Açıköğretim Ders Notları

Türkiye Cumhuriyeti İktisat Tarihi Dersi 3. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türkiye Cumhuriyeti İktisat Tarihi Dersi 3. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Korumacı-Devletçi Kalkınma Modeline Geçiş (1929-1939)

Dönemin Ekonomi Politikası (1929-1939)

Yeni Devlet’in ekonomi alanındaki ilk hedefi, ulusal ve bağımsız bir ekonomik yapıya sahip olmak ve bunu da özellikle sanayi yoluyla gerçekleştirmekti. Ancak pek de başarılı olunamadı. Bu başarısızlığın en önemli nedeni, Osmanlı sanayisinin yapısal özelliklerinin korunmasıdır.

Türkiye’de liberal politikalardan devletçiliğe doğru giden süreçte;

  • Lozan’da benimsenmek zorunda kalınan kısıtlayıcı hükümlerin 1929 yılında yürürlükten kalkması,
  • Devletin ekonomik etkinliğinin artması,
  • Özel sermaye birikiminin yetersizliği ve
  • Bu sermayenin millilikle bağdaşmayan yapısı oldukça etkili olmuştu.

1929 dünya ekonomik krizinin etkileri de eklenince, devletin ekonomiye müdahalesi kaçınılmaz hale gelmişti. Dünya ekonomik bunalımı yıllarında Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak Sayfa 75’deki Tablo 3.1 incelenebilir. Türkiye’nin devletçiliğe geçişinde, M. Kemal Atatürk’ün 1930 yılında başlayan yurt gezisinin de önemli rolü vardır.

Fethi Okyar, Atatürk’ün isteğiyle 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Partisi’ni kurmuştur. Yeni partinin kuruluş amaçlarından biri, yükselen siyasal ve toplumsal muhalefeti kontrol altına almaktı.

Türkiye’de devletçilik uygulamaları, en belirgin şekliyle 1932 yılında başlamıştı. Millileştirme ise 1933 yılından itibaren büyük bir ivme kazanmıştı. 1937’ye gelindiğinde; devletçilik ilkesinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerinden biri olduğu kabul edilmişti.

Tarımsal Gelişme

Türkiye’de 1930’larda ulusal gelirin büyük bir bölümü tarımdan elde edilmişti. Emek ve istihdam da tarım alanında yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla nüfusun da büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşamıştı.

Türkiye’nin bu dönemde genel bir tarımsal kalkınma stratejisi izlediğini söylemek oldukça zordur. 1929 yılında yaşanan ekonomik bunalım, tütün, incir, pamuk, üzüm, fındık gibi Türkiye’nin ihraç ettiği ürünlerin fiyatlarının hızla düşmesine neden olmuştur.

Ekonomik bunalım sırasında fiyatı en çok düşen tarım ürünü ise buğday olmuştu. Ziraat Bankası 1931 yılında, köylüden buğday alarak fiyatlardaki düşüşü önlemeye çalışmıştı ama yeterli olamamıştı. 1932 yılında 2056 sayılı “Buğday Koruma Kanunu’’nu çıkarmıştı.

Ziraat Bankası, köylünün ürününü elinden çıkarmak istediği durumlarda, güçlü bir alıcı olarak piyasaya girecek ve fiyatlardaki aşırı düşüşü önleyecekti. Banka, daha sonra ise elindeki buğdayı piyasaya sürerek fiyat yükselmelerinin önüne geçecekti. Buğday Koruma Kanunu’nun, örgütlenmenin yetersiz olması ve alımlarda kalite farkı gözetilmemesi nedeniyle etkisi sınırlı kalmıştı.

Yeni kaynak sağlamak ve altyapı çalışmalarına kaynak aktarmak amacıyla 1934 yılında 2466 sayılı ikinci bir Buğday Koruma Kanunu çıkarılmış, un ve un mamulleri üzerine vergi konulmuştu. Böylece 1938 yılma kadar buğday piyasasına Ziraat Bankası’nı kullanarak müdahale eden devlet, o tarihte taban fiyatlarını ilan etmek ve stok biriktirerek tarımsal ürünlere destekleyicilik yapmakla görevli Toprak Mahsulleri Ofisi’ni kurmuştu. Ofis, İkinci Dünya Savaşı yıllarında buğdaya ek olarak arpa, mısır, kuşyemi ve susamda da piyasa işlemlerini yürütmekle görevlendirilmişti.

1932 yılında 2061 sayılı “Türkiye’de Afyon Yetiştiriciler Satış Birliği” kurulmuştu. 1932 yılındaki Birinci Tütün Kongresi ve 1934 yılında ise ikincisi Ankara’da düzenlenmişti. 1934’de Samsun’da Yumurtacılık Kongresi toplanmıştı. 1935 yılında 2834 sayılı “Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu” çıkarıtıldı.

1930’lu yıllarda tarımsal üretimin ağırlıklı olarak karasabanla yapılması, ülkedeki pulluk sayısının artırılması yolundaki görüşleri kuvvetlendirmiş ve bu amaçla 1930’da, “Pulluk Kullanımı İçin Bir Sermaye Oluşturulmasına Dair Kanun’’ çıkarılmıştır.

Bu dönemde Atatürk Orman Çiftliği uygulamasının başarısı da göz önüne alınarak;

  • Tarımı geliştirmek,
  • Nitelikli tohum, fide ve fidan yetiştirmek üzere devlet sermayesiyle örnek çiftlikler kurulması kararlaştırıldı.

Tarımı geliştirmek için teknik personelin eğitimine ve tekniğin yayılmasına yönelik çalışmalara da ivme kazandırılmıştı. Öncelikle 1933 yılında Yüksek Ziraat Enstitüleri kurulmaya başlanmış ve ilk enstitü Ankara’da açılmıştı.

Atatürk, 1936 yılında Meclis’e hitap ederek toprak reformuna verdiği önemi göstermişti. Ancak bu isteğe rağmen toprak reformu gerçekleştirilememişti.

1937’de Ziraat Vekâleti’ne bağlı olarak makine kombinaları kurulmuş ve bunların özel çiftliklere makine ve araç kiralamaları kararlaştırılmıştı. 1938 yılına gelindiğinde bu çiftlikleri devralmak üzere, bir iktisadi devlet girişimi olarak Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu kurulmuştu. 1929-1939 yılları arasında gerçekleştirilen faaliyetler arasında;

  • Dağınık köylerin birleştirilmesi,
  • Bine yakın zirai kombinanın inşaası,
  • Anadolu’nun 12 su bölgesine ayrılarak merkezi bir sulama sisteminin oluşturulması ve
  • Tarıma yönelik Devlet İktisadi Teşekkülleri’nin kurulmasının hızlandırılması gibi çabalar da yer almıştı.

Dönem içinde devletin tarımsal alana müdahalesinin en temel nedeni ihracata ilişkin kaygılardan ileri gelmişti. Devlet, tarımsal hammadde kullanan sektörler kurarak tarımsal ürünlere talep oluşturmuş ve böylece tarım alanını etkilemişti. Bu dönemde kurulan ve kurulması tasarlanan sanayilerden tarımsal üretimde en etkili olanlar şeker sanayi ile pamuklu dokuma sanayiidir.

Pamuk üretiminde ise Türkiye’nin öncelikli iki amacı vardı:

  • Yeni kurulması planlanan dokuma fabrikalarının ihtiyaç duyacakları pamuğu Türkiye’den temin etmek ve
  • İhracatta pamuğun önemini kaybetmemesini sağlamak.

TBMM, 1934’te “Merinos Koyunları Yetiştirilmesi ve Islah Edilmiş Pamuk Tohumları Üretilmesi” hakkındaki 2582 sayılı bir kanun çıkarmıştı. Böylece Türkiye’de 1935 yılından sonra kaliteli açık koza ekim alanları hızla artmaya başlamıştı.

Sanayileşme ve Ulaştırma

Sanayileşme, Cumhuriyetin ilk on yılında da bütün teşviklere rağmen istenilen düzeye ulaştırılamamıştı. Yeni Devlet, ekonomik bunalımın etkisinin yoğun olarak hissedildiği 1931 ve 1932 yıllarında daha köklü bir sanayileşme niyeti ortaya koydu.

1929’da, Atatürk’ün himayesinde kurulan “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”nin yarı resmi bir nitelik taşıdığını belirtmek gerekir. Bu Cemiyet günümüzde Türkiye Ekonomi Kurumu ismiyle çalışmalarını sürdürmektedir. Cemiyet, tasarruf alışkanlığının geliştirilmesi için “yerli malı” kullanma kampanyaları, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ve çeşitlendirilmesi ve milli kaynakların daha verimli kullanılmasına yönelik çaba göstermişti.

1930 yılındaki Sanayi Kongresi bir dizi çalışma yaparak, milli sanayinin kurulması ve Müslüman Türk merkezli sermaye birikiminin sağlanması için gerekli yolları arama adına önemli bir misyon yüklenmişti.

Söz konusu yıllarda sanayileşme doğrultusunda atılan önemli adımlardan biri de Devlet Sanayi Ofisi’nin kurulmasıdır. Sanayi ve Maadin Bankası’nın yeterli olamaması üzerine sanayi işletmeciliğini, sanayi bankacılığından ayırmak için “ Sanayi Ofisi ” ve “ Türkiye Sanayi Kredi Bankası ” adıyla iki kurumun oluşturuldu. Kurulan Devlet Sanayi Ofisi özel teşebbüs tarafından kuşkuyla karşılanmıştı.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı: Cumhuriyet döneminin ilk büyük sanayi atılımıdır. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, ekonomik kaynakların düzene sokulması ve devletçilik ilkesinin uygulanması bakımından da oldukça önemlidir Çalışmalarını 1929 yılına kadar götürebileceğimiz Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlıkları 1933 yılında tamamlanmış ve 1934 tarihinde yürürlüğe girmişti.

Sovyetler Birliği’nin 1928’de “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”nı uygulamaya koyması, dünya ekonomik krizinden fazla etkilenmemesi ve plan uygulamasında başarılar sağlaması Türkiye’de ilgiyle karşılanmıştı. İki ülke arasında kapsamlı bir ekonomik anlaşma imzalanmıştı. Antlaşmanın en önemli kısmı ise, Sovyetlerin, Türkiye’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nı gerçekleştirmesine yardım edecek olmasıydı

Birinci Beş Yıllık Sanayi Plan’ının uygulamalarına bakıldığında küçümsenmeyecek derecede başarılı oluğu görülecektir. Hem imalat kesiminde meydana getirilen milli ürün, hem de bu grupta çalışan iş gücü sayısı %100’den fazla bir artış göstermiş, sanayide sağlanan değerin ortalama artış hızı da yılda %10’nu bulmuştu.

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı: 1936’da İkinci Planı görüşmek için Ankara’da bir Sanayi Kongresi toplanmıştı. Yeni plan birincinin aksine, tüketim malları üretimi üzerinde çok daha az durmuştu. Ayrıca, birinci plana göre daha ayrıntılı bir biçimde mühendislik, maliyet ve piyasa araştırmaları açıklanmıştı.

İkinci Beş yıllık Sanayi Planı’yla madencilik, maden kömürü ocakları, elektrik santralları, ev yakacakları sanayi ve ticareti, toprak sanayi, gıda maddeleri sanayi ve ticareti, kimya sanayi, makine sanayi ve deniz ulaşımı şeklinde dokuz alanda yatırımlar yapılarak işletmeler kurulmasını hedeflenmişti.

Plan’da modern makine sanayine geçilmesi için ziraat makineleri ve makine parçaları üretecek bir makine fabrikasının kurulması, bir madeni eşya fabrikasının inşa edilmesi gerekliliği üzerinde de durulmuştu. Plan’da, denizcilik açısından da bir takım öneriler getirilmişti.

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanma aşamasında İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’ndan farklı olarak dış kredi kullanımı yoluna gidilemedi. 1936’da yayınlanan ve 1938-1943 yıllarını kapsayan İkinci Beş yıllık Sanayi Planı, birincisine göre daha kapsamlı olmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle uygulanamamıştı.

Enerji: Sanayi planlarının hazırlık aşamasında kurulması tasarlanan fabrikaların enerji ihtiyacının olabildiğince yerli kaynaklardan karşılanması gerektiği üzerinde durulmuştu. Çünkü sanayileşmeyle birlikte enerji talebi de artacaktı. Ülkenin bilinen en önemli enerji kaynağının taş kömürü olduğu kabul edildiği için taşkömürü üreten yabancı şirketlerin millileştirilmesi yoluna gidilmişti.

1935’de elektrik ihtiyacının tespit edilmesi, elektrik üretimine elverişli su kaynaklarının ve üretim potansiyellerinin belirlenmesi için “Elektrik İşleri Etüd İdaresi’’ kurulmuştur. Çubuk Barajı 1936’da Avrupalı şirketler tarafından inşa edilmiş ve işletmeye açılmıştı. Bu doğrultuda da özellikle elektrik enerjisi üretiminde gelişme sağlanmıştı. Ancak tüm bu çabalara rağmen 1930- 1939 döneminde enerji üretimi konusunda yeterli bir gelişme sağlanamamıştı.

Madencilik: Sanayileşmeyi gerçekleştirebilmek için maden ve yeraltı kaynaklarından etkin bir şekilde yararlanılması oldukça önemlidir. Cumhuriyet döneminde bu kaynakları kullanacak yeterli sermaye, altyapı ve bilgi olmadığından mevcut işletmelerin büyük kısmı yabancıların elindeydi.

Madenlerin idaresi konusu Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı gereğince 1935’te kurulan Etibank’a bırakılmıştı. Bu banka, maden kaynaklarının üretim ve işletmesiyle ilgili işlemlerin yapılması amacıyla kurulmuştu. Ayrıca petrol bulmak ve üretime geçirmek için 1933 yılında İktisat Vekâleti’ne bağlı “Petrol Arama ve İşletme İdaresi” kurulmuştu. Aynı şekilde altın için de “Altın Arama ve İşletme İdaresi” faaliyete geçirilmişti. Bu işletmelerin yeterli katkı ve başarıyı sağlayamaması üzerine ise 2804 sayılı kanunla 14 Haziran 1935’de “Maden Tetkik Arama Enstitüsü” kurulmuştur. Kömür ve maden üretimiyle ilgili olarak Sayfa 86’daki Tablo 3.2 incelenebilir.

Ulaştırma Politikası: Ekonomide hissedilen devlet ağırlığı, ulaşımın her alanında da kendini göstermişti. 1930’lu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları yönetiminde demiryolu yapımı hızlı bir şekilde devam ettirilmişti. Türkiye bir yandan demiryolu yatırımlarını sürdürmüş, diğer taraftan da bu alanda millileştirmeler gerçekleştirmişti. 1930-1939 yılları arasındaki demiryollarına ilişkin sayısal verilerle ilgili olarak Sayfa 87’deki Tablo 332 incelenebilir.

Demiryollarının ülkenin savunulmasında ve ekonominin canlandırılmasında vazgeçilmez bir araç olduğu her fırsatta vurgulanmıştır.

Ulaşımda denizyolları ve limanlarla ilgili olarak kabul edilen ilk kanun 1932’de 2068 sayılı kanunla, Türk limanları arasındaki posta seferleri devlet tekeline alınmıştır.

Denizyollarıyla ilgili çıkarılan bir diğer kanun ise, 1933 yılında “Denizyolları İşletme Kanunu”dur. Kanun’un yürürlüğe girmesinden en fazla 6 ay içinde kurulacak bir anonim şirketin Denizyolları İşletme Müdürlüğü ile birlikte posta seferleri alanında çalışmaya hakkı olduğu vurgulanmıştı.

Denizyollarıyla ilgili diğer bir düzenleme de, 1933’de 2248 sayılı “Denizyolları ve Akay İşletmeleri ile Fabrika ve Havuzlar Hakkında Kanun”dur. Kanunla birlikte Seyrisefain Müdüriyeti kaldırılarak, bu idarenin sorumluluğu altındaki farklı işler, ayrı ve yeni idarelere bağlanmıştı.

1934 yılında 2521 sayılı “Liman İşlerinin Hükümetçe İdaresine Dair Kanun”un kabulüyle, liman şirketleri dönemi bitmişti.

Limanlarla ilgili olarak 1936 yılında 3025 sayılı “İstanbul ve İzmir Limanlarının Sureti İdaresi Hakkında Kanun”la, İstanbul ve İzmir limanlarının yönetim biçimi yeniden düzenlenmişti.

Ülke içinde yolcu taşımacılığının tamamen devlet tekeline alınması deniz ticaretinde yeni bir safhaya geçişi hızlandırmış ve Denizbank 1938 yılında faaliyete geçirilmişti. 1932-1939 yılları arasında demiryolları, denizyolları, liman ve rıhtım işletmeleri tamamen devletleştirilmiştir.

Bankacılık

Cumhuriyet’in ilk yılında saptanabildiği kadarıyla 18’i milli 13’ü yabancı banka olmak üzere toplam 31 banka vardı. Bu sayı 1932’de -T.C. Merkez Bankası dâhil olmak üzere- 45’i milli, 15’i yabancı olmak üzere 60’a yükselmişti. Cumhuriyet döneminde 1931 yılı, 1958 yılı ile birlikte Türkiye’de banka sayısının en yüksek düzeye ulaştığı yıl olmuştu

1933-1938 yılları arasında art arda önemli devlet bankaları kurulmuştu. Bu yoğunluğun Birinci Beş Yıllık Sanayi Plan’ı ile doğrudan bir ilgisi vardır. Dönem boyunca bankacılık alanında çeşitli yasal düzenlemelere gidilmişti.

Bu devirde özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirilmesi arzulanan kalkınma modeli terk edilmiş, yerine “devlet işletmeciliği” kavramı getirilmişti. Bu durum da büyük sermayeli devlet bankalarının kurulmasını gerektirmiştir. Bu amaçla Sümerbank, Etibank, Denizbank, Halk Bankası ve İller Bankası kurulmuştur.

T.C. Merkez Bankası: İzmir İktisat Kongresi’nde milli bir devlet bankasının kurulmasının zorunlu olduğu önemle vurgulanmıştı. Atatürk, Merkez Bankası kurulması konusunda ısrarlı olmuştur. Banka 15 milyon lira sermaye ile 1931 yılında resmen açılmıştır. Bankanın amaçları şu şekilde sıralanmıştır:

  • İskonto fiyatını tespit ve para piyasasını ve tedavülünü düzenlemek,
  • Hazine işlemlerini yapmak,
  • Hükümetle birlikte Türk evrak-ı nakdiyesinin (banknot) müstakbel istikrarına matuf tüm önlemleri almak.

Sümerbank: Çekirdeğini 1925 yılında kurulmuş Sanayi ve Maadin Bankası oluşturmuştu. 1932 yılında Sanayi ve Kredi Bankası’na dönüştürülmüştü. 1933 yılında Devlet Sanayi Ofisi’yle birleştirilerek 20 milyon lira sermayeli Sümerbank kurulmuştu. Kuruluş amacı, milli kaynaklardan yararlanarak sanayileşmenin daha verimli ve planlı yürütülebilmesidir.

Halk Bankası: Küçük esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacını karşılamak için 1933’de kurulmasına rağmen yeterli sermayenin sağlanamaması nedeniyle 1938 yılına kadar faaliyete geçememişti. Anonim şirket statüsüne sahip ve 3 milyon lira sermayelidir.

Sanayi ve Kredi Bankası: Sanayi ve Maadin Bankası, 1932’de;

  • Devlet Sanayi Ofisi ve
  • Sanayi ve Kredi Bankası şeklinde ikiye ayrılmıştı.

Özel teşebbüs tarafından benimsenmemişti. Mali imkânlardan yoksun olarak doğmuştu. Nitekim Banka ve Devlet Sanayi Ofisi kısa bir süre sonra bir çatı altında toplanarak Sümerbank oluşturulacaktır.

Ziraat Bankası: Adı 1937’de T.C. Ziraat Bankası’na dönüştürülmüştü. 1937’de yürürlüğe giren 3202 sayılı Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası Kanunu’nun temel amaçlarından biri, ülkenin önemli bir kesimini oluşturan gerçek çiftçilerin, kredi ve kaynak olanaklarından yararlandırılmasıydı. Ayrıca Tarım Satış Kooperatifleri’nin kurulması, geliştirilmesi ve çoğaltılmasında, Ziraat Bankası’nın rol oynayacağı belirtilmişti.

Belediyeler (İller) Bankası: 1933 yılında 1.5 milyon lira sermaye ile kurulmuştur. Adı 1945 yılında İller Bankası olarak değiştirilecek olan bu banka;

  • Şehirlerin kalkınması ve gelişmesine hizmet etmek,
  • İmar planları oluşturmak,
  • Elektrik, havagazı, kanalizasyon ve su gibi kamu hizmetlerinin yapılması için belediyelere gerekli kredi ile
  • Teknik yardım sağlamak üzere kurulmuştur.

Bankanın kayda değer bir gelişme gösterdiği söylenemez.

Etibank: 1935 yılında 20 milyon lira sermayeyle kurulmuştur. Kuruluş amacı;

  • Ülkenin yeraltı servetlerini rasyonel bir şekilde işleterek değerlendirmek,
  • Devletin madencilik ve elektrifikasyon alanındaki faaliyetlerini kurmak,
  • İşletmek,
  • Finanse etmek ve
  • Her türlü bankacılık işlemlerini gerçekleştirmektir.

Denizbank: 1937 yılında 50 milyon lira sermayeli olarak kurulmuştur. Kuruluş amacı;

  • Denizyolları işletmelerini yönetmek,
  • İşletmek ve
  • Finanse etmektir

İstenilen verimi sağlayamamış ve 1940 yılında faaliyetine son verilmişti.

Dış Ticaret

Yeni Devlet’in ilk yıllarında ekonomi oldukça dışa açıktı. Ekonominin tarıma dayalı yapısında bir değişiklik yapılamamış, sanayi henüz kurulamamıştı. Türkiye’nin dış ticaret hacmindeki daralma 1929 ekonomik bunalımıyla birlikte ivme kazanmıştı. Bu daralma hükümeti, ithalatı miktar olarak sınırlamak zorunda bırakmıştı.

Türkiye’nin 1930’lardaki dış ticaret politikası, 1920’li yıllara göre büyük farklılıklar göstermişti. Türkiye 1933 yılma gelindiğinde, dış ticarette önemli ülkelerin hemen hemen hepsiyle ikili ticaret antlaşmaları yapmıştı.

Türkiye, dış ticaret açığı vermemek için kambiyo kontrolünün yanı sıra, ithalat yasaklama ve kontenjanları, takas ve kliring gibi yolları da denemişti. Kliring, İkili ticaret anlaşması çerçevesinde ülkeler arasında dışalım ve dışsatımdan doğan alacak ve borçların döviz kullanılmadan karşılıklı olarak denkleştirilmesine dayalı dış ticaret biçimidir. İlk kliring antlaşması 1933 yılında Fransa’yla ardından da Almanya’yla yapılmıştır.

Hükümet, 1929 yılında Lozan Antlaşması’ndaki beş yıllık sürenin bitmesiyle 1499 sayılı kanun ile yeni bir spesifik tarife kabul etmişti ve oranlar uzun süre değiştirilmemişti.

Dış ticaretle ilgili olarak yapılmış düzenlemelerden biri 1930 tarihli ve 1705 sayılı “Ticarette Tağşişin Men’i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması Hakkında Kanun”dur. Kanunun en öncelikli amacı ihracatı artırmaktır . Kanun’da ihracatın yanında “iç ticaret” de denetlenecek bir alan olarak sayılmıştı.

Yüksek gümrük duvarlarının kötüye kullanılmasını önlemek için 1936 tarih ve 3003 sayılı “Endüstriyel Mamulatın Maliyet ve Satış Fiyatlarının Kontrolü ve Tespiti Hakkında Kanun” gelmektedir. Kanunun amacı, yerli sanayi kuruluşlarının iç piyasaya sürdükleri malların fiyatlarını, gümrük duvarlarının sağladığı ayrıcalıklı durumdan faydalanarak, tüketiciyi sömürecek düzeyde belirlemelerini önlemek ve maliyetlerin dış rekabeti sağlayacak şekilde düşürülmesini sağlamaktı. 1930-1939 yılları arasında dış ticaret verileriyle ilgili olarak Sayfa 94’deki Tablo 3.4 incelenebilir . Dış ticaret dengesi 1938 yılında daima fazla vermiştir.

Dış Ticaretin Ülkelere Göre Durumu: Bu dönemde Türkiye’nin dış ticaretinde Nazi Almanyası başı çekmiştir. Almanya’ya olan bağımlılık zaman zaman Hükümeti rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık 1937 yılında yerini paniğe bırakmıştı. İngiltere’nin de bu durumdan rahatsız olması üzerine Türkiye ile İngiltere arasında ekonomik bir yakınlaşma başlatılmıştı. Ancak Türkiye’nin Almanya’ya dış ticaretindeki bağımlılığı İkinci Dünya Savaşı başladığında da devam etmişti.

1930-1938 yılları arasında Türkiye’nin dış ticaretindeki en önemli dört alıcısı sırasıyla aşağıdaki gibidir:

  • Almanya,
  • İtalya,
  • Amerika,
  • İngiltere.

Dönemin Ekonomi Politikası (1929-1939)

Yeni Devlet’in ekonomi alanındaki ilk hedefi, ulusal ve bağımsız bir ekonomik yapıya sahip olmak ve bunu da özellikle sanayi yoluyla gerçekleştirmekti. Ancak pek de başarılı olunamadı. Bu başarısızlığın en önemli nedeni, Osmanlı sanayisinin yapısal özelliklerinin korunmasıdır.

Türkiye’de liberal politikalardan devletçiliğe doğru giden süreçte;

  • Lozan’da benimsenmek zorunda kalınan kısıtlayıcı hükümlerin 1929 yılında yürürlükten kalkması,
  • Devletin ekonomik etkinliğinin artması,
  • Özel sermaye birikiminin yetersizliği ve
  • Bu sermayenin millilikle bağdaşmayan yapısı oldukça etkili olmuştu.

1929 dünya ekonomik krizinin etkileri de eklenince, devletin ekonomiye müdahalesi kaçınılmaz hale gelmişti. Dünya ekonomik bunalımı yıllarında Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak Sayfa 75’deki Tablo 3.1 incelenebilir. Türkiye’nin devletçiliğe geçişinde, M. Kemal Atatürk’ün 1930 yılında başlayan yurt gezisinin de önemli rolü vardır.

Fethi Okyar, Atatürk’ün isteğiyle 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Partisi’ni kurmuştur. Yeni partinin kuruluş amaçlarından biri, yükselen siyasal ve toplumsal muhalefeti kontrol altına almaktı.

Türkiye’de devletçilik uygulamaları, en belirgin şekliyle 1932 yılında başlamıştı. Millileştirme ise 1933 yılından itibaren büyük bir ivme kazanmıştı. 1937’ye gelindiğinde; devletçilik ilkesinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerinden biri olduğu kabul edilmişti.

Tarımsal Gelişme

Türkiye’de 1930’larda ulusal gelirin büyük bir bölümü tarımdan elde edilmişti. Emek ve istihdam da tarım alanında yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla nüfusun da büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşamıştı.

Türkiye’nin bu dönemde genel bir tarımsal kalkınma stratejisi izlediğini söylemek oldukça zordur. 1929 yılında yaşanan ekonomik bunalım, tütün, incir, pamuk, üzüm, fındık gibi Türkiye’nin ihraç ettiği ürünlerin fiyatlarının hızla düşmesine neden olmuştur.

Ekonomik bunalım sırasında fiyatı en çok düşen tarım ürünü ise buğday olmuştu. Ziraat Bankası 1931 yılında, köylüden buğday alarak fiyatlardaki düşüşü önlemeye çalışmıştı ama yeterli olamamıştı. 1932 yılında 2056 sayılı “Buğday Koruma Kanunu’’nu çıkarmıştı.

Ziraat Bankası, köylünün ürününü elinden çıkarmak istediği durumlarda, güçlü bir alıcı olarak piyasaya girecek ve fiyatlardaki aşırı düşüşü önleyecekti. Banka, daha sonra ise elindeki buğdayı piyasaya sürerek fiyat yükselmelerinin önüne geçecekti. Buğday Koruma Kanunu’nun, örgütlenmenin yetersiz olması ve alımlarda kalite farkı gözetilmemesi nedeniyle etkisi sınırlı kalmıştı.

Yeni kaynak sağlamak ve altyapı çalışmalarına kaynak aktarmak amacıyla 1934 yılında 2466 sayılı ikinci bir Buğday Koruma Kanunu çıkarılmış, un ve un mamulleri üzerine vergi konulmuştu. Böylece 1938 yılma kadar buğday piyasasına Ziraat Bankası’nı kullanarak müdahale eden devlet, o tarihte taban fiyatlarını ilan etmek ve stok biriktirerek tarımsal ürünlere destekleyicilik yapmakla görevli Toprak Mahsulleri Ofisi’ni kurmuştu. Ofis, İkinci Dünya Savaşı yıllarında buğdaya ek olarak arpa, mısır, kuşyemi ve susamda da piyasa işlemlerini yürütmekle görevlendirilmişti.

1932 yılında 2061 sayılı “Türkiye’de Afyon Yetiştiriciler Satış Birliği” kurulmuştu. 1932 yılındaki Birinci Tütün Kongresi ve 1934 yılında ise ikincisi Ankara’da düzenlenmişti. 1934’de Samsun’da Yumurtacılık Kongresi toplanmıştı. 1935 yılında 2834 sayılı “Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu” çıkarıtıldı.

1930’lu yıllarda tarımsal üretimin ağırlıklı olarak karasabanla yapılması, ülkedeki pulluk sayısının artırılması yolundaki görüşleri kuvvetlendirmiş ve bu amaçla 1930’da, “Pulluk Kullanımı İçin Bir Sermaye Oluşturulmasına Dair Kanun’’ çıkarılmıştır.

Bu dönemde Atatürk Orman Çiftliği uygulamasının başarısı da göz önüne alınarak;

  • Tarımı geliştirmek,
  • Nitelikli tohum, fide ve fidan yetiştirmek üzere devlet sermayesiyle örnek çiftlikler kurulması kararlaştırıldı.

Tarımı geliştirmek için teknik personelin eğitimine ve tekniğin yayılmasına yönelik çalışmalara da ivme kazandırılmıştı. Öncelikle 1933 yılında Yüksek Ziraat Enstitüleri kurulmaya başlanmış ve ilk enstitü Ankara’da açılmıştı.

Atatürk, 1936 yılında Meclis’e hitap ederek toprak reformuna verdiği önemi göstermişti. Ancak bu isteğe rağmen toprak reformu gerçekleştirilememişti.

1937’de Ziraat Vekâleti’ne bağlı olarak makine kombinaları kurulmuş ve bunların özel çiftliklere makine ve araç kiralamaları kararlaştırılmıştı. 1938 yılına gelindiğinde bu çiftlikleri devralmak üzere, bir iktisadi devlet girişimi olarak Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu kurulmuştu. 1929-1939 yılları arasında gerçekleştirilen faaliyetler arasında;

  • Dağınık köylerin birleştirilmesi,
  • Bine yakın zirai kombinanın inşaası,
  • Anadolu’nun 12 su bölgesine ayrılarak merkezi bir sulama sisteminin oluşturulması ve
  • Tarıma yönelik Devlet İktisadi Teşekkülleri’nin kurulmasının hızlandırılması gibi çabalar da yer almıştı.

Dönem içinde devletin tarımsal alana müdahalesinin en temel nedeni ihracata ilişkin kaygılardan ileri gelmişti. Devlet, tarımsal hammadde kullanan sektörler kurarak tarımsal ürünlere talep oluşturmuş ve böylece tarım alanını etkilemişti. Bu dönemde kurulan ve kurulması tasarlanan sanayilerden tarımsal üretimde en etkili olanlar şeker sanayi ile pamuklu dokuma sanayiidir.

Pamuk üretiminde ise Türkiye’nin öncelikli iki amacı vardı:

  • Yeni kurulması planlanan dokuma fabrikalarının ihtiyaç duyacakları pamuğu Türkiye’den temin etmek ve
  • İhracatta pamuğun önemini kaybetmemesini sağlamak.

TBMM, 1934’te “Merinos Koyunları Yetiştirilmesi ve Islah Edilmiş Pamuk Tohumları Üretilmesi” hakkındaki 2582 sayılı bir kanun çıkarmıştı. Böylece Türkiye’de 1935 yılından sonra kaliteli açık koza ekim alanları hızla artmaya başlamıştı.

Sanayileşme ve Ulaştırma

Sanayileşme, Cumhuriyetin ilk on yılında da bütün teşviklere rağmen istenilen düzeye ulaştırılamamıştı. Yeni Devlet, ekonomik bunalımın etkisinin yoğun olarak hissedildiği 1931 ve 1932 yıllarında daha köklü bir sanayileşme niyeti ortaya koydu.

1929’da, Atatürk’ün himayesinde kurulan “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”nin yarı resmi bir nitelik taşıdığını belirtmek gerekir. Bu Cemiyet günümüzde Türkiye Ekonomi Kurumu ismiyle çalışmalarını sürdürmektedir. Cemiyet, tasarruf alışkanlığının geliştirilmesi için “yerli malı” kullanma kampanyaları, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ve çeşitlendirilmesi ve milli kaynakların daha verimli kullanılmasına yönelik çaba göstermişti.

1930 yılındaki Sanayi Kongresi bir dizi çalışma yaparak, milli sanayinin kurulması ve Müslüman Türk merkezli sermaye birikiminin sağlanması için gerekli yolları arama adına önemli bir misyon yüklenmişti.

Söz konusu yıllarda sanayileşme doğrultusunda atılan önemli adımlardan biri de Devlet Sanayi Ofisi’nin kurulmasıdır. Sanayi ve Maadin Bankası’nın yeterli olamaması üzerine sanayi işletmeciliğini, sanayi bankacılığından ayırmak için “ Sanayi Ofisi ” ve “ Türkiye Sanayi Kredi Bankası ” adıyla iki kurumun oluşturuldu. Kurulan Devlet Sanayi Ofisi özel teşebbüs tarafından kuşkuyla karşılanmıştı.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı: Cumhuriyet döneminin ilk büyük sanayi atılımıdır. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, ekonomik kaynakların düzene sokulması ve devletçilik ilkesinin uygulanması bakımından da oldukça önemlidir Çalışmalarını 1929 yılına kadar götürebileceğimiz Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlıkları 1933 yılında tamamlanmış ve 1934 tarihinde yürürlüğe girmişti.

Sovyetler Birliği’nin 1928’de “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”nı uygulamaya koyması, dünya ekonomik krizinden fazla etkilenmemesi ve plan uygulamasında başarılar sağlaması Türkiye’de ilgiyle karşılanmıştı. İki ülke arasında kapsamlı bir ekonomik anlaşma imzalanmıştı. Antlaşmanın en önemli kısmı ise, Sovyetlerin, Türkiye’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nı gerçekleştirmesine yardım edecek olmasıydı

Birinci Beş Yıllık Sanayi Plan’ının uygulamalarına bakıldığında küçümsenmeyecek derecede başarılı oluğu görülecektir. Hem imalat kesiminde meydana getirilen milli ürün, hem de bu grupta çalışan iş gücü sayısı %100’den fazla bir artış göstermiş, sanayide sağlanan değerin ortalama artış hızı da yılda %10’nu bulmuştu.

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı: 1936’da İkinci Planı görüşmek için Ankara’da bir Sanayi Kongresi toplanmıştı. Yeni plan birincinin aksine, tüketim malları üretimi üzerinde çok daha az durmuştu. Ayrıca, birinci plana göre daha ayrıntılı bir biçimde mühendislik, maliyet ve piyasa araştırmaları açıklanmıştı.

İkinci Beş yıllık Sanayi Planı’yla madencilik, maden kömürü ocakları, elektrik santralları, ev yakacakları sanayi ve ticareti, toprak sanayi, gıda maddeleri sanayi ve ticareti, kimya sanayi, makine sanayi ve deniz ulaşımı şeklinde dokuz alanda yatırımlar yapılarak işletmeler kurulmasını hedeflenmişti.

Plan’da modern makine sanayine geçilmesi için ziraat makineleri ve makine parçaları üretecek bir makine fabrikasının kurulması, bir madeni eşya fabrikasının inşa edilmesi gerekliliği üzerinde de durulmuştu. Plan’da, denizcilik açısından da bir takım öneriler getirilmişti.

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanma aşamasında İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’ndan farklı olarak dış kredi kullanımı yoluna gidilemedi. 1936’da yayınlanan ve 1938-1943 yıllarını kapsayan İkinci Beş yıllık Sanayi Planı, birincisine göre daha kapsamlı olmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle uygulanamamıştı.

Enerji: Sanayi planlarının hazırlık aşamasında kurulması tasarlanan fabrikaların enerji ihtiyacının olabildiğince yerli kaynaklardan karşılanması gerektiği üzerinde durulmuştu. Çünkü sanayileşmeyle birlikte enerji talebi de artacaktı. Ülkenin bilinen en önemli enerji kaynağının taş kömürü olduğu kabul edildiği için taşkömürü üreten yabancı şirketlerin millileştirilmesi yoluna gidilmişti.

1935’de elektrik ihtiyacının tespit edilmesi, elektrik üretimine elverişli su kaynaklarının ve üretim potansiyellerinin belirlenmesi için “Elektrik İşleri Etüd İdaresi’’ kurulmuştur. Çubuk Barajı 1936’da Avrupalı şirketler tarafından inşa edilmiş ve işletmeye açılmıştı. Bu doğrultuda da özellikle elektrik enerjisi üretiminde gelişme sağlanmıştı. Ancak tüm bu çabalara rağmen 1930- 1939 döneminde enerji üretimi konusunda yeterli bir gelişme sağlanamamıştı.

Madencilik: Sanayileşmeyi gerçekleştirebilmek için maden ve yeraltı kaynaklarından etkin bir şekilde yararlanılması oldukça önemlidir. Cumhuriyet döneminde bu kaynakları kullanacak yeterli sermaye, altyapı ve bilgi olmadığından mevcut işletmelerin büyük kısmı yabancıların elindeydi.

Madenlerin idaresi konusu Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı gereğince 1935’te kurulan Etibank’a bırakılmıştı. Bu banka, maden kaynaklarının üretim ve işletmesiyle ilgili işlemlerin yapılması amacıyla kurulmuştu. Ayrıca petrol bulmak ve üretime geçirmek için 1933 yılında İktisat Vekâleti’ne bağlı “Petrol Arama ve İşletme İdaresi” kurulmuştu. Aynı şekilde altın için de “Altın Arama ve İşletme İdaresi” faaliyete geçirilmişti. Bu işletmelerin yeterli katkı ve başarıyı sağlayamaması üzerine ise 2804 sayılı kanunla 14 Haziran 1935’de “Maden Tetkik Arama Enstitüsü” kurulmuştur. Kömür ve maden üretimiyle ilgili olarak Sayfa 86’daki Tablo 3.2 incelenebilir.

Ulaştırma Politikası: Ekonomide hissedilen devlet ağırlığı, ulaşımın her alanında da kendini göstermişti. 1930’lu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları yönetiminde demiryolu yapımı hızlı bir şekilde devam ettirilmişti. Türkiye bir yandan demiryolu yatırımlarını sürdürmüş, diğer taraftan da bu alanda millileştirmeler gerçekleştirmişti. 1930-1939 yılları arasındaki demiryollarına ilişkin sayısal verilerle ilgili olarak Sayfa 87’deki Tablo 332 incelenebilir.

Demiryollarının ülkenin savunulmasında ve ekonominin canlandırılmasında vazgeçilmez bir araç olduğu her fırsatta vurgulanmıştır.

Ulaşımda denizyolları ve limanlarla ilgili olarak kabul edilen ilk kanun 1932’de 2068 sayılı kanunla, Türk limanları arasındaki posta seferleri devlet tekeline alınmıştır.

Denizyollarıyla ilgili çıkarılan bir diğer kanun ise, 1933 yılında “Denizyolları İşletme Kanunu”dur. Kanun’un yürürlüğe girmesinden en fazla 6 ay içinde kurulacak bir anonim şirketin Denizyolları İşletme Müdürlüğü ile birlikte posta seferleri alanında çalışmaya hakkı olduğu vurgulanmıştı.

Denizyollarıyla ilgili diğer bir düzenleme de, 1933’de 2248 sayılı “Denizyolları ve Akay İşletmeleri ile Fabrika ve Havuzlar Hakkında Kanun”dur. Kanunla birlikte Seyrisefain Müdüriyeti kaldırılarak, bu idarenin sorumluluğu altındaki farklı işler, ayrı ve yeni idarelere bağlanmıştı.

1934 yılında 2521 sayılı “Liman İşlerinin Hükümetçe İdaresine Dair Kanun”un kabulüyle, liman şirketleri dönemi bitmişti.

Limanlarla ilgili olarak 1936 yılında 3025 sayılı “İstanbul ve İzmir Limanlarının Sureti İdaresi Hakkında Kanun”la, İstanbul ve İzmir limanlarının yönetim biçimi yeniden düzenlenmişti.

Ülke içinde yolcu taşımacılığının tamamen devlet tekeline alınması deniz ticaretinde yeni bir safhaya geçişi hızlandırmış ve Denizbank 1938 yılında faaliyete geçirilmişti. 1932-1939 yılları arasında demiryolları, denizyolları, liman ve rıhtım işletmeleri tamamen devletleştirilmiştir.

Bankacılık

Cumhuriyet’in ilk yılında saptanabildiği kadarıyla 18’i milli 13’ü yabancı banka olmak üzere toplam 31 banka vardı. Bu sayı 1932’de -T.C. Merkez Bankası dâhil olmak üzere- 45’i milli, 15’i yabancı olmak üzere 60’a yükselmişti. Cumhuriyet döneminde 1931 yılı, 1958 yılı ile birlikte Türkiye’de banka sayısının en yüksek düzeye ulaştığı yıl olmuştu

1933-1938 yılları arasında art arda önemli devlet bankaları kurulmuştu. Bu yoğunluğun Birinci Beş Yıllık Sanayi Plan’ı ile doğrudan bir ilgisi vardır. Dönem boyunca bankacılık alanında çeşitli yasal düzenlemelere gidilmişti.

Bu devirde özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirilmesi arzulanan kalkınma modeli terk edilmiş, yerine “devlet işletmeciliği” kavramı getirilmişti. Bu durum da büyük sermayeli devlet bankalarının kurulmasını gerektirmiştir. Bu amaçla Sümerbank, Etibank, Denizbank, Halk Bankası ve İller Bankası kurulmuştur.

T.C. Merkez Bankası: İzmir İktisat Kongresi’nde milli bir devlet bankasının kurulmasının zorunlu olduğu önemle vurgulanmıştı. Atatürk, Merkez Bankası kurulması konusunda ısrarlı olmuştur. Banka 15 milyon lira sermaye ile 1931 yılında resmen açılmıştır. Bankanın amaçları şu şekilde sıralanmıştır:

  • İskonto fiyatını tespit ve para piyasasını ve tedavülünü düzenlemek,
  • Hazine işlemlerini yapmak,
  • Hükümetle birlikte Türk evrak-ı nakdiyesinin (banknot) müstakbel istikrarına matuf tüm önlemleri almak.

Sümerbank: Çekirdeğini 1925 yılında kurulmuş Sanayi ve Maadin Bankası oluşturmuştu. 1932 yılında Sanayi ve Kredi Bankası’na dönüştürülmüştü. 1933 yılında Devlet Sanayi Ofisi’yle birleştirilerek 20 milyon lira sermayeli Sümerbank kurulmuştu. Kuruluş amacı, milli kaynaklardan yararlanarak sanayileşmenin daha verimli ve planlı yürütülebilmesidir.

Halk Bankası: Küçük esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacını karşılamak için 1933’de kurulmasına rağmen yeterli sermayenin sağlanamaması nedeniyle 1938 yılına kadar faaliyete geçememişti. Anonim şirket statüsüne sahip ve 3 milyon lira sermayelidir.

Sanayi ve Kredi Bankası: Sanayi ve Maadin Bankası, 1932’de;

  • Devlet Sanayi Ofisi ve
  • Sanayi ve Kredi Bankası şeklinde ikiye ayrılmıştı.

Özel teşebbüs tarafından benimsenmemişti. Mali imkânlardan yoksun olarak doğmuştu. Nitekim Banka ve Devlet Sanayi Ofisi kısa bir süre sonra bir çatı altında toplanarak Sümerbank oluşturulacaktır.

Ziraat Bankası: Adı 1937’de T.C. Ziraat Bankası’na dönüştürülmüştü. 1937’de yürürlüğe giren 3202 sayılı Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası Kanunu’nun temel amaçlarından biri, ülkenin önemli bir kesimini oluşturan gerçek çiftçilerin, kredi ve kaynak olanaklarından yararlandırılmasıydı. Ayrıca Tarım Satış Kooperatifleri’nin kurulması, geliştirilmesi ve çoğaltılmasında, Ziraat Bankası’nın rol oynayacağı belirtilmişti.

Belediyeler (İller) Bankası: 1933 yılında 1.5 milyon lira sermaye ile kurulmuştur. Adı 1945 yılında İller Bankası olarak değiştirilecek olan bu banka;

  • Şehirlerin kalkınması ve gelişmesine hizmet etmek,
  • İmar planları oluşturmak,
  • Elektrik, havagazı, kanalizasyon ve su gibi kamu hizmetlerinin yapılması için belediyelere gerekli kredi ile
  • Teknik yardım sağlamak üzere kurulmuştur.

Bankanın kayda değer bir gelişme gösterdiği söylenemez.

Etibank: 1935 yılında 20 milyon lira sermayeyle kurulmuştur. Kuruluş amacı;

  • Ülkenin yeraltı servetlerini rasyonel bir şekilde işleterek değerlendirmek,
  • Devletin madencilik ve elektrifikasyon alanındaki faaliyetlerini kurmak,
  • İşletmek,
  • Finanse etmek ve
  • Her türlü bankacılık işlemlerini gerçekleştirmektir.

Denizbank: 1937 yılında 50 milyon lira sermayeli olarak kurulmuştur. Kuruluş amacı;

  • Denizyolları işletmelerini yönetmek,
  • İşletmek ve
  • Finanse etmektir

İstenilen verimi sağlayamamış ve 1940 yılında faaliyetine son verilmişti.

Dış Ticaret

Yeni Devlet’in ilk yıllarında ekonomi oldukça dışa açıktı. Ekonominin tarıma dayalı yapısında bir değişiklik yapılamamış, sanayi henüz kurulamamıştı. Türkiye’nin dış ticaret hacmindeki daralma 1929 ekonomik bunalımıyla birlikte ivme kazanmıştı. Bu daralma hükümeti, ithalatı miktar olarak sınırlamak zorunda bırakmıştı.

Türkiye’nin 1930’lardaki dış ticaret politikası, 1920’li yıllara göre büyük farklılıklar göstermişti. Türkiye 1933 yılma gelindiğinde, dış ticarette önemli ülkelerin hemen hemen hepsiyle ikili ticaret antlaşmaları yapmıştı.

Türkiye, dış ticaret açığı vermemek için kambiyo kontrolünün yanı sıra, ithalat yasaklama ve kontenjanları, takas ve kliring gibi yolları da denemişti. Kliring, İkili ticaret anlaşması çerçevesinde ülkeler arasında dışalım ve dışsatımdan doğan alacak ve borçların döviz kullanılmadan karşılıklı olarak denkleştirilmesine dayalı dış ticaret biçimidir. İlk kliring antlaşması 1933 yılında Fransa’yla ardından da Almanya’yla yapılmıştır.

Hükümet, 1929 yılında Lozan Antlaşması’ndaki beş yıllık sürenin bitmesiyle 1499 sayılı kanun ile yeni bir spesifik tarife kabul etmişti ve oranlar uzun süre değiştirilmemişti.

Dış ticaretle ilgili olarak yapılmış düzenlemelerden biri 1930 tarihli ve 1705 sayılı “Ticarette Tağşişin Men’i ve İhracatın Murakabesi ve Korunması Hakkında Kanun”dur. Kanunun en öncelikli amacı ihracatı artırmaktır . Kanun’da ihracatın yanında “iç ticaret” de denetlenecek bir alan olarak sayılmıştı.

Yüksek gümrük duvarlarının kötüye kullanılmasını önlemek için 1936 tarih ve 3003 sayılı “Endüstriyel Mamulatın Maliyet ve Satış Fiyatlarının Kontrolü ve Tespiti Hakkında Kanun” gelmektedir. Kanunun amacı, yerli sanayi kuruluşlarının iç piyasaya sürdükleri malların fiyatlarını, gümrük duvarlarının sağladığı ayrıcalıklı durumdan faydalanarak, tüketiciyi sömürecek düzeyde belirlemelerini önlemek ve maliyetlerin dış rekabeti sağlayacak şekilde düşürülmesini sağlamaktı. 1930-1939 yılları arasında dış ticaret verileriyle ilgili olarak Sayfa 94’deki Tablo 3.4 incelenebilir . Dış ticaret dengesi 1938 yılında daima fazla vermiştir.

Dış Ticaretin Ülkelere Göre Durumu: Bu dönemde Türkiye’nin dış ticaretinde Nazi Almanyası başı çekmiştir. Almanya’ya olan bağımlılık zaman zaman Hükümeti rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık 1937 yılında yerini paniğe bırakmıştı. İngiltere’nin de bu durumdan rahatsız olması üzerine Türkiye ile İngiltere arasında ekonomik bir yakınlaşma başlatılmıştı. Ancak Türkiye’nin Almanya’ya dış ticaretindeki bağımlılığı İkinci Dünya Savaşı başladığında da devam etmişti.

1930-1938 yılları arasında Türkiye’nin dış ticaretindeki en önemli dört alıcısı sırasıyla aşağıdaki gibidir:

  • Almanya,
  • İtalya,
  • Amerika,
  • İngiltere.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.