Açıköğretim Ders Notları

Türk Basın Tarihi Dersi 8. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Türk Basın Tarihi Dersi 8. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Çok Partili Dönemden 2000’Lere Basın-Yayın Alanında Yapısal Değişim Ve Yasal Düzenlemeler

1945-1950 Dönemi: Çok Partili Siyasi Yaşama Geçiş

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir ekonomik ve siyasal alanlarda yeniden yapılanmayı gündeme getirmiştir. Bu değişim Türkiye açısından Batı dünyası ile ilişkilerini pekiştirme, zenginleşme ve demokratikleşme biçiminde kendini gösterecektir. Türkiye’deki basın ve yayın organları üzerinde değişimin etkileri yasal ve yapısal bakımlardan kısa süre içinde hissedilir.

Türkiye’de Radyo Yayınları: 1927 yılında bir özel kuruluş olan Türk Telsiz Telefon Anonim şirketi tarafından başlatılmış, 1937 yılında devlet tekeline alınmış ve 1964 yılında TRT’nin kurulmasına kadar devlet radyosu olarak işletilmiştir.

Hükümet basın-yayın organlarını savaş boyunca uyguladığı politikalar çerçevesinde sıkı bir denetim altında tutmuş, gerek yasal düzenlemeler gerekse doğrudan müdahalelerle içeriği kontrol etmiştir. Bu çerçevede, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun “ülkenin genel politikasına aykırı yayımlarından dolayı gazete ve dergileri kapatmayı” hükme bağlayan ünlü 50. maddesi, savaş sonuna kadar basın özgürlüğünün önündeki en önemli engel olarak varlığını sürdürmüştür. Savaş sonrasındaki demokratikleşme arayışları milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın CHP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurmaları ve 1946 yılında seçime gidilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu seçimde CHP iktidarı devam ederse de 1950’de yapılan seçimlerde DP ezici bir çoğunlukla iktidarı devralır. 1945-1950 arasındaki çok partili dönemde, muhalefetin yükselişi, demokratikleşme ve özgürleşme, basın düzenlemeleri üzerindeki etkisini derhal göstermiştir. 1946 seçiminden hemen önce, muhalefetin de büyük desteğiyle, yukarıda sözü edilen 50. madde değiştirilerek hükümetin dilediğinde gazete kapatmasının önüne geçilmiştir.

1945-1950 ortamının basın hayatı üzerindeki etkileri de hızla ortaya çıkmış, gazete ve dergiler nicelik ve nitelik bakımından yükselişe geçmiştir. İrili ufaklı çok sayıda yeni gazete ve derginin yayıma başlaması, gazetelerin sayfa sayısının artması matbaa teknolojisinin yenilenerek elektrikle çalışan, saatte 30-40 bin arasında baskı yapabilen modern baskı makinelerine geçilmesi, renkli fotoğraf kullanımının yaygınlaşması gibi gelişmelerle birlikte bazı gazetelerin günlük baskı sayıları ilk kez 70- 80 binlere ulaşmıştır. Bu gelişme 1950’lerde de sürecek, gazete-dergi sayı ve tirajları artmaya devam edecektir.

Çok partili geçiş döneminin basın açısından bir diğer önemli gelişmesi de Hürriyet’in sahibi Sedat Simavi’nin girişimleriyle 1946 yılında “Gazeteciler Cemiyeti”nin kurulması olmuştur.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ nin ilk başkanı Sedat Simavi’dir. Burhan Felek, Cevat Fehmi Başkut, Nezih Demirkent, Necmi Tanyolaç, Nail Güreli, Orhan Erinç cemiyetin başkanlığında bulunmuş gazetecilerdir. Başkanlığı halen Turgay Olcayto yürütmektedir.

Üniversite düzeyinde gazetecilik eğitimine de İstanbul Üniversitesi çatısı altında başlanmış, kurulan “Gazetecilik Enstitüsü” 1950 yılında eğitime geçmiştir.

İletişim Eğitimi: 1948’de açılan ve ortaöğretim düzeyinde eğitim veren İstanbul Özel Gazetecilik Okulu ile İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü Türkiye’deki iletişim eğitiminin tohumlarını atmıştır. Daha sonra 1965’de Ankara’da, 1972’de Eskişehir’de benzer enstitüler açılmıştır. Günümüzde gazetecilik eğitimi yanı sıra radyo, televizyon, sinema, halkla ilişkiler, reklamcılık gibi alanlarda eğitim veren iletişim fakültelerinin sayısı 65’e ulaşmıştır.

1950-1960 Dönemi: Demokrat Parti ve Basın-Yayın

Basına özgürlük vaadiyle iktidara yürüyen ve basından büyük destek gören DP, gerçekten de hükümet olur olmaz yeni bir basın yasası çıkararak gazete ve gazetecilerin özledikleri düzenlemeyi yapar. Temmuz 1950 tarihli Basın Kanunu, 1931 tarihli eski yasayı yürürlükten kaldırarak liberal bir yaklaşım getirir. Yeni Basın Kanunu’nun başlıca özellikleri şunlardır:

  • Gazete ve dergi çıkartmak için hükümetin izin ve ruhsat vermesine gerek kalmamıştır, bir bildiri vermek yeterlidir.
  • “Kötü şöhretli” kişilerin gazetecilik yapmasını yasaklayan yoruma açık eski hükümler kaldırılmıştır.
  • Basın davaları özel basın mahkemelerinde görülecek, böylece gazeteciler yıllar süren davalardan kurtulmuş olacaktır.
  • Cevap hakkı yeniden düzenlenmiş ve hakkın kullanılmasında basından yana tavır alınmıştır.
  • Ceza sorumluluğu gazete sahipleri yerine yazar ve yazı işleri müdürleri üzerine bırakılmış, gazete sahipleri sadece hukuki ve mali sorumluluk üstlenmiştir.

1952 Haziran’ında kabul edilen bir başka yasa ile de gazetecilerin çalışma koşulları düzenlenir. Bu yasa uyarınca gazete çalışanları sendika kurabilme, sosyal güvenlik, iş sözleşmesi, kıdem tazminatı, ücretli izin gibi haklara sahip olmuştur. Gazeteciler aynı yıl, daha sonra Türkiye Gazeteciler Sendikası’na dönüşecek olan İstanbul Gazeteciler Sendikası’nı kurmuştur.

Kore Savaşı; 1950’de Güney ve Kuzey Kore arasında başlayıp 1953’te ateşkesle sona eren savaştır. ABD ve Çin’in müdahaleleriyle bir bakıma iki sistemin; kapitalizm ile komünizmin savaşı haline gelmiştir.

Türkiye de 5000 kadar asker ile ABD’nin yanında savaşa katılmış, can kayıpları vermiştir.

ABD müttefiki olarak Kore Savaşı’na asker gönderen Türkiye’de siyasal tartışmaların yanı sıra ekonomik darboğazlar ve enflasyon gibi sorunlar da baş gösterir. Bu olumsuzlukları okurlarına yansıtan gazeteler de DP’nin tepkisini çeker ve basın özgürlüğünü yeniden kısıtlayan bir dizi tedbir peşpeşe yürürlüğe konur.

1957’de gazete ve dergi kağıtlarının ithali devlet tekeline alınır, böylelikle kağıt üzerindeki kontrol tamamen hükümetin olur. Bunun anlamı gazetelerin baskı yapmak üzere gereksindiği kağıdın tahsisine hükümetin karar vermesi, dolayısıyla bu yetkiyi kendisine yakın gazetelerin lehine yahut diğerlerinin aleyhine keyfi biçimde kullanabilmesidir. 1958’de ise resmi ilan ve reklamların devlet tekelinden dağıtılması uygulamasına geçilmiştir. Bu türden yaptırımlar, “besleme basın” söylem ve eleştirilerini de ayyuka çıkartmıştır.

Besleme Basın: Gerek kağıt tahsisi veya resmi ilan desteği, gerekse kredi veya örtülü ödenek gibi doğrudan maddi yardımlarla iktidarlarca “beslendiği” öne sürülen iktidar yanlısı basın organları.

Basın-yayın üzerindeki denetim gazete ve dergiler üzerinde sınırlı kalmamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkede gelişim gösteren ve yaygınlaşan radyo yayınları üzerinde de etkisini göstermiştir. 1954’te çıkartılan bir yasa ile seçim propagandalarında muhalefet partilerine radyodan yararlanma olanağı veren hükümler yürürlükten kaldırılmış, diğer taraftan hükümet etkinlikleri ile ilgili her türlü yayın propaganda niteliğinden çıkarılmıştır. Böylelikle radyo hükümetin bir yayın organı haline dönüşüp tek yanlı bir yayıncılığa yönelmiştir.

Türkiye’de 1960’lı yıllar ordunun hükümeti devirerek yönetime el koyduğu 27 Mayıs müdahalesi ile açılmıştır. Ardından yeni bir anayasa hazırlanarak 1961 yılında yürürlüğe konmuştur. 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ve genel seçimlerin yapılmasına dek geçen sürede hükümette kalan Milli Birlik Komitesi, ilk icraatlarından biri olarak DP döneminde çıkarılmış olan basın özgürlüğünü kısıtlayıcı kanunları ve Basın Kanunu’ndaki kısıtlayıcı hükümleri kaldırmıştır. Ceza kanununda değişiklik yapılarak gazetecilere ispat hakkı tanınmıştır. Hapisteki gazetecilerin de serbest bırakılmasıyla ordunun müdahalesine basının verdiği destek pekiştirilmiş ve rejime karşı sıcak bir havanın esmesi sağlanmıştır.

Televizyon, TRT ile yaygınlaşmış olsa da Türkiye televizyon yayınları ile 1950’lerde tanışmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin elektronik kürsüsü televizyon alanında öğrencilerini eğitmek için 1952 yılında haftada bir gün yayın yapan bir istasyon kurmuştur. 1961 Anayasası’nın basın-yayın alanını ilgilendiren bir başka özelliği de radyo ve televizyon yayınları için getirmiş olduğu düzenlemedir. Anayasa’nın 121. Maddesi radyo ve televizyon istasyonlarının idaresinin özerk kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenleneceğini ve tarafsızlık esasına göre yapılacağını belirtmiştir. Böylelikle, devlete bağımlı olmayan, tarafsız bir yayın kuruluşunun yasayla kurulmasını öngörmüştür. Buna göre Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nu kuran ve onun çalışma ve yayın ilkelerini belirleyen yasa hazırlanarak 1964’te yürürlüğe girmiştir. Yasa uyarınca kurulan TRT, radyo yayınlarını devlet idaresinden devralmış ve televizyon yayınlarını başlatmak üzere hazırlıklara girişmiştir.

Gazete ve dergilerin “ofset baskı” denilen yöntemle modern makinelerde basılması bu yıllarda başlamıştır. Ofset baskı tekniğini Türkiye’ye getiren Sedat Simavi’nin oğlu Haldun Simavi’dir.

Ofset: Kalıp üzerindeki yükseklik farklarından yararlanmayan, düz yüzeyli kalıplarla kaliteli baskı olanağı veren bir basım tekniğidir. 1904 yılında Amerikalı Ira W. Rubel tarafından bulunmuştur. Günümüz basım sanayinde, bilgisayardaki görüntüyü doğrudan kalıba aktaran teknolojilerle birleşmiş olarak yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Günaydın renkli ve magazinel yüzü, sansasyonel haberciliğiyle Hürriyet’ten sonra yeni bir çığır açmış, “bulvar gazeteciliği” denilen tarzı Türkiye’de yerleşikleştirmiştir. Bu tarza o dönemde “boyalı basın” yakıştırması da yapılmıştır.

Bulvar veya Magazin Gazeteciliği: Bol fotoğraf ve resimli, büyük puntolu ve az haberli, basit anlatımlı, ciddi bir içeriği olmayan, dedikodu, sosyete ve şöhretlerin yaşantıları, cinayet, cinsellik, yemek, fal gibi unsurları öne çıkaran, okuyucusunu eğlendirmeye ve vakit geçirmeye yönelik bir gazetecilik tarzıdır.

Türkiye gibi büyük ve zorlu bir coğrafyaya etkin dağıtım yapmak, Türk basınının en önemli sorunlarından biri olduğu gibi, ciddi başarılarından da bir tanesidir. Gazetelerin kitleselleştiği 1950’ler ve 1960’larda gazetelerin İstanbul dışında Ankara ve İzmir gibi merkezlerin yanısıra Adana, Erzurum, Trabzon gibi illerde de matbaa kurup basım yaptığını görmekteyiz. 1959 yılında ise, Tercüman, Milliyet, Cumhuriyet, Yeni Sabah ve Dünya gazeteleri ile Tifdruk Matbaacılık birleşerek GAMEDA dağıtım şirketini kurar. 1962 yılında da Hürriyet, Hür Dağıtım’ı kurar. Böylece, gazete ve dergiler ortak şirketleri aracılığıyla birleşik bir ağ, bölge ve bayi sistemi üzerinden daha hızlı, yaygın ve en önemlisi ekonomik bakımdan verimli biçimde dağıtılmaya başlar.

Dağıtım: 1960’larda gazetelerin dağıtımındaki yeni yapılanma ve rekabet sinema filmlerine bile konu olmuş, Yeşilçam’da 1964 yılında, gazete dağıtımında çalışan kamyon şoförlerinin mücadelesini anlatan “Hızlı Yaşayanlar” isimli bir film çekilmiştir.

12 Mart 1971 tarihinde ordu hükümete bir muhtıra vermiş ve yeni bir hükümet kurulmadığı takdirde idareyi ele alacağını bildirmiştir. Bunun üzerine o sırada başbakan olan Süleyman Demirel istifa etmiş ve ordunun gözetimi altında, Nihat Erim başbakanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur. Sıkıyönetim ilan edilmiş, bazı gazeteler kapatılmış, birçok gazeteci tutuklanmıştır. Basın üzerinde yeni bir baskı dönemi başlamıştır. Bu durum özellikle 22 Eylül 1971’de yapılan Anayasa değişikliği ile pekişmiştir. Bu değişiklikle, gazete ve dergilerin ancak mahkeme kararıyla toplatılabileceğini söyleyen madde yerine savcılık kararıyla da toplatmayı olanaklı kılan madde getirilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun; 141, 142 ve 163. maddelerinin ilk ikisi “sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenlik kurma veya onu ortadan kaldırmaya yönelik cemiyet kurma veya bu yönde propaganda yapma”yı suç kabul ederek esasen komünizm propagandasını yasaklamaktaydı ve bu temelde, sol düşüncenin basın-yayın organlarında radikal biçimde ifadesi mahkumiyetlere neden olmaktaydı. 163. madde ise “laikliğe aykırı olarak, devlet düzenini dini esaslara uydurmak amacıyla cemiyet kurma veya bunlara üye olma”yı engellemekteydi. Bu madde gereğince de İslami akımların yahut radikal sağ düşüncenin basın-yayın organlarında ifade bulması denetim altına alınıyordu. Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda Türkiye’nin uluslararası normlara uymamasına ve pek çok gazeteci, yazar ve düşünürün yargılanmasına neden olmuş söz konusu maddeler, 1991 yılında yapılan yasa değişikliği ile kaldırılmıştır.

Gazeteci cinayetleri: Türk basın tarihinde gazetecilerin öldürülmesine ne yazık ki sıkça rastlanmış ve bu cinayetler çoğu kez düşünce ve haberi susturmak, gazete ve gazeteciyi sindirmek, fikri yok etmek amacıyla işlenmiştir. Yine ne acı ki, bu cinayetlerin bir kısmı çözülememiş, ölümlerin arkasındaki isimler ve ilişkiler ağı tam olarak aydınlığa kavuşmamış ve cezalandırılmamış, faili meçhuller olarak kalmıştır. Yakın tarihimizde Abdi İpekçi cinayeti, sağ-sol kavgasının kurbanı olan pek çok gazeteci, etnik kimliği nedeniyle siyasi cinayetlere kurban giden gazeteciler ve son olarak Hırant Dink’in öldürülmesi böylesi acı olaylardır. Aralarında Abdi İpekçi cinayeti de olan pek çok dosyayı gündemde tutarak soruşturmacı gazeteciliğin Türkiye’deki sembol ismi olmuş Uğur Mumcu’nun 1993’de katledilmesi ve bu cinayetin de hala aydınlatılamamış olması, basın tarihindeki kara sayfalardan biridir.

Görsel kalite bakımından, Türkiye’de yayımlanan belli başlı gazetelerin hepsinin 1970’lerde ofset baskıya geçiş yaparak, renkli-resimli sayfalarını arttırarak ve sayfa tasarımlarını geliştirerek adımlar attığını biliyoruz. Mevcut okuyucuyu elde tutmak ve yeni okurlar kazanmak içinse içerikte yapılan değişikliklerin yanı sıra gazetelerin kupon biriktirme yolu ile okuyucularına çeşitli armağanlar vermesi şeklindeki uygulamalar yaygınlaşmıştır.

Armağan Promosyon: Satın alınan gazete yahut dergide yayımlanan kuponları biriktiren okurlar arasında yapılan bir çekilişle kazananlara armağan verilmesi yöntemine basında “lotaryacılık”, “kuponculuk” veya “piyangoculuk” isimleri takılmıştır. Daha sonra, gazete satın alanlara, kupon biriktirme yahut başka yollara armağan verilmesi, ürün pazarlanması, hizmet sunulması gibi yöntemlere genel olarak basında “promosyon” denmeye başlanmıştır. Promosyon uygulamaları Türk basınında 1980’lerden sonra artmış, 1990’larda ise gazetelerin amansız rekabetiyle çılgın bir yarış halini almıştır.

Türkiye’nin 1980’li yıllarına, hatta günümüze gelinceye değin geçen sürece damga vuran olay kuşkusuz 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime bir kez daha el koyması ve demokrasinin kesintiye uğramasıdır. Ancak 12 Eylül askeri müdahalesi ülkenin siyasal ve sosyal yaşamında bir kırılma noktası olduğu kadar, ekonomik yaşamda da onun hemen öncesinde uygulamaya konmuş 24 Ocak 1980 ekonomik programı çok ciddi bir dönemeci oluşturmaktadır. 24 Ocak kararları, Türkiye’nin neoliberal politikaları benimsemesi ve yerleştirmeye başlaması, uluslararası finansal sistemle entegrasyon ve küreselleşmeye eklemlenme hareketinin temellerini atmıştır. Dolayısıyla, 12 Eylül rejiminin basın-yayın organları için çizdiği yasal çerçeve ve yarattığı siyasal atmosfer dışında, belki daha önemlisi 1980’lerle beraber büyük bir dönüşüm geçirmeye başlayan Türkiye ekonomisinin ve buna bağlı sosyo-kültürel yapının, basınyayın alanında dayattığı yeniden yapılanmanın ele alınmasıdır. Değerlendirmeye 12 Eylül sonrasında yürürlüğe giren yeni Anayasa ile başlanacak olursa 1982 Anayasası’nın 22. maddesinin haberleşme hürriyetini ve haberleşmenin gizliliğini esas almakla birlikte, 25. ve 26. maddelerde düşünce özgürlüğü ile ifade özgürlüğü kavramlarını birbirinden ayırdığı ve adeta “düşünmeye değil ama bunu ifade etmeye yasak koyduğu” görülür.

Bulvar ve Tan tarzı gazetecilik sonraki yıllarda ve günümüzde de çeşitli gazeteler aracılığıyla sürdürülmektedir ancak 1980’lerde yakalanan okur ilgisi ve tirajlara bir daha erişilememiştir. Tan Tarzı Gazetecilik; alıntı fotoğrafların asparagas başlıklarla birleştirilmesi formülüne dayanıyordu. Başka bir deyişle, görsel malzeme hazır kaynaklara, yazılı malzeme ise hayal gücüne dayalıydı. Yabancı erotik dergilerden alınan çıplak kadın fotoğrafları cinsel imalarla yüklü başlıklarla sunulup ilgi çekiliyor, başlığın altında da başlığın ima ettiklerine ters mizahi bir açıklama, genelde erkek olan okurun hem göz zevkine hem de kaba güldürü gereksinimine yanıt veriyordu. Bu formül, oldukça muhafazakar bir siyasetin hüküm sürdüğü 1980’li yıllarda çok tutmuş ve milyon düzeyinde tirajlara ulaşmıştır. Yüksek satışta, bu tür gazetelerin küçük bir kadroyla masa başında hazırlanıp ucuza mal edilmesi ve diğer gazetelere oranla düşük fiyata satılmasının da payı büyüktür.

Basın-Yayın Yasaları

Türkiye’deki basın-yayın mevzuatı öncelikle Anayasa’daki ilgili hükümlerden başlayıp yasalara, sonra da yönetmeliklere uzanan geniş bir silsile oluşturmaktadır. Bu mevzuat içinde yalnızca basın ve yayına özgü yasalar olmayıp, ceza kanunundan tüketicinin korunması kanununa kadar bir dizi yasadaki basın-yayını ilgilendiren hükümler de vardır. Ayrıca, yıllar içinde gerek Anayasa’da gerekse yasalarda yapılan değişiklikler, çıkartılan yeni kanun, kararname ve yönetmeliklerle, basın-yayın mevzuatı sürekli bir yenilenme ve güncellenme içindedir.

5187 sayılı basın kanunu, daha önce pek çok kez değişikliğe uğrayan ve elli yılı aşkın bir geçmişi olan basın kanunu tamamen değiştirilerek 2004 Haziran’ında, 5187 sayılı yeni Basın Kanunu halinde yürürlüğe girmiştir. Yeni yasanın amacı 1. maddesinde, “Basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir. Bu kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar.” şeklinde belirtilir. 3. madde “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” biçimindedir.

6112 sayılı radyo televizyon kuruluş ve yayın hizmetleri hakkında kanun, Türkiye’de radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen yasalar da bölüm boyunca değinildiği üzere çeşitli değişikliklere uğradıktan sonra, 2011 yılı şubat ayında kanunlaşan yeni yasa ile son halini almıştır. 6112 sayılı yeni yasanın 1. maddesi amacını “radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması, medya hizmet sağlayıcılarının idarî, malî ve teknik yapıları ve yükümlülükleri ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, teşkilâtı, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir” biçiminde açıklar. Görüldüğü gibi yasa, radyo-televizyon yayıncılarının kimler olabileceği ve hangi yükümlülükleri taşıdığını belirlerken, bu düzeni sağlamak ve denetlemesini yapmak üzere “Radyo Televizyon Üst Kurulu”nu (RTÜK’ü) görevlendirmektedir.

İfade ve haber alma özgürlüğüne yapılan vurgu, “Yayın hizmetlerinin içeriğine ve yayınlanmasına önceden müdahale edilemez ve yayınların içeriği önceden denetlenemez” biçimindeki 6. maddenin 1. fıkrasıyla güçlendirilmiştir. Ancak izleyen 7. madde 1. fıkrasında, “Savaşlar, terör amaçlı saldırılar, doğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğü esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ancak, millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde yahut kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği bakan geçici yayın yasağı getirebilir.”

1945-1950 Dönemi: Çok Partili Siyasi Yaşama Geçiş

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir ekonomik ve siyasal alanlarda yeniden yapılanmayı gündeme getirmiştir. Bu değişim Türkiye açısından Batı dünyası ile ilişkilerini pekiştirme, zenginleşme ve demokratikleşme biçiminde kendini gösterecektir. Türkiye’deki basın ve yayın organları üzerinde değişimin etkileri yasal ve yapısal bakımlardan kısa süre içinde hissedilir.

Türkiye’de Radyo Yayınları: 1927 yılında bir özel kuruluş olan Türk Telsiz Telefon Anonim şirketi tarafından başlatılmış, 1937 yılında devlet tekeline alınmış ve 1964 yılında TRT’nin kurulmasına kadar devlet radyosu olarak işletilmiştir.

Hükümet basın-yayın organlarını savaş boyunca uyguladığı politikalar çerçevesinde sıkı bir denetim altında tutmuş, gerek yasal düzenlemeler gerekse doğrudan müdahalelerle içeriği kontrol etmiştir. Bu çerçevede, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun “ülkenin genel politikasına aykırı yayımlarından dolayı gazete ve dergileri kapatmayı” hükme bağlayan ünlü 50. maddesi, savaş sonuna kadar basın özgürlüğünün önündeki en önemli engel olarak varlığını sürdürmüştür. Savaş sonrasındaki demokratikleşme arayışları milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın CHP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurmaları ve 1946 yılında seçime gidilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu seçimde CHP iktidarı devam ederse de 1950’de yapılan seçimlerde DP ezici bir çoğunlukla iktidarı devralır. 1945-1950 arasındaki çok partili dönemde, muhalefetin yükselişi, demokratikleşme ve özgürleşme, basın düzenlemeleri üzerindeki etkisini derhal göstermiştir. 1946 seçiminden hemen önce, muhalefetin de büyük desteğiyle, yukarıda sözü edilen 50. madde değiştirilerek hükümetin dilediğinde gazete kapatmasının önüne geçilmiştir.

1945-1950 ortamının basın hayatı üzerindeki etkileri de hızla ortaya çıkmış, gazete ve dergiler nicelik ve nitelik bakımından yükselişe geçmiştir. İrili ufaklı çok sayıda yeni gazete ve derginin yayıma başlaması, gazetelerin sayfa sayısının artması matbaa teknolojisinin yenilenerek elektrikle çalışan, saatte 30-40 bin arasında baskı yapabilen modern baskı makinelerine geçilmesi, renkli fotoğraf kullanımının yaygınlaşması gibi gelişmelerle birlikte bazı gazetelerin günlük baskı sayıları ilk kez 70- 80 binlere ulaşmıştır. Bu gelişme 1950’lerde de sürecek, gazete-dergi sayı ve tirajları artmaya devam edecektir.

Çok partili geçiş döneminin basın açısından bir diğer önemli gelişmesi de Hürriyet’in sahibi Sedat Simavi’nin girişimleriyle 1946 yılında “Gazeteciler Cemiyeti”nin kurulması olmuştur.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ nin ilk başkanı Sedat Simavi’dir. Burhan Felek, Cevat Fehmi Başkut, Nezih Demirkent, Necmi Tanyolaç, Nail Güreli, Orhan Erinç cemiyetin başkanlığında bulunmuş gazetecilerdir. Başkanlığı halen Turgay Olcayto yürütmektedir.

Üniversite düzeyinde gazetecilik eğitimine de İstanbul Üniversitesi çatısı altında başlanmış, kurulan “Gazetecilik Enstitüsü” 1950 yılında eğitime geçmiştir.

İletişim Eğitimi: 1948’de açılan ve ortaöğretim düzeyinde eğitim veren İstanbul Özel Gazetecilik Okulu ile İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü Türkiye’deki iletişim eğitiminin tohumlarını atmıştır. Daha sonra 1965’de Ankara’da, 1972’de Eskişehir’de benzer enstitüler açılmıştır. Günümüzde gazetecilik eğitimi yanı sıra radyo, televizyon, sinema, halkla ilişkiler, reklamcılık gibi alanlarda eğitim veren iletişim fakültelerinin sayısı 65’e ulaşmıştır.

1950-1960 Dönemi: Demokrat Parti ve Basın-Yayın

Basına özgürlük vaadiyle iktidara yürüyen ve basından büyük destek gören DP, gerçekten de hükümet olur olmaz yeni bir basın yasası çıkararak gazete ve gazetecilerin özledikleri düzenlemeyi yapar. Temmuz 1950 tarihli Basın Kanunu, 1931 tarihli eski yasayı yürürlükten kaldırarak liberal bir yaklaşım getirir. Yeni Basın Kanunu’nun başlıca özellikleri şunlardır:

  • Gazete ve dergi çıkartmak için hükümetin izin ve ruhsat vermesine gerek kalmamıştır, bir bildiri vermek yeterlidir.
  • “Kötü şöhretli” kişilerin gazetecilik yapmasını yasaklayan yoruma açık eski hükümler kaldırılmıştır.
  • Basın davaları özel basın mahkemelerinde görülecek, böylece gazeteciler yıllar süren davalardan kurtulmuş olacaktır.
  • Cevap hakkı yeniden düzenlenmiş ve hakkın kullanılmasında basından yana tavır alınmıştır.
  • Ceza sorumluluğu gazete sahipleri yerine yazar ve yazı işleri müdürleri üzerine bırakılmış, gazete sahipleri sadece hukuki ve mali sorumluluk üstlenmiştir.

1952 Haziran’ında kabul edilen bir başka yasa ile de gazetecilerin çalışma koşulları düzenlenir. Bu yasa uyarınca gazete çalışanları sendika kurabilme, sosyal güvenlik, iş sözleşmesi, kıdem tazminatı, ücretli izin gibi haklara sahip olmuştur. Gazeteciler aynı yıl, daha sonra Türkiye Gazeteciler Sendikası’na dönüşecek olan İstanbul Gazeteciler Sendikası’nı kurmuştur.

Kore Savaşı; 1950’de Güney ve Kuzey Kore arasında başlayıp 1953’te ateşkesle sona eren savaştır. ABD ve Çin’in müdahaleleriyle bir bakıma iki sistemin; kapitalizm ile komünizmin savaşı haline gelmiştir.

Türkiye de 5000 kadar asker ile ABD’nin yanında savaşa katılmış, can kayıpları vermiştir.

ABD müttefiki olarak Kore Savaşı’na asker gönderen Türkiye’de siyasal tartışmaların yanı sıra ekonomik darboğazlar ve enflasyon gibi sorunlar da baş gösterir. Bu olumsuzlukları okurlarına yansıtan gazeteler de DP’nin tepkisini çeker ve basın özgürlüğünü yeniden kısıtlayan bir dizi tedbir peşpeşe yürürlüğe konur.

1957’de gazete ve dergi kağıtlarının ithali devlet tekeline alınır, böylelikle kağıt üzerindeki kontrol tamamen hükümetin olur. Bunun anlamı gazetelerin baskı yapmak üzere gereksindiği kağıdın tahsisine hükümetin karar vermesi, dolayısıyla bu yetkiyi kendisine yakın gazetelerin lehine yahut diğerlerinin aleyhine keyfi biçimde kullanabilmesidir. 1958’de ise resmi ilan ve reklamların devlet tekelinden dağıtılması uygulamasına geçilmiştir. Bu türden yaptırımlar, “besleme basın” söylem ve eleştirilerini de ayyuka çıkartmıştır.

Besleme Basın: Gerek kağıt tahsisi veya resmi ilan desteği, gerekse kredi veya örtülü ödenek gibi doğrudan maddi yardımlarla iktidarlarca “beslendiği” öne sürülen iktidar yanlısı basın organları.

Basın-yayın üzerindeki denetim gazete ve dergiler üzerinde sınırlı kalmamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkede gelişim gösteren ve yaygınlaşan radyo yayınları üzerinde de etkisini göstermiştir. 1954’te çıkartılan bir yasa ile seçim propagandalarında muhalefet partilerine radyodan yararlanma olanağı veren hükümler yürürlükten kaldırılmış, diğer taraftan hükümet etkinlikleri ile ilgili her türlü yayın propaganda niteliğinden çıkarılmıştır. Böylelikle radyo hükümetin bir yayın organı haline dönüşüp tek yanlı bir yayıncılığa yönelmiştir.

Türkiye’de 1960’lı yıllar ordunun hükümeti devirerek yönetime el koyduğu 27 Mayıs müdahalesi ile açılmıştır. Ardından yeni bir anayasa hazırlanarak 1961 yılında yürürlüğe konmuştur. 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ve genel seçimlerin yapılmasına dek geçen sürede hükümette kalan Milli Birlik Komitesi, ilk icraatlarından biri olarak DP döneminde çıkarılmış olan basın özgürlüğünü kısıtlayıcı kanunları ve Basın Kanunu’ndaki kısıtlayıcı hükümleri kaldırmıştır. Ceza kanununda değişiklik yapılarak gazetecilere ispat hakkı tanınmıştır. Hapisteki gazetecilerin de serbest bırakılmasıyla ordunun müdahalesine basının verdiği destek pekiştirilmiş ve rejime karşı sıcak bir havanın esmesi sağlanmıştır.

Televizyon, TRT ile yaygınlaşmış olsa da Türkiye televizyon yayınları ile 1950’lerde tanışmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin elektronik kürsüsü televizyon alanında öğrencilerini eğitmek için 1952 yılında haftada bir gün yayın yapan bir istasyon kurmuştur. 1961 Anayasası’nın basın-yayın alanını ilgilendiren bir başka özelliği de radyo ve televizyon yayınları için getirmiş olduğu düzenlemedir. Anayasa’nın 121. Maddesi radyo ve televizyon istasyonlarının idaresinin özerk kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenleneceğini ve tarafsızlık esasına göre yapılacağını belirtmiştir. Böylelikle, devlete bağımlı olmayan, tarafsız bir yayın kuruluşunun yasayla kurulmasını öngörmüştür. Buna göre Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nu kuran ve onun çalışma ve yayın ilkelerini belirleyen yasa hazırlanarak 1964’te yürürlüğe girmiştir. Yasa uyarınca kurulan TRT, radyo yayınlarını devlet idaresinden devralmış ve televizyon yayınlarını başlatmak üzere hazırlıklara girişmiştir.

Gazete ve dergilerin “ofset baskı” denilen yöntemle modern makinelerde basılması bu yıllarda başlamıştır. Ofset baskı tekniğini Türkiye’ye getiren Sedat Simavi’nin oğlu Haldun Simavi’dir.

Ofset: Kalıp üzerindeki yükseklik farklarından yararlanmayan, düz yüzeyli kalıplarla kaliteli baskı olanağı veren bir basım tekniğidir. 1904 yılında Amerikalı Ira W. Rubel tarafından bulunmuştur. Günümüz basım sanayinde, bilgisayardaki görüntüyü doğrudan kalıba aktaran teknolojilerle birleşmiş olarak yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Günaydın renkli ve magazinel yüzü, sansasyonel haberciliğiyle Hürriyet’ten sonra yeni bir çığır açmış, “bulvar gazeteciliği” denilen tarzı Türkiye’de yerleşikleştirmiştir. Bu tarza o dönemde “boyalı basın” yakıştırması da yapılmıştır.

Bulvar veya Magazin Gazeteciliği: Bol fotoğraf ve resimli, büyük puntolu ve az haberli, basit anlatımlı, ciddi bir içeriği olmayan, dedikodu, sosyete ve şöhretlerin yaşantıları, cinayet, cinsellik, yemek, fal gibi unsurları öne çıkaran, okuyucusunu eğlendirmeye ve vakit geçirmeye yönelik bir gazetecilik tarzıdır.

Türkiye gibi büyük ve zorlu bir coğrafyaya etkin dağıtım yapmak, Türk basınının en önemli sorunlarından biri olduğu gibi, ciddi başarılarından da bir tanesidir. Gazetelerin kitleselleştiği 1950’ler ve 1960’larda gazetelerin İstanbul dışında Ankara ve İzmir gibi merkezlerin yanısıra Adana, Erzurum, Trabzon gibi illerde de matbaa kurup basım yaptığını görmekteyiz. 1959 yılında ise, Tercüman, Milliyet, Cumhuriyet, Yeni Sabah ve Dünya gazeteleri ile Tifdruk Matbaacılık birleşerek GAMEDA dağıtım şirketini kurar. 1962 yılında da Hürriyet, Hür Dağıtım’ı kurar. Böylece, gazete ve dergiler ortak şirketleri aracılığıyla birleşik bir ağ, bölge ve bayi sistemi üzerinden daha hızlı, yaygın ve en önemlisi ekonomik bakımdan verimli biçimde dağıtılmaya başlar.

Dağıtım: 1960’larda gazetelerin dağıtımındaki yeni yapılanma ve rekabet sinema filmlerine bile konu olmuş, Yeşilçam’da 1964 yılında, gazete dağıtımında çalışan kamyon şoförlerinin mücadelesini anlatan “Hızlı Yaşayanlar” isimli bir film çekilmiştir.

12 Mart 1971 tarihinde ordu hükümete bir muhtıra vermiş ve yeni bir hükümet kurulmadığı takdirde idareyi ele alacağını bildirmiştir. Bunun üzerine o sırada başbakan olan Süleyman Demirel istifa etmiş ve ordunun gözetimi altında, Nihat Erim başbakanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur. Sıkıyönetim ilan edilmiş, bazı gazeteler kapatılmış, birçok gazeteci tutuklanmıştır. Basın üzerinde yeni bir baskı dönemi başlamıştır. Bu durum özellikle 22 Eylül 1971’de yapılan Anayasa değişikliği ile pekişmiştir. Bu değişiklikle, gazete ve dergilerin ancak mahkeme kararıyla toplatılabileceğini söyleyen madde yerine savcılık kararıyla da toplatmayı olanaklı kılan madde getirilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun; 141, 142 ve 163. maddelerinin ilk ikisi “sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenlik kurma veya onu ortadan kaldırmaya yönelik cemiyet kurma veya bu yönde propaganda yapma”yı suç kabul ederek esasen komünizm propagandasını yasaklamaktaydı ve bu temelde, sol düşüncenin basın-yayın organlarında radikal biçimde ifadesi mahkumiyetlere neden olmaktaydı. 163. madde ise “laikliğe aykırı olarak, devlet düzenini dini esaslara uydurmak amacıyla cemiyet kurma veya bunlara üye olma”yı engellemekteydi. Bu madde gereğince de İslami akımların yahut radikal sağ düşüncenin basın-yayın organlarında ifade bulması denetim altına alınıyordu. Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda Türkiye’nin uluslararası normlara uymamasına ve pek çok gazeteci, yazar ve düşünürün yargılanmasına neden olmuş söz konusu maddeler, 1991 yılında yapılan yasa değişikliği ile kaldırılmıştır.

Gazeteci cinayetleri: Türk basın tarihinde gazetecilerin öldürülmesine ne yazık ki sıkça rastlanmış ve bu cinayetler çoğu kez düşünce ve haberi susturmak, gazete ve gazeteciyi sindirmek, fikri yok etmek amacıyla işlenmiştir. Yine ne acı ki, bu cinayetlerin bir kısmı çözülememiş, ölümlerin arkasındaki isimler ve ilişkiler ağı tam olarak aydınlığa kavuşmamış ve cezalandırılmamış, faili meçhuller olarak kalmıştır. Yakın tarihimizde Abdi İpekçi cinayeti, sağ-sol kavgasının kurbanı olan pek çok gazeteci, etnik kimliği nedeniyle siyasi cinayetlere kurban giden gazeteciler ve son olarak Hırant Dink’in öldürülmesi böylesi acı olaylardır. Aralarında Abdi İpekçi cinayeti de olan pek çok dosyayı gündemde tutarak soruşturmacı gazeteciliğin Türkiye’deki sembol ismi olmuş Uğur Mumcu’nun 1993’de katledilmesi ve bu cinayetin de hala aydınlatılamamış olması, basın tarihindeki kara sayfalardan biridir.

Görsel kalite bakımından, Türkiye’de yayımlanan belli başlı gazetelerin hepsinin 1970’lerde ofset baskıya geçiş yaparak, renkli-resimli sayfalarını arttırarak ve sayfa tasarımlarını geliştirerek adımlar attığını biliyoruz. Mevcut okuyucuyu elde tutmak ve yeni okurlar kazanmak içinse içerikte yapılan değişikliklerin yanı sıra gazetelerin kupon biriktirme yolu ile okuyucularına çeşitli armağanlar vermesi şeklindeki uygulamalar yaygınlaşmıştır.

Armağan Promosyon: Satın alınan gazete yahut dergide yayımlanan kuponları biriktiren okurlar arasında yapılan bir çekilişle kazananlara armağan verilmesi yöntemine basında “lotaryacılık”, “kuponculuk” veya “piyangoculuk” isimleri takılmıştır. Daha sonra, gazete satın alanlara, kupon biriktirme yahut başka yollara armağan verilmesi, ürün pazarlanması, hizmet sunulması gibi yöntemlere genel olarak basında “promosyon” denmeye başlanmıştır. Promosyon uygulamaları Türk basınında 1980’lerden sonra artmış, 1990’larda ise gazetelerin amansız rekabetiyle çılgın bir yarış halini almıştır.

Türkiye’nin 1980’li yıllarına, hatta günümüze gelinceye değin geçen sürece damga vuran olay kuşkusuz 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime bir kez daha el koyması ve demokrasinin kesintiye uğramasıdır. Ancak 12 Eylül askeri müdahalesi ülkenin siyasal ve sosyal yaşamında bir kırılma noktası olduğu kadar, ekonomik yaşamda da onun hemen öncesinde uygulamaya konmuş 24 Ocak 1980 ekonomik programı çok ciddi bir dönemeci oluşturmaktadır. 24 Ocak kararları, Türkiye’nin neoliberal politikaları benimsemesi ve yerleştirmeye başlaması, uluslararası finansal sistemle entegrasyon ve küreselleşmeye eklemlenme hareketinin temellerini atmıştır. Dolayısıyla, 12 Eylül rejiminin basın-yayın organları için çizdiği yasal çerçeve ve yarattığı siyasal atmosfer dışında, belki daha önemlisi 1980’lerle beraber büyük bir dönüşüm geçirmeye başlayan Türkiye ekonomisinin ve buna bağlı sosyo-kültürel yapının, basınyayın alanında dayattığı yeniden yapılanmanın ele alınmasıdır. Değerlendirmeye 12 Eylül sonrasında yürürlüğe giren yeni Anayasa ile başlanacak olursa 1982 Anayasası’nın 22. maddesinin haberleşme hürriyetini ve haberleşmenin gizliliğini esas almakla birlikte, 25. ve 26. maddelerde düşünce özgürlüğü ile ifade özgürlüğü kavramlarını birbirinden ayırdığı ve adeta “düşünmeye değil ama bunu ifade etmeye yasak koyduğu” görülür.

Bulvar ve Tan tarzı gazetecilik sonraki yıllarda ve günümüzde de çeşitli gazeteler aracılığıyla sürdürülmektedir ancak 1980’lerde yakalanan okur ilgisi ve tirajlara bir daha erişilememiştir. Tan Tarzı Gazetecilik; alıntı fotoğrafların asparagas başlıklarla birleştirilmesi formülüne dayanıyordu. Başka bir deyişle, görsel malzeme hazır kaynaklara, yazılı malzeme ise hayal gücüne dayalıydı. Yabancı erotik dergilerden alınan çıplak kadın fotoğrafları cinsel imalarla yüklü başlıklarla sunulup ilgi çekiliyor, başlığın altında da başlığın ima ettiklerine ters mizahi bir açıklama, genelde erkek olan okurun hem göz zevkine hem de kaba güldürü gereksinimine yanıt veriyordu. Bu formül, oldukça muhafazakar bir siyasetin hüküm sürdüğü 1980’li yıllarda çok tutmuş ve milyon düzeyinde tirajlara ulaşmıştır. Yüksek satışta, bu tür gazetelerin küçük bir kadroyla masa başında hazırlanıp ucuza mal edilmesi ve diğer gazetelere oranla düşük fiyata satılmasının da payı büyüktür.

Basın-Yayın Yasaları

Türkiye’deki basın-yayın mevzuatı öncelikle Anayasa’daki ilgili hükümlerden başlayıp yasalara, sonra da yönetmeliklere uzanan geniş bir silsile oluşturmaktadır. Bu mevzuat içinde yalnızca basın ve yayına özgü yasalar olmayıp, ceza kanunundan tüketicinin korunması kanununa kadar bir dizi yasadaki basın-yayını ilgilendiren hükümler de vardır. Ayrıca, yıllar içinde gerek Anayasa’da gerekse yasalarda yapılan değişiklikler, çıkartılan yeni kanun, kararname ve yönetmeliklerle, basın-yayın mevzuatı sürekli bir yenilenme ve güncellenme içindedir.

5187 sayılı basın kanunu, daha önce pek çok kez değişikliğe uğrayan ve elli yılı aşkın bir geçmişi olan basın kanunu tamamen değiştirilerek 2004 Haziran’ında, 5187 sayılı yeni Basın Kanunu halinde yürürlüğe girmiştir. Yeni yasanın amacı 1. maddesinde, “Basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir. Bu kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar.” şeklinde belirtilir. 3. madde “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” biçimindedir.

6112 sayılı radyo televizyon kuruluş ve yayın hizmetleri hakkında kanun, Türkiye’de radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen yasalar da bölüm boyunca değinildiği üzere çeşitli değişikliklere uğradıktan sonra, 2011 yılı şubat ayında kanunlaşan yeni yasa ile son halini almıştır. 6112 sayılı yeni yasanın 1. maddesi amacını “radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması, medya hizmet sağlayıcılarının idarî, malî ve teknik yapıları ve yükümlülükleri ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, teşkilâtı, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir” biçiminde açıklar. Görüldüğü gibi yasa, radyo-televizyon yayıncılarının kimler olabileceği ve hangi yükümlülükleri taşıdığını belirlerken, bu düzeni sağlamak ve denetlemesini yapmak üzere “Radyo Televizyon Üst Kurulu”nu (RTÜK’ü) görevlendirmektedir.

İfade ve haber alma özgürlüğüne yapılan vurgu, “Yayın hizmetlerinin içeriğine ve yayınlanmasına önceden müdahale edilemez ve yayınların içeriği önceden denetlenemez” biçimindeki 6. maddenin 1. fıkrasıyla güçlendirilmiştir. Ancak izleyen 7. madde 1. fıkrasında, “Savaşlar, terör amaçlı saldırılar, doğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğü esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ancak, millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde yahut kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği bakan geçici yayın yasağı getirebilir.”

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.