Açıköğretim Ders Notları

Türkiye Cumhuriyeti Siyasî Tarihi Dersi 1. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türkiye Cumhuriyeti Siyasî Tarihi Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Osmanlı’Dan Türkiye Cumhuriyeti’Nin Kuruluşuna Geçiş Dönemi

Osmanlı Modernleşme Döneminin Birikimi

Türk siyasi hayatının anlaşılması için Osmanlı’nın son dönem modernleşme çabaları birikiminin açıklanması gerekmektedir. Bu nedenle Tanzimat Fermanı ile başlayan siyasal süreç kısaca ele alınacaktır.

Tanzimat Zihniyetinin Dönüşümü: Tanzimat dönemi, Osmanlı aydınının ve bürokratlarının Avrupa medeniyeti karşısında geri kaldıklarını kabullendikleri bir dönemdir. Osmanlı’nın batılılaşmacı aydını geri kalmışlığı aşmanın Avrupa medeniyetine dâhil olmaktan geçtiğine inanmaktaydı. Avrupa medeniyetine dâhil olmanın ise ilk görünen biçimi kıyafetlere ve adab-ı muaşerete yansımıştır. II. Mahmut Dönemi’nden itibaren Osmanlı aydını ve bürokratları toplumun geleneksel kıyafetlerinden farklılaşarak “Avrupai” olarak giyinmeye başlamışlardır. Batılılaşma eğilimi adab-ı muaşerete de yansımış ve gündelik hayatı kapsamaya başlamıştır. Osmanlı ekâbirinin yabancılara verdiği davetlerde kadın ve erkeğin birlikteliği, sofra adabının masa adabına dönüşmesi, pantolon, ceket gündelik hayatta gözlemlenen dönüşümlerdir. Asıl dönüşüm ise devletin gücünün kaynağının farklılaşmasında yaşanmıştır. Klasik dönem, Osmanlı Devleti adalet dairesi gereğince en önemli üretim kaynağı olan toprağın çiftçiler tarafından verimli işlenmesine dayanmaktadır. Topraktan alınan ürünün fazlalığı ise daha çok vergi geliri demektir. Tımar sistemiyle birlikte etkili bir vergi sistemi oluşturan devlet, gelirleriyle büyük ve güçlü bir orduyu da finanse edebilmektedir. Osmanlı devletini güçlü kılan da ordunun güçlü olmasıydı. Gerek coğrafi keşiflerin yarattığı mali dengesizlikler gerekse başta ateşli silah teknolojisi olmak üzere Osmanlı’nın geri kalması devletin gücünü zayıflatmıştı. Osmanlı Devleti teknolojik geri kalmışlığın sebebini eğitim sisteminde fenden uzaklaşmakta görmektedir. Bu nedenle devlet, fen eğitimine önem veren batılı eğitim kurumlarını art arda kurmaya başlamıştır. Diğer taraftan Osmanlı medreselerinde okutulan ders programları yüzyıl boyunca fenni konuları da içermeye başlamıştır. Batılı tarzda eğitim veren kurumları meşrulaştıran zihinsel dönüşüm Osmanlı’nın teknolojik geri kalmışlığı aşma çabasıdır. Osmanlı’nın en uzun yüzyılı olarak 19. yüzyıl, küresel, siyasal ve ekonomik sistemin yerleştiği bir dönemdir. Bu nedenle uluslararası sisteme entegre olmaya çalışan Osmanlı, öncelikle hukuksal sistemini batılı hukuk müktesebatıyla uyumlaştırmaya çalışmıştır. Tanzimat Dönemi’nde vilayet sisteminden yerel yönetim sistemlerinin düzenlenmesine, eğitim sisteminden maden işletmelerine, pasaport işlemlerinden arkeolojik varlıkların korunmasına kadar birçok konuda nizamnameler çıkarmıştır. Osmanlı’nın sınırları belli siyasal alanını ilk genişleten unsur bürokrasinin güçlenerek siyasi kararlarda söz sahibi olmasıdır.

Yeni Osmanlılar ve Siyasetin Toplumsallaşması: Tanzimat bürokratlarının kültürel taklitçiliği, toplumda yansımasını bulmamıştır. Bu nedenle daha alt düzey bürokratlardan gelen Yeni Osmanlı Hareketi, Tanzimatçıların yarattığı kültürel boşluğu, aralarında farklı düşünenler olsa da genel olarak İslamcı değerlerle doldurmayı amaçlamışlardır. Yeni Osmanlılar, Tanzimatçılar gibi yukarıdan aşağı bir modernleşmeden değil, toplumsal değerlerle uyumlu bir modernleşmeden bahsetmektedir. Şinasi ve Namık Kemal gibi gazetecilikleriyle öne çıkan Yeni Osmanlılar düşüncelerini sarayın ve bürokrasinin dışında yayma imkânı bulmuştur. Efkâr-ı Umumiyeyi (kamuoyunu) etkilemenin modern yolunu 1860’larda artık gazeteler oluşturmaktadır. Yeni Osmanlıların modern reformları halkın geleneksel diliyle kamusal tartışmaya açmaları aynı zamanda reformların toplum tarafından benimsenmesine de neden olmuştur. Bu nedenle Osmanlı modernleşmesi, Tanzimatçıların olduğu kadar onlara karşı çıkan Yeni Osmanlı aydınlarının da bir ürünü sayılmalıdır. Yeni Osmanlılar meşrutiyet, adalet, eşitlik, hürriyet, vatan, halk, anayasa ve parlamento kavramlarını Osmanlı’nın geleneksel dünyasıyla birlikte yoğurarak Cumhuriyet’e giden yolun taşlarını döşemiştir. 1876 Kanun-u Esasisi’nin hazırlanmasında Yeni Osmanlıların fikirlerinden ve özellikle Namık Kemal’den yakın bir şekilde yararlanılmıştır. Osmanlı siyasetinin toplumsallaşması 1876 Kanun-u Esasisi ile taçlanmıştır. Fakat siyasal alanın genişlemesi uzun sürmemiş ve 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında toplumsal bütünlüğü sağlayamayan parlamento yeniden toplanmamıştır.

II. Abdülhamit Dönemi ve Modernleşme: Kendinden önceki Tanzimatçıların ve Yeni Osmanlıların bütün birikimlerinin yansımalarını taşıyan bu dönemde, bir taraftan modernleşmeci hamlelerle II. Mahmut’un hayalleri gerçekleştirilmiş, diğer taraftan da İslamcılığa dayanan politikalarla topluma ideolojik bir ruh kazandırılmaya çalışılmıştır. Dönemin en önemli sorunu, milliyetçilik duygularıyla beslenen ayrılıkçı toplumsal hareketlerdir. II. Abdülhamit, “ince ayarı” hedefleyen bir politikacı olarak öncelikle büyük devletlerle çatışmamaya çalışmış, küçük Balkan devletlerini ise birleştirmemek için çaba göstermiştir. Döneme özelliğini kazandıran politikalardan sapma, önce Balkan Savaşı’nda ve ardından I. Dünya Savaşı’nda devleti zor durumda bırakmıştır. Avrupa’nın ateş gücü yine Avrupalı bir siyasal güç olan Almanya ile dengelenmeye çalışılmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nin en belirgin modernleşmeci niteliği ise eğitim alanında ortaya çıkmıştır. Özellikle ilk ve ortaokulların İstanbul dışında da yaygınlaştırılması kayda değer gelişmeler yaratmıştır. Dini ve ahlaki değerlerle yüklü müfredatla amaçlanan; Pan-İslamist bir politik toplumsal bütünlük olmuştur.

İttihat ve Terakki Muhalefeti ve II. Meşrutiyet’in İlanı: II. Abdülhamit’in modernleşme çabaları ve dağılan Osmanlı toplumunu bir arada tutma gayretine rağmen siyasi muhalefet de giderek güçlenmiştir. Genç öğrenciler arasında memleketin elden gittiği kaygısı ve Padişah’ın iradesizliği genel kabul görmekteydi. II. Abdülhamit ise Osmanlı için çok zorunlu olmadıkça savaştan uzak durarak geri kalanı kurtarma derdindeydi. Muhalefetin ilk kıvılcımını; 1889’da bir araya gelerek Namık Kemal, Ziya Paşa ve İranlı yazar Ali Şefkati’nin eserlerini okumaya başlayan genç Askeri Tıbbiye öğrencileri ateşlemiştir. Gizli örgütün adı ilk zamanlarda İttihad-ı Osmanlı Cemiyeti olsa da Paris’teki muhalif Ahmet Rıza Bey’le temaslardan sonra Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetine dönüşmüştür. Ahmet Rıza’nın düşünceleri Prens Sabahattin gelene kadar hâkim olmuştur. II. Abdülhamit’e muhalefet etme konusunda birleşen cemiyet üyeleri onu nasıl iktidardan indirecekleri konusunda ve sonraki politikalarında anlaşamamaktadır. 1902’de Prens Sabahattin öncülüğünde I. Jön Türk Kongresi Paris’te toplansa da II. Abdülhamit’i tahttan indirmek için yabancı ülkelerden yardım alma konusunda açıkça anlaşmazlığa düşmüştür. 1907’deki II. Jön Türk Kongresi’ne Ermeni Taşnak-Sutyun Cemiyeti de katılmış II. Abdülhamit’i tahttan inmeye zorlama ve sonrasında Meşrutiyeti ilan etme hususunda anlaşılmıştır. Fakat bu hareketin fiili bir karşılığı olmuş değildir. Düşünsel ve entelektüel muhalefet olarak kalan Paris merkezli cemiyeti güçlü kılan 1906’da Selanik’te Talat Bey’in başkanlığında kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşmesidir. Bu birleşmeden sonra cemiyet çok bilinen Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi) ismine kavuşmuştur. Selanik merkezli cemiyet, Makedonya’daki kargaşanın müsebbibi olarak Padişahı görmekteydi. Vatanın kurtulması uğruna dağa çıkan tabur komutanları 23 Temmuz 1908’de Manastır’ı ele geçirerek Meşrutiyet’i ilan etti. 24 Temmuz günü de II. Abdülhamit Rumeli’den gelen ikazı kabullenerek Meşrutiyet’i resmen ilan etmiştir.

İttihat ve Terakki’nin Doğrudan İktidarı: İttihat ve Terakki Partisi iktidara Osmanlıcılık siyasetiyle gelmişti. Fakat II. Meşrutiyet sonrası Arnavut, Rum, Ermeni ve Arapların milliyetçi talepleriyle karşılaşmıştır. Özellikle Balkan Savaşı sonrası partinin politikalarının ana niteliğini Türk milliyetçiliği oluşturmuştur. İttihat ve Terakki’nin iddiası bozgunları durdurmak, devleti ayağa kaldırmak ve ıslahatları yapmaktır. Anayasa değişiklikleriyle başlayan ıslahatlar Şer’iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması, Şeyhülislamın kabineden çıkarılması, Aile Hukuku Kararnamesi gibi modern dünyaya uyum yasalarıyla devam etmiştir. Ekonomik alanda şehirlerin modern imarını devam ettirerek milli bankalar kurulmuştur. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki Partisi Parlamento ve ordudaki ağırlığına dayanarak hükümet üzerinde kontrol mekanizması kurmuştu. 1911 yasama yılı parlamentoda İttihat ve Terakki karşıtlarının Hürriyet ve İtilaf Partisi çatısı altında birleşmeleriyle birlikte açıldı. 21 Kasım’da kurulan muhalefet partisi 11 Aralık ara seçimlerinde büyük başarı kazandı. İktidarı kaybetme korkusu İttihatçıları Ocak 1912’de erken seçim kararı aldırmaya yöneltmiştir. 1912 seçimleri sonucunda İttihat ve Terakki Partisi ezici bir üstünlük sağlamıştır. İttihatçıların ağırlıklı olduğu parlamento Ağustos’ta feshedilmiş fakat Ekimde Balkan Savaşı başladığından Mayıs 1914’e kadar seçimler yapılamamıştır. Balkan Savaşı, Aralık 1912’de büyük bir hezimetle sonuçlanmıştır. Balkan Savaşı sonrasında İttihat ve Terakki iktidarı artık tartışılmazdır. I. Dünya Savaşı sonuna kadar tek parti hükümetleri kurulmuş ve Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın belirlediği siyasal kararlar ülkenin kaderini belirlemiştir.

I. Dünya Savaşı ve İttihat ve Terakki İktidarının Sonu: Balkan savaşı yenilgisi dış yardımlara mesafeli duran İttihatçı hükümetin II. Abdülhamit’in müttefiki Almanya’ya yakınlaşmasına neden olmuştur. Alman büyükelçisi Wangenheim, Babıali’nin her kararını belirlemeye başlamıştı. Diğer taraftan yeni silahların alınmasında ve ordunun eğitiminde Almanlar söz sahibi olmuştu. Bu arada savaşta alınacak muhtemel ittifaklar gereğince İngiltere, Ağustos 1914’te parası ödenmiş ve bitirilmiş savaş gemilerini teslim etmemiştir. I. Dünya Savaşı öncesinde Fransa ile ittifak arayışını somutlaştıran Cemal Paşa’nın çabalarından da bir sonuç çıkmayınca Ağustos 1914’te Almanya ile ittifak anlaşması imzalanmıştır. Osmanlı’nın savaşa fiilen girişi ise Ekim 1914’te Yavuz ve Midilli adı verilen Alman kruvazörlerinin Odesa ve Sivastopol’deki bazı hedefleri bombalamasıyla gerçekleşmiştir. 23 Kasım 1914’te Cihad-ı Mukaddes ilan edilmiştir. 1914 yılının ilk cephesi Kafkasya’da kurulmuştur. Aralık 1914’te Osmanlı ordusu Sarıkamış hattında büyük kayıplar yaşamıştır. Osmanlı için savaşın büyük muharebeleri 1915 baharında başlamıştır. Bir taraftan Irak cephesinde İngilizlerin Hindistan’dan getirdiği birliklerle Basra-Bağdat arasında savaşan Osmanlı kuvvetleri, diğer taraftan Şubat başında Süveyş Kanalı’na karşı taarruza geçmişti. Asıl muharebeler ise Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışan İtilaf donanmasına karşı verilmektedir. Mart ayının sonunda Boğaz’dan geçemeyeceğini kabullenen İtilaf donanması karaya asker çıkarma yoluna gitmiştir. Nisan 1915’te başlayan kara harekâtı Aralık 1915’te İtilaf devletlerinin geri çekilmesi ile sonuçlanmıştır. Ocak 1916’daki ilk zafer Çanakkale cephesinden İtilaf devletleri askerlerinin çekilmesi ile olmuştur. İkinci zafer de Nisan 1916’da Irak cephesindeki General Townshend komutasındaki İngiliz askerlerin Kut’ul Ammare’de teslim olmasıdır. Fakat Temmuz 1916’da gerçekleştirilen İkinci Kanal Harekâtı başarısız olmuştur. 1916 baharı Kafkas cephesinde Rus ilerlemesinin Erzurum, Rize ve Trabzon’un işgali ile başlamıştır. 1917 Baharı ise Irak cephesinde toparlanan İngilizlerin Bağdat’ı almasıyla sürmüştür. Savaşın sonu belli olunca Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce 8 Ekim 1918’de İttihatçı hükümet istifa etmiştir. 1 Kasım’da parti kendi kendini feshetmiş ve yerine Teceddüt Partisi kurulmuştur. Ateşkes anlaşmasından sonra da Talat, Cemal ve Enver Paşalar ülkeyi terk ederek Almanya’ya gitmiştir. Talat Paşa Berlin’de, Cemal Paşa ise Tiflis’te Ermeni komitacılar tarafından suikasta uğramıştır. Enver Paşa ise Özbekistan’da Kızıl Ordu ile savaşırken şehit olmuştur.

Mondros Ateşkes Antlaşması ve Antlaşmaya Tepkiler

30 Ekim 1918’de İttihatçı olmayan yeni Osmanlı hükümetinin ilk icraatı İtilaf devletleriyle Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda ateşkes antlaşması imzalamak olmuştur. Antlaşma gereğince Boğazlardaki istihkâmlar teslim edilmekte ve serbest geçişe izin verilmektedir. Bu madde uyarınca Çanakkale’den savaşla geçemeyen İtilaf donanması İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın önünde demirlemiştir. Ayrıca karasularına yerleştirilen torpil ve mayınların temizlenmesinde Osmanlı ordusunun yardım edeceği taahhüt edilmiştir. İtilaf devletlerine mensup esirlerin iadesi de hükme bağlanırken İtilaf devletlerine bir zorunluluk getirilmemiştir. Kara ve denizde asayişi sağlayacak kadar güvenlik kuvvetinin dışındaki askerlerin terhisi istenmektedir. Demir yollarının, limanların, Toros tünellerinin müttefiklerin kontrolüne bırakılması ve muharebe araçlarının tahrip edilmesi şart koşulmaktadır. Ateşkes Antlaşmasının en sorunlu yönü ise 7. Madde hükmünce İtilaf devletlerinin güvenlik tehdidi gördükleri yerleri işgal hakkına sahip olmalarıdır. Ateşkes Antlaşması gereğince verilen tavizleri milliyetçi düşünceyle yoğrulan ve genelde taşranın başarılı çocuklarından oluşan yeni askeri ve sivil bürokrasinin sindirmesi mümkün değildi. Fakat Batılılaşma seyri boyunca varlığını tavizlerle uzatmaya alışmış Osmanlı ekâbiri için verilen tavizlerden ziyade her şeye rağmen korunan devlet önemliydi. Damat Ferit Paşa ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İstanbul korundukça devletin varlığını koruyacağını zannetmektedir. Balkan savaşlarıyla birlikte açıkça ortaya çıkan genç bürokrat ve askerlerdeki milliyetçi tavırlar Birinci Dünya Savaşı’nda daha da kuvvetlenmişti. Onlar için önemli olan İstanbul’dan ziyade Türk yurduydu. Milliyetçiler Türk yurdunun sınırlarını ise en azından ateşkes antlaşması sırasında korunabilen sınırlar olarak görmekteydi. Osmanlı hükümeti ise barış antlaşmasında verilecek karara güvenerek direnmeye çalışan toplumu teskin etme politikası uygulamıştır.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanması ve Sevr Barış Antlaşması: Ateşkes Antlaşması’nın ilk uygulanan hükümleri ordu üzerindeki bürokratik düzenlemelerdir. Mevcut asker sayısının 50 bine indirilmeye çalışılması ve ordunun teşkilat olarak küçültülmesi hedeflenmiştir. Ateşkes Antlaşması Osmanlı Devleti’nin varlığını hukuken koruduğundan Padişah VI. Mehmet tarafından olumlu karşılanmıştır. İlk günlerde İstanbul basını Ateşkes Antlaşması’nın şartlarını ağır bulmamakta ve Wilson İlkeleri gereğince bağımsızlığın ve egemenliğin korunacağını umut etmektedir. Ocak 1919’da demiryolu hattının güvenliği bahanesiyle Trakya’da Yunan işgali başlamıştır. Mart 1919’da ise İtalyanlar Antalya’dan Anadolu topraklarını işgale başlamış daha sonra Muğla, Burdur, Milas ve Söke’yi de işgal etmişlerdir. Yunanlılar ise asıl işgallerine Mayıs 1919’da İzmir’de başlamışlardır. 1919 baharı bitmeden Manisa ve Aydın da işgal edilmiştir. Nisan 1919’da Fransız işgal kuvvetleri Antep’e gelmiştir. Ateşkes Antlaşması imzalandığında Osmanlı’nın 1916’da imzalanan ve Orta Doğu’nun nasıl bölüşüleceğini öngören Sykes-Picot Antlaşması’ndan haberi yoktur. Oysa İngilizler antlaşma gereğince Fransızlara bıraktıkları Musul’dan vazgeçmemişler ve Fransızların Maraş, Antep ve Urfa ile yetinmesini sağlamışlardır. Savaş sonrasında uzun süren Paris Barış Konferansı sırasında bile İtilaf devletlerinin politikaları değişikliğe uğramamıştır. Bu nedenle Ateşkes Antlaşması’ndan yaklaşık iki yıl sonra yeniden başlayan Anadolu direnişinin karşısında hiçbir anlamı olmayan Sevr Barış Antlaşması imzalanmıştır.

Antlaşmalara ve İşgallere Karşı Direnişler: Mondros Ateşkes Antlaşması’na ilk tepkiler Kars Milli İslam Şurası’ndan gelmiştir. Anlaşma uyarınca Kars, Ardahan ve Batum’dan çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti sona erince Şura, yerel bir hükümet olarak kurulmuş ancak Nisan 1919’da bölgeyi işgal eden İngilizler tarafından dağıtılmıştır. Aralık 1918’de Fransızlar tarafından işgal edilen demir yolu hattına tepki olarak Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyeti Osmaniyesi kurulmuştur. Ocak 1919’da Yunanlılar bölgeye geldiğinde mücadele onlara karşı yönelmiştir. İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de Aralık 1918’de ilk kurulan direniş teşkilatlarından biridir. Cemiyet İzmir’in işgalinden bir gün önce İzmir Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi adını alarak işgale karşı protesto hareketlerinin yanında silahlı direnişe de başlamıştır. İzmir işgali sonrasında bölgede Balıkesir’den Denizli’ye kadar geniş bir alanda Redd-i İlhak cemiyetleri kurulmaya başlanmıştır. Aralık 1918’de kurulan Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bölgenin Ermenilere verilecek olmasına karşı mücadele etmiştir. Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ise Şubat 1919’da kurulmuştur. Adana bölgesinin Fransızlar tarafından işgal edileceği söylentileri üzerine Aralık 1918’de Kilikyalılar Cemiyeti kurulmuştur. Direniş hareketlerinin en önemli ortak özelliği motivasyonlarını milliyetçilik duygusundan almalarıdır. İlk dönemlerde birbirinden bağımsız şekilde kendi bölgelerini korumaya çalışan hareketler, mücadelelerinin meşruiyetini güçlendirmek için de bölgenin bir Türk yurdu olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Anadolu’daki en güçlü direnişi ise Mayıs 1919’da Samsuna gelen Mustafa Kemal örgütlemiştir. 4-11 Eylül arasında toplanan Sivas Kongresi’nde direniş örgütlenmesi tek çatı altında toplanmış, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır.

Anadolu’da Siyasi İstikrarın Sağlanması ve İsyanlar: Anadolu’da işgallere karşı oluşan Kuva-i Milliye, Sivas Kongresi sonrası meşruiyetini artırmıştı. İstanbul hükümeti ve İtilaf devletleri tarafından desteklenen Ahmet Anzavur, Ekim-Kasım 1919’da Sivas Kongresi’ni etkisiz kılmak adına ilk isyanı gerçekleştirmiştir. İstanbul’un işgal edildiği günlerde Şubat-Nisan 1920’de ikinci isyana yeltenmiş ve nihayet BMM kurulduktan sonra Mayıs 1920’de son isyanını gerçekleştirmiştir. Haziran 1920 tarihi Anzavur’un askeri gücü olan Kuva-i İnzibatiyenin sonu olmuş ve ortadan kaldırılmıştır. Bu arada Nisan 1920’de Kuva-i Milliyeyi İttihatçıların devamı gören ve sadakatle bağlı oldukları Saray tarafından motive edilen Çerkes ve Abhazlar Düzce merkezli bir isyan başlatmıştır. Kısa zamanda Bolu, Gerede, Mudurnu ve Beypazarı’nı ele geçirerek Ankara’ya kadar yaklaşmışlardır. Geyve, Kandıra ve Balıkesir’den gönderilen birlikler ilk önceleri başarılı olmasa da Mayıs 1920’de Çerkez Ethem’in bölgeye gelmesiyle isyan bastırılmıştır. Mayıs 1920’de Yozgat bölgesinin güçlü ailesi Çapanoğulları Ankara’da yeni oluşan hükümete karşı isyan etmiştir. Ağustos’a kadar süren isyanı da Çerkez Ethem bastırmıştır. Fransızların desteğiyle Siirt civarında Milli Aşireti isyan etmiştir. İsyan ancak Eylül 1920’de bastırılabilmiştir. Aynı tarihlerde Afyon’da Çopur Musa isyan etmiş ve üzerine gönderilen kuvvetlere direnemeyerek Yunanlılara sığınmak zorunda kalmıştır. Çerkez Ethem bir isyana kalkışmış Aralık sonunda ona karşı başlatılan harekât Ocak 1921 sonuna kadar sürmüş ve isyan tamamen bastırılmıştır.

Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Milli Mücadele

23 Nisan 1920’de BMM 127 milletvekiliyle birlikte açılmıştır. Milletvekili sayısı daha sonra milli mücadeleye katılanlarla birlikte artmıştır. BMM hükümetinin ilk başarılı icraatı Anadolu’daki iç isyanlara son verip egemenliğini perçinlemesi olmuştur. 1920 sonunda artık İstanbul hükümetinin Anadolu’da sözü geçmemektedir. Diğer önemli icraatı ise düşmanla mücadelenin düzenli ordu eliyle yürütülmesi için gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Bu arada Çerkez Ethem gibi çete muharebelerinden yana olanlar ya ikna edilmiş ya da tasfiye edilmiştir. 1921 başında cephede işler rayına girmiştir. BMM kendi teşkilat yönetmeliğini elden geçirme fırsatı bularak 20 Ocak 1921’de “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adı altında yeni anayasasını çıkarmıştır. 1921 başında cephedeki en önemli gelişme Yunan ordusunun Anadolu’nun iç bölgelerini hedefleyerek harekete geçmesidir. Ocak 1921 başında Yunan saldırısı geri püskürtülerek yeni kurulan düzenli orduya moral kazandırılmıştır. Diğer taraftan İtilaf devletleri Sevr Barış Antlaşması’nı küçük tavizlerle artık TBMM olarak anılmaya başlayan Ankara hükümetine kabul ettirebilmek için Londra’da bir konferans düzenlemiştir. Yunanlıların, İstanbul hükümetinin ve TBMM hükümetinin çağrıldığı konferanstan somut sonuçlar çıkmasa da TBMM ilk defa İtilaf devletlerince taraf olarak kabullenilmiştir. Şubat 1921’de yapılan Londra Konferansı sonrasında TBMM kendi davasını dünya kamuoyuna duyurma yeteneğini kazanmıştır. Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması imzalanarak doğu sınırlarımız Batum dışında Misak-ı Milliye uygun olarak düzenlenmiştir.

Birinci Mecliste İktidar-Muhalefet İlişkileri: Birinci mecliste muhalefet, iktidar grubundan ayrışarak değil, dışlanarak kurulmuştur. Mayıs 1921’de Mustafa Kemal kendine yakın gördüğü vekilleri toparlayarak ARMHC adıyla bir grup oluşturmuştur. Yaklaşık 90 vekil kendini ARMHC’ye dâhil görse de gruptan dışlanmıştır. Grubun asıl gayesi disiplinli bir şekilde hareket ederek devlet teşkilatının oluşturulmasını sağlamaktır. Dışarıda bırakılanlar Heyet-i Vekilenin görev ve sorumluluklarının belirlenmesini istiyor ve sorumsuz bir devlet başkanı konumundaki Meclis Başkanı’nı icradan sorumlu kılmaya çalışıyorlardı. Bakan seçimlerinin Meclis Başkanının gösterdiği adaylarla sınırlı olmasına karşıydılar. İki grup arasındaki ayrışmanın net olarak ortaya çıktığı konu ise Sakarya Savaşı öncesindeki Başkomutanlık tartışmalarıdır. Muhalifler Mustafa Kemal’in başkomutan olmasına karşı değillerdi ancak TBMM’de temsil edilen başkomutanlığa karşı “başkomutan vekili” olmasını doğru bulmaktaydılar. Mayıs 1922’de iki grup arasındaki ayrışma açık olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle muhalifler de İkinci Grup adıyla örgütlenme yolunu seçmiştir.

Başkomutanlık Meydan Savaşı ve Mudanya Ateşkes Antlaşması: 30 Ağustos 1922’de kazanılan zafer o kadar kesindi ki hiçbir taraf görmezden gelememiştir. Yunan ordusunun en güçlü kuvvetleri İznik’ten Menderes’e kadar uzanan geniş cephede Afyon-Kütahya arasında bozguna uğratılmış ve son Başkomutanı Trikupis esir alınmıştır. Eylül sonunda Çanakkale’de İngiliz kuvvetleriyle karşılaşıldığında ateşkes antlaşmasının zamanı gelmiştir. 11 Ekim 1922’de TBMM hükümeti ile İngiltere, Fransa ve İtalya arasında Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya dâhil edilmeyen Yunanistan 14 Ekim’de kendiliğinden antlaşmayı tanıdığını ilan ederek gereklerini yerine getirmek adına Doğu Trakya’yı boşaltmayı kabullenmiştir.

Lozan Barış Antlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra İtilaf devletleri İstanbul hükümeti ile TBMM hükümetini beraberce barış görüşmelerine davet etmiştir. Artık egemenlik konusunda ortak tanımayan TBMM hükümeti 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırma kararını oy birliğiyle almıştır. Bu gelişme sonunda İstanbul hükümeti istifa etmiş ve sadece Halife unvanını koruyan Padişah VI. Mehmet ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 20 Kasım’da Lozan’da toplanan Barış Konferansı’na katılacak delegeleri hükümet görevlendirmiştir. Delegelerden taviz verilmemesi istenen iki konu; Ermenilere toprak verilmemesi ve kapitülasyonların tamamen kaldırılmasıdır. Diğer konularda ise pazarlık yapılabilecektir. Şubat başında görüşmeler daha ziyade iktisadi konularda tıkanmış görüşmelere ara verilmiştir. Yeni görüşme trafiğinin başlamasına kadar Nisan başında yenilenen seçimlerle İkinci Grup üyeleri tasfiye edilmiştir. 22 Nisan’da konferans yeniden toplandığında İngiltere ekonomik konularda yumuşamış görünmektedir. Nitekim 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması kabul edilmiştir. Eylül 1923’te Mustafa Kemal’in grubu Halk Fırkası adını alacak ve Cumhuriyet’in kurucu partisi olacaktır. Ekim’in başında da Ankara başkent olarak ilan edilecektir. Savaş sona ermiş, Antlaşma imzalanmış ve dahası meclisteki muhalefet neredeyse yok edilmiştir. Fakat hâlen rejimin niteliği tartışmalıdır. 29 Ekim 1923’te alınan kararla birlikte yeni hükümet sisteminin adı “cumhuriyet” olarak konulmuştur. Artık resmi dilin Türkçe ve başkentin Ankara olduğu vurgulanan yeni siyasal sistem gereği hükümetin başı meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı sayılmıştır.

Osmanlı Modernleşme Döneminin Birikimi

Türk siyasi hayatının anlaşılması için Osmanlı’nın son dönem modernleşme çabaları birikiminin açıklanması gerekmektedir. Bu nedenle Tanzimat Fermanı ile başlayan siyasal süreç kısaca ele alınacaktır.

Tanzimat Zihniyetinin Dönüşümü: Tanzimat dönemi, Osmanlı aydınının ve bürokratlarının Avrupa medeniyeti karşısında geri kaldıklarını kabullendikleri bir dönemdir. Osmanlı’nın batılılaşmacı aydını geri kalmışlığı aşmanın Avrupa medeniyetine dâhil olmaktan geçtiğine inanmaktaydı. Avrupa medeniyetine dâhil olmanın ise ilk görünen biçimi kıyafetlere ve adab-ı muaşerete yansımıştır. II. Mahmut Dönemi’nden itibaren Osmanlı aydını ve bürokratları toplumun geleneksel kıyafetlerinden farklılaşarak “Avrupai” olarak giyinmeye başlamışlardır. Batılılaşma eğilimi adab-ı muaşerete de yansımış ve gündelik hayatı kapsamaya başlamıştır. Osmanlı ekâbirinin yabancılara verdiği davetlerde kadın ve erkeğin birlikteliği, sofra adabının masa adabına dönüşmesi, pantolon, ceket gündelik hayatta gözlemlenen dönüşümlerdir. Asıl dönüşüm ise devletin gücünün kaynağının farklılaşmasında yaşanmıştır. Klasik dönem, Osmanlı Devleti adalet dairesi gereğince en önemli üretim kaynağı olan toprağın çiftçiler tarafından verimli işlenmesine dayanmaktadır. Topraktan alınan ürünün fazlalığı ise daha çok vergi geliri demektir. Tımar sistemiyle birlikte etkili bir vergi sistemi oluşturan devlet, gelirleriyle büyük ve güçlü bir orduyu da finanse edebilmektedir. Osmanlı devletini güçlü kılan da ordunun güçlü olmasıydı. Gerek coğrafi keşiflerin yarattığı mali dengesizlikler gerekse başta ateşli silah teknolojisi olmak üzere Osmanlı’nın geri kalması devletin gücünü zayıflatmıştı. Osmanlı Devleti teknolojik geri kalmışlığın sebebini eğitim sisteminde fenden uzaklaşmakta görmektedir. Bu nedenle devlet, fen eğitimine önem veren batılı eğitim kurumlarını art arda kurmaya başlamıştır. Diğer taraftan Osmanlı medreselerinde okutulan ders programları yüzyıl boyunca fenni konuları da içermeye başlamıştır. Batılı tarzda eğitim veren kurumları meşrulaştıran zihinsel dönüşüm Osmanlı’nın teknolojik geri kalmışlığı aşma çabasıdır. Osmanlı’nın en uzun yüzyılı olarak 19. yüzyıl, küresel, siyasal ve ekonomik sistemin yerleştiği bir dönemdir. Bu nedenle uluslararası sisteme entegre olmaya çalışan Osmanlı, öncelikle hukuksal sistemini batılı hukuk müktesebatıyla uyumlaştırmaya çalışmıştır. Tanzimat Dönemi’nde vilayet sisteminden yerel yönetim sistemlerinin düzenlenmesine, eğitim sisteminden maden işletmelerine, pasaport işlemlerinden arkeolojik varlıkların korunmasına kadar birçok konuda nizamnameler çıkarmıştır. Osmanlı’nın sınırları belli siyasal alanını ilk genişleten unsur bürokrasinin güçlenerek siyasi kararlarda söz sahibi olmasıdır.

Yeni Osmanlılar ve Siyasetin Toplumsallaşması: Tanzimat bürokratlarının kültürel taklitçiliği, toplumda yansımasını bulmamıştır. Bu nedenle daha alt düzey bürokratlardan gelen Yeni Osmanlı Hareketi, Tanzimatçıların yarattığı kültürel boşluğu, aralarında farklı düşünenler olsa da genel olarak İslamcı değerlerle doldurmayı amaçlamışlardır. Yeni Osmanlılar, Tanzimatçılar gibi yukarıdan aşağı bir modernleşmeden değil, toplumsal değerlerle uyumlu bir modernleşmeden bahsetmektedir. Şinasi ve Namık Kemal gibi gazetecilikleriyle öne çıkan Yeni Osmanlılar düşüncelerini sarayın ve bürokrasinin dışında yayma imkânı bulmuştur. Efkâr-ı Umumiyeyi (kamuoyunu) etkilemenin modern yolunu 1860’larda artık gazeteler oluşturmaktadır. Yeni Osmanlıların modern reformları halkın geleneksel diliyle kamusal tartışmaya açmaları aynı zamanda reformların toplum tarafından benimsenmesine de neden olmuştur. Bu nedenle Osmanlı modernleşmesi, Tanzimatçıların olduğu kadar onlara karşı çıkan Yeni Osmanlı aydınlarının da bir ürünü sayılmalıdır. Yeni Osmanlılar meşrutiyet, adalet, eşitlik, hürriyet, vatan, halk, anayasa ve parlamento kavramlarını Osmanlı’nın geleneksel dünyasıyla birlikte yoğurarak Cumhuriyet’e giden yolun taşlarını döşemiştir. 1876 Kanun-u Esasisi’nin hazırlanmasında Yeni Osmanlıların fikirlerinden ve özellikle Namık Kemal’den yakın bir şekilde yararlanılmıştır. Osmanlı siyasetinin toplumsallaşması 1876 Kanun-u Esasisi ile taçlanmıştır. Fakat siyasal alanın genişlemesi uzun sürmemiş ve 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında toplumsal bütünlüğü sağlayamayan parlamento yeniden toplanmamıştır.

II. Abdülhamit Dönemi ve Modernleşme: Kendinden önceki Tanzimatçıların ve Yeni Osmanlıların bütün birikimlerinin yansımalarını taşıyan bu dönemde, bir taraftan modernleşmeci hamlelerle II. Mahmut’un hayalleri gerçekleştirilmiş, diğer taraftan da İslamcılığa dayanan politikalarla topluma ideolojik bir ruh kazandırılmaya çalışılmıştır. Dönemin en önemli sorunu, milliyetçilik duygularıyla beslenen ayrılıkçı toplumsal hareketlerdir. II. Abdülhamit, “ince ayarı” hedefleyen bir politikacı olarak öncelikle büyük devletlerle çatışmamaya çalışmış, küçük Balkan devletlerini ise birleştirmemek için çaba göstermiştir. Döneme özelliğini kazandıran politikalardan sapma, önce Balkan Savaşı’nda ve ardından I. Dünya Savaşı’nda devleti zor durumda bırakmıştır. Avrupa’nın ateş gücü yine Avrupalı bir siyasal güç olan Almanya ile dengelenmeye çalışılmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nin en belirgin modernleşmeci niteliği ise eğitim alanında ortaya çıkmıştır. Özellikle ilk ve ortaokulların İstanbul dışında da yaygınlaştırılması kayda değer gelişmeler yaratmıştır. Dini ve ahlaki değerlerle yüklü müfredatla amaçlanan; Pan-İslamist bir politik toplumsal bütünlük olmuştur.

İttihat ve Terakki Muhalefeti ve II. Meşrutiyet’in İlanı: II. Abdülhamit’in modernleşme çabaları ve dağılan Osmanlı toplumunu bir arada tutma gayretine rağmen siyasi muhalefet de giderek güçlenmiştir. Genç öğrenciler arasında memleketin elden gittiği kaygısı ve Padişah’ın iradesizliği genel kabul görmekteydi. II. Abdülhamit ise Osmanlı için çok zorunlu olmadıkça savaştan uzak durarak geri kalanı kurtarma derdindeydi. Muhalefetin ilk kıvılcımını; 1889’da bir araya gelerek Namık Kemal, Ziya Paşa ve İranlı yazar Ali Şefkati’nin eserlerini okumaya başlayan genç Askeri Tıbbiye öğrencileri ateşlemiştir. Gizli örgütün adı ilk zamanlarda İttihad-ı Osmanlı Cemiyeti olsa da Paris’teki muhalif Ahmet Rıza Bey’le temaslardan sonra Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetine dönüşmüştür. Ahmet Rıza’nın düşünceleri Prens Sabahattin gelene kadar hâkim olmuştur. II. Abdülhamit’e muhalefet etme konusunda birleşen cemiyet üyeleri onu nasıl iktidardan indirecekleri konusunda ve sonraki politikalarında anlaşamamaktadır. 1902’de Prens Sabahattin öncülüğünde I. Jön Türk Kongresi Paris’te toplansa da II. Abdülhamit’i tahttan indirmek için yabancı ülkelerden yardım alma konusunda açıkça anlaşmazlığa düşmüştür. 1907’deki II. Jön Türk Kongresi’ne Ermeni Taşnak-Sutyun Cemiyeti de katılmış II. Abdülhamit’i tahttan inmeye zorlama ve sonrasında Meşrutiyeti ilan etme hususunda anlaşılmıştır. Fakat bu hareketin fiili bir karşılığı olmuş değildir. Düşünsel ve entelektüel muhalefet olarak kalan Paris merkezli cemiyeti güçlü kılan 1906’da Selanik’te Talat Bey’in başkanlığında kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşmesidir. Bu birleşmeden sonra cemiyet çok bilinen Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi) ismine kavuşmuştur. Selanik merkezli cemiyet, Makedonya’daki kargaşanın müsebbibi olarak Padişahı görmekteydi. Vatanın kurtulması uğruna dağa çıkan tabur komutanları 23 Temmuz 1908’de Manastır’ı ele geçirerek Meşrutiyet’i ilan etti. 24 Temmuz günü de II. Abdülhamit Rumeli’den gelen ikazı kabullenerek Meşrutiyet’i resmen ilan etmiştir.

İttihat ve Terakki’nin Doğrudan İktidarı: İttihat ve Terakki Partisi iktidara Osmanlıcılık siyasetiyle gelmişti. Fakat II. Meşrutiyet sonrası Arnavut, Rum, Ermeni ve Arapların milliyetçi talepleriyle karşılaşmıştır. Özellikle Balkan Savaşı sonrası partinin politikalarının ana niteliğini Türk milliyetçiliği oluşturmuştur. İttihat ve Terakki’nin iddiası bozgunları durdurmak, devleti ayağa kaldırmak ve ıslahatları yapmaktır. Anayasa değişiklikleriyle başlayan ıslahatlar Şer’iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması, Şeyhülislamın kabineden çıkarılması, Aile Hukuku Kararnamesi gibi modern dünyaya uyum yasalarıyla devam etmiştir. Ekonomik alanda şehirlerin modern imarını devam ettirerek milli bankalar kurulmuştur. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki Partisi Parlamento ve ordudaki ağırlığına dayanarak hükümet üzerinde kontrol mekanizması kurmuştu. 1911 yasama yılı parlamentoda İttihat ve Terakki karşıtlarının Hürriyet ve İtilaf Partisi çatısı altında birleşmeleriyle birlikte açıldı. 21 Kasım’da kurulan muhalefet partisi 11 Aralık ara seçimlerinde büyük başarı kazandı. İktidarı kaybetme korkusu İttihatçıları Ocak 1912’de erken seçim kararı aldırmaya yöneltmiştir. 1912 seçimleri sonucunda İttihat ve Terakki Partisi ezici bir üstünlük sağlamıştır. İttihatçıların ağırlıklı olduğu parlamento Ağustos’ta feshedilmiş fakat Ekimde Balkan Savaşı başladığından Mayıs 1914’e kadar seçimler yapılamamıştır. Balkan Savaşı, Aralık 1912’de büyük bir hezimetle sonuçlanmıştır. Balkan Savaşı sonrasında İttihat ve Terakki iktidarı artık tartışılmazdır. I. Dünya Savaşı sonuna kadar tek parti hükümetleri kurulmuş ve Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın belirlediği siyasal kararlar ülkenin kaderini belirlemiştir.

I. Dünya Savaşı ve İttihat ve Terakki İktidarının Sonu: Balkan savaşı yenilgisi dış yardımlara mesafeli duran İttihatçı hükümetin II. Abdülhamit’in müttefiki Almanya’ya yakınlaşmasına neden olmuştur. Alman büyükelçisi Wangenheim, Babıali’nin her kararını belirlemeye başlamıştı. Diğer taraftan yeni silahların alınmasında ve ordunun eğitiminde Almanlar söz sahibi olmuştu. Bu arada savaşta alınacak muhtemel ittifaklar gereğince İngiltere, Ağustos 1914’te parası ödenmiş ve bitirilmiş savaş gemilerini teslim etmemiştir. I. Dünya Savaşı öncesinde Fransa ile ittifak arayışını somutlaştıran Cemal Paşa’nın çabalarından da bir sonuç çıkmayınca Ağustos 1914’te Almanya ile ittifak anlaşması imzalanmıştır. Osmanlı’nın savaşa fiilen girişi ise Ekim 1914’te Yavuz ve Midilli adı verilen Alman kruvazörlerinin Odesa ve Sivastopol’deki bazı hedefleri bombalamasıyla gerçekleşmiştir. 23 Kasım 1914’te Cihad-ı Mukaddes ilan edilmiştir. 1914 yılının ilk cephesi Kafkasya’da kurulmuştur. Aralık 1914’te Osmanlı ordusu Sarıkamış hattında büyük kayıplar yaşamıştır. Osmanlı için savaşın büyük muharebeleri 1915 baharında başlamıştır. Bir taraftan Irak cephesinde İngilizlerin Hindistan’dan getirdiği birliklerle Basra-Bağdat arasında savaşan Osmanlı kuvvetleri, diğer taraftan Şubat başında Süveyş Kanalı’na karşı taarruza geçmişti. Asıl muharebeler ise Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışan İtilaf donanmasına karşı verilmektedir. Mart ayının sonunda Boğaz’dan geçemeyeceğini kabullenen İtilaf donanması karaya asker çıkarma yoluna gitmiştir. Nisan 1915’te başlayan kara harekâtı Aralık 1915’te İtilaf devletlerinin geri çekilmesi ile sonuçlanmıştır. Ocak 1916’daki ilk zafer Çanakkale cephesinden İtilaf devletleri askerlerinin çekilmesi ile olmuştur. İkinci zafer de Nisan 1916’da Irak cephesindeki General Townshend komutasındaki İngiliz askerlerin Kut’ul Ammare’de teslim olmasıdır. Fakat Temmuz 1916’da gerçekleştirilen İkinci Kanal Harekâtı başarısız olmuştur. 1916 baharı Kafkas cephesinde Rus ilerlemesinin Erzurum, Rize ve Trabzon’un işgali ile başlamıştır. 1917 Baharı ise Irak cephesinde toparlanan İngilizlerin Bağdat’ı almasıyla sürmüştür. Savaşın sonu belli olunca Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce 8 Ekim 1918’de İttihatçı hükümet istifa etmiştir. 1 Kasım’da parti kendi kendini feshetmiş ve yerine Teceddüt Partisi kurulmuştur. Ateşkes anlaşmasından sonra da Talat, Cemal ve Enver Paşalar ülkeyi terk ederek Almanya’ya gitmiştir. Talat Paşa Berlin’de, Cemal Paşa ise Tiflis’te Ermeni komitacılar tarafından suikasta uğramıştır. Enver Paşa ise Özbekistan’da Kızıl Ordu ile savaşırken şehit olmuştur.

Mondros Ateşkes Antlaşması ve Antlaşmaya Tepkiler

30 Ekim 1918’de İttihatçı olmayan yeni Osmanlı hükümetinin ilk icraatı İtilaf devletleriyle Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda ateşkes antlaşması imzalamak olmuştur. Antlaşma gereğince Boğazlardaki istihkâmlar teslim edilmekte ve serbest geçişe izin verilmektedir. Bu madde uyarınca Çanakkale’den savaşla geçemeyen İtilaf donanması İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın önünde demirlemiştir. Ayrıca karasularına yerleştirilen torpil ve mayınların temizlenmesinde Osmanlı ordusunun yardım edeceği taahhüt edilmiştir. İtilaf devletlerine mensup esirlerin iadesi de hükme bağlanırken İtilaf devletlerine bir zorunluluk getirilmemiştir. Kara ve denizde asayişi sağlayacak kadar güvenlik kuvvetinin dışındaki askerlerin terhisi istenmektedir. Demir yollarının, limanların, Toros tünellerinin müttefiklerin kontrolüne bırakılması ve muharebe araçlarının tahrip edilmesi şart koşulmaktadır. Ateşkes Antlaşmasının en sorunlu yönü ise 7. Madde hükmünce İtilaf devletlerinin güvenlik tehdidi gördükleri yerleri işgal hakkına sahip olmalarıdır. Ateşkes Antlaşması gereğince verilen tavizleri milliyetçi düşünceyle yoğrulan ve genelde taşranın başarılı çocuklarından oluşan yeni askeri ve sivil bürokrasinin sindirmesi mümkün değildi. Fakat Batılılaşma seyri boyunca varlığını tavizlerle uzatmaya alışmış Osmanlı ekâbiri için verilen tavizlerden ziyade her şeye rağmen korunan devlet önemliydi. Damat Ferit Paşa ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İstanbul korundukça devletin varlığını koruyacağını zannetmektedir. Balkan savaşlarıyla birlikte açıkça ortaya çıkan genç bürokrat ve askerlerdeki milliyetçi tavırlar Birinci Dünya Savaşı’nda daha da kuvvetlenmişti. Onlar için önemli olan İstanbul’dan ziyade Türk yurduydu. Milliyetçiler Türk yurdunun sınırlarını ise en azından ateşkes antlaşması sırasında korunabilen sınırlar olarak görmekteydi. Osmanlı hükümeti ise barış antlaşmasında verilecek karara güvenerek direnmeye çalışan toplumu teskin etme politikası uygulamıştır.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanması ve Sevr Barış Antlaşması: Ateşkes Antlaşması’nın ilk uygulanan hükümleri ordu üzerindeki bürokratik düzenlemelerdir. Mevcut asker sayısının 50 bine indirilmeye çalışılması ve ordunun teşkilat olarak küçültülmesi hedeflenmiştir. Ateşkes Antlaşması Osmanlı Devleti’nin varlığını hukuken koruduğundan Padişah VI. Mehmet tarafından olumlu karşılanmıştır. İlk günlerde İstanbul basını Ateşkes Antlaşması’nın şartlarını ağır bulmamakta ve Wilson İlkeleri gereğince bağımsızlığın ve egemenliğin korunacağını umut etmektedir. Ocak 1919’da demiryolu hattının güvenliği bahanesiyle Trakya’da Yunan işgali başlamıştır. Mart 1919’da ise İtalyanlar Antalya’dan Anadolu topraklarını işgale başlamış daha sonra Muğla, Burdur, Milas ve Söke’yi de işgal etmişlerdir. Yunanlılar ise asıl işgallerine Mayıs 1919’da İzmir’de başlamışlardır. 1919 baharı bitmeden Manisa ve Aydın da işgal edilmiştir. Nisan 1919’da Fransız işgal kuvvetleri Antep’e gelmiştir. Ateşkes Antlaşması imzalandığında Osmanlı’nın 1916’da imzalanan ve Orta Doğu’nun nasıl bölüşüleceğini öngören Sykes-Picot Antlaşması’ndan haberi yoktur. Oysa İngilizler antlaşma gereğince Fransızlara bıraktıkları Musul’dan vazgeçmemişler ve Fransızların Maraş, Antep ve Urfa ile yetinmesini sağlamışlardır. Savaş sonrasında uzun süren Paris Barış Konferansı sırasında bile İtilaf devletlerinin politikaları değişikliğe uğramamıştır. Bu nedenle Ateşkes Antlaşması’ndan yaklaşık iki yıl sonra yeniden başlayan Anadolu direnişinin karşısında hiçbir anlamı olmayan Sevr Barış Antlaşması imzalanmıştır.

Antlaşmalara ve İşgallere Karşı Direnişler: Mondros Ateşkes Antlaşması’na ilk tepkiler Kars Milli İslam Şurası’ndan gelmiştir. Anlaşma uyarınca Kars, Ardahan ve Batum’dan çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti sona erince Şura, yerel bir hükümet olarak kurulmuş ancak Nisan 1919’da bölgeyi işgal eden İngilizler tarafından dağıtılmıştır. Aralık 1918’de Fransızlar tarafından işgal edilen demir yolu hattına tepki olarak Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyeti Osmaniyesi kurulmuştur. Ocak 1919’da Yunanlılar bölgeye geldiğinde mücadele onlara karşı yönelmiştir. İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de Aralık 1918’de ilk kurulan direniş teşkilatlarından biridir. Cemiyet İzmir’in işgalinden bir gün önce İzmir Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi adını alarak işgale karşı protesto hareketlerinin yanında silahlı direnişe de başlamıştır. İzmir işgali sonrasında bölgede Balıkesir’den Denizli’ye kadar geniş bir alanda Redd-i İlhak cemiyetleri kurulmaya başlanmıştır. Aralık 1918’de kurulan Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bölgenin Ermenilere verilecek olmasına karşı mücadele etmiştir. Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ise Şubat 1919’da kurulmuştur. Adana bölgesinin Fransızlar tarafından işgal edileceği söylentileri üzerine Aralık 1918’de Kilikyalılar Cemiyeti kurulmuştur. Direniş hareketlerinin en önemli ortak özelliği motivasyonlarını milliyetçilik duygusundan almalarıdır. İlk dönemlerde birbirinden bağımsız şekilde kendi bölgelerini korumaya çalışan hareketler, mücadelelerinin meşruiyetini güçlendirmek için de bölgenin bir Türk yurdu olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Anadolu’daki en güçlü direnişi ise Mayıs 1919’da Samsuna gelen Mustafa Kemal örgütlemiştir. 4-11 Eylül arasında toplanan Sivas Kongresi’nde direniş örgütlenmesi tek çatı altında toplanmış, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır.

Anadolu’da Siyasi İstikrarın Sağlanması ve İsyanlar: Anadolu’da işgallere karşı oluşan Kuva-i Milliye, Sivas Kongresi sonrası meşruiyetini artırmıştı. İstanbul hükümeti ve İtilaf devletleri tarafından desteklenen Ahmet Anzavur, Ekim-Kasım 1919’da Sivas Kongresi’ni etkisiz kılmak adına ilk isyanı gerçekleştirmiştir. İstanbul’un işgal edildiği günlerde Şubat-Nisan 1920’de ikinci isyana yeltenmiş ve nihayet BMM kurulduktan sonra Mayıs 1920’de son isyanını gerçekleştirmiştir. Haziran 1920 tarihi Anzavur’un askeri gücü olan Kuva-i İnzibatiyenin sonu olmuş ve ortadan kaldırılmıştır. Bu arada Nisan 1920’de Kuva-i Milliyeyi İttihatçıların devamı gören ve sadakatle bağlı oldukları Saray tarafından motive edilen Çerkes ve Abhazlar Düzce merkezli bir isyan başlatmıştır. Kısa zamanda Bolu, Gerede, Mudurnu ve Beypazarı’nı ele geçirerek Ankara’ya kadar yaklaşmışlardır. Geyve, Kandıra ve Balıkesir’den gönderilen birlikler ilk önceleri başarılı olmasa da Mayıs 1920’de Çerkez Ethem’in bölgeye gelmesiyle isyan bastırılmıştır. Mayıs 1920’de Yozgat bölgesinin güçlü ailesi Çapanoğulları Ankara’da yeni oluşan hükümete karşı isyan etmiştir. Ağustos’a kadar süren isyanı da Çerkez Ethem bastırmıştır. Fransızların desteğiyle Siirt civarında Milli Aşireti isyan etmiştir. İsyan ancak Eylül 1920’de bastırılabilmiştir. Aynı tarihlerde Afyon’da Çopur Musa isyan etmiş ve üzerine gönderilen kuvvetlere direnemeyerek Yunanlılara sığınmak zorunda kalmıştır. Çerkez Ethem bir isyana kalkışmış Aralık sonunda ona karşı başlatılan harekât Ocak 1921 sonuna kadar sürmüş ve isyan tamamen bastırılmıştır.

Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Milli Mücadele

23 Nisan 1920’de BMM 127 milletvekiliyle birlikte açılmıştır. Milletvekili sayısı daha sonra milli mücadeleye katılanlarla birlikte artmıştır. BMM hükümetinin ilk başarılı icraatı Anadolu’daki iç isyanlara son verip egemenliğini perçinlemesi olmuştur. 1920 sonunda artık İstanbul hükümetinin Anadolu’da sözü geçmemektedir. Diğer önemli icraatı ise düşmanla mücadelenin düzenli ordu eliyle yürütülmesi için gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Bu arada Çerkez Ethem gibi çete muharebelerinden yana olanlar ya ikna edilmiş ya da tasfiye edilmiştir. 1921 başında cephede işler rayına girmiştir. BMM kendi teşkilat yönetmeliğini elden geçirme fırsatı bularak 20 Ocak 1921’de “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adı altında yeni anayasasını çıkarmıştır. 1921 başında cephedeki en önemli gelişme Yunan ordusunun Anadolu’nun iç bölgelerini hedefleyerek harekete geçmesidir. Ocak 1921 başında Yunan saldırısı geri püskürtülerek yeni kurulan düzenli orduya moral kazandırılmıştır. Diğer taraftan İtilaf devletleri Sevr Barış Antlaşması’nı küçük tavizlerle artık TBMM olarak anılmaya başlayan Ankara hükümetine kabul ettirebilmek için Londra’da bir konferans düzenlemiştir. Yunanlıların, İstanbul hükümetinin ve TBMM hükümetinin çağrıldığı konferanstan somut sonuçlar çıkmasa da TBMM ilk defa İtilaf devletlerince taraf olarak kabullenilmiştir. Şubat 1921’de yapılan Londra Konferansı sonrasında TBMM kendi davasını dünya kamuoyuna duyurma yeteneğini kazanmıştır. Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması imzalanarak doğu sınırlarımız Batum dışında Misak-ı Milliye uygun olarak düzenlenmiştir.

Birinci Mecliste İktidar-Muhalefet İlişkileri: Birinci mecliste muhalefet, iktidar grubundan ayrışarak değil, dışlanarak kurulmuştur. Mayıs 1921’de Mustafa Kemal kendine yakın gördüğü vekilleri toparlayarak ARMHC adıyla bir grup oluşturmuştur. Yaklaşık 90 vekil kendini ARMHC’ye dâhil görse de gruptan dışlanmıştır. Grubun asıl gayesi disiplinli bir şekilde hareket ederek devlet teşkilatının oluşturulmasını sağlamaktır. Dışarıda bırakılanlar Heyet-i Vekilenin görev ve sorumluluklarının belirlenmesini istiyor ve sorumsuz bir devlet başkanı konumundaki Meclis Başkanı’nı icradan sorumlu kılmaya çalışıyorlardı. Bakan seçimlerinin Meclis Başkanının gösterdiği adaylarla sınırlı olmasına karşıydılar. İki grup arasındaki ayrışmanın net olarak ortaya çıktığı konu ise Sakarya Savaşı öncesindeki Başkomutanlık tartışmalarıdır. Muhalifler Mustafa Kemal’in başkomutan olmasına karşı değillerdi ancak TBMM’de temsil edilen başkomutanlığa karşı “başkomutan vekili” olmasını doğru bulmaktaydılar. Mayıs 1922’de iki grup arasındaki ayrışma açık olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle muhalifler de İkinci Grup adıyla örgütlenme yolunu seçmiştir.

Başkomutanlık Meydan Savaşı ve Mudanya Ateşkes Antlaşması: 30 Ağustos 1922’de kazanılan zafer o kadar kesindi ki hiçbir taraf görmezden gelememiştir. Yunan ordusunun en güçlü kuvvetleri İznik’ten Menderes’e kadar uzanan geniş cephede Afyon-Kütahya arasında bozguna uğratılmış ve son Başkomutanı Trikupis esir alınmıştır. Eylül sonunda Çanakkale’de İngiliz kuvvetleriyle karşılaşıldığında ateşkes antlaşmasının zamanı gelmiştir. 11 Ekim 1922’de TBMM hükümeti ile İngiltere, Fransa ve İtalya arasında Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya dâhil edilmeyen Yunanistan 14 Ekim’de kendiliğinden antlaşmayı tanıdığını ilan ederek gereklerini yerine getirmek adına Doğu Trakya’yı boşaltmayı kabullenmiştir.

Lozan Barış Antlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra İtilaf devletleri İstanbul hükümeti ile TBMM hükümetini beraberce barış görüşmelerine davet etmiştir. Artık egemenlik konusunda ortak tanımayan TBMM hükümeti 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırma kararını oy birliğiyle almıştır. Bu gelişme sonunda İstanbul hükümeti istifa etmiş ve sadece Halife unvanını koruyan Padişah VI. Mehmet ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 20 Kasım’da Lozan’da toplanan Barış Konferansı’na katılacak delegeleri hükümet görevlendirmiştir. Delegelerden taviz verilmemesi istenen iki konu; Ermenilere toprak verilmemesi ve kapitülasyonların tamamen kaldırılmasıdır. Diğer konularda ise pazarlık yapılabilecektir. Şubat başında görüşmeler daha ziyade iktisadi konularda tıkanmış görüşmelere ara verilmiştir. Yeni görüşme trafiğinin başlamasına kadar Nisan başında yenilenen seçimlerle İkinci Grup üyeleri tasfiye edilmiştir. 22 Nisan’da konferans yeniden toplandığında İngiltere ekonomik konularda yumuşamış görünmektedir. Nitekim 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması kabul edilmiştir. Eylül 1923’te Mustafa Kemal’in grubu Halk Fırkası adını alacak ve Cumhuriyet’in kurucu partisi olacaktır. Ekim’in başında da Ankara başkent olarak ilan edilecektir. Savaş sona ermiş, Antlaşma imzalanmış ve dahası meclisteki muhalefet neredeyse yok edilmiştir. Fakat hâlen rejimin niteliği tartışmalıdır. 29 Ekim 1923’te alınan kararla birlikte yeni hükümet sisteminin adı “cumhuriyet” olarak konulmuştur. Artık resmi dilin Türkçe ve başkentin Ankara olduğu vurgulanan yeni siyasal sistem gereği hükümetin başı meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı sayılmıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.