Açıköğretim Ders Notları

Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 1 Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türkiye´de Felsefenin Gelişimi 1 Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Felsefeci Olmayan Düşünürler

Adnan Adıvar

Adnan Adıvar (1882-1955), ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak 1882 yılında Gelibolu’da doğmuştur. Orta eğitimini başarılı bir öğrencilik geçirdiği Dersaadet İdadisi’nde tamamlamış, yüksek eğitim için Mektebi Tıbbiye’ye başlamıştır.

Dönemin ortamında baskın olan Batıcı anlayışları benimsemiş, Genç Türkler hareketine katılmıştır. 1902 yılında tıp fakültesindekine eğitimine ara vererek tıp eğitimi için Avrupa’ya gitmiştir. 1905’de tıp fakültesinden mezun oldu. Berlin’de tıp eğitimine devam etmiş ve Berlin Tıp fakültesinde asistanlık yapmıştır. 1909’da İstanbul’a dönmüş ve o yıl kurulan İstanbul Tıp Fakültesi’ne dekan olmuştur.

1920 yılında Milli Mücadeleye katılmak için Ankara’ya gitmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin ilk döneminde İstanbul mebusu olarak görev almıştır. BMM’de kurulan ilk hükümette Sağlık bakanı olmuştur.

Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim ve Tarih Boyunca İlim ve Din olmak üzere iki temel eser ortaya koymuştur. Her iki eser de hem konu, hem de tarihçilik açısından Türkiye’de çığır açmıştır.

Osmanlı Türklerinde ilim adlı eser, ilkin 1939 yılında Paris’te Fransızca olarak, sonra da 1943 yılında kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve basılmıştır. Kitabın amacı olarak, ilim denilen ilmin mirasçısı olan Türklerin beş yüz yıl bu konuda ne yaptıklarını kısaca belirlemek olduğunu bildirmiştir.

Osmanlı’da ilmin başlangıcı olarak İznik Medresesinin kuruluşu (1330) kabul edilmiştir.

Tarih Boyunca ilim ve Din adlı çalışma ilkin 1944 yılında yayınlanmıştır. Din ve ilme ilişkin sorunların çok eski ve aynı zamanda güncel olduğu vurgulanmıştır.

Kitabın yazılış nedeni olarak Avrupa’daki tartışmalar gösterilmiştir. Ayrıca düşünce tarihinin bu önemli sorununun çeşitli yönlerini Türkiye’de tanıtmak için ya ünlü bir düşünürün kitabının tercüme etmek ya da konuyla ilgili derleme yapması gerektiğini düşündüğünü derlemeyi tercih ettiğini belirtmiştir.

Derleme ve orijinal eser ayrımı düşünce üretiminde önemlidir. Derleme, belli bir konu hakkında başkalarının görüşlerini toplayıp düzenlemektir. Orijinal eser ise, bir konuda kendi düşüncelerini oluşturmaktır.

Adıvar’a göre, felsefeyi doğuran nedenlerden biri de, dinin ne demek olduğunu, neden ibadet ihtiyacı duydukları üzerine insanların düşünmeye başlamalarıdır. Felsefe, daha doğrusu Metafiziğin (felsefe) ortaya çıkmasıyla birlikte hemen tabiatüstü bir kuvvetin, Tanrı fikrinin eleştirel bir şekilde düşünülmesi yolu açılmıştır.

Çalışmada tümel din kavramı ele alınmış, Hıristiyanlık, Yahudilik İslam gibi dinler kastedilmemiştir. Dinin cisminde, kurumları, aşamaları, nasları ve din binasının toplumsal kafesi dahildir.

Dinin tümel kavram niteliği hakkında bir şey söyleyebilmek için dini, insanın ruhi hayatının üç ayrı cephesinden, yani akıl, irade ve duygu noktalarından incelemek gerekir.

Dinin irade üzerinden açıklamak isteyenlerin dayanakları ahlaktır. Bu temele dayanan kuramlar, dine ameli bir yandan bakarak, onu yalnız iradenin yönünü tayinle ilgili sayar.

Adıvar’a göre, bizim gibi bütün modern ilim ve tekniği hazır bulmuş milletler için, o ilim ve tekniğin tarihini kısaca da olsun bilmek, insanlık tarihinde harp ve siyaset yanında bir de ilim ve medeniyetin yeri olduğunu öğrenmek pek faydalıdır.

Adıvar’a göre Doğu’da ilim kelimesi, bütün beşeri bilgileri, hiç ayırt etmeksizin içine alan çok geniş bir anlam taşır. Adıvar, ilmi, en basit manasıyla, olayların birbiri arkası sıra tekrarlanışına dikkat edilerek çıkarılacak bir takım kavramların tümü gibi telakki edilmesi olarak görür.

Bilimin amacı olarak, merakın tatmini, insan hayatına yeni ihtiraslar ve zenginlikler kazandırma, kudret kazanma gibi düşüncelerini aktarmak ve bunların yanında, felsefeyi ilerletme, bilgiye ulaşma gibi unsurlar öne çıkarılmıştır.

Fuad Köprülü

Fuat Köprülü, (1890-1976), İstanbul’da doğmuştur. Mercan idadisini bitirmiş, 1907-1910 yılları arasında Mekteb-i Hukuk’a (hukuk fakültesi) devam etmiştir. Hocalarını beğenmediği için okulu bırakıp lise öğretmenliği yapmıştır. 1913 yılında Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Türk Edebiyatı Tarihi kürsüsüne 23 yaşında müderris (profesör) tayin edilmiştir. 1924 yılında sekiz ay Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı yapmıştır.

Türk Edebiyatında ilk Mutasavvuflar, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Osmanlı’nın Etnik Kökeni. Ayrıca, Türk Edebiyatı Tarihi, Divan Edebiyat› Antolojisi, Saz şairleri önden kalan kitap çalışmalarıdır. Ayrıca Türk tarihçiliğinde çığır açan çok sayıda makale yayınlamıştır. Kitap, makale, bildiriler de dahil olmak üzere toplam yayının 1500 civarındadır.

Fuad Köprülü (1890-1966), tartışmasız olarak Türk tarihçiliğinin en tepesinde yer alan çok az (üç beş) kişiden biridir.

Köprülü hakkındaki çalışmayı, iki dönem tarihçiliğinin arasında ele almak uygun gözükmektedir.

Osmanlı döneminde gelişip olgunlaşan, ürünlerinin çoğunu Cumhuriyet döneminde veren Köprülü, Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı olduğunu gösteren eni iyi örneklerden biridir. Tanzimat sonrası tarihçilik ile Cumhuriyet dönemi tarihçiliğin arasında Köprülü durmaktadır.

Köprülü’nün tarihçi olarak başarısı tarih felsefesini yakından tanımış olmasıyla da ilişkilidir. Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl adlı 23 yaşında yayınladığı uzun makalesinde, tarih felsefesinin neredeyse bütün sorunlarına değinmiş ve tarihin, tarih felsefesi açısından nasıl ele alındığını tartışılmıştır.

Köprülü, ilkin, tarih felsefesi bağlamında tarihin bir bilim olarak nasıl ele alındığı üzerinde durmuştur.

Köprülü, tarih felsefecilerinin, tarihle ilgili tartışmalarını yakından izlemiştir. Bu bağlamda, tarih felsefesinde temel sorunlardan olan, tarih diğer ilimlerle özellikle doğa bilimleriyle benzerliklerini çeşitli düşünürler bağlamında ele almıştır.

Tekamül anlayışına ilişkin tartışmalarına yer vermiş ve doğa ile tarihte görülen tekamüllerin farklılıklarıyla ilgili tartışmaları, Monet, Darwin, Spencer, Marx, Bergson, De Veries, George Sorel gibi konuyla ilgili kişilerin görüşlerine değinmiştir.

Köprülü, tarihin doğa bilimleri gibi araştırılmasına da pek sıcak bakmamıştır. Ona göre, yeni müverrihlerin, mazi hakkında tetkiklerini her şeyden evvel ilmi bir mahiyete haiz olduğunu düşünerek, tecrübi ilimler kullanılan usullere müracaat lüzumunu iddia etmeleri doğru değildir.

Köprülü, hadiselerin mahiyeti, tarih kanunu ve tesadüf fer’i meselelerini yüzeysel olarak incelemek gerektiğini belirtmiş ve bu konuda tarih felsefecilerinin neler düşündüğünü kısaca ele almıştır

Köprülü’ye göre, geçmişe ait vesikaların aslını muhafaza ettiği ve bizim onları tamamıyla ele geçirdiğimiz farz olunsa bile, onların delalet ettikleri vakıaların kıymetini takdir hususunda herkesin kendi istidat ve temayüllerine bağlı kalacağı tabiidir.

Köprülü, tarih felsefesinin temel sorunlarını eleştirel bir tarzda inceleyerek, tarihin doğa bilimleriyle karıştırılmamasını ve tarihin kendine özel bir yapısının olduğunu kabul ederek, tarihçinin kendi alanının şartları ve vazifesine uygun olarak görevini yapması gerektiğini belirtmiştir.

Doğa bilimleri ortaya çıktıktan sonra bilgi türleri esas olarak doğa bilimleri bilgisi ve kültür bilimleri bilgisi şeklinde ayrılmıştır. Doğa bilimleri bilgisi kesinlik ve güvenilirlik açısından yüksek değerlere sahipken, kültür bilimlerinde ne kesinlik ne de güvenilirlik olmadığı genel bir tartışma konusudur.

Köprülü’nün tarih felsefesine karşı çıkışının iki nedeni olduğu akla gelmektedir. İlki, kendisinin ip uçlarını verdiği, tarih metafiziği (spekülatif tarih felsefesi) yapanların tutumlarıdır.

İkincisi, 19.yüzyılın ikinci yarısında ağırlık kazanan ve 20 yüzyılın ilk çeyreğinde de büyük ölçüde devam eden, bilimlerin yöntemleri, sınıflandırılması tartışmaları çerçevesinde ortaya çıkan felsefe temelli yaklaşımdır.

Alaeddin Şenel

Alaeddin Şenel (1941-) Kütahya’da doğmuştur. İlk ve orta eğitimini bu kentte tamamlamıştır. AÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesini burslu öğrenci konumuyla 1963 yılında bitirdi. 1964 yılında aynı fakültede asistan oldu. 1968’de doktorasını tamamladı. 1980’de doçent olmuştur.

İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Siyasal Düşünceler Tarihi, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Kemirgenlerden Sömürgenlere insanlık Tarihi adlı çalışmaları vardır.

Siyaset bilimci olan Alaeddin Şenel’in çalışmaları, esas olarak siyaset felsefesi ağırlıklıdır.

Eski Yunanda Eşitlik ve Eşitsizlik Üstüne (1970) adlı çalışmayı Şenel’e göre, çağımızın siyasal kavramlarının içerikleri iyi kavrayabilmek için, kavramların ilk kullanılıp açıklandığı kaynaklara geri gitmek ve oradaki anlamlarını bilmek gerekir.

Eşitlik ve eşitsizlik felsefenin ahlak ve siyaset alanlarında ayrıntılı bir şekilde incelenen iki konudur. Özellikle siyaset felsefesinde, adaletli bir yöntemi tarzının en önemli göstergesinin eşitsizlik sorununu nasıl çözdüğüyle ölçülmektedir.

Çağımızda da çok etkili olan eşitlik ve eşitsizlik de köklerinin tarihte aranması gereken kavramlardır. Şenel’e göre, eşitlik ve eşitsizlik inanç ve isteği, siyasal düşüncelerin üzerlerine kurulan temel kavramlarıdırlar.

Şenel’e göre, siyasi teoriler, teori aşkına kurulmuş fanteziler değil, devrin siyasal olaylarını kavramak ve devrin siyasal olaylarını etkilemek ve onlara yön vermek için kurulurlar.

Toplumların tarihi, ilkel ve tarihi olmak üzere iki devre ayrılırlar. İlkel devir, iş bölümünün olmadığından her iş herkes tarafından yapılmaktadır. Bu aşama eşitlikçi bir yapıya sahiptir. Sınıflar oluşmadığından sınıflar arası bir eşitsizlik söz konusu değildir. Uygarlık aşamasında, iş bölümü oluşmuş, bireyler birbirlerinden farklılaşmış, sınıflar ortaya çıkmıştır.

Şenel, bir yandan iktisadi, sosyal, siyasi yapının tarihi sürecinde oluşan değer ve kurumları incelerken, aynı zamanda dönemin düşünürlerinin oluşan değer ve kurumları nasıl değerlendirdiklerini incelemiştir.

İlkel Topluluktan Uygar Topluma (1985) başlıklı çalışmanın amacı şöyle açıklanmıştır: 19. ve 20. yy kadar öne sürülen insanlığı tarihsel bütünlüğü içinde ele alan ancak onu bilimsel verilere değil düşünsel kurgulara dayandıran eski kurmaları ve toplum bilimi düşüncel kurgulardan kurtarıp bilimsel verilere dayandırayım derken onu tarihsel eğiliminden koparma çabasında olanlara karşı eleştirel bir tavrı ortaya koymaktır.

Siyasal Düşünceler Tarihi (1986) adlı çalışmada, A. şenel, ilkel topluluklardan başlayarak tarihsel süreçte temel insan teşkilatlanmasını ve medeniyetlere dönüşümlerini, temel kurumlar ve değerler üzerinden ele almaktadır.

Kemirgenlerden Sömürgenlere insanlık Tarihi (2006) adlı çalışmasının Giriş bölümünde, çalışmasının taşıyıcı kavramları olan insan ve tarihten ne anladığını çeşitli yönleriyle açıklayarak, nasıl bir yol izlediğini belirtmiştir. Bu bağlamda insanlık tarihi başlığı neden seçtiğini, hangi sorunları dışarıda bırakmak istediğini, çeşitli tarih anlayışlarının yetersizliklerini gerekçeleriyle birlikte ortaya koymuştur.

Adnan Adıvar

Adnan Adıvar (1882-1955), ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak 1882 yılında Gelibolu’da doğmuştur. Orta eğitimini başarılı bir öğrencilik geçirdiği Dersaadet İdadisi’nde tamamlamış, yüksek eğitim için Mektebi Tıbbiye’ye başlamıştır.

Dönemin ortamında baskın olan Batıcı anlayışları benimsemiş, Genç Türkler hareketine katılmıştır. 1902 yılında tıp fakültesindekine eğitimine ara vererek tıp eğitimi için Avrupa’ya gitmiştir. 1905’de tıp fakültesinden mezun oldu. Berlin’de tıp eğitimine devam etmiş ve Berlin Tıp fakültesinde asistanlık yapmıştır. 1909’da İstanbul’a dönmüş ve o yıl kurulan İstanbul Tıp Fakültesi’ne dekan olmuştur.

1920 yılında Milli Mücadeleye katılmak için Ankara’ya gitmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin ilk döneminde İstanbul mebusu olarak görev almıştır. BMM’de kurulan ilk hükümette Sağlık bakanı olmuştur.

Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim ve Tarih Boyunca İlim ve Din olmak üzere iki temel eser ortaya koymuştur. Her iki eser de hem konu, hem de tarihçilik açısından Türkiye’de çığır açmıştır.

Osmanlı Türklerinde ilim adlı eser, ilkin 1939 yılında Paris’te Fransızca olarak, sonra da 1943 yılında kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve basılmıştır. Kitabın amacı olarak, ilim denilen ilmin mirasçısı olan Türklerin beş yüz yıl bu konuda ne yaptıklarını kısaca belirlemek olduğunu bildirmiştir.

Osmanlı’da ilmin başlangıcı olarak İznik Medresesinin kuruluşu (1330) kabul edilmiştir.

Tarih Boyunca ilim ve Din adlı çalışma ilkin 1944 yılında yayınlanmıştır. Din ve ilme ilişkin sorunların çok eski ve aynı zamanda güncel olduğu vurgulanmıştır.

Kitabın yazılış nedeni olarak Avrupa’daki tartışmalar gösterilmiştir. Ayrıca düşünce tarihinin bu önemli sorununun çeşitli yönlerini Türkiye’de tanıtmak için ya ünlü bir düşünürün kitabının tercüme etmek ya da konuyla ilgili derleme yapması gerektiğini düşündüğünü derlemeyi tercih ettiğini belirtmiştir.

Derleme ve orijinal eser ayrımı düşünce üretiminde önemlidir. Derleme, belli bir konu hakkında başkalarının görüşlerini toplayıp düzenlemektir. Orijinal eser ise, bir konuda kendi düşüncelerini oluşturmaktır.

Adıvar’a göre, felsefeyi doğuran nedenlerden biri de, dinin ne demek olduğunu, neden ibadet ihtiyacı duydukları üzerine insanların düşünmeye başlamalarıdır. Felsefe, daha doğrusu Metafiziğin (felsefe) ortaya çıkmasıyla birlikte hemen tabiatüstü bir kuvvetin, Tanrı fikrinin eleştirel bir şekilde düşünülmesi yolu açılmıştır.

Çalışmada tümel din kavramı ele alınmış, Hıristiyanlık, Yahudilik İslam gibi dinler kastedilmemiştir. Dinin cisminde, kurumları, aşamaları, nasları ve din binasının toplumsal kafesi dahildir.

Dinin tümel kavram niteliği hakkında bir şey söyleyebilmek için dini, insanın ruhi hayatının üç ayrı cephesinden, yani akıl, irade ve duygu noktalarından incelemek gerekir.

Dinin irade üzerinden açıklamak isteyenlerin dayanakları ahlaktır. Bu temele dayanan kuramlar, dine ameli bir yandan bakarak, onu yalnız iradenin yönünü tayinle ilgili sayar.

Adıvar’a göre, bizim gibi bütün modern ilim ve tekniği hazır bulmuş milletler için, o ilim ve tekniğin tarihini kısaca da olsun bilmek, insanlık tarihinde harp ve siyaset yanında bir de ilim ve medeniyetin yeri olduğunu öğrenmek pek faydalıdır.

Adıvar’a göre Doğu’da ilim kelimesi, bütün beşeri bilgileri, hiç ayırt etmeksizin içine alan çok geniş bir anlam taşır. Adıvar, ilmi, en basit manasıyla, olayların birbiri arkası sıra tekrarlanışına dikkat edilerek çıkarılacak bir takım kavramların tümü gibi telakki edilmesi olarak görür.

Bilimin amacı olarak, merakın tatmini, insan hayatına yeni ihtiraslar ve zenginlikler kazandırma, kudret kazanma gibi düşüncelerini aktarmak ve bunların yanında, felsefeyi ilerletme, bilgiye ulaşma gibi unsurlar öne çıkarılmıştır.

Fuad Köprülü

Fuat Köprülü, (1890-1976), İstanbul’da doğmuştur. Mercan idadisini bitirmiş, 1907-1910 yılları arasında Mekteb-i Hukuk’a (hukuk fakültesi) devam etmiştir. Hocalarını beğenmediği için okulu bırakıp lise öğretmenliği yapmıştır. 1913 yılında Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Türk Edebiyatı Tarihi kürsüsüne 23 yaşında müderris (profesör) tayin edilmiştir. 1924 yılında sekiz ay Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı yapmıştır.

Türk Edebiyatında ilk Mutasavvuflar, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Osmanlı’nın Etnik Kökeni. Ayrıca, Türk Edebiyatı Tarihi, Divan Edebiyat› Antolojisi, Saz şairleri önden kalan kitap çalışmalarıdır. Ayrıca Türk tarihçiliğinde çığır açan çok sayıda makale yayınlamıştır. Kitap, makale, bildiriler de dahil olmak üzere toplam yayının 1500 civarındadır.

Fuad Köprülü (1890-1966), tartışmasız olarak Türk tarihçiliğinin en tepesinde yer alan çok az (üç beş) kişiden biridir.

Köprülü hakkındaki çalışmayı, iki dönem tarihçiliğinin arasında ele almak uygun gözükmektedir.

Osmanlı döneminde gelişip olgunlaşan, ürünlerinin çoğunu Cumhuriyet döneminde veren Köprülü, Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı olduğunu gösteren eni iyi örneklerden biridir. Tanzimat sonrası tarihçilik ile Cumhuriyet dönemi tarihçiliğin arasında Köprülü durmaktadır.

Köprülü’nün tarihçi olarak başarısı tarih felsefesini yakından tanımış olmasıyla da ilişkilidir. Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl adlı 23 yaşında yayınladığı uzun makalesinde, tarih felsefesinin neredeyse bütün sorunlarına değinmiş ve tarihin, tarih felsefesi açısından nasıl ele alındığını tartışılmıştır.

Köprülü, ilkin, tarih felsefesi bağlamında tarihin bir bilim olarak nasıl ele alındığı üzerinde durmuştur.

Köprülü, tarih felsefecilerinin, tarihle ilgili tartışmalarını yakından izlemiştir. Bu bağlamda, tarih felsefesinde temel sorunlardan olan, tarih diğer ilimlerle özellikle doğa bilimleriyle benzerliklerini çeşitli düşünürler bağlamında ele almıştır.

Tekamül anlayışına ilişkin tartışmalarına yer vermiş ve doğa ile tarihte görülen tekamüllerin farklılıklarıyla ilgili tartışmaları, Monet, Darwin, Spencer, Marx, Bergson, De Veries, George Sorel gibi konuyla ilgili kişilerin görüşlerine değinmiştir.

Köprülü, tarihin doğa bilimleri gibi araştırılmasına da pek sıcak bakmamıştır. Ona göre, yeni müverrihlerin, mazi hakkında tetkiklerini her şeyden evvel ilmi bir mahiyete haiz olduğunu düşünerek, tecrübi ilimler kullanılan usullere müracaat lüzumunu iddia etmeleri doğru değildir.

Köprülü, hadiselerin mahiyeti, tarih kanunu ve tesadüf fer’i meselelerini yüzeysel olarak incelemek gerektiğini belirtmiş ve bu konuda tarih felsefecilerinin neler düşündüğünü kısaca ele almıştır

Köprülü’ye göre, geçmişe ait vesikaların aslını muhafaza ettiği ve bizim onları tamamıyla ele geçirdiğimiz farz olunsa bile, onların delalet ettikleri vakıaların kıymetini takdir hususunda herkesin kendi istidat ve temayüllerine bağlı kalacağı tabiidir.

Köprülü, tarih felsefesinin temel sorunlarını eleştirel bir tarzda inceleyerek, tarihin doğa bilimleriyle karıştırılmamasını ve tarihin kendine özel bir yapısının olduğunu kabul ederek, tarihçinin kendi alanının şartları ve vazifesine uygun olarak görevini yapması gerektiğini belirtmiştir.

Doğa bilimleri ortaya çıktıktan sonra bilgi türleri esas olarak doğa bilimleri bilgisi ve kültür bilimleri bilgisi şeklinde ayrılmıştır. Doğa bilimleri bilgisi kesinlik ve güvenilirlik açısından yüksek değerlere sahipken, kültür bilimlerinde ne kesinlik ne de güvenilirlik olmadığı genel bir tartışma konusudur.

Köprülü’nün tarih felsefesine karşı çıkışının iki nedeni olduğu akla gelmektedir. İlki, kendisinin ip uçlarını verdiği, tarih metafiziği (spekülatif tarih felsefesi) yapanların tutumlarıdır.

İkincisi, 19.yüzyılın ikinci yarısında ağırlık kazanan ve 20 yüzyılın ilk çeyreğinde de büyük ölçüde devam eden, bilimlerin yöntemleri, sınıflandırılması tartışmaları çerçevesinde ortaya çıkan felsefe temelli yaklaşımdır.

Alaeddin Şenel

Alaeddin Şenel (1941-) Kütahya’da doğmuştur. İlk ve orta eğitimini bu kentte tamamlamıştır. AÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesini burslu öğrenci konumuyla 1963 yılında bitirdi. 1964 yılında aynı fakültede asistan oldu. 1968’de doktorasını tamamladı. 1980’de doçent olmuştur.

İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Siyasal Düşünceler Tarihi, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Kemirgenlerden Sömürgenlere insanlık Tarihi adlı çalışmaları vardır.

Siyaset bilimci olan Alaeddin Şenel’in çalışmaları, esas olarak siyaset felsefesi ağırlıklıdır.

Eski Yunanda Eşitlik ve Eşitsizlik Üstüne (1970) adlı çalışmayı Şenel’e göre, çağımızın siyasal kavramlarının içerikleri iyi kavrayabilmek için, kavramların ilk kullanılıp açıklandığı kaynaklara geri gitmek ve oradaki anlamlarını bilmek gerekir.

Eşitlik ve eşitsizlik felsefenin ahlak ve siyaset alanlarında ayrıntılı bir şekilde incelenen iki konudur. Özellikle siyaset felsefesinde, adaletli bir yöntemi tarzının en önemli göstergesinin eşitsizlik sorununu nasıl çözdüğüyle ölçülmektedir.

Çağımızda da çok etkili olan eşitlik ve eşitsizlik de köklerinin tarihte aranması gereken kavramlardır. Şenel’e göre, eşitlik ve eşitsizlik inanç ve isteği, siyasal düşüncelerin üzerlerine kurulan temel kavramlarıdırlar.

Şenel’e göre, siyasi teoriler, teori aşkına kurulmuş fanteziler değil, devrin siyasal olaylarını kavramak ve devrin siyasal olaylarını etkilemek ve onlara yön vermek için kurulurlar.

Toplumların tarihi, ilkel ve tarihi olmak üzere iki devre ayrılırlar. İlkel devir, iş bölümünün olmadığından her iş herkes tarafından yapılmaktadır. Bu aşama eşitlikçi bir yapıya sahiptir. Sınıflar oluşmadığından sınıflar arası bir eşitsizlik söz konusu değildir. Uygarlık aşamasında, iş bölümü oluşmuş, bireyler birbirlerinden farklılaşmış, sınıflar ortaya çıkmıştır.

Şenel, bir yandan iktisadi, sosyal, siyasi yapının tarihi sürecinde oluşan değer ve kurumları incelerken, aynı zamanda dönemin düşünürlerinin oluşan değer ve kurumları nasıl değerlendirdiklerini incelemiştir.

İlkel Topluluktan Uygar Topluma (1985) başlıklı çalışmanın amacı şöyle açıklanmıştır: 19. ve 20. yy kadar öne sürülen insanlığı tarihsel bütünlüğü içinde ele alan ancak onu bilimsel verilere değil düşünsel kurgulara dayandıran eski kurmaları ve toplum bilimi düşüncel kurgulardan kurtarıp bilimsel verilere dayandırayım derken onu tarihsel eğiliminden koparma çabasında olanlara karşı eleştirel bir tavrı ortaya koymaktır.

Siyasal Düşünceler Tarihi (1986) adlı çalışmada, A. şenel, ilkel topluluklardan başlayarak tarihsel süreçte temel insan teşkilatlanmasını ve medeniyetlere dönüşümlerini, temel kurumlar ve değerler üzerinden ele almaktadır.

Kemirgenlerden Sömürgenlere insanlık Tarihi (2006) adlı çalışmasının Giriş bölümünde, çalışmasının taşıyıcı kavramları olan insan ve tarihten ne anladığını çeşitli yönleriyle açıklayarak, nasıl bir yol izlediğini belirtmiştir. Bu bağlamda insanlık tarihi başlığı neden seçtiğini, hangi sorunları dışarıda bırakmak istediğini, çeşitli tarih anlayışlarının yetersizliklerini gerekçeleriyle birlikte ortaya koymuştur.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.