Açıköğretim Ders Notları

Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 8. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 8. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Edebi Motiflerin Mitolojik Kökenleri-Iı

Klasik Türk Edebiyatında Mitolojik Motifler-II

Güneş Kartal

Sümer, Akat ve Asur mitolojilerinde karşımıza çıkan aslan başlı kartal yağmur, fırtına, şimşek ve gök gürültüsünün tanrısı olan Ninurta’nın sembolüdür. Bu tanrı sembolü insan şeklini almadan büyük, siyah fırtınaların toplandığı bir bulut olarak düşünülmüştür. Ninurta ve benzeri Temmuz tipi tanrıların M.Ö. üç ve iki binlerde savaşçı- kahraman bir kral olarak tanımlanmalarının nedeni, eski insanlar tarafından gök gürültüsü, fırtına seslerinin aslanın kükremesi veya savaş arabalarının seslerine benzetilmesi, yıldırımınsa güneşin attığı oklar olarak düşünülmesidir.

Akatların bölgeye hakim olarak Sümerleri de hakimiyetleri altına almaları semitik kültürün ve dini anlayışların Mezapotamya’da daha etkili olmasına neden olmuş, gecenin mitolojideki yerini aydınlık ve güneş almaya başlamıştır. Bu birleşme ve etki, eski yağmur ve fırtına tanrısı olan Ninurta’nın ‘yenilmeyen güneş’ olarak Sümer, Akat ve Babil’in savaş Tanrısı olmasına neden olmuştur. Ninurta sabah doğan güneş veya ilkbahar güneşinin Tanrısı olarak tanımlanmaya başlanınca, her akşam ve sonbahar dünyaya inen, oradaki karanlık güçleri yenerek her sabah ve ilkbaharda yeniden doğan tanrının sembolü kartal haline gelmiştir. Ninurta’nın en önemli sembolü aslan başlı kartal yani İmolugut’tur ve bu iki figür birbirleriyle yer değiştirerek abidelerde bulunmaktadır.

İslami kaynaklarda da güneşin mitolojik sembollerinden biri kartaldır. Özellikle Divan edebiyatına bakıldığında, geceyi ve karanlıkları aşan güneş bir kartala ya da kartal türündeki kuşlara benzetilmektedir. Kartalın çok yükseklerde doğudan batıya uçması güneşin hareketleriyle aynı yönde olduğu gibi, kartalın geceleri kanatlarından ateş saçması ise geceleyin yıldızların parlaklığını aldığı hakkındaki tasavvurların hâlâ devam etmekte olduğu görülür. Klasik İslam ve Divan edebiyatında güneşe kimsenin bakamayacağı gibi bir inanç bulunur ve güneşin sembolü olan kartaldan başka kimsenin bakmayacağı tasavvurun da etkisi bulunmaktadır.

Yakındoğu mitolojisinde güneş tanrısının doğudan doğuşunu anlatan insan sembolleri şunlardır:

  1. Omuzlarında ok şeklinde ışıklar fışkıran bir erkek figürü.
  2. Elinde ışıkları temsil eden testere biçiminde dişli hançer bulunan bir insan figürü. (Bu testere güneşin karar verme, adil olma kavramlarıyla ilişkisini simgeler.)
  3. Doğarken ve batarken bir ayağını bir dağ tepesine koymuş bir erkek figürü. Divan edebiyatında güneşin ışınları ip ilişkisi Mısır’da güneşin gemiye benzetilmesiyle ilişkilidir.

İslâm yazarları ve tarihçileri de gökyüzünde bir denizin veya doğuda ve batıda yüz seksener tane pınarın bulunduğunu ve güneşin her akşam bu pınarların birisinden battığını, gecenin karanlıklarında tekerlekli arabasıyla veya teknesiyle melekler tarafından çekilerek arşın altına getirildiğini anlatmaktadırlar. Burada güneş sabahın olmasını ve tanrının ona tekrar doğmasını emretmesini bekler.

Güneş, kartal olarak batıdaki karanlık sulara ihtiyar olarak daldıktan sonra gökyüzünün doğu tarafında yeniden gençleşir ve gece boyunca karanlık sularında yürüdüğü okyanusa karşı bir zafer kazanmış olarak yeniden dünyaya geri gelir. Güneşin sembolü olan kartal kazandığı bu zaferlerle gücün ve kuvvetin sembolü olmuştur ve Yakındoğu’da hükümdarların kartala ve benzeri kuşlara benzetilmesinin gelenek haline gelmesine neden olmuştur.

Âb-ı Hayat

Âb-ı hayatın kaynağı Sümer mitolojisindeki daha eski bir motifi temel alan Gılgamış efsanesidir. Yeraltı dünyasına inen tanrıça İnanna’yı ölümden geri çevirmek için nedimesi Ninşubur tanrı Enki’den teslim aldığı “hayat suyu”nu ve “hayat yiyeceğini” taşıyan Galatur ve Kurgarra adlı iki ruhun refaketinde yer altına iner ve İnanna’nın cesedi üzerine bu iki maddeyi saçarak onu yeniden hayata döndürür. Daha sonra Gılgamış efsanesinde ebedî hayat bağışlayan bitkiyi Gılgamış’dan bir yılan kaç›r›r. Benzeri bir hikâye daha sonra İskender ile aşçısı ve Hz. Hızır’ı aramaya çıkan Hz. Musa ile ona refakat eden Yûşa’bin Nûn’un başından geçer.

Âb-ı hayat Sümer ve Babil mitolojilerinde tanrıların elde edebileceği bir şeyken, mitolojiden efsaneye geçtikten sonra kahramanlar bir türlü ele geçirememişlerdir. Yakındoğu edebiyatında tıpkı ‘hayat ağacı’ gibi ölümsüzlük suyu da tanrılara ait kalmıştır.

Âb-ı hayat bazı beyitlerde hayatî özelliğinden ötürü su, ilaç yerine geçtiği için şarap, söyleyene ve dinleyene iyi ve güzel duygular aşıladığı, ebediyen kulaktan kulağa yaşadığı için söz, dolayısıyla edebî eser, âb-ı hayata benzetilir:

Sular âb-ı hayât olmış safâdan
Tabâyi’ mu’tedil âb u hevâdan
Bınarlar çevresi yaşıl gülistân
Zeberced arg içinde âb-ı hayvân

(Çengnâme 363-374)

Temmuz

Mezopotamya’da eski Sümer’de adı Dumuzi (Temmuz) olan fakat değişik bölgelerde ve zamanlarda Asur, Marduk, Baal, Adonis, Attis, Osiris gibi değişik adlarla adlandırılan ölen ve dirilen bitki tanrısı tarih boyunca Yunanistan’da, Anadolu’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de birbirine esasta benzeyen fakat teferruatta ayrılan âyinler ve merasimlerle varlığını ve etkisini sürdürmüştür. Roma İmparatorluğunda büyük bir yer tutan bu inanışlar Hristiyanlıkta da kendini Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra tekrar dirilerek göğe yükseldiğine inanılması bu benzerliklerden en önemlisidir. Bu açıdan Paskalya merasiminin, ölen ve dirilen tanrılar için yapılan festivallerle aynı zamana denk gelmesi dikkat çekicidir.

Hatem-i Tay

Bütün klâsik İslâm ve Divan edebiyatı şairleri, Arapların Tay boyundan ve meşhur Arap şairi ve reislerinden olan Hatem-i Tay’in cömertliğini bir darb-ı mesel hükmünde kullanırlar ve onun cömertliğini memduhlarının cömertliği ile mukayese ederler:

Sehâsından utanur Hâtem-i Tay
Gözi gönli ganîdür himmeti bay

(Çengnâme 187)

Nazarda Müşterî tal’atda hurflîd
Keremde Hâtem ü hikmetde Cemfîd

(Çengnâme 193)

Simurg/Anka

Divan edebiyatında Ankâ, Zümrüdankâ ya da Sîmurg adlarıyla geçen bu efsanevi kuşun Hint mitolojisindeki “garuda” kuşu, eski Mısırlıların en büyük tanrının formlarından biri olarak kabul ettikleri “benu” kuşunun bir uzantısı olan “phoneix” ve Türklerin milli sembollerinden, kartal, karakuş ve tuğrul gibi yırtıcı kuşlarla ilgisi olabileceği söylenmektedir. Türk edebiyatında bu adlarla bir motif olarak İran edebiyatından geçmiş olduğu kesin olmakla birlikte çok benzer efsanelerin İslamiyet’ten önceki Türk kavimleri arasında da yayılmış olduğu bilinmektedir. Arap rivayetinde göre Anka, yarısı aslan yarısı kartal olan bir kuştur. Kaf dağında yaşadığı söylenen efsanevî mevhum bir kuş olan Anka, Divan edebiyatında yokluğun ve kanaatin timsali olarak geçer:

Hüner ‘Anka-sıfat olmışdı ma’dûm
Anun zâtındadur mevcûd ma’lûm

(Çengnâme 189)

Hümâ

Sembolü daire içinde kanatlı bir insan figürü veya sadece bir kuşun kanatları ve kuyruğu ile süslü bir disk olan bu mitolojik kavram, Mezopotamya’daki daha eski devrelere uzanmakla birlikte, bilhassa Asur devrinden beri fırtına ve gök gürültüsü, yağmur, aynı zamanda bitki ve bereketlilik tanrısıyla özdeşleşen güneş tanrısının, dolayısıyla tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan hükümdarın da sembolü olur.

İslâmiyet’te devlet ve iktidarla, baht ve talihle birleştirilmiş ve İslâm edebiyatında Hüma kuşu, “devlet kuşu, talih ve baht kuşu” olarak kabul edilmiştir. Efsaneye göre devlet kuşu diye adlandırılan ve çok yükseklerden uçan bu kuşun kanadının gölgesi kimin başına düşerse, o padişah olurmuş:

Hümâ devlet kuşıdur sâyesi ol
Sa’âdet gencdür sermâyesi ol

(Çengnâme 148)

Hüdhüd

Hüdhüd, “çavuş kuşu”, İslâm mitolojisine göre Hz. Süleyman’ın emrinde bulunan kuşlardan biridir. Hz. Süleyman onun vasıtası ile Belkıs’ı bulmuş, Müslüman etmiş ve onunla evlenmiştir. Ayrıca Hüdhüd , çölde toprağın altında suyun nerede bulunduğunu çok iyi bilirdi. Bu yüzden Hz. Süleyman, (Ya’fur ya da Yagfur adlı) Hüdhüd’ü su bulma vazifesinde kullanmıştır. Hüdhüd ayrıca ilkbaharla, yağmurla, asma ağaçları ve üzümle yani bitki dünyası ile ilgili bir kuştur. Bu yüzden eğer bir adam Hüdhüd’ün kanıyla ayaklarını boyarsa, rüyasında fevkalâde acayip şeyler görür. İran şairi Attar (öl. 1221) Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili) adlı eserinde Hüdhüd’e önemli bir rol vermiştir. Çünkü bütün kuşlar, onun kılavuzluğu altında, Simurg’u aramak için yola çıkarlar.

Kılursın ‘âlemi Hüdhüd gibi seyr
Süleymânsın okırsun Mantıku’t-tayr

(Çengnâme 730)

Misk

Rivayete göre, gazal-i misk adlı âhu, Tibet tarafında bulunur. Misk bu geyiğin göbeğinde toplanan kandan elde edilir. Misk şişi göbeğinde toplanınca, ahu hastalanırmış; göbeğini kaşıyabilmesi için, Tibet halkı geniş sahralara kazıklar çakarmış. Âhu bu kazıklara göbeğini sürterek kaşırken misk düşermiş. Siyah renkli ve güzel kokulu olan misk, kalbe ve dimağa kuvvet verdiği için, eskiden tıpta ilaç olarak kullanılırmış. Edebiyatta siyah rengi ve güzel kokusu bakımından misk sevgilinin saçına benzetilir. Bu yüzden zülf, siyah, koku kelimeleriyle, geldiği yer dolayısıyla da Hıta, Huten ve Çin kelimeleriyle ses benzerliği dolayısıyla da “çın” (doğru), hatâ (yanlış) kelimeleriyle beraber kullanılır; bu kelimeler etrafında çeşitli kelime oyunları ve sanatlar yapılır.

Sanemler zülfi hep benden mu’anber
Dimâgı rayihamdan hoş mu’attar

Tenümden her ne kan kim hüşk olurdı
Göbeğümde gelürdi müşg olurdı

Gözüm esrükligi nergis humârı
Göbeğim nâfe-i müşg-i tatârî

Hıtâdan Rum iline vardı çavum

Kıya baksam olur aslanlar avum

(Çengnâme 1173-1175)

Ud-ı Kumârî

Tusî’de, Kamîr şekliyle geçen Hindistan’daki Kumar şehri, İslâm ve Divan edebiyatında öd ağacı, amber ve tavus kuşları ile meşhurdur.

Buhur itmiş sabâ ‘ûd-ı Kumârî
‘Abîr ü lâden ü müşg-i tatârî

(Çengnâme 364)

Fîl-i Mengelûs

Mengelus adlı yerde haşmetli ve büyük beyaz filler yetiştirilirmiş. Ahmed-i Daî, Çengnâme’de atın heybetli görünüşünü daha iyi canlandırmak için onu beyaz Mengelus filleriyle mukayese eder:

Salâbetde çü fîl-i Mengelûsî
Depinsem ürküdürdüm Engerûsî

(Çengnâme 1260)

Yemen Akiki

Yemen’de çıkan akik taşlı Süheyl adlı yıldızdan rengini aldığı için bütün akiklerden renkçe daha parlakmış ve ruhtaki sıkıntıyı dağıtırmış.

Hırâmân kâmeti serv-i revândur
‘Akîkî lebleri reşk-i Yemen’dür

(Çengnâme 491)

Klasik Türk Edebiyatında Mitolojik Motifler-II

Güneş Kartal

Sümer, Akat ve Asur mitolojilerinde karşımıza çıkan aslan başlı kartal yağmur, fırtına, şimşek ve gök gürültüsünün tanrısı olan Ninurta’nın sembolüdür. Bu tanrı sembolü insan şeklini almadan büyük, siyah fırtınaların toplandığı bir bulut olarak düşünülmüştür. Ninurta ve benzeri Temmuz tipi tanrıların M.Ö. üç ve iki binlerde savaşçı- kahraman bir kral olarak tanımlanmalarının nedeni, eski insanlar tarafından gök gürültüsü, fırtına seslerinin aslanın kükremesi veya savaş arabalarının seslerine benzetilmesi, yıldırımınsa güneşin attığı oklar olarak düşünülmesidir.

Akatların bölgeye hakim olarak Sümerleri de hakimiyetleri altına almaları semitik kültürün ve dini anlayışların Mezapotamya’da daha etkili olmasına neden olmuş, gecenin mitolojideki yerini aydınlık ve güneş almaya başlamıştır. Bu birleşme ve etki, eski yağmur ve fırtına tanrısı olan Ninurta’nın ‘yenilmeyen güneş’ olarak Sümer, Akat ve Babil’in savaş Tanrısı olmasına neden olmuştur. Ninurta sabah doğan güneş veya ilkbahar güneşinin Tanrısı olarak tanımlanmaya başlanınca, her akşam ve sonbahar dünyaya inen, oradaki karanlık güçleri yenerek her sabah ve ilkbaharda yeniden doğan tanrının sembolü kartal haline gelmiştir. Ninurta’nın en önemli sembolü aslan başlı kartal yani İmolugut’tur ve bu iki figür birbirleriyle yer değiştirerek abidelerde bulunmaktadır.

İslami kaynaklarda da güneşin mitolojik sembollerinden biri kartaldır. Özellikle Divan edebiyatına bakıldığında, geceyi ve karanlıkları aşan güneş bir kartala ya da kartal türündeki kuşlara benzetilmektedir. Kartalın çok yükseklerde doğudan batıya uçması güneşin hareketleriyle aynı yönde olduğu gibi, kartalın geceleri kanatlarından ateş saçması ise geceleyin yıldızların parlaklığını aldığı hakkındaki tasavvurların hâlâ devam etmekte olduğu görülür. Klasik İslam ve Divan edebiyatında güneşe kimsenin bakamayacağı gibi bir inanç bulunur ve güneşin sembolü olan kartaldan başka kimsenin bakmayacağı tasavvurun da etkisi bulunmaktadır.

Yakındoğu mitolojisinde güneş tanrısının doğudan doğuşunu anlatan insan sembolleri şunlardır:

  1. Omuzlarında ok şeklinde ışıklar fışkıran bir erkek figürü.
  2. Elinde ışıkları temsil eden testere biçiminde dişli hançer bulunan bir insan figürü. (Bu testere güneşin karar verme, adil olma kavramlarıyla ilişkisini simgeler.)
  3. Doğarken ve batarken bir ayağını bir dağ tepesine koymuş bir erkek figürü. Divan edebiyatında güneşin ışınları ip ilişkisi Mısır’da güneşin gemiye benzetilmesiyle ilişkilidir.

İslâm yazarları ve tarihçileri de gökyüzünde bir denizin veya doğuda ve batıda yüz seksener tane pınarın bulunduğunu ve güneşin her akşam bu pınarların birisinden battığını, gecenin karanlıklarında tekerlekli arabasıyla veya teknesiyle melekler tarafından çekilerek arşın altına getirildiğini anlatmaktadırlar. Burada güneş sabahın olmasını ve tanrının ona tekrar doğmasını emretmesini bekler.

Güneş, kartal olarak batıdaki karanlık sulara ihtiyar olarak daldıktan sonra gökyüzünün doğu tarafında yeniden gençleşir ve gece boyunca karanlık sularında yürüdüğü okyanusa karşı bir zafer kazanmış olarak yeniden dünyaya geri gelir. Güneşin sembolü olan kartal kazandığı bu zaferlerle gücün ve kuvvetin sembolü olmuştur ve Yakındoğu’da hükümdarların kartala ve benzeri kuşlara benzetilmesinin gelenek haline gelmesine neden olmuştur.

Âb-ı Hayat

Âb-ı hayatın kaynağı Sümer mitolojisindeki daha eski bir motifi temel alan Gılgamış efsanesidir. Yeraltı dünyasına inen tanrıça İnanna’yı ölümden geri çevirmek için nedimesi Ninşubur tanrı Enki’den teslim aldığı “hayat suyu”nu ve “hayat yiyeceğini” taşıyan Galatur ve Kurgarra adlı iki ruhun refaketinde yer altına iner ve İnanna’nın cesedi üzerine bu iki maddeyi saçarak onu yeniden hayata döndürür. Daha sonra Gılgamış efsanesinde ebedî hayat bağışlayan bitkiyi Gılgamış’dan bir yılan kaç›r›r. Benzeri bir hikâye daha sonra İskender ile aşçısı ve Hz. Hızır’ı aramaya çıkan Hz. Musa ile ona refakat eden Yûşa’bin Nûn’un başından geçer.

Âb-ı hayat Sümer ve Babil mitolojilerinde tanrıların elde edebileceği bir şeyken, mitolojiden efsaneye geçtikten sonra kahramanlar bir türlü ele geçirememişlerdir. Yakındoğu edebiyatında tıpkı ‘hayat ağacı’ gibi ölümsüzlük suyu da tanrılara ait kalmıştır.

Âb-ı hayat bazı beyitlerde hayatî özelliğinden ötürü su, ilaç yerine geçtiği için şarap, söyleyene ve dinleyene iyi ve güzel duygular aşıladığı, ebediyen kulaktan kulağa yaşadığı için söz, dolayısıyla edebî eser, âb-ı hayata benzetilir:

Sular âb-ı hayât olmış safâdan
Tabâyi’ mu’tedil âb u hevâdan
Bınarlar çevresi yaşıl gülistân
Zeberced arg içinde âb-ı hayvân

(Çengnâme 363-374)

Temmuz

Mezopotamya’da eski Sümer’de adı Dumuzi (Temmuz) olan fakat değişik bölgelerde ve zamanlarda Asur, Marduk, Baal, Adonis, Attis, Osiris gibi değişik adlarla adlandırılan ölen ve dirilen bitki tanrısı tarih boyunca Yunanistan’da, Anadolu’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de birbirine esasta benzeyen fakat teferruatta ayrılan âyinler ve merasimlerle varlığını ve etkisini sürdürmüştür. Roma İmparatorluğunda büyük bir yer tutan bu inanışlar Hristiyanlıkta da kendini Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra tekrar dirilerek göğe yükseldiğine inanılması bu benzerliklerden en önemlisidir. Bu açıdan Paskalya merasiminin, ölen ve dirilen tanrılar için yapılan festivallerle aynı zamana denk gelmesi dikkat çekicidir.

Hatem-i Tay

Bütün klâsik İslâm ve Divan edebiyatı şairleri, Arapların Tay boyundan ve meşhur Arap şairi ve reislerinden olan Hatem-i Tay’in cömertliğini bir darb-ı mesel hükmünde kullanırlar ve onun cömertliğini memduhlarının cömertliği ile mukayese ederler:

Sehâsından utanur Hâtem-i Tay
Gözi gönli ganîdür himmeti bay

(Çengnâme 187)

Nazarda Müşterî tal’atda hurflîd
Keremde Hâtem ü hikmetde Cemfîd

(Çengnâme 193)

Simurg/Anka

Divan edebiyatında Ankâ, Zümrüdankâ ya da Sîmurg adlarıyla geçen bu efsanevi kuşun Hint mitolojisindeki “garuda” kuşu, eski Mısırlıların en büyük tanrının formlarından biri olarak kabul ettikleri “benu” kuşunun bir uzantısı olan “phoneix” ve Türklerin milli sembollerinden, kartal, karakuş ve tuğrul gibi yırtıcı kuşlarla ilgisi olabileceği söylenmektedir. Türk edebiyatında bu adlarla bir motif olarak İran edebiyatından geçmiş olduğu kesin olmakla birlikte çok benzer efsanelerin İslamiyet’ten önceki Türk kavimleri arasında da yayılmış olduğu bilinmektedir. Arap rivayetinde göre Anka, yarısı aslan yarısı kartal olan bir kuştur. Kaf dağında yaşadığı söylenen efsanevî mevhum bir kuş olan Anka, Divan edebiyatında yokluğun ve kanaatin timsali olarak geçer:

Hüner ‘Anka-sıfat olmışdı ma’dûm
Anun zâtındadur mevcûd ma’lûm

(Çengnâme 189)

Hümâ

Sembolü daire içinde kanatlı bir insan figürü veya sadece bir kuşun kanatları ve kuyruğu ile süslü bir disk olan bu mitolojik kavram, Mezopotamya’daki daha eski devrelere uzanmakla birlikte, bilhassa Asur devrinden beri fırtına ve gök gürültüsü, yağmur, aynı zamanda bitki ve bereketlilik tanrısıyla özdeşleşen güneş tanrısının, dolayısıyla tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan hükümdarın da sembolü olur.

İslâmiyet’te devlet ve iktidarla, baht ve talihle birleştirilmiş ve İslâm edebiyatında Hüma kuşu, “devlet kuşu, talih ve baht kuşu” olarak kabul edilmiştir. Efsaneye göre devlet kuşu diye adlandırılan ve çok yükseklerden uçan bu kuşun kanadının gölgesi kimin başına düşerse, o padişah olurmuş:

Hümâ devlet kuşıdur sâyesi ol
Sa’âdet gencdür sermâyesi ol

(Çengnâme 148)

Hüdhüd

Hüdhüd, “çavuş kuşu”, İslâm mitolojisine göre Hz. Süleyman’ın emrinde bulunan kuşlardan biridir. Hz. Süleyman onun vasıtası ile Belkıs’ı bulmuş, Müslüman etmiş ve onunla evlenmiştir. Ayrıca Hüdhüd , çölde toprağın altında suyun nerede bulunduğunu çok iyi bilirdi. Bu yüzden Hz. Süleyman, (Ya’fur ya da Yagfur adlı) Hüdhüd’ü su bulma vazifesinde kullanmıştır. Hüdhüd ayrıca ilkbaharla, yağmurla, asma ağaçları ve üzümle yani bitki dünyası ile ilgili bir kuştur. Bu yüzden eğer bir adam Hüdhüd’ün kanıyla ayaklarını boyarsa, rüyasında fevkalâde acayip şeyler görür. İran şairi Attar (öl. 1221) Mantıku’t-Tayr (Kuşların Dili) adlı eserinde Hüdhüd’e önemli bir rol vermiştir. Çünkü bütün kuşlar, onun kılavuzluğu altında, Simurg’u aramak için yola çıkarlar.

Kılursın ‘âlemi Hüdhüd gibi seyr
Süleymânsın okırsun Mantıku’t-tayr

(Çengnâme 730)

Misk

Rivayete göre, gazal-i misk adlı âhu, Tibet tarafında bulunur. Misk bu geyiğin göbeğinde toplanan kandan elde edilir. Misk şişi göbeğinde toplanınca, ahu hastalanırmış; göbeğini kaşıyabilmesi için, Tibet halkı geniş sahralara kazıklar çakarmış. Âhu bu kazıklara göbeğini sürterek kaşırken misk düşermiş. Siyah renkli ve güzel kokulu olan misk, kalbe ve dimağa kuvvet verdiği için, eskiden tıpta ilaç olarak kullanılırmış. Edebiyatta siyah rengi ve güzel kokusu bakımından misk sevgilinin saçına benzetilir. Bu yüzden zülf, siyah, koku kelimeleriyle, geldiği yer dolayısıyla da Hıta, Huten ve Çin kelimeleriyle ses benzerliği dolayısıyla da “çın” (doğru), hatâ (yanlış) kelimeleriyle beraber kullanılır; bu kelimeler etrafında çeşitli kelime oyunları ve sanatlar yapılır.

Sanemler zülfi hep benden mu’anber
Dimâgı rayihamdan hoş mu’attar

Tenümden her ne kan kim hüşk olurdı
Göbeğümde gelürdi müşg olurdı

Gözüm esrükligi nergis humârı
Göbeğim nâfe-i müşg-i tatârî

Hıtâdan Rum iline vardı çavum

Kıya baksam olur aslanlar avum

(Çengnâme 1173-1175)

Ud-ı Kumârî

Tusî’de, Kamîr şekliyle geçen Hindistan’daki Kumar şehri, İslâm ve Divan edebiyatında öd ağacı, amber ve tavus kuşları ile meşhurdur.

Buhur itmiş sabâ ‘ûd-ı Kumârî
‘Abîr ü lâden ü müşg-i tatârî

(Çengnâme 364)

Fîl-i Mengelûs

Mengelus adlı yerde haşmetli ve büyük beyaz filler yetiştirilirmiş. Ahmed-i Daî, Çengnâme’de atın heybetli görünüşünü daha iyi canlandırmak için onu beyaz Mengelus filleriyle mukayese eder:

Salâbetde çü fîl-i Mengelûsî
Depinsem ürküdürdüm Engerûsî

(Çengnâme 1260)

Yemen Akiki

Yemen’de çıkan akik taşlı Süheyl adlı yıldızdan rengini aldığı için bütün akiklerden renkçe daha parlakmış ve ruhtaki sıkıntıyı dağıtırmış.

Hırâmân kâmeti serv-i revândur
‘Akîkî lebleri reşk-i Yemen’dür

(Çengnâme 491)

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.