Açıköğretim Ders Notları

Türk Halk Şiiri Dersi 8. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türk Halk Şiiri Dersi 8. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Aşık Şiirinin Oluşumu Gelişimi Ve Xvı. Yüzyıldaki Temsilcileri

Âşık Şiirine Giriş

Halk edebiyatı ürünlerinin en önemli özelliği, ilk anlatıcı veya söyleyicilerinin bilinmemesi ya da biliniyorsa unutulmuş olmasıdır. İlk söyleyicilerin ortaya koymuş oldukları bu metinlerin özgün şekillerine bugün sahip değiliz.

Bu sebeple âşık şiirini, anonim edebiyatla başlatmakta yarar olduğuna ve bunun ilk örneklerinin de İslamiyet öncesinde aranması gerektiğine inanıyoruz. Bu husustaki en önemli ürünler de daha çok yas törenleriyle ilgili olanlardır. Yas törenlerine bağlı olarak söylenen ağıtların söyleyicileri kadınların yanı sıra, o dönemin ozanlarından başkası değildi. Türk şiirinin başlangıcı veya Türk şiirinin tarihi üzerinde yerli ve yabancı pek çok araştırıcı görüş bildirmiştir. Bunlar arasında; C. Brockelmann, İ. V. Stebleva, F. Y. Korş, M. Fuad Köprülü, R. Rahmeti Arat, T. Tekin vb. sayılabilir.

Bununla beraber Bunlardan Stebleva ve Talat Tekin’ e göre Dîvânü Lûgati’t-Türk ’deki şiirlerin tamamı aruz vezniyledir. Eserde iki ağıt metni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Saka hükümdarı Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine söylenmiş olup yedi heceli ve aaab şeklinde kafiyelidir. Dörtlük sayısı ise bilginlere göre 10- 13 arasında değişmektedir. İkinci ağıt ise adı bilinmeyen bir kahraman için söylenmiştir. Şiir yedi heceli olup, aaab şeklinde kafiyelenmiştir. Dörtlük sayısı ise üçtür. Eserde ayrıca lirik, pastoral ve epik şiirlerin örnekleri de yer almaktadır.

Ozan ve Âşık Kavramları Üzerine

Bugünkü âşıkların ilk temsilcileri ozanlar olup Hun Türklerinden XVI. yüzyılın başına kadar bu adla anılmışlardır. Onlar, kopuz eşliğinde şiir söyleyen kişi olarak tanımlanmaktadır. Yüzyıllar sonra ise; “herze söyleyen” “geveze” anlamlarına geldiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Ozanlarla ilgili olarak Dede Korkut Kitabı’nın ‘Giriş’ diye kabul edilen kısmında da bazı bilgiler bulunmaktadır. Önemli gördüğümüz bu kısmı aynen alıyoruz:

“Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir.”

Âşık Şiirinin Özellikleri

Âşık şiirinin özellikleriyle ilgili olarak Fuad Köprülü’den bu yana pek çok araştırıcı (Hikmet Dizdaroğlu, Saim Sakaoğlu, Fahrettin Kırzıoğlu, Doğan Kaya, Mehmet Yardımcı) açıklamalarda bulunmuşlardır.

Âşık Şiirinin Kaynakları

Âşık edebiyatı araştırıcıları âşık şiiriyle ilgili olarak iki kaynak gösterirler:

Sözlü Kaynaklar

Bunlar halk arasında ‘kaynak kişi’ adını verdiğimiz insanlarımızdan yapılan derlemelerdir.

Bu derlemeler daha çok yaşayan âşıklardan yapılmaktadır. Onlara bu şiiri kimden öğrendiğini sorduğumuzda, kendinden daha yaşlı olan bir âşığın adını söylerler. Âşıklar dinledikleri bu şiirleri çeşitli sebeplerle değiştirebilirler.

Yazılı Kaynaklar

Diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi, âşık şiiriyle ilgili yazılı kaynaklar da vardır. Bunlardan önemlileri aşağıdadır.

Cönkler:

Genellikle dikey olarak aşağıdan yukarıya doğru açılan, halk arasında dana dili veya sığır dili gibi adlarla da bilinen, içerisinde âşık şiirinin yanı sıra az da olsa divan şiirinin de örneklerinin bulunduğu defterlerdir. Bunların dışında cönklerde, mâni, atasözü ve bilmece gibi anonim ürünlerin yanı sıra, folklorun çeşitli alanlarından örneklere de rastlanır. Bazı cönkler ise günlük gibidir. Saz şairlerinin ürünlerinin toplandığı cönk lere, yazmalara ve defterlere supara da denilmektedir.

Cönklerin Özellikleri

  1. Cönkler Arap harfleriyle yazılmışlardır.
  2. Cönkler bazıları özel kâğıtlara (alikurna, abâdi) olmak üzere en çok kullanılan yazı türleriyle kaleme alınırlar.
  3. Cönkleri kaleme alanların bazıların kültür ve eğitim seviyeleri düşük olduğu için, yazının imlâsı pek sağlıklı değildir.
  4. Cönklerde belirli bir ölçü yoktur. Bu tür eserlerin hazırlanması sırasında cöngü yazanın zevki ve elinde bulunan kâğıtların boyutları ön plana çıkmaktadır.
  5. Cönklerde bir konu sınıflaması yoktur.
  6. Cönklerde şiir türleri veya şekillerinin başına koşma, türkü, ilahi, şarkı, gazel, destan, beyit, müseddes, vb. kavramlar yazılmaktadır. Ancak zaman zaman konu başlıkları ile şiirin birbirini tutmadığı gözden kaçmamaktadır.
  7. Cönkler genellikle besmele ile başlar ve “temmet” (tamamlandı) ifadesi ile son bulur.

Tezkireler

Divan şairlerinin sanatları ve eserlerinden söz eden tezkirelerde, az da olsa âşıklardan söz edilmektedir.

Seyahatnâmeler

Bilhassa çok zengin bir kültür derlemesi olan Evliya Çelebi ’nin Seyahatnâme adlı eserinde divan şairlerinin yanı sıra âşıklardan da söz edilmektedir. Ancak bu tür eserlerde zaman zaman bilgi yanlışlarıyla da karşılaşmaktayız.

Menakıbnâmeler

Bu tür eserler daha çok dinî-tasavvufî Türk halk şairleri için iyi birer kaynaktır. Bugün başta Yunus Emre olmak üzere Sarı Saltık, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli ve benzerlerinin gerçek hayatlarından daha çok menkıbevi hayatları öne çıkmaktadır. Onlarla ilgili bilgileri de büyük ölçüde menakıbnamelerde bulabilmekteyiz.

Dîvânü Lügâti’t-Türk

İlk derleme eserimiz Dîvânü Lügâti’t-Türk , ilk şairlerimizden Çuçu’nun adına yer vermesinin ötesinde, içerdiği bir bölümü aruz vezniyle yazılmış 200’ün üzerindeki manzumeyle (dörtlük ve beyit şeklinde) Türk şiiri araştırıcılarının ilk başvuracakları kaynaklar arasındadır.

Âşık Olmanın Bazı Sebepleri

Âşık edebiyatı temsilcileri (ozan, âşık, kalem şairi, vb.) çeşitli şekillerde (bade içerek, silsile yoluyla, şartların gereği, usta çırak ilişkisi, vb.) âşık olmuşlardır. Bu husus Fuad Köprülü’den bu yana pek çok araştırıcı tarafından (Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Umay Günay, Ali Berat Alptekin, vb.) çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir.

Bade İçerek Âşık Olma

Bade içme; şamanizm, destan, halk hikâyesi ve âşıklık geleneğinde en çok karşımıza çıkan olaydır. Rüyada usta bir şaman, bir destancı veya pir (Hazreti Hızır, aksakallı ihtiyar) elinden içilen bade ile kendinden geçme ve uyandıktan sonra şiir söyleme yeteneğine kavuşmayı esas alır.

Badeli âşık ların büyük çoğunluğu Umay Günay’ın sistemleştirdiği şekilde, bade içme olayını dört safhada tamamlamışlardır:

  1. Hazırlık safhası,
  2. Rüya,
  3. Uyanış
  4. İlk deyiş

Usta Çırak İlişkisiyle Âşık Olma

Âşık adayı genç, hayranı olduğu bir âşığın yanına çırak olarak girer. Çırak yıllarca âşığın yanında gezer, ondan geleneğin esaslarını, sazı ve şiiri öğrenir. Zamanla ustasından önce meclislere çıkar ve onun parçalarından okur. Sanatta belli bir aşamaya geldikten sonra, usta âşıkların da bulunduğu bir mecliste kendisine mahlas verilir. Böylece usta bir âşık olarak kendi mahlasıyla şiirler söyler, atışma yapar ve hikâye anlatır.

Kendi Kendine Âşık Olma

Âşık şiirine ve âşıklığa yeteneği olan bir kimse; Karaca Oğlan, Pir Sultan Abdal, Şah Hatayî, Çıldırlı Âşık Şenlik , Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu, Dertli, vb. âşıkların şiirlerini önce dinler, sonra ezberler, daha sonra da saz çalmayı öğrenir. Bir süre sonra da usta âşıklara ve kendisine ait şiirleri saz eşliğinde söyler, ardından da kendisine bir mahlas seçer.

Âşık Meclislerini Takip Ederek Âşık Olma

Daha çok Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan âşık kahvelerinde, uzun kış gecelerinde ve Ramazan aylarında halk hikâyeleri anlatılır. Günlerce, hatta yıllarca kahvede halk hikâyesi dinleyen genç, zamanla hikâyelerin türkülü kısımlarını ezberler. Bir süre sonra hikâye kahramanlarının ağzından söylenen şiirlerin yanı sıra, kendinden parçalar okumaya, hatta kendi başından geçen bazı olayları nazım-nesir karışımı olarak anlatmaya başlar. Bu arada saz çalmasını da öğrenir ve zamanla kendisine bir mahlas seçerek âşıklar arasına katılır.

Sazlı ve Sözlü Ortamın Etkisiyle Âşık Olma

Ozan-baksı geleneğinde kopuzun, âşıklık geleneğinde ise sazın önemli bir yeri vardır. Türkiye’de sazlı sözlü ortam daha çok düğünlerde; âşık kahvelerinde, cem ayinlerinde, şenliklerde, festival ve törenlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu meclisleri takip eden genç, bir süre sonra usta malı parçaları ezberlemekte, mahlas seçmekte, daha sonra da kendisinden parçalar okuyarak âşıklar arasına katılmaktadır.

Yoksulluk, İşsizlik, Hastalık, vb. Durumların Etkisiyle Âşık Olma

Pek çok âşık; yoksulluk, işsizlik ve hastalıkta, kendisine kimsenin yardım etmemesi üzerine dertlerini önce saz çalarak ve konuyla ilgili usta malı parçalar söyleyerek anlatır. Daha sonra da kendi kendine veya bir ustadan mahlas alarak konuyla ilgili şiirler söyler.

Sevda Yüzünden Âşık Olma

Yaşadığı çevrede sevdiği bir kıza âşık olan genç, çeşitli sebeplerden dolayı sevdiğine kavuşamaz. Bazen de sevdiği kız bir başkasına verilir veya kaçar. Bütün bu acılara dayanamayan genç, yaptırdığı veya satın aldığı bir saz eşliğinde konuyla ilgili şiirler söylemeye başlar.

Vatan Özlemi Yüzünden Âşık Olma

Vatan özlemi, gurbet, ayrılık ve hasret gibi kavramlar bir araya gelince, insan yüreğindekileri ya saz eşliğinde ya da sazsız olarak şiire döker. Zamanla kendisini geliştirir. Bir süre sonra kendi derdini bu parçalarda bulan halk, o şiirlerinin sahibini dinlemeye başlar. Bunun en güzel örneğini Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giden vatandaşlarımız arasında yetişen âşıklardan oluşmaktadır. Bunlar içerisinde öne çıkanlar arasında Ozan Nihat, Ozan Fedaî, Ozan Şah Turna, vb. sayılabilir.

Millî Duyguların Etkisiyle Âşık Olma

Kore ve Kıbrıs Barış Harekâtı gibi savaşları yaşayanların anlattıkları, toplumun değişik kesimlerinden öne çıkan bir âşık tarafından saz eşliğinde söylenir. Bir süre sonra saz ve söz kabul görünce âşığa ve şiirlerine ilgi artar. Daha sonra da iletişim araçlarının yardımıyla âşık kendisini toplumun tüm kesimlerine tanıtır.

Kalıtım (İrsiyet) Yoluyla Âşık Olma

Aile içinde babanın saz çalıp şiir söylemesi çocuklarına da geçer. Örnek verecek olursak Gülistan Çobanlar, Murat Çobanoğlu’nun babasıdır. Çobanoğlu, âşıklığın esasını babasından öğrenmiştir.

Âşıkların Sınıflandırılması

Bilimsel çalışmanın esası sistemli çalışma ve sistemli yazmadır. Bu sebeple bu konuda çalışanlar konuyu bilimsel olarak değerlendirmişler ve âşıkları çeşitli açılardan sınıflandırmışlardır. Bu sınıflamalardan bazıları şunlardır:.

Eğitim Durumlarına Göre

Bu hususta ilk sınıflamayı Fuad Köprülü yapmış ve şairleri iki başlık altında toplamştır:

  • Kalem şairleri: Saz çalamayıp, hazırlık olarak şiir söyleyen şairler.
  • Meydan şairi: Halk toplantılarında doğaçlama olarak da şiirler tertip eden ve onları sazları ile çalıp söyleyen şairlerdir.

Ancak burada biz Âşıkları eğitim durumlarına göre şu biçimde sınıflandıracağız:

  • Ümmî âşıklar: Genellikle öğrenim görmemişlerdir. Saz çalmasını bilenlerin yanında, çalamayanlar da vardır. Hazırlıksız olarak şiir söylerler. Şiirleri büyük ölçüde millî veznimiz hece vezniyledir: Âşık Veysel, Fehmi Gür , vb.
  • Okuma yazma bilen âşıklar: Bu âşıklar öğrenim görmüşlerdir, saz çalmasını bilirler. Şiirleri hece vezniyledir. Ayak (kafiye) konusunda, muamma hazırlama ve çözmede başarılıdırlar: Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Yaşar Reyhanî, Hacı Karakılçık, vb.
  • Kalem Şairleri: Saz çalmasını bilmezler, öğrenim görmüşlerdir, şiirleri büyük ölçüde hece vezniyledir: Halil Karabulut, Erzurumlu Ümmanî Can, vb.

Yetiştikleri Çevreye Göre

Bu hususta Fuad Köprülü (1962: 173-177), Eflatun Cem Güney (1962: 256-258), Pertev Naili Boratav (1968: 343), İlhan Başgöz (1968: 9), Asım Bezirci (1993: 24-26), İhsan Ozanoğlu (1965: 7), Rauf Mutluay (1972: 39), Özgen Keskin (1983: 9), Mehmet Yardımcı (2004: 159) birbirine benzer sınıflamalar yapmışlardır. Bu sınıflandırmaları genelleyecek olursak, ortaya şöyle bir tablo çıkacaktır:

  • Şehir ortamında yetişen âşıklar: Âşık Ömer, Gevherî, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî , vb.
  • Köy ortamında yetişen âşıklar: Çıldırlı Âşık Şenlik, Ruhsatî, Minhaci, Meslekî, Noksanî , vb.
  • Göçebe ortamda yetişen âşıklar: Karaca Oğlan, Dadaloğlu.
  • Askerî ortamda yetişen âşıklar: Bahşî, Armutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Geda Muslu, Tamaşvarlı Âşık Hasan, Öksüz Dede, vb.
  • Din ve tasavvuf ortamında yetişen âşıklar: Hasan Dede, Ümmî Sinan, Kul Himmet, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, vb.

Yetiştikleri Bölgelere Göre Âşıklar

Batı Türkleri arasında XVI. yüzyıldan bu yana (Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlar) âşıkların temsilcileri vardır. Bu üç coğrafyada âşık şiiri şekil ve içerik bakımından benzerlikler göstermektedir. Bununla beraber geçmişten günümüze âşıkların yoğun olarak yetiştikleri çevreler vardır.

Doğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi’nin Kars, Ardahan, Iğdır, Artvin, Ağrı (Tutak ve çevresi), Van (Erciş ve çevresi), Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve Erzincan illeri âşıklık geleneğinin geçmişten günümüze yoğun olarak yaşatıldığı coğrafyadır. Anadolu sahasının ilk âşığı Baykan (Bıkan) bu bölgede yetişmiştir.

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi’nde Sivas, Tokat, Çorum, Yozgat, Kırşehir, Kayseri, Niğde, Konya ve çevresi âşıkların yoğun olarak yaşadığı illerdir. Bölgede hem dinî-tasavvufî Türk halk şairlerinin, hem de saz şairlerinin yetiştiğini biliyoruz.

Akdeniz Bölgesi (Çukurova)

Akdeniz Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Adana, Osmaniye, Hatay, Mersin ve Kahramanmaraş illerinde çok sayıda âşık yetişmiştir. Bölge âşıkları kendilerine önder olarak Karaca Oğlan’ı seçmektedirler.

Karadeniz Bölgesi

Bölge sınırları içerisinde yer alan Çankırı, Kastamonu, Bolu, vb. illerimizde âşıklar yetişmiştir.

Marmara Bölgesi

Bölgedeki en önemli şehir İstanbul’dur. İlde, semaî kahvelerinin bulunduğu mekânlarda (Beşiktaş, Üsküdar) ve Tavukpazarı semtinde âşıkların çalıp çığırdıklarını biliyoruz.

Âşık Fasılları

Umay Günay’ın, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık geleneğinde görülen bir âşık faslının düzenini verirken çizdiği tablo ilgi çekicidir. Bu fasıllarda her şey bir düzen çerçevesinde ve sırayla olmaktadır. Faslın hemen her safhasında karşılaşmalara yer verilir. Günay’ın sistemleştirdiği bu düzen şöyledir:

  1. Hoşlama, merhabalaşma,
  2. Hatırlatma, canlandırma,
  3. Tekellüm; Bu bölüm sekiz safhada gerçekleştirilir:
  • Açılış,
  • Öğütleme,
  • Bağlama-muamma,
  • Sicilleme
  • Yalanlama,
  • Taşlama-Takılma,
  • Tüketmece veya daraltma,
  • Uğurlama veya medhiye.

Âşık Kolları

Âşık kolu: Alanın uzmanlarından Doğan Kaya tarafından; “Çıraklık geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından, odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak, ona ait üslup, dil, ayak, ezgi, konu, hatıralar ve hikâyelerin devam ettirildiği mektep” diye tanımlanmaktadır.

Âşıklar Bayramı ve Âşıklar Şöleni

XVI. yüzyıldan bu yana pek çok âşık toplantısı yapılmıştır. Ancak elimizdeki bilgilerden bunun ilk örneklerini XIX. yüzyılda görmekteyiz. Bu toplantıları düzenleyenler arasında Ziya Paşa, Ahmet Kutsi Tecer ve Feyzi Halıcı dikkatimizi çekmektedir. Ancak âşıklar bayramı nın sistemli ve usulüne uygun olarak yapılması Cumhuriyet’ten sonradır.

XII. Yüzyıldan XVI. Yüzyılın Sonuna Kadar Âşık Şiiri ve Önemli Temsilcileri

XII, XIII ve XV. yüzyılların âşık şiirinin temsilcileri yoktur. Bununla beraber sözü edilen yüzyıllarda dinî ve tasavvufi halk şiiri sahasında öne çıkan ve hece vezniyle de şiir söyleyen /yazan bazı temsilcileri burada değerlendirilecektir. Bu sebepten konunun daha açık olarak görülebilmesi için her yüzyıl bağımsız olarak ele alınacaktır.

XII. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XII. yüzyılda tasavvufî Türk halk edebiyat ının en önemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî’dir. Gerçek hayatından daha çok menkıbevi hayatıyla tanıdığımız Hoca Ahmed Yesevî bugünkü Kazakistan’ın Sayram beldesinde doğmuş, daha sonra Yesi’ye göçmüş, 63 yaşında çilehanesine girmiş ve 127 yaşında vefat etmiştir. “Hikmet” adı verilen şiirleri Divan-ı Hikmet adlı eserde toplanmıştır.

XIII. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

Bu yüzyılda divan şiiri tarzında eser veren şairleri görüyoruz. Bunlar arasında Farsça olarak yazan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Türkçe yazan Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhânî ve Ahmed Fakih ’i sayabiliriz.

XIV. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XIV. yüzyılda, divan şiiri alanında önemli temsilciler vardır. Bunlar arasında Âşık Paşa, Ahmedi Dâî, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Gülşehrî, vb. sayılabilir. Tasavvufi Türk halk edebiyatı nın önemli temsilcileri ise Sait Emre, Kaygusuz Abdal, vb.’leridir. XIV. yüzyılda Anadolu sahasının ilk âşığını tespit edebiliyoruz. Baykan (Bıkan) adlı âşığın bu yüzyılda yaşadığını, M. Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu)’ten öğreniyoruz. Elimizde bir şiiri bulunan Baykan’ın doğum ve ölüm tarihi hakkında bilgimiz yoktur.

XV. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XV. yüzyılda divan şiirinin önemli temsilcileriyle karşılaşıyoruz. Bunlar arasında Ahmed Paşa, Necâtî, Atâî, Mesîhî, Hamdullah Hamdî, Süleyman Çelebi, Hümâmî, vb.’yi sayabiliriz.

XVI. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

Bu yüzyılda divan şiiri alanında Fuzûlî, Bâkî, Nev’î, Hayâlî, Rûhî, Zâtî, Figanî, vb. şairler yetişmiştir. Tasavvufi Türk halk edebiyatı alanında da Üftade, Ahmedi Sârban,Ümmî Sinan ve Pir Sultan Abdal ilk akla gelen adlardandır.

XVI. yüzyıl âşıklarının hayatları hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Bu şairlerin birer ikişer şiiri olup tamamına yakını ordu şairidir. Bunlar; Armutlu, Bahşi, Çırpanlı, Geda Muslî, Hayalî, Köroğlu, Kul Mehmed, Ozan, Öksüz Dede.

Âşık Şiirine Giriş

Halk edebiyatı ürünlerinin en önemli özelliği, ilk anlatıcı veya söyleyicilerinin bilinmemesi ya da biliniyorsa unutulmuş olmasıdır. İlk söyleyicilerin ortaya koymuş oldukları bu metinlerin özgün şekillerine bugün sahip değiliz.

Bu sebeple âşık şiirini, anonim edebiyatla başlatmakta yarar olduğuna ve bunun ilk örneklerinin de İslamiyet öncesinde aranması gerektiğine inanıyoruz. Bu husustaki en önemli ürünler de daha çok yas törenleriyle ilgili olanlardır. Yas törenlerine bağlı olarak söylenen ağıtların söyleyicileri kadınların yanı sıra, o dönemin ozanlarından başkası değildi. Türk şiirinin başlangıcı veya Türk şiirinin tarihi üzerinde yerli ve yabancı pek çok araştırıcı görüş bildirmiştir. Bunlar arasında; C. Brockelmann, İ. V. Stebleva, F. Y. Korş, M. Fuad Köprülü, R. Rahmeti Arat, T. Tekin vb. sayılabilir.

Bununla beraber Bunlardan Stebleva ve Talat Tekin’ e göre Dîvânü Lûgati’t-Türk ’deki şiirlerin tamamı aruz vezniyledir. Eserde iki ağıt metni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Saka hükümdarı Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine söylenmiş olup yedi heceli ve aaab şeklinde kafiyelidir. Dörtlük sayısı ise bilginlere göre 10- 13 arasında değişmektedir. İkinci ağıt ise adı bilinmeyen bir kahraman için söylenmiştir. Şiir yedi heceli olup, aaab şeklinde kafiyelenmiştir. Dörtlük sayısı ise üçtür. Eserde ayrıca lirik, pastoral ve epik şiirlerin örnekleri de yer almaktadır.

Ozan ve Âşık Kavramları Üzerine

Bugünkü âşıkların ilk temsilcileri ozanlar olup Hun Türklerinden XVI. yüzyılın başına kadar bu adla anılmışlardır. Onlar, kopuz eşliğinde şiir söyleyen kişi olarak tanımlanmaktadır. Yüzyıllar sonra ise; “herze söyleyen” “geveze” anlamlarına geldiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Ozanlarla ilgili olarak Dede Korkut Kitabı’nın ‘Giriş’ diye kabul edilen kısmında da bazı bilgiler bulunmaktadır. Önemli gördüğümüz bu kısmı aynen alıyoruz:

“Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir.”

Âşık Şiirinin Özellikleri

Âşık şiirinin özellikleriyle ilgili olarak Fuad Köprülü’den bu yana pek çok araştırıcı (Hikmet Dizdaroğlu, Saim Sakaoğlu, Fahrettin Kırzıoğlu, Doğan Kaya, Mehmet Yardımcı) açıklamalarda bulunmuşlardır.

Âşık Şiirinin Kaynakları

Âşık edebiyatı araştırıcıları âşık şiiriyle ilgili olarak iki kaynak gösterirler:

Sözlü Kaynaklar

Bunlar halk arasında ‘kaynak kişi’ adını verdiğimiz insanlarımızdan yapılan derlemelerdir.

Bu derlemeler daha çok yaşayan âşıklardan yapılmaktadır. Onlara bu şiiri kimden öğrendiğini sorduğumuzda, kendinden daha yaşlı olan bir âşığın adını söylerler. Âşıklar dinledikleri bu şiirleri çeşitli sebeplerle değiştirebilirler.

Yazılı Kaynaklar

Diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi, âşık şiiriyle ilgili yazılı kaynaklar da vardır. Bunlardan önemlileri aşağıdadır.

Cönkler:

Genellikle dikey olarak aşağıdan yukarıya doğru açılan, halk arasında dana dili veya sığır dili gibi adlarla da bilinen, içerisinde âşık şiirinin yanı sıra az da olsa divan şiirinin de örneklerinin bulunduğu defterlerdir. Bunların dışında cönklerde, mâni, atasözü ve bilmece gibi anonim ürünlerin yanı sıra, folklorun çeşitli alanlarından örneklere de rastlanır. Bazı cönkler ise günlük gibidir. Saz şairlerinin ürünlerinin toplandığı cönk lere, yazmalara ve defterlere supara da denilmektedir.

Cönklerin Özellikleri

  1. Cönkler Arap harfleriyle yazılmışlardır.
  2. Cönkler bazıları özel kâğıtlara (alikurna, abâdi) olmak üzere en çok kullanılan yazı türleriyle kaleme alınırlar.
  3. Cönkleri kaleme alanların bazıların kültür ve eğitim seviyeleri düşük olduğu için, yazının imlâsı pek sağlıklı değildir.
  4. Cönklerde belirli bir ölçü yoktur. Bu tür eserlerin hazırlanması sırasında cöngü yazanın zevki ve elinde bulunan kâğıtların boyutları ön plana çıkmaktadır.
  5. Cönklerde bir konu sınıflaması yoktur.
  6. Cönklerde şiir türleri veya şekillerinin başına koşma, türkü, ilahi, şarkı, gazel, destan, beyit, müseddes, vb. kavramlar yazılmaktadır. Ancak zaman zaman konu başlıkları ile şiirin birbirini tutmadığı gözden kaçmamaktadır.
  7. Cönkler genellikle besmele ile başlar ve “temmet” (tamamlandı) ifadesi ile son bulur.

Tezkireler

Divan şairlerinin sanatları ve eserlerinden söz eden tezkirelerde, az da olsa âşıklardan söz edilmektedir.

Seyahatnâmeler

Bilhassa çok zengin bir kültür derlemesi olan Evliya Çelebi ’nin Seyahatnâme adlı eserinde divan şairlerinin yanı sıra âşıklardan da söz edilmektedir. Ancak bu tür eserlerde zaman zaman bilgi yanlışlarıyla da karşılaşmaktayız.

Menakıbnâmeler

Bu tür eserler daha çok dinî-tasavvufî Türk halk şairleri için iyi birer kaynaktır. Bugün başta Yunus Emre olmak üzere Sarı Saltık, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli ve benzerlerinin gerçek hayatlarından daha çok menkıbevi hayatları öne çıkmaktadır. Onlarla ilgili bilgileri de büyük ölçüde menakıbnamelerde bulabilmekteyiz.

Dîvânü Lügâti’t-Türk

İlk derleme eserimiz Dîvânü Lügâti’t-Türk , ilk şairlerimizden Çuçu’nun adına yer vermesinin ötesinde, içerdiği bir bölümü aruz vezniyle yazılmış 200’ün üzerindeki manzumeyle (dörtlük ve beyit şeklinde) Türk şiiri araştırıcılarının ilk başvuracakları kaynaklar arasındadır.

Âşık Olmanın Bazı Sebepleri

Âşık edebiyatı temsilcileri (ozan, âşık, kalem şairi, vb.) çeşitli şekillerde (bade içerek, silsile yoluyla, şartların gereği, usta çırak ilişkisi, vb.) âşık olmuşlardır. Bu husus Fuad Köprülü’den bu yana pek çok araştırıcı tarafından (Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Umay Günay, Ali Berat Alptekin, vb.) çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir.

Bade İçerek Âşık Olma

Bade içme; şamanizm, destan, halk hikâyesi ve âşıklık geleneğinde en çok karşımıza çıkan olaydır. Rüyada usta bir şaman, bir destancı veya pir (Hazreti Hızır, aksakallı ihtiyar) elinden içilen bade ile kendinden geçme ve uyandıktan sonra şiir söyleme yeteneğine kavuşmayı esas alır.

Badeli âşık ların büyük çoğunluğu Umay Günay’ın sistemleştirdiği şekilde, bade içme olayını dört safhada tamamlamışlardır:

  1. Hazırlık safhası,
  2. Rüya,
  3. Uyanış
  4. İlk deyiş

Usta Çırak İlişkisiyle Âşık Olma

Âşık adayı genç, hayranı olduğu bir âşığın yanına çırak olarak girer. Çırak yıllarca âşığın yanında gezer, ondan geleneğin esaslarını, sazı ve şiiri öğrenir. Zamanla ustasından önce meclislere çıkar ve onun parçalarından okur. Sanatta belli bir aşamaya geldikten sonra, usta âşıkların da bulunduğu bir mecliste kendisine mahlas verilir. Böylece usta bir âşık olarak kendi mahlasıyla şiirler söyler, atışma yapar ve hikâye anlatır.

Kendi Kendine Âşık Olma

Âşık şiirine ve âşıklığa yeteneği olan bir kimse; Karaca Oğlan, Pir Sultan Abdal, Şah Hatayî, Çıldırlı Âşık Şenlik , Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu, Dertli, vb. âşıkların şiirlerini önce dinler, sonra ezberler, daha sonra da saz çalmayı öğrenir. Bir süre sonra da usta âşıklara ve kendisine ait şiirleri saz eşliğinde söyler, ardından da kendisine bir mahlas seçer.

Âşık Meclislerini Takip Ederek Âşık Olma

Daha çok Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan âşık kahvelerinde, uzun kış gecelerinde ve Ramazan aylarında halk hikâyeleri anlatılır. Günlerce, hatta yıllarca kahvede halk hikâyesi dinleyen genç, zamanla hikâyelerin türkülü kısımlarını ezberler. Bir süre sonra hikâye kahramanlarının ağzından söylenen şiirlerin yanı sıra, kendinden parçalar okumaya, hatta kendi başından geçen bazı olayları nazım-nesir karışımı olarak anlatmaya başlar. Bu arada saz çalmasını da öğrenir ve zamanla kendisine bir mahlas seçerek âşıklar arasına katılır.

Sazlı ve Sözlü Ortamın Etkisiyle Âşık Olma

Ozan-baksı geleneğinde kopuzun, âşıklık geleneğinde ise sazın önemli bir yeri vardır. Türkiye’de sazlı sözlü ortam daha çok düğünlerde; âşık kahvelerinde, cem ayinlerinde, şenliklerde, festival ve törenlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu meclisleri takip eden genç, bir süre sonra usta malı parçaları ezberlemekte, mahlas seçmekte, daha sonra da kendisinden parçalar okuyarak âşıklar arasına katılmaktadır.

Yoksulluk, İşsizlik, Hastalık, vb. Durumların Etkisiyle Âşık Olma

Pek çok âşık; yoksulluk, işsizlik ve hastalıkta, kendisine kimsenin yardım etmemesi üzerine dertlerini önce saz çalarak ve konuyla ilgili usta malı parçalar söyleyerek anlatır. Daha sonra da kendi kendine veya bir ustadan mahlas alarak konuyla ilgili şiirler söyler.

Sevda Yüzünden Âşık Olma

Yaşadığı çevrede sevdiği bir kıza âşık olan genç, çeşitli sebeplerden dolayı sevdiğine kavuşamaz. Bazen de sevdiği kız bir başkasına verilir veya kaçar. Bütün bu acılara dayanamayan genç, yaptırdığı veya satın aldığı bir saz eşliğinde konuyla ilgili şiirler söylemeye başlar.

Vatan Özlemi Yüzünden Âşık Olma

Vatan özlemi, gurbet, ayrılık ve hasret gibi kavramlar bir araya gelince, insan yüreğindekileri ya saz eşliğinde ya da sazsız olarak şiire döker. Zamanla kendisini geliştirir. Bir süre sonra kendi derdini bu parçalarda bulan halk, o şiirlerinin sahibini dinlemeye başlar. Bunun en güzel örneğini Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giden vatandaşlarımız arasında yetişen âşıklardan oluşmaktadır. Bunlar içerisinde öne çıkanlar arasında Ozan Nihat, Ozan Fedaî, Ozan Şah Turna, vb. sayılabilir.

Millî Duyguların Etkisiyle Âşık Olma

Kore ve Kıbrıs Barış Harekâtı gibi savaşları yaşayanların anlattıkları, toplumun değişik kesimlerinden öne çıkan bir âşık tarafından saz eşliğinde söylenir. Bir süre sonra saz ve söz kabul görünce âşığa ve şiirlerine ilgi artar. Daha sonra da iletişim araçlarının yardımıyla âşık kendisini toplumun tüm kesimlerine tanıtır.

Kalıtım (İrsiyet) Yoluyla Âşık Olma

Aile içinde babanın saz çalıp şiir söylemesi çocuklarına da geçer. Örnek verecek olursak Gülistan Çobanlar, Murat Çobanoğlu’nun babasıdır. Çobanoğlu, âşıklığın esasını babasından öğrenmiştir.

Âşıkların Sınıflandırılması

Bilimsel çalışmanın esası sistemli çalışma ve sistemli yazmadır. Bu sebeple bu konuda çalışanlar konuyu bilimsel olarak değerlendirmişler ve âşıkları çeşitli açılardan sınıflandırmışlardır. Bu sınıflamalardan bazıları şunlardır:.

Eğitim Durumlarına Göre

Bu hususta ilk sınıflamayı Fuad Köprülü yapmış ve şairleri iki başlık altında toplamştır:

  • Kalem şairleri: Saz çalamayıp, hazırlık olarak şiir söyleyen şairler.
  • Meydan şairi: Halk toplantılarında doğaçlama olarak da şiirler tertip eden ve onları sazları ile çalıp söyleyen şairlerdir.

Ancak burada biz Âşıkları eğitim durumlarına göre şu biçimde sınıflandıracağız:

  • Ümmî âşıklar: Genellikle öğrenim görmemişlerdir. Saz çalmasını bilenlerin yanında, çalamayanlar da vardır. Hazırlıksız olarak şiir söylerler. Şiirleri büyük ölçüde millî veznimiz hece vezniyledir: Âşık Veysel, Fehmi Gür , vb.
  • Okuma yazma bilen âşıklar: Bu âşıklar öğrenim görmüşlerdir, saz çalmasını bilirler. Şiirleri hece vezniyledir. Ayak (kafiye) konusunda, muamma hazırlama ve çözmede başarılıdırlar: Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Yaşar Reyhanî, Hacı Karakılçık, vb.
  • Kalem Şairleri: Saz çalmasını bilmezler, öğrenim görmüşlerdir, şiirleri büyük ölçüde hece vezniyledir: Halil Karabulut, Erzurumlu Ümmanî Can, vb.

Yetiştikleri Çevreye Göre

Bu hususta Fuad Köprülü (1962: 173-177), Eflatun Cem Güney (1962: 256-258), Pertev Naili Boratav (1968: 343), İlhan Başgöz (1968: 9), Asım Bezirci (1993: 24-26), İhsan Ozanoğlu (1965: 7), Rauf Mutluay (1972: 39), Özgen Keskin (1983: 9), Mehmet Yardımcı (2004: 159) birbirine benzer sınıflamalar yapmışlardır. Bu sınıflandırmaları genelleyecek olursak, ortaya şöyle bir tablo çıkacaktır:

  • Şehir ortamında yetişen âşıklar: Âşık Ömer, Gevherî, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî , vb.
  • Köy ortamında yetişen âşıklar: Çıldırlı Âşık Şenlik, Ruhsatî, Minhaci, Meslekî, Noksanî , vb.
  • Göçebe ortamda yetişen âşıklar: Karaca Oğlan, Dadaloğlu.
  • Askerî ortamda yetişen âşıklar: Bahşî, Armutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Geda Muslu, Tamaşvarlı Âşık Hasan, Öksüz Dede, vb.
  • Din ve tasavvuf ortamında yetişen âşıklar: Hasan Dede, Ümmî Sinan, Kul Himmet, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, vb.

Yetiştikleri Bölgelere Göre Âşıklar

Batı Türkleri arasında XVI. yüzyıldan bu yana (Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlar) âşıkların temsilcileri vardır. Bu üç coğrafyada âşık şiiri şekil ve içerik bakımından benzerlikler göstermektedir. Bununla beraber geçmişten günümüze âşıkların yoğun olarak yetiştikleri çevreler vardır.

Doğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi’nin Kars, Ardahan, Iğdır, Artvin, Ağrı (Tutak ve çevresi), Van (Erciş ve çevresi), Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve Erzincan illeri âşıklık geleneğinin geçmişten günümüze yoğun olarak yaşatıldığı coğrafyadır. Anadolu sahasının ilk âşığı Baykan (Bıkan) bu bölgede yetişmiştir.

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi’nde Sivas, Tokat, Çorum, Yozgat, Kırşehir, Kayseri, Niğde, Konya ve çevresi âşıkların yoğun olarak yaşadığı illerdir. Bölgede hem dinî-tasavvufî Türk halk şairlerinin, hem de saz şairlerinin yetiştiğini biliyoruz.

Akdeniz Bölgesi (Çukurova)

Akdeniz Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Adana, Osmaniye, Hatay, Mersin ve Kahramanmaraş illerinde çok sayıda âşık yetişmiştir. Bölge âşıkları kendilerine önder olarak Karaca Oğlan’ı seçmektedirler.

Karadeniz Bölgesi

Bölge sınırları içerisinde yer alan Çankırı, Kastamonu, Bolu, vb. illerimizde âşıklar yetişmiştir.

Marmara Bölgesi

Bölgedeki en önemli şehir İstanbul’dur. İlde, semaî kahvelerinin bulunduğu mekânlarda (Beşiktaş, Üsküdar) ve Tavukpazarı semtinde âşıkların çalıp çığırdıklarını biliyoruz.

Âşık Fasılları

Umay Günay’ın, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık geleneğinde görülen bir âşık faslının düzenini verirken çizdiği tablo ilgi çekicidir. Bu fasıllarda her şey bir düzen çerçevesinde ve sırayla olmaktadır. Faslın hemen her safhasında karşılaşmalara yer verilir. Günay’ın sistemleştirdiği bu düzen şöyledir:

  1. Hoşlama, merhabalaşma,
  2. Hatırlatma, canlandırma,
  3. Tekellüm; Bu bölüm sekiz safhada gerçekleştirilir:
  • Açılış,
  • Öğütleme,
  • Bağlama-muamma,
  • Sicilleme
  • Yalanlama,
  • Taşlama-Takılma,
  • Tüketmece veya daraltma,
  • Uğurlama veya medhiye.

Âşık Kolları

Âşık kolu: Alanın uzmanlarından Doğan Kaya tarafından; “Çıraklık geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından, odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak, ona ait üslup, dil, ayak, ezgi, konu, hatıralar ve hikâyelerin devam ettirildiği mektep” diye tanımlanmaktadır.

Âşıklar Bayramı ve Âşıklar Şöleni

XVI. yüzyıldan bu yana pek çok âşık toplantısı yapılmıştır. Ancak elimizdeki bilgilerden bunun ilk örneklerini XIX. yüzyılda görmekteyiz. Bu toplantıları düzenleyenler arasında Ziya Paşa, Ahmet Kutsi Tecer ve Feyzi Halıcı dikkatimizi çekmektedir. Ancak âşıklar bayramı nın sistemli ve usulüne uygun olarak yapılması Cumhuriyet’ten sonradır.

XII. Yüzyıldan XVI. Yüzyılın Sonuna Kadar Âşık Şiiri ve Önemli Temsilcileri

XII, XIII ve XV. yüzyılların âşık şiirinin temsilcileri yoktur. Bununla beraber sözü edilen yüzyıllarda dinî ve tasavvufi halk şiiri sahasında öne çıkan ve hece vezniyle de şiir söyleyen /yazan bazı temsilcileri burada değerlendirilecektir. Bu sebepten konunun daha açık olarak görülebilmesi için her yüzyıl bağımsız olarak ele alınacaktır.

XII. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XII. yüzyılda tasavvufî Türk halk edebiyat ının en önemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî’dir. Gerçek hayatından daha çok menkıbevi hayatıyla tanıdığımız Hoca Ahmed Yesevî bugünkü Kazakistan’ın Sayram beldesinde doğmuş, daha sonra Yesi’ye göçmüş, 63 yaşında çilehanesine girmiş ve 127 yaşında vefat etmiştir. “Hikmet” adı verilen şiirleri Divan-ı Hikmet adlı eserde toplanmıştır.

XIII. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

Bu yüzyılda divan şiiri tarzında eser veren şairleri görüyoruz. Bunlar arasında Farsça olarak yazan Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Türkçe yazan Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhânî ve Ahmed Fakih ’i sayabiliriz.

XIV. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XIV. yüzyılda, divan şiiri alanında önemli temsilciler vardır. Bunlar arasında Âşık Paşa, Ahmedi Dâî, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Gülşehrî, vb. sayılabilir. Tasavvufi Türk halk edebiyatı nın önemli temsilcileri ise Sait Emre, Kaygusuz Abdal, vb.’leridir. XIV. yüzyılda Anadolu sahasının ilk âşığını tespit edebiliyoruz. Baykan (Bıkan) adlı âşığın bu yüzyılda yaşadığını, M. Fahrettin Çelik (Kırzıoğlu)’ten öğreniyoruz. Elimizde bir şiiri bulunan Baykan’ın doğum ve ölüm tarihi hakkında bilgimiz yoktur.

XV. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

XV. yüzyılda divan şiirinin önemli temsilcileriyle karşılaşıyoruz. Bunlar arasında Ahmed Paşa, Necâtî, Atâî, Mesîhî, Hamdullah Hamdî, Süleyman Çelebi, Hümâmî, vb.’yi sayabiliriz.

XVI. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri

Bu yüzyılda divan şiiri alanında Fuzûlî, Bâkî, Nev’î, Hayâlî, Rûhî, Zâtî, Figanî, vb. şairler yetişmiştir. Tasavvufi Türk halk edebiyatı alanında da Üftade, Ahmedi Sârban,Ümmî Sinan ve Pir Sultan Abdal ilk akla gelen adlardandır.

XVI. yüzyıl âşıklarının hayatları hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Bu şairlerin birer ikişer şiiri olup tamamına yakını ordu şairidir. Bunlar; Armutlu, Bahşi, Çırpanlı, Geda Muslî, Hayalî, Köroğlu, Kul Mehmed, Ozan, Öksüz Dede.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.