Açıköğretim Ders Notları

İletişim Kuramları Dersi 6. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden İletişim Kuramları Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Dilbilimsel Ve Göstergebilimsel Yaklaşımlar

Giriş

Gösterge (işaret) herhangi bir somut nesne, durum ya da kavramın yerine geçen ve onu işaret eden resim, yazı ya da görüntüdür. Göstergebilim de göstergelerin ve çalışma biçimlerinin araştırıldığı disiplindir. Göstergebilimin üç temel çalışma alanı söz konusudur:

  1. Göstergenin kendisi: Bu alan gösterge çeşitlerinin, bunların çeşitli anlam iletme yollarının ve göstergeleri kullanan insanlarla ilişkilendirilme biçiminin araştırılmasını içerir. Göstergeler insanlar tarafından inşa edildiği için, yine insanların onları kullanma biçimi ile anlaşılır hale gelir.
  2. İçinde göstergelerin düzenlendiği kodlar ya da sistemler: Bu çalışmalar içinde, toplumun ya da kültürün gereksinimlerini karşılamak için geliştirilen kodları ya da bu kodların iletilmesi için var olan iletişim kanallarının incelenmesi yer alır.
  3. Kodlar ve göstergelerin içinde işlediği kültür: Kültürün kendi varoluşu ve biçimi de bu kodların ve göstergelerin kullanımına bağlıdır.

Yapısalcı Dilbilimsel ve Göstergebilimsel Yaklaşımlar

Yapısalcılık, bireyin eylemlerinin toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunan ve özellikle 1960’lıyıllara damgasını vuran düşünce akımıdır. Akım, Fransa’dan yükselmiştir; ancak tüm dünyada takipçileri olmuştur.

Saussure

Saussure dilin düşünceleri ifade eden bir göstergeler sistemi olduğunu ve diğer gösterge sistemleri (alfabe, yazı gibi) içinde en önemlisi olduğunu vurgulamıştır. Dili incelerken üç önemli ayrıma işaret etmiştir:

  • Dil (la langue) ve söz (parole) ayrımı,
  • Gösterge (işaret) kavramının ikili bir yapıya (gösteren/gösterilen) sahip olması,
  • Eşsüremli (synchronic) ve artsüremli (diachronic) dil analizidir.

Saussure’ün ilk ayrımı dil ve söz üzerinedir. Buradaki dil olgusu toplumsal bir yapıya işaret ederken, söz ise bireyin söylediklerinin toplamıdır.

Gösterge; ses imgesi ve bir kavramı işaret eden sözcükten oluşur. Saussure göstergeyi;

  • Gösteren
  • Gösterilen olarak ikiye ayırır.

Gösteren, bir kavramı işaret eden ses imgesidir. Gösterilen ise zihnimizde kediyle ilgili toplum tarafından üzerinde uzlaşılmış imajdır.

Saussure’ ün kullandığı ancak geliştirmediği bir kavram da gönderge (referent) kavramıdır. Burada gönderge kavramıyla, bireylerde oluşan farklı anlamlar ifade edilmektedir.

Eşsüremli dil analizi, herhangi bir dilsel bir topluluk tarafından kullanılan dilin, herhangi bir zaman dilimindeki durumunun analizidir. Artsüremli dil analizi ise, dilsel sistemde zaman içinde ortaya çıkan değişimlerin analiz edilmesidir.

Saussure’ün dil analizinin iletişim kuramları açısından önemi, dil dışı göstergelerin çalışılmasına yol açmasıdır. Dil dışı göstergeler, toplumsal göstergelerdir ve bu göstergelerle medya ürünlerinde sık sık karşılaşırız.

Saussure’ün dilin yapısı üstüne yoğunlaşması, yapısalcı düşüncedeki “yapı” kavramının temelini oluşturur. Yapısalcılık bireyin eylemlerinin toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunur.

Levi-Strauss

Antropolog Levi-Strauss Saussure’ün dilbiliminden etkilenerek, farklı kültürler arasındaki benzerlikleri dilin yapısı gibi incelemiş ve yapısalcı antropolojisini oluşturmuştur. Levi-Strauss’a göre her kültür dil, evlenme yasaları, sanat, bilim, ekonomik ilişkiler ve din gibi simgesel sistemler bütünüdür.

Levi-Strauss, farklı toplumların mitlerini inceler ve mitler arasındaki karşıtlıkların ortak bir kullanım olduğunu görür. Bunu da insan türünün evreni A ya da B olarak iki karşıtlıkla algılamasından kaynaklandığı şeklinde yorumlar. Gündelik dilde mit “masal, efsane, temeli olmayan olağanüstü öykü” anlamında kullanılır. Mitlerin toplumların değerlerini onaylayan ve bunların sorgulanmasını engelleyen anlatılar, hikâyeler oldukları genel kabul gören bir görüştür.

Levi-Strauss, doğada kesin olarak ayrılmayan kural dışı kategorilerin olduğunu da ileri sürmektedir. Bir kültürün temel anlamlandırma sistemlerine meydan okuduğu için kural dışı kategoriler kontrol altına alınırlar ve “tabular” ya da “kutsal” kategoriler olarak düzenlenirler.

Farklı toplumlarda mitlerin ortak özellik göstermesinin bir diğer nedeni ise insanoğlunun doğa-kültür, insan-tanrı, ölüm-yaşam gibi ilişkilerde ortak endişelere sahip olmasıdır. Levi-Strauss’a göre tüm toplumların en temel çelişkisi, doğa-kültür karşıtlığıdır. Toplumlar önce kendilerini doğadan farklılaştırarak bir kültür oluştururlar. Fakat daha sonra oluşturdukları bu kültürü doğayla karşılaştırır ve kültürel olanı doğallaştırmaya çalışırlar. İşte Levi-Strauss’ta mitlerin temel işlevi, kültürel olanı doğallaştırmak ve çelişki gidermektir.

Levi-Strauss’un mit analizinden özellikle reklamcılık alanındaki çalışmalarda yararlanılmıştır. Reklam metinlerinde insanlıkla ilgili temel çelişkilerin ortaya konup, bunların giderildiğini ve reklamcılığın endişe giderici mekanizma gibi hareket ettiğini ileri sürülmüştür.

Ayrıca, reklam metinlerinin, ürünler arasında farklılık yaratmak için toplumsal mitlerdeki farklılıkları kullandığı söylenmektedir.

Barthes

Levi-Strauss ilkel mitlerle ilgilenirken Barthes çağdaş mitler olarak adlandırdığı göstergeleri; yeme içme alışkanlıkları, tatil ritüelleri, reklam metinleri gibi popüler kültür ürünlerini; burjuva sınıfının değerlerini gündelik hayatta temsil eden ve doğallaştıran mitler ve gösterge sistemleri olarak çalışmıştır.

1950-1960 yılları arasında yapısalcı düşünür olarak bilinen Barthes 70’li yıllarda post yapısalcılığa (yapısalcılık sonrası- yapısalcılık tersi) yaklaşmıştır. Ayrıca modanın göstergebilimsel yöntemle incelenmesini ele almıştır.

İletişim alanındaki göstergebilimsel çalışmalarda bir başvuru kaynağı olan “Mitler” çalışmasında Barthes, mit, ideoloji, düzanlam, yananlam kavramlarını kullanmıştır. Barthes’ın ortaya koyduğu düzanlam metnin birincil göstergesidir. Bu birincil gösterge başka bir şeyin, mitsel anlamın da göstereni haline gelir, burada mitsel olan metnin yan anlamıdır.

Barthes’ın, Balzac’ın “Sarrazine” adlı öyküsünü incelediği “S/Z” (1970) isimli çalışmasında ise post yapısalcılığın izleri görülmektedir. Bu çalışmasında Barthes, her metnin okunmasını bir üretim etkinliği olarak görür ve okurcul metinler ve yazarsıl metinler ayrımını yapar. Okurcul metinler daha pasif alımlanan, metnin kodlayıcının niyeti doğrultusunda anlamlandırıldığı, görece kapalı metinlerdir. Yazarsıl metinler ise, okurun metni tekrardan yazdığı, kodlanan niyetin dışında da anlamlandırabildiği, metne katılabildiği açık metinlerdir.

Pierce

Amerikan göstergebiliminin kurucusu olarak kabul edilen Pierce, gösterge kavramıyla birlikte, nesne ve yorumlayıcı kavramlarını kullanmıştır. Peirce’ın göstergebiliminde, bir gösterge, bir dış gerçekliğe, nesneye göndermede bulunur ve yorumlayıcının zihninde bir etki yaratır.

Pierce düşüncesinde göstergeden daha çok, bu anlam oluşumu üstüne yoğunlaşılmıştır. Peirce’deki yorumlayıcı kavramı ile Peirce’den çok sonraları ortaya çıkan kod açma kavramı arasında paralellik vardır. Peirce’ın göstergebiliminin diğer bir özelliği de, göstergelerin üç çeşide ayrılmasıdır:

  • Görüntüsel gösterge (ikon),
  • Belirtisel gösterge (indeks)
  • Simge

Görüntüsel göstergenin (ikon)en temel özelliği, işaret ettiği nesnesiyle benzerlik taşımasıdır. (Bir kişinin fotoğrafı gibi). Belirtisel göstergede (indeks), göstergenin nesnesiyle doğrudan varoluşsal ve neden-sonuç ilişkisine dayalı bağlantısı vardır. (Dumanın ateşin göstergesi olduğu gibi). Simge’de ise, gösterge ve nesne arasında ne

bağlantı ne de benzerlik vardır. Simgenin anlaşılmasını sağlayan tek neden, simgenin yerine geçtiği nesne ya da canlıyı nitelemesi konusunda, toplumların üstünde anlaşmış olmalarıdır. En çok bilinen simge, sözcüklerdir.

Jakobson

Yapısalcı dilbilimin önemli temsilcilerinden olan Rus kökenli Jakobson, göstergebilimin en çok kullanılan (iletişim alanında da) eğretileme (metafor) ve düzdeğişmece (metanomi), analitik kavramlarını alana kazandırmıştır. Eğretileme ve düzdeğişmece, günümüzde sinema metinlerinden haber metinlerine; fotoğraf metinlerinden reklam metinlerine, tüm medya ürünlerinin analizinde kullanılmaktadır. Eğretileme (metafor); bir olguyu, bir olayı, bir nesneyi yine başka bir olay, olgu ve nesneyle açıklamaktır. Düzdeğişmece (metanomi) ise, bir parçanın bütünü temsil etmesidir. Jakobson’a göre gerçeklik temsilleri her zaman için düzdeğişmece kullanılmasını gerektirmektedir.

Jakobson ayrıca Amerika’da yaptığı araştırmalarda sesbilim kuramını geliştirmiş ve çocukların dil bozuklukları üstüne çalışmıştır. Amerikan dilbiliminin uzun süre dışladığı anlam sorunlarına yönelmiş ve dilde parça ve bütün ilişkilerini irdelemiştir. Yine dil ile gösterge sistemleri ve dilbilim ile diğer bilim dalları arasındaki ilişkiler üstüne çalışmıştır.

Jakobson iletişim sürecini öne çıkaran, doğrusal iletişim modeline karşı bir modelleme de geliştirmiştir. Jakobson, “gönderen-ileti-alıcı” şeklindeki doğrusal modele, göstergebilimsel kavramlar eklemiştir. Jakobson’un doğrusal iletişim modeline eklediği kavramlar;

  • Bağlam,
  • Temas
  • Kod’dur.

Bağlam , iletinin nitelendirdiği, diğer bir deyişle gösterdiği, işaret ettiği şeydir. Jakobson’ göre bir ileti, kendisinden başka bir şeyi nitelemelidir. Temas, gönderen ve alıcı arasındaki fiziksel ve psikolojik bağlantılardır. Kod ise iletinin içinde anlam kazandığı ortak anlam sistemidir.

Jakobson, iletişimin oluşturucu etmenlerinden oluşan bu modelini, iletişim işlevlerini ekleyerek geliştirir. Sürecin başında duygulandırıcı işlev bulunur. Duygulandırıcı işlev, iletinin gönderenle ilişkisini betimler. Gönderenin duyguları, tutumları, statüsü ve sınıfı bu işlev tarafından açığa çıkartılır. Sistemin diğer ucunda yer alan çağrı işlevi ise, iletinin alıcı üzerindeki etkisini nitelemektedir. Komut verirken ya da propaganda yaparken, işlevler hiyerarşisi açısından bu işlev daha üst konumdadır. Sürecin orta kısmında ise göndergesel, şiirsel, ilişki amaçlı ve üstdilsel işlevler bulunur. Göndergesel işlev, iletişimin gerçekliği yansıtması ile ilgili işlevdir. İlişki amaçlı işlev, gönderen ve alıcı arasındaki ilişkinin sürdürülebilir olmasıdır ve gönderen ve alıcı arasındaki fiziksel ve psikolojik temas etmeye yöneliktir. Gönderen ve alıcı arasındaki ilişkinin sürdürülebilir olması, iletilerin tekrar edilmesiyle sağlanır.

Üstdilsel işlev, iletişim sürecinde kullanılan kodun tanımlanmasını sağlar. Şiirsel işlev de iletiyle ilgilidir. Bu işlev, estetik iletişimde hiyerarşinin en üstünde yer alır.

Post Yapısalcılık ve Medya Metinleri

Anlamın metnin kendisinde oluştuğunu savunan yapısalcı dilbilimden farklı olarak, anlamın özne-metin ilişkisi ile kurulabileceğini savunan postyapısalcı dilbilim çalışmaları, “etken izleyici” kavramının oluşması için bir temel hazırlamıştır. Medya metinlerini postyapısalcı yaklaşımla inceleyen çalışmaların, “medyanın izleyiciye ne yaptığını” sorgulayan etki çalışmalarından farklı olarak, “izleyicinin medyayla ne yaptığını” sorgulayan kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından ilham aldıkları söylenebilir.

İletişim çalışmalarında etken izleyici yaklaşımıyla çalışan önemli isimler; kültürel çalışmalardan Hall, Morley, Fiske ve Ang ile Radway gibi bazı feminist araştırmacılardır.

Hall ve Çoklu Okuma

Kültürel çalışmalar yaklaşımının ortaya attığı bir kavram olan çoklu okuma ve etken izleyici medya metinlerinin tüketimiyle ilgilidir. Kültürel Çalışmalar başlangıçta “İngiliz Kültürel Çalışmaları”, olarak Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’yle birlikte tanınmış olup, en önemli temsilcilerinden biri de Stuart Hall’dur

Hall iletişim sürecine kodlama ve kodaçma kavramlarını getirmiş, iletişim sürecinin döngüsel (dairesel) olup, gönderenden alıcıya olduğu kadar, alıcıdan da gönderene doğru olduğunu ortaya koymuştur.

Hall, çoklu okuma üst başlığında kavramsallaştırdığı üç çeşit okuma şeklinin varlığından söz eder:

  • Hâkim okuma,
  • Tartışmalı okuma
  • Karşıt okuma

Hakim okuma, medya metinlerinin izleyici tarafından metinleri üretenlerin kodladığı niyetle kod açımını yapmasıdır. Tartışmalı okuma , kodlanan niyetlerin bir kısmının kodlandığı niyetle, bir kısmının ise tartışmalı olarak okunmasıdır. Karşıt okuma da ise metni üretenlerin kodladıkları niyetlerin karşıt bir bakış açısıyla kod açımı yapılır. Etken izleyici ise, medya metinleri üstünde tartışmalı ve karşıt okuma yapabilen ve kendi anlamını üretebilen izleyicidir.

Hall medya iletilerinin güç/iktidar sahiplerince kodlanması ve karşıt olarak kodlanmasının ideolojik önemi üzerinde durur. Bu bağlamda medya profesyonellerini, güç/iktidar sahiplerinin (birincil tanımlayıcılar) tanımlarına başvuran ikincil tanımlayıcılar olarak kavramsallaştır.

Hall’a göre medya hâkim toplumsal güç/iktidarı ve eşitsiz ilişkileri yeniden üreten bir kurumdur.

Morley ve Etken İzleyici

Morley’e göre izleyici kendi aralarında farklılığı olmayan bireylerden oluşan bir homojen kitle değil, her biri kendine özgü tarihsel ve kültürel geleneği olan, birbirine geçmiş pek çok alt kültür gruplarının toplamıdır.

Morley çalışmaları ile iletişim alanında etnografik yöntem, katılımlı gözlem ve derinlemesine görüşme teknikleri kullanılmaya başlanmıştır.

Fiske ve Etken İzleyici

Fiske’nin çalışmaları izleyicinin medya metinleri karşısında “etken” olduğu varsayımına dayanır. Fiske metin-izleyici ilişkisiyle ilgili geliştirdiği kavramlardan biri açık/kapalı metin ikiliğidir.

Açık metin izleyicinin farklı anlamlandırma ve müzakerelere açık olması, kapalı metin ise potansiyel anlamların hâkim okuma lehine kapanmasıdır.

Fiske’nin diğer bir kavramı olan yapımcıl metin, izleyicinin televizyon metinlerinden ürettiği anlamları işaret eder.

Fiske metinlerarasılık kavramı üstünde de durmuştur. Metinlerarasılık, metnin hem yazılırken hem de okunurken, anlamın diğer metinlere başvurularak biçimlendirilmesi anlamındadır. Metinlerarasılık yatay ve dikey olarak kavramsallaştırılmaktadır. Yatay metinlerarasılık, aynı tür arasında cinsiyet, karakter ve içerik olarak birbirine göndermede bulunulmasıdır. Dikey metinlerarasılık ise, anlam oluşumunda farklı türden metinlerle kurulan ilişkidir.

Fiske düşüncesinde izleyici tarafından anlam oluşturulması, aynı zamanda medya metinleri ya da popüler metinler karşısında bir direnme olasılığıdır. Fiske özellikle popüler kültür metinlerinin tartışmalı ve karşıt okumasının, hâkim kültüre karşı bir direnme oluşturacağını ileri sürmektedir.

Fiske anlam oluşumunu üç metinsellik düzeyi olarak üç aşamada ele almıştır:

  • İlk düzeyde bir medya olayı olarak Madonna’nın yeni çıkan bir albümüyle birlikte üretilen kültürel biçimler vardır. Bunlar Madonna’nın yeni albümüyle ilgili konserler, kitaplar, posterler ve kliplerdir.
  • İkinci düzeyde Madonna’nın yeni albümüyle ilgili çeşitli yorumlar sunan popüler dergi ve gazetelerde çıkan yazılar, televizyon ve radyoda yayınlanan pop müzik programlarında yapılan konuşmalar yer alır.
  • Fiske’nin en dikkate değer bulduğu son metinsellik düzeyinde ise, Madonna’nın nasıl gündelik hayatımızın bir parçası haline geldiğinin analizi yer alır.

Feminist İzleyici Çalışmaları

Bu çalışmalarda öne çıkan isimlerden Ang, Radway ve Hobson örnek verilebilir. Ang “Dallas’ı İzlemek” adlı çalışmasında izleyicilerin medya metinleriyle kurdukları katılımcı ve anlam üreten okumalarını ortaya koymuştur.

Kültürel Çalışmalardan Hobson, hem metinler hem de izleyiciler üstüne yoğunlaşmıştır. Radway de popüler aşk romanları metinlerini, kadın okuyucuların nasıl anlamlandırdığını araştırmış ve onlarla derinlemesine görüşmeler yapmıştır.

Baudrillard ve Göstergeler

Fransız düşünür Jean Baudrillard postmodern olarak adlandırılan 1970 sonrası Batılı toplumlardaki değişimleri hipergerçeklik, simülasyon ve simülark gibi bazı metaforlarla açıklamaya çalışmıştır.

Baudrillard ve Postmodernizm

Postmodernizm kelimesindeki “post” ön eki, “sonra” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda postmodernizm kavramı, “modernizm sonrası” anlamına gelmektedir. Postmodernizm kavramı, kültürel kuram alanında modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel eseri tanımlayan mimari, edebiyat, resim, sinema vb. alanlarda yeni biçimleri işaret etmek için kullanılmaktadır. Toplumsal kuram alanında postmodernizm:

  • Aydınlanma Felsefesi,
  • Pozitivizm ve
  • Marksizm’in evrensel değerlerine ve ilerleme anlayışına bir karşı çıkış olarak tanımlanmaktadır.

Baudrillard’ın da ilgilendiği sosyal bilimlerle ilgili olarak postmodernizm öngörüleri şöyledir: Sosyal bilimler Batı’da hem hükümetlere ve iş çevrelerine projeler hazırlayıp, hem de bilginin evrenselliğini savunarak ikiyüzlülük etmektedir. Batı merkezli sosyal bilimler iki ilkeye dayanmaktadır:

  1. Sosyal bilimler kanunlara sahip olmalıdır.
  2. Sosyal bilim toplumsal gelişmeye ve ilerlemeye hizmet etmelidir. Bu iki ilke, iki karşıt kamp olan pozitivizm ve Marksizm için de geçerlidir.

Postmodernizm Marksizmi ise, fazla “ekonomik temelli” olmasından dolayı eleştirir. Postmodernizm, Marksizmi toplum bilimi olarak ekonomik temelli sınıf çıkarlarından yola çıktığı için ve ırk, yaş, toplumsal cinsiyet, etnik köken ve heteroseksüel olmayan cinsel kimlikler ayrımına dayanan toplumsal ve politik dinamikleri yok saydığı için de eleştirmektedir.

Baudrillard’a göre de modernitenin sınıf ve sınıf çatışmasını öne çıkaran kuramları, postmodernite çağında içe doğru patlayarak (implosion) anlamlarını yitirmektedir. Çünkü artık, kitleler sınıf eylemliliği içinde değil, “olağanüstü uyumluluk” (hyperconformity) aşamasında yaşamaktadırlar. Baudrillard’a göre kitleleri böylesine uyumlu bir “sessiz çoğunluk” haline getiren temel motivasyon; medya devrimi sonucu oluşan enformasyon ve göstergelerin aşırılığıdır. Postmodern çağda gerçeklik medya tarafından kodlanan göstergeler aracılığı ile oluşturulur. Göstergeler aracılığı ile oluşturulan hipergerçekliktir.

Göstergeler ve Tüketim Toplumu

Baudrillard, “Tüketim Toplumu” çalışmasında mal ve hizmetlerin değişim değerlerinin, bir “göstergeler hiyerarşisi” tarafından belirlendiğini savunur. Baudrillard metaya, toplumsal değerlerin bir aracı ve kamusal söylemin bir modeli olarak yaklaşır. Bir başka deyişle ona göre nesne, kendi varlığından dolayı değil, bir gösterge olduğu için meta özelliği göstermektedir.

Baudrillard, boş zamanın tüketim eylemi ve medya yoluyla manipüle edilmesi konusu üzerinde durur. Burada metaların klasik ekonomik değişim değerinin ötesinde, göstergesel değişim değeri ile dayattıkları ya da ikna yoluyla dolaylı toplumsal koşullanma yarattıkları, yeni bir düzen söz konusudur.

Hipergerçeklik, Simülasyon ve Simülakra

Baudrillard postmodern dönemde insanın o kadar çok fazla medya ile kuşatıldığını ve bu nedenle bu yeni düzenin bireyin yeni gerçekliği olduğunu ileri sürer. Medyanın oluşturduğu bu yeni gerçeklik hipergerçeklik olarak adlandırılır.

Türkçe’de “benzeşim” olarak da tanımlanan simülasyon ise, Baudrillard’da gösteren konumundaki görüntünün, gösterilen konumundaki nesnel gerçeği yansıtma niteliklerinin kaybolması ile ilgilidir. Artık, bireyler gerçeğe bakarak modeli değil, kendilerine sunulan modele bakarak hipergerçekliği inşa etmektedir.

Bireylerin reel yaşama dair gerçekliklerinin, simülasyonlarla temsil edilen bir evrene dönüşmesini, Baudrillard simülakra olarak adlandırır. Bu evrende artık, birey gerçeklikten izole şekilde hapsolmuş şekilde yaşar. Bunu sağlayan, bireye hipergerçeklik sunan medya ve özellikle televizyondur. Medyanın ve özellikle televizyonun görevi, bireyin tepki göstermesini, karılaştığı sorulara yanıt aramasını önlemektir.

Baudrillard gerçeklik ve onun simülakrası açısından tarihsel bir dönemleme yapar:

  1. Birinci simülarka çağı, Rönesans ile başlar. Rönesans öncesi katı düzen Rönesans ile moda, sanat, tiyatro gibi değişimler sayesinde yeni göstergeler ağı haline gelmiştir.
  2. İkinci simülarka çağı, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte nesneler, metalar sonsuz sayıda yeniden üretilebilmiştir.
  3. Üçüncü simülarka çağı, ilişim teknolojileri ortaya çıkmış, hizmet sektörü genişlemiş ve imajlar çoğalmıştır. Artık bir meta, nesne, olgu gösterge olarak karşımıza çıkmakta ve simule edilmektedir.

Giriş

Gösterge (işaret) herhangi bir somut nesne, durum ya da kavramın yerine geçen ve onu işaret eden resim, yazı ya da görüntüdür. Göstergebilim de göstergelerin ve çalışma biçimlerinin araştırıldığı disiplindir. Göstergebilimin üç temel çalışma alanı söz konusudur:

  1. Göstergenin kendisi: Bu alan gösterge çeşitlerinin, bunların çeşitli anlam iletme yollarının ve göstergeleri kullanan insanlarla ilişkilendirilme biçiminin araştırılmasını içerir. Göstergeler insanlar tarafından inşa edildiği için, yine insanların onları kullanma biçimi ile anlaşılır hale gelir.
  2. İçinde göstergelerin düzenlendiği kodlar ya da sistemler: Bu çalışmalar içinde, toplumun ya da kültürün gereksinimlerini karşılamak için geliştirilen kodları ya da bu kodların iletilmesi için var olan iletişim kanallarının incelenmesi yer alır.
  3. Kodlar ve göstergelerin içinde işlediği kültür: Kültürün kendi varoluşu ve biçimi de bu kodların ve göstergelerin kullanımına bağlıdır.

Yapısalcı Dilbilimsel ve Göstergebilimsel Yaklaşımlar

Yapısalcılık, bireyin eylemlerinin toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunan ve özellikle 1960’lıyıllara damgasını vuran düşünce akımıdır. Akım, Fransa’dan yükselmiştir; ancak tüm dünyada takipçileri olmuştur.

Saussure

Saussure dilin düşünceleri ifade eden bir göstergeler sistemi olduğunu ve diğer gösterge sistemleri (alfabe, yazı gibi) içinde en önemlisi olduğunu vurgulamıştır. Dili incelerken üç önemli ayrıma işaret etmiştir:

  • Dil (la langue) ve söz (parole) ayrımı,
  • Gösterge (işaret) kavramının ikili bir yapıya (gösteren/gösterilen) sahip olması,
  • Eşsüremli (synchronic) ve artsüremli (diachronic) dil analizidir.

Saussure’ün ilk ayrımı dil ve söz üzerinedir. Buradaki dil olgusu toplumsal bir yapıya işaret ederken, söz ise bireyin söylediklerinin toplamıdır.

Gösterge; ses imgesi ve bir kavramı işaret eden sözcükten oluşur. Saussure göstergeyi;

  • Gösteren
  • Gösterilen olarak ikiye ayırır.

Gösteren, bir kavramı işaret eden ses imgesidir. Gösterilen ise zihnimizde kediyle ilgili toplum tarafından üzerinde uzlaşılmış imajdır.

Saussure’ ün kullandığı ancak geliştirmediği bir kavram da gönderge (referent) kavramıdır. Burada gönderge kavramıyla, bireylerde oluşan farklı anlamlar ifade edilmektedir.

Eşsüremli dil analizi, herhangi bir dilsel bir topluluk tarafından kullanılan dilin, herhangi bir zaman dilimindeki durumunun analizidir. Artsüremli dil analizi ise, dilsel sistemde zaman içinde ortaya çıkan değişimlerin analiz edilmesidir.

Saussure’ün dil analizinin iletişim kuramları açısından önemi, dil dışı göstergelerin çalışılmasına yol açmasıdır. Dil dışı göstergeler, toplumsal göstergelerdir ve bu göstergelerle medya ürünlerinde sık sık karşılaşırız.

Saussure’ün dilin yapısı üstüne yoğunlaşması, yapısalcı düşüncedeki “yapı” kavramının temelini oluşturur. Yapısalcılık bireyin eylemlerinin toplumsal yapı tarafından belirlendiğini savunur.

Levi-Strauss

Antropolog Levi-Strauss Saussure’ün dilbiliminden etkilenerek, farklı kültürler arasındaki benzerlikleri dilin yapısı gibi incelemiş ve yapısalcı antropolojisini oluşturmuştur. Levi-Strauss’a göre her kültür dil, evlenme yasaları, sanat, bilim, ekonomik ilişkiler ve din gibi simgesel sistemler bütünüdür.

Levi-Strauss, farklı toplumların mitlerini inceler ve mitler arasındaki karşıtlıkların ortak bir kullanım olduğunu görür. Bunu da insan türünün evreni A ya da B olarak iki karşıtlıkla algılamasından kaynaklandığı şeklinde yorumlar. Gündelik dilde mit “masal, efsane, temeli olmayan olağanüstü öykü” anlamında kullanılır. Mitlerin toplumların değerlerini onaylayan ve bunların sorgulanmasını engelleyen anlatılar, hikâyeler oldukları genel kabul gören bir görüştür.

Levi-Strauss, doğada kesin olarak ayrılmayan kural dışı kategorilerin olduğunu da ileri sürmektedir. Bir kültürün temel anlamlandırma sistemlerine meydan okuduğu için kural dışı kategoriler kontrol altına alınırlar ve “tabular” ya da “kutsal” kategoriler olarak düzenlenirler.

Farklı toplumlarda mitlerin ortak özellik göstermesinin bir diğer nedeni ise insanoğlunun doğa-kültür, insan-tanrı, ölüm-yaşam gibi ilişkilerde ortak endişelere sahip olmasıdır. Levi-Strauss’a göre tüm toplumların en temel çelişkisi, doğa-kültür karşıtlığıdır. Toplumlar önce kendilerini doğadan farklılaştırarak bir kültür oluştururlar. Fakat daha sonra oluşturdukları bu kültürü doğayla karşılaştırır ve kültürel olanı doğallaştırmaya çalışırlar. İşte Levi-Strauss’ta mitlerin temel işlevi, kültürel olanı doğallaştırmak ve çelişki gidermektir.

Levi-Strauss’un mit analizinden özellikle reklamcılık alanındaki çalışmalarda yararlanılmıştır. Reklam metinlerinde insanlıkla ilgili temel çelişkilerin ortaya konup, bunların giderildiğini ve reklamcılığın endişe giderici mekanizma gibi hareket ettiğini ileri sürülmüştür.

Ayrıca, reklam metinlerinin, ürünler arasında farklılık yaratmak için toplumsal mitlerdeki farklılıkları kullandığı söylenmektedir.

Barthes

Levi-Strauss ilkel mitlerle ilgilenirken Barthes çağdaş mitler olarak adlandırdığı göstergeleri; yeme içme alışkanlıkları, tatil ritüelleri, reklam metinleri gibi popüler kültür ürünlerini; burjuva sınıfının değerlerini gündelik hayatta temsil eden ve doğallaştıran mitler ve gösterge sistemleri olarak çalışmıştır.

1950-1960 yılları arasında yapısalcı düşünür olarak bilinen Barthes 70’li yıllarda post yapısalcılığa (yapısalcılık sonrası- yapısalcılık tersi) yaklaşmıştır. Ayrıca modanın göstergebilimsel yöntemle incelenmesini ele almıştır.

İletişim alanındaki göstergebilimsel çalışmalarda bir başvuru kaynağı olan “Mitler” çalışmasında Barthes, mit, ideoloji, düzanlam, yananlam kavramlarını kullanmıştır. Barthes’ın ortaya koyduğu düzanlam metnin birincil göstergesidir. Bu birincil gösterge başka bir şeyin, mitsel anlamın da göstereni haline gelir, burada mitsel olan metnin yan anlamıdır.

Barthes’ın, Balzac’ın “Sarrazine” adlı öyküsünü incelediği “S/Z” (1970) isimli çalışmasında ise post yapısalcılığın izleri görülmektedir. Bu çalışmasında Barthes, her metnin okunmasını bir üretim etkinliği olarak görür ve okurcul metinler ve yazarsıl metinler ayrımını yapar. Okurcul metinler daha pasif alımlanan, metnin kodlayıcının niyeti doğrultusunda anlamlandırıldığı, görece kapalı metinlerdir. Yazarsıl metinler ise, okurun metni tekrardan yazdığı, kodlanan niyetin dışında da anlamlandırabildiği, metne katılabildiği açık metinlerdir.

Pierce

Amerikan göstergebiliminin kurucusu olarak kabul edilen Pierce, gösterge kavramıyla birlikte, nesne ve yorumlayıcı kavramlarını kullanmıştır. Peirce’ın göstergebiliminde, bir gösterge, bir dış gerçekliğe, nesneye göndermede bulunur ve yorumlayıcının zihninde bir etki yaratır.

Pierce düşüncesinde göstergeden daha çok, bu anlam oluşumu üstüne yoğunlaşılmıştır. Peirce’deki yorumlayıcı kavramı ile Peirce’den çok sonraları ortaya çıkan kod açma kavramı arasında paralellik vardır. Peirce’ın göstergebiliminin diğer bir özelliği de, göstergelerin üç çeşide ayrılmasıdır:

  • Görüntüsel gösterge (ikon),
  • Belirtisel gösterge (indeks)
  • Simge

Görüntüsel göstergenin (ikon)en temel özelliği, işaret ettiği nesnesiyle benzerlik taşımasıdır. (Bir kişinin fotoğrafı gibi). Belirtisel göstergede (indeks), göstergenin nesnesiyle doğrudan varoluşsal ve neden-sonuç ilişkisine dayalı bağlantısı vardır. (Dumanın ateşin göstergesi olduğu gibi). Simge’de ise, gösterge ve nesne arasında ne

bağlantı ne de benzerlik vardır. Simgenin anlaşılmasını sağlayan tek neden, simgenin yerine geçtiği nesne ya da canlıyı nitelemesi konusunda, toplumların üstünde anlaşmış olmalarıdır. En çok bilinen simge, sözcüklerdir.

Jakobson

Yapısalcı dilbilimin önemli temsilcilerinden olan Rus kökenli Jakobson, göstergebilimin en çok kullanılan (iletişim alanında da) eğretileme (metafor) ve düzdeğişmece (metanomi), analitik kavramlarını alana kazandırmıştır. Eğretileme ve düzdeğişmece, günümüzde sinema metinlerinden haber metinlerine; fotoğraf metinlerinden reklam metinlerine, tüm medya ürünlerinin analizinde kullanılmaktadır. Eğretileme (metafor); bir olguyu, bir olayı, bir nesneyi yine başka bir olay, olgu ve nesneyle açıklamaktır. Düzdeğişmece (metanomi) ise, bir parçanın bütünü temsil etmesidir. Jakobson’a göre gerçeklik temsilleri her zaman için düzdeğişmece kullanılmasını gerektirmektedir.

Jakobson ayrıca Amerika’da yaptığı araştırmalarda sesbilim kuramını geliştirmiş ve çocukların dil bozuklukları üstüne çalışmıştır. Amerikan dilbiliminin uzun süre dışladığı anlam sorunlarına yönelmiş ve dilde parça ve bütün ilişkilerini irdelemiştir. Yine dil ile gösterge sistemleri ve dilbilim ile diğer bilim dalları arasındaki ilişkiler üstüne çalışmıştır.

Jakobson iletişim sürecini öne çıkaran, doğrusal iletişim modeline karşı bir modelleme de geliştirmiştir. Jakobson, “gönderen-ileti-alıcı” şeklindeki doğrusal modele, göstergebilimsel kavramlar eklemiştir. Jakobson’un doğrusal iletişim modeline eklediği kavramlar;

  • Bağlam,
  • Temas
  • Kod’dur.

Bağlam , iletinin nitelendirdiği, diğer bir deyişle gösterdiği, işaret ettiği şeydir. Jakobson’ göre bir ileti, kendisinden başka bir şeyi nitelemelidir. Temas, gönderen ve alıcı arasındaki fiziksel ve psikolojik bağlantılardır. Kod ise iletinin içinde anlam kazandığı ortak anlam sistemidir.

Jakobson, iletişimin oluşturucu etmenlerinden oluşan bu modelini, iletişim işlevlerini ekleyerek geliştirir. Sürecin başında duygulandırıcı işlev bulunur. Duygulandırıcı işlev, iletinin gönderenle ilişkisini betimler. Gönderenin duyguları, tutumları, statüsü ve sınıfı bu işlev tarafından açığa çıkartılır. Sistemin diğer ucunda yer alan çağrı işlevi ise, iletinin alıcı üzerindeki etkisini nitelemektedir. Komut verirken ya da propaganda yaparken, işlevler hiyerarşisi açısından bu işlev daha üst konumdadır. Sürecin orta kısmında ise göndergesel, şiirsel, ilişki amaçlı ve üstdilsel işlevler bulunur. Göndergesel işlev, iletişimin gerçekliği yansıtması ile ilgili işlevdir. İlişki amaçlı işlev, gönderen ve alıcı arasındaki ilişkinin sürdürülebilir olmasıdır ve gönderen ve alıcı arasındaki fiziksel ve psikolojik temas etmeye yöneliktir. Gönderen ve alıcı arasındaki ilişkinin sürdürülebilir olması, iletilerin tekrar edilmesiyle sağlanır.

Üstdilsel işlev, iletişim sürecinde kullanılan kodun tanımlanmasını sağlar. Şiirsel işlev de iletiyle ilgilidir. Bu işlev, estetik iletişimde hiyerarşinin en üstünde yer alır.

Post Yapısalcılık ve Medya Metinleri

Anlamın metnin kendisinde oluştuğunu savunan yapısalcı dilbilimden farklı olarak, anlamın özne-metin ilişkisi ile kurulabileceğini savunan postyapısalcı dilbilim çalışmaları, “etken izleyici” kavramının oluşması için bir temel hazırlamıştır. Medya metinlerini postyapısalcı yaklaşımla inceleyen çalışmaların, “medyanın izleyiciye ne yaptığını” sorgulayan etki çalışmalarından farklı olarak, “izleyicinin medyayla ne yaptığını” sorgulayan kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından ilham aldıkları söylenebilir.

İletişim çalışmalarında etken izleyici yaklaşımıyla çalışan önemli isimler; kültürel çalışmalardan Hall, Morley, Fiske ve Ang ile Radway gibi bazı feminist araştırmacılardır.

Hall ve Çoklu Okuma

Kültürel çalışmalar yaklaşımının ortaya attığı bir kavram olan çoklu okuma ve etken izleyici medya metinlerinin tüketimiyle ilgilidir. Kültürel Çalışmalar başlangıçta “İngiliz Kültürel Çalışmaları”, olarak Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’yle birlikte tanınmış olup, en önemli temsilcilerinden biri de Stuart Hall’dur

Hall iletişim sürecine kodlama ve kodaçma kavramlarını getirmiş, iletişim sürecinin döngüsel (dairesel) olup, gönderenden alıcıya olduğu kadar, alıcıdan da gönderene doğru olduğunu ortaya koymuştur.

Hall, çoklu okuma üst başlığında kavramsallaştırdığı üç çeşit okuma şeklinin varlığından söz eder:

  • Hâkim okuma,
  • Tartışmalı okuma
  • Karşıt okuma

Hakim okuma, medya metinlerinin izleyici tarafından metinleri üretenlerin kodladığı niyetle kod açımını yapmasıdır. Tartışmalı okuma , kodlanan niyetlerin bir kısmının kodlandığı niyetle, bir kısmının ise tartışmalı olarak okunmasıdır. Karşıt okuma da ise metni üretenlerin kodladıkları niyetlerin karşıt bir bakış açısıyla kod açımı yapılır. Etken izleyici ise, medya metinleri üstünde tartışmalı ve karşıt okuma yapabilen ve kendi anlamını üretebilen izleyicidir.

Hall medya iletilerinin güç/iktidar sahiplerince kodlanması ve karşıt olarak kodlanmasının ideolojik önemi üzerinde durur. Bu bağlamda medya profesyonellerini, güç/iktidar sahiplerinin (birincil tanımlayıcılar) tanımlarına başvuran ikincil tanımlayıcılar olarak kavramsallaştır.

Hall’a göre medya hâkim toplumsal güç/iktidarı ve eşitsiz ilişkileri yeniden üreten bir kurumdur.

Morley ve Etken İzleyici

Morley’e göre izleyici kendi aralarında farklılığı olmayan bireylerden oluşan bir homojen kitle değil, her biri kendine özgü tarihsel ve kültürel geleneği olan, birbirine geçmiş pek çok alt kültür gruplarının toplamıdır.

Morley çalışmaları ile iletişim alanında etnografik yöntem, katılımlı gözlem ve derinlemesine görüşme teknikleri kullanılmaya başlanmıştır.

Fiske ve Etken İzleyici

Fiske’nin çalışmaları izleyicinin medya metinleri karşısında “etken” olduğu varsayımına dayanır. Fiske metin-izleyici ilişkisiyle ilgili geliştirdiği kavramlardan biri açık/kapalı metin ikiliğidir.

Açık metin izleyicinin farklı anlamlandırma ve müzakerelere açık olması, kapalı metin ise potansiyel anlamların hâkim okuma lehine kapanmasıdır.

Fiske’nin diğer bir kavramı olan yapımcıl metin, izleyicinin televizyon metinlerinden ürettiği anlamları işaret eder.

Fiske metinlerarasılık kavramı üstünde de durmuştur. Metinlerarasılık, metnin hem yazılırken hem de okunurken, anlamın diğer metinlere başvurularak biçimlendirilmesi anlamındadır. Metinlerarasılık yatay ve dikey olarak kavramsallaştırılmaktadır. Yatay metinlerarasılık, aynı tür arasında cinsiyet, karakter ve içerik olarak birbirine göndermede bulunulmasıdır. Dikey metinlerarasılık ise, anlam oluşumunda farklı türden metinlerle kurulan ilişkidir.

Fiske düşüncesinde izleyici tarafından anlam oluşturulması, aynı zamanda medya metinleri ya da popüler metinler karşısında bir direnme olasılığıdır. Fiske özellikle popüler kültür metinlerinin tartışmalı ve karşıt okumasının, hâkim kültüre karşı bir direnme oluşturacağını ileri sürmektedir.

Fiske anlam oluşumunu üç metinsellik düzeyi olarak üç aşamada ele almıştır:

  • İlk düzeyde bir medya olayı olarak Madonna’nın yeni çıkan bir albümüyle birlikte üretilen kültürel biçimler vardır. Bunlar Madonna’nın yeni albümüyle ilgili konserler, kitaplar, posterler ve kliplerdir.
  • İkinci düzeyde Madonna’nın yeni albümüyle ilgili çeşitli yorumlar sunan popüler dergi ve gazetelerde çıkan yazılar, televizyon ve radyoda yayınlanan pop müzik programlarında yapılan konuşmalar yer alır.
  • Fiske’nin en dikkate değer bulduğu son metinsellik düzeyinde ise, Madonna’nın nasıl gündelik hayatımızın bir parçası haline geldiğinin analizi yer alır.

Feminist İzleyici Çalışmaları

Bu çalışmalarda öne çıkan isimlerden Ang, Radway ve Hobson örnek verilebilir. Ang “Dallas’ı İzlemek” adlı çalışmasında izleyicilerin medya metinleriyle kurdukları katılımcı ve anlam üreten okumalarını ortaya koymuştur.

Kültürel Çalışmalardan Hobson, hem metinler hem de izleyiciler üstüne yoğunlaşmıştır. Radway de popüler aşk romanları metinlerini, kadın okuyucuların nasıl anlamlandırdığını araştırmış ve onlarla derinlemesine görüşmeler yapmıştır.

Baudrillard ve Göstergeler

Fransız düşünür Jean Baudrillard postmodern olarak adlandırılan 1970 sonrası Batılı toplumlardaki değişimleri hipergerçeklik, simülasyon ve simülark gibi bazı metaforlarla açıklamaya çalışmıştır.

Baudrillard ve Postmodernizm

Postmodernizm kelimesindeki “post” ön eki, “sonra” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda postmodernizm kavramı, “modernizm sonrası” anlamına gelmektedir. Postmodernizm kavramı, kültürel kuram alanında modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel eseri tanımlayan mimari, edebiyat, resim, sinema vb. alanlarda yeni biçimleri işaret etmek için kullanılmaktadır. Toplumsal kuram alanında postmodernizm:

  • Aydınlanma Felsefesi,
  • Pozitivizm ve
  • Marksizm’in evrensel değerlerine ve ilerleme anlayışına bir karşı çıkış olarak tanımlanmaktadır.

Baudrillard’ın da ilgilendiği sosyal bilimlerle ilgili olarak postmodernizm öngörüleri şöyledir: Sosyal bilimler Batı’da hem hükümetlere ve iş çevrelerine projeler hazırlayıp, hem de bilginin evrenselliğini savunarak ikiyüzlülük etmektedir. Batı merkezli sosyal bilimler iki ilkeye dayanmaktadır:

  1. Sosyal bilimler kanunlara sahip olmalıdır.
  2. Sosyal bilim toplumsal gelişmeye ve ilerlemeye hizmet etmelidir. Bu iki ilke, iki karşıt kamp olan pozitivizm ve Marksizm için de geçerlidir.

Postmodernizm Marksizmi ise, fazla “ekonomik temelli” olmasından dolayı eleştirir. Postmodernizm, Marksizmi toplum bilimi olarak ekonomik temelli sınıf çıkarlarından yola çıktığı için ve ırk, yaş, toplumsal cinsiyet, etnik köken ve heteroseksüel olmayan cinsel kimlikler ayrımına dayanan toplumsal ve politik dinamikleri yok saydığı için de eleştirmektedir.

Baudrillard’a göre de modernitenin sınıf ve sınıf çatışmasını öne çıkaran kuramları, postmodernite çağında içe doğru patlayarak (implosion) anlamlarını yitirmektedir. Çünkü artık, kitleler sınıf eylemliliği içinde değil, “olağanüstü uyumluluk” (hyperconformity) aşamasında yaşamaktadırlar. Baudrillard’a göre kitleleri böylesine uyumlu bir “sessiz çoğunluk” haline getiren temel motivasyon; medya devrimi sonucu oluşan enformasyon ve göstergelerin aşırılığıdır. Postmodern çağda gerçeklik medya tarafından kodlanan göstergeler aracılığı ile oluşturulur. Göstergeler aracılığı ile oluşturulan hipergerçekliktir.

Göstergeler ve Tüketim Toplumu

Baudrillard, “Tüketim Toplumu” çalışmasında mal ve hizmetlerin değişim değerlerinin, bir “göstergeler hiyerarşisi” tarafından belirlendiğini savunur. Baudrillard metaya, toplumsal değerlerin bir aracı ve kamusal söylemin bir modeli olarak yaklaşır. Bir başka deyişle ona göre nesne, kendi varlığından dolayı değil, bir gösterge olduğu için meta özelliği göstermektedir.

Baudrillard, boş zamanın tüketim eylemi ve medya yoluyla manipüle edilmesi konusu üzerinde durur. Burada metaların klasik ekonomik değişim değerinin ötesinde, göstergesel değişim değeri ile dayattıkları ya da ikna yoluyla dolaylı toplumsal koşullanma yarattıkları, yeni bir düzen söz konusudur.

Hipergerçeklik, Simülasyon ve Simülakra

Baudrillard postmodern dönemde insanın o kadar çok fazla medya ile kuşatıldığını ve bu nedenle bu yeni düzenin bireyin yeni gerçekliği olduğunu ileri sürer. Medyanın oluşturduğu bu yeni gerçeklik hipergerçeklik olarak adlandırılır.

Türkçe’de “benzeşim” olarak da tanımlanan simülasyon ise, Baudrillard’da gösteren konumundaki görüntünün, gösterilen konumundaki nesnel gerçeği yansıtma niteliklerinin kaybolması ile ilgilidir. Artık, bireyler gerçeğe bakarak modeli değil, kendilerine sunulan modele bakarak hipergerçekliği inşa etmektedir.

Bireylerin reel yaşama dair gerçekliklerinin, simülasyonlarla temsil edilen bir evrene dönüşmesini, Baudrillard simülakra olarak adlandırır. Bu evrende artık, birey gerçeklikten izole şekilde hapsolmuş şekilde yaşar. Bunu sağlayan, bireye hipergerçeklik sunan medya ve özellikle televizyondur. Medyanın ve özellikle televizyonun görevi, bireyin tepki göstermesini, karılaştığı sorulara yanıt aramasını önlemektir.

Baudrillard gerçeklik ve onun simülakrası açısından tarihsel bir dönemleme yapar:

  1. Birinci simülarka çağı, Rönesans ile başlar. Rönesans öncesi katı düzen Rönesans ile moda, sanat, tiyatro gibi değişimler sayesinde yeni göstergeler ağı haline gelmiştir.
  2. İkinci simülarka çağı, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte nesneler, metalar sonsuz sayıda yeniden üretilebilmiştir.
  3. Üçüncü simülarka çağı, ilişim teknolojileri ortaya çıkmış, hizmet sektörü genişlemiş ve imajlar çoğalmıştır. Artık bir meta, nesne, olgu gösterge olarak karşımıza çıkmakta ve simule edilmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.