağlar şöyle açıklanmıştır: İdrak edimi (aktı), insanı, dünyayla, varlık alemiyle temasa, münasebete götüren önemli bir bilgi aktıdır. İdrak aktı, çevreyi tanıtır ve çevredeki unsurlara yönelme imkanı verir, eşyanın mekandaki tertip, sıra ve düzenini, çevredeki şeylerin şekillerini, renklerini, kokusunu, sertliğini, yumuşaklığını, uzaklık, yakınlık, küçüklük ve büyüklüklerini tanıtır (Mengüşoğlu 1968, 40-41).

Mengüşoğlu, felsefi bilginin diğer bilgi türlerinden farkına işaret etmiş ve sonra da bu bilgi türünün yapısı üzerinde durmuştur. Ona göre, felsefi bilgi, insanın kendisini, yani bilim, felsefe, sanat ve teknik gibi başarıların yaratıcısı olan varlığın kendisini, bu varlığın, varolan şeylerin “bütünü” içindeki yerini, hatta varlığın çeşitli başarılarının niteliğini de araştırır.

Teo Grünberg

Teo Grünberg’in felsefe anlayışı, genel olarak analitik felsefe akımı çerçevesinde gelişmiştir. Bilgi anlayışı da analitik bir çerçevede temellendirilmiştir. Bilgi anlayışının temellerini sergilediği, Epistemik Mantık (1971) adlı çalışmasını şöyle açıklamıştır: Çalışmanın amacı, Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme adlı doktora tezinde ortaya konulan genel metodu “bilgi” kavramına uygulamaktır. Böylece bilgi (episteme) terimini ve onunla yakından ilgili olan doğruluk, inanma, belgeleme gibi terimlerin mantığı olan Epistemik Mantık ’ın kurulmasına bir katkıda bulunmaktır (Grünberg 1971, V). Henüz kuruluş aşamasında olan bu disiplin, yakın gelecekte gerek genel bilgi teorisi, gerekse metodoloji ve bilim felsefesi için son derece faydalı olacaktır (Grünberg 1971, V). Söz konusu kitabın Giriş kısmında bildirilen bu düşünceler, Grünberg’in amaç olarak yeni bir mantık disiplini kurma çabasında olduğunu göstermektedir. Klasik bilgi öğretisindeki tartışmalar, bilgi, doğruluk, inanma ve belgeleme gibi terimlerin yeterince aydınlatılmadan kullanılmalarından kaynaklanmaktadır.

İnanma, doğruluk ve belgeleme şartlarının bir arada yerine gelmesinin bilginin gerekli bir şartı olması yanında, bu şartın yeterli de olduğu da kabul edilir.

Grünberg, bu amaçla ilkin formel mantığın (yeni ve orijinal olduğunu sanılan) genel bir tanımını veya ayracını ortaya koyduğunu, bu ayraca göre epistemik mantığın da bir bakıma formel olduğunu, dolayısıyla mantık sıfatına hak kazandığını gösterdiğini (Grünberg 1971, 96), iddia etmiştir. Grünberg’in yeni bir açıklama denemesi yaparak, bilgi felsefesi alanında kendine özgü bir düşünce üretimini gerçekleştirdiği söylenebilir.

Arda Denkel

Bilgi sorununu en geniş çaplı inceleyen düşünür hiç şüphesiz Arda Denkel’dir (1949-1995). Çalışmalarının tamamı bilgi felsefe hakkında olmuştur. Anlamın Kökenleri, Nesne ve Özellik, Bilginin Temelleri, Nesne ve Doğası, makalelerin toplanmasından oluşan Düşünceler ve Gerçekler , esas olarak bilgi felsefesi sorunlarını içermektedirler. Genç yaşta ölümü nedeniyle çalışmalarıeksikkalmıştır.

Denkel, Bilginin Temelleri adlı kitabın amacını şöyle açıklamıştır: “Bu kitaptaki amacımız, tutarlı deneyciliği sürdürerek; özdekçi (materyalist) bir evren görüşünü bununla birlikte temellendirmek olacak. Bir başka deyişle, bilimin temelindeki felsefi varsayımlarla uyum sağlayacak bir görüş geliştirmeye çalışacağız. Bu açıdan Locke’un, deneyciliği özdekçilikle bağdaştırma yol ve yönteminin dışına çıkacağız. Özdeksel bir dış dünyanın var olduğunu deneycilikle tutarlı olarak öne sürmekten öte, aynı zamanda kapsamlı ve tutarlı bir özdekçilik elde etmeyi amaçlıyoruz. Var olduğu söylenen her şeye özdeksel bir açıklama getirmeye çalışacağız. Ortaya konulan bu hedef doğrultusunda sorunları, kuşku ve gerçek, görüngü ve gerçek, özdek ve anlık, kişi ve özdeşliği başlıkları altında bilgi teorisi bağlamında temellendirmeye çalışmıştır.

Çalışmanın sonlarında vardığı sonuçları şöyle değerlendirmiştir: Deneyci bir bilgi bilimin (epistemoloji, bilgi teorisi ya da bilgi felsefesi) evren ve anlığın özdekçi yorumuyla nasıl bağdaştırılabileceğini araştırılmıştır. İnsanı, salt özdekten oluşan bir evren içinde yaşayan, yine salt özdeksel bir varlık olarak ele alınmıştır. İnsanının algıyı, evreni kavrama çabasındaki ilk basamak olarak, dış dünyadan etkilenen duyu organları yoluyla, beyni içinde nasıl kurabildiğini betimlenmiştir.

Ömer Naci Soykan

Önemli düşünürlerimizden biri olan Ömer Naci Soykan (1945- ), felsefenin çok çeşitli alanlarında yayınlar yapmış ve bilgi felsefesiyle de yakından ilgilenmiştir. Bu çalışmada, Soykan’ın bilgi anlayışı, Bilgi Tarzlarını Bölümleme Denemesi adlı makalesi çerçevesinde ele alınmıştır. Söz konusu makale, bilginin temel sorunu olan öznenin yapısını temellendirmektedir. Soruna bilginin tanımıyla başlamış, nesne ve bilgi türleriyle bitirmiştir.

Soykan’a göre betimleyici bir bilgi tanımı, tüm bilgi tarzlarını içinde barındırmıyorsa, demek ki burada birden çok tanıma ihtiyaç vardır. Fakat tutumluluk ilkesi uyarınca, gerek olmadıkça tarzlar çoğaltılmamalıdır.

Soykan, bilgi sorununda ileri adımlar atabilmek için varlıksal (ontik) ve varlık-bilimsel (ontolojik) ayrımının açıklık kazanması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, bir şeyin niteliklerinden birinin onun varlıksal bir niteliği olduğu söylendiğinde, o şey hakkındaki bilgimizin tam, mutlak, değişmez olduğu, şeyin kendisini verdiğini dile getirmektedir. Ama böyle bir şey söyleme hakkımız yoktur (Soykan 2003-1, 15-16). Varlıksal denilen her şey aslında varlık bilimseldir; yani dile getirilen her şey, bizim sözümüzdür.

Birinci tarz, yani duyarlığın doğrudan doğruya sağladığı bilgide, bir şey ile o şeyin bilgisi ayrımı ve nesnenin kendisi ile onun görünüşü ayrımı yoktur (Soykan 2003-1, 19). Nesnelerin bizdeki düpedüz etkilerinin bilgisi, yani doğrudan doğruya duyarlığın sağladığı bilgi ile bu etkilerden oluşturduğumuz tasarım, görü ve kavramlar, nesnelere ilişkin tüm deneylerimiz yoluyla onlar hakkında edindiğimiz bilgi, yani anlama yetisinin bilgisi, birbirinden ayrı iki tarz oluşturur. Bizim dışımızda, bizden bağımsız bütün gerçek (real) nesnelere ilişkin nesnel bilgi bu ikinci tarz da elde edilir. Bu iki tarz arasında başlıca karakteristik ayrımlar şunlardır: Birincisinde bizde meydana gelen etkilenimin nedeni, ister içimizde ister dışımızdaki şey olsun, bu etkilenimin kendisi bilincimizin objesi olduğu zaman, o birincildir (Soykan 2003-1, 20). İkinci tarz, duyarlık temelinde anlama yetisinin sağladığı bilgidir. Duyumum hakkındaki bilgim ile duyumumun kendisi arasında, bir uygunluk sorunu yoktur. Duyarlığın sağladığı intuitif bilgi ile anlama yetisinin oluşturduğu nesnel bilginin yanında, bir üçüncü tarz olan akıl bilgisi vardır.

Soykan, nesne özne ilişkisinden hareketle, nesnelerin nasıl bir yapıya sahip olduğunu, konu türlerinden hareketle nesne türlerini, bilme biçimleri ile onların dayandıkları yetilerin özelliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini temellendirmiştir. Çalışma makale boyutunda olduğundan, bilgi felsefesinin diğer sorunlarına değinme imkanı olmamıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.