Açıköğretim Ders Notları

Kent Sosyolojisi Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Kent Sosyolojisi Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Kent Kuramları

Klasik Toplum Kuramında Kentin Yeri Nedir?

Sosyolojinin klasik düşünürleri Marx, Weber, Durkheim ve Simmel kenti ayrı bir çözümleme nesnesi olarak ele alıp onu açıklamaya yönelik özel bir kuram geliştirmemişlerdir. Ancak, klasik kuramcıların çalışmalarında kent meselesi iki açıdan önemlidir:

  • Birincisi, kent daha geniş toplumsal süreçlerin, yapıların, ilişkilerin yani toplumun çözümlenmesinde önemli bir araçtır. Sosyolojinin klasik düşünürleri Marx, Weber, Durkheim için kent, tarihsel açıdan Batı Avrupa’nın toplumsal değişim sürecinde; -geleneksel toplumdan modern topluma, feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına, geçişte- toplumu anlamanın, açıklamanın ve değiştirmenin tarihsel bir nesnesidir. Onların esas ilgileri kentin kuramını yapmak değil, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte oluşan toplumsal yapı ve ilişkileri çözümlemektir.
  • İkincisi, bu kuramcıların yaklaşımları kent sosyolojinin gelişimi üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Durkheim’ın ve Simmel’in yaklaşımları Chicago Okulu’nun Weber’in çalışmaları sosyal mekânsal sistem olarak kent yaklaşımı üzerinde etkili olmuştur. Marx ve Engels’in kapitalist üretim ilişkilerini analiz ise 1960’lı yıllardan sonra gelişen yeni kent sosyolojinin kuramsal tartışmalarını şekillendirmiştir.

Marx’ın çalışmalarında kent meselesi kent kır karşıtlığı ve kapitalizmin gelişmesi kapsamında tarihsel bir süreç içinde ele alınmaktadır. Kent ayrı bir çözümleme nesnesi değildir ancak toplumsal değişim sürecinde kapitalist toplumun ortaya çıkma sürecine kadar kırla karşıtlık içinde olan bir mekândır. Kapitalist toplumun oluşmasıyla bu karşıtlık yerini kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkilerine bırakmıştır. Kent kapitalist üretim ilişkilerinin gerçekleştiği, işçisi sınıfı ve burjuvası karşıtlığında gerçekleşecek sınıf mücadelesinin alanıdır. Aynı şekilde Engels’in 1845 yılında İngiltere’de Emekçi Sınıfların Konumu (2013) ve 30 yıl sonra yazdığı Konut Sorunu (2013) eserleri Marksist toplum kuramında kentin yerini ve kent sosyolojisi üzerine yaptığı katkıları açısından önemlidir. Marx’a göre, kent ve kır arasındaki ilişki insan toplumlarının ayrıcı bir unsuru olmasına rağmen bu ilişkinin karşıtlığı tarihsel olarak farklı yaşanmıştır. Bu farklılık dönemin üretim tarzı yani ekonomik ilişkileri temelinde ele alınmalıdır.

Marx eşitsizlik ve sömürüyü üretim merkezli kapitalizm çözümlemesinde, Engels ise sömürü, sefalet ve yoksulluğu işçi sınıfının yeniden üretim sürecini (yaşamını) dikkate alarak ayrıntılı bir şekilde tartışır. Engels’e göre de işçi sınıfının sefalet ve yoksulluğunun nedeni kentler değil kapitalizmin kendisidir.

Weber’in toplum kuramı da kent sosyolojisi bakış açısından ayrı bir kent çözümlemesini içermez. Marx gibi, Weber de ideal kent yaklaşımıyla modern kapitalizmin tarihsel köklerine yönelik bir tespitte bulunur. Kent çözümlemesi iki temel zemine dayanır. Bunlardan;

  • Biri ekonomik,
  • Diğeri de politiktir.

Bir kentin ekonomik olarak pazar sistemi gibi örgütsel bir yapısının olması gerekir. Bu kent tarımdan farklı olarak ticaret, mal alışverişi gibi iktisadi bir faaliyete sahiptir. Hatta daha ileri giderek ekonomik ölçütlere dayanarak tüketici, üretici ve ticaretle uğraşan kentler ayrımı da yapar, ancak ideal bir kentin bu üç faaliyet biçimini kapsadığını düşünür. Politik olarak bir kente yüklediği anlam kısmi siyasi özerklik kavramıdır. Bir yerleşim birimini kent olarak ayırıcı kılan politik unsur bu topluluğun kendine özgü politik ve yönetimsel düzenlemelerinin olmasıdır. Kentleri yönetimsel olarak;

  • Aristokrat kent ve
  • Halk tabakasına ait kent olarak da ayırır.

Weber’e göre, Ortaçağ’ın ideal Batı kentleri, bireycilik, vatandaşlık, yurttaş girişimciler, özerk yönetim, yasa, ussallık özellikleri içerir. Bunlar Batı kentlerinin ayırıcı unsurlarıdır.

Simmel’in kent sosyolojinin gelişmesi üzerinde etkili olan Metropol ve Zihinsel Yaşam (1996) makalesi modern yaşamın eleştirel bir analizini içerir. Metropol kent, nüfusun yoğun olduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel çeşitliliğin, farklılaşmanın ve gelişmiş işbölümünün olduğu mekânlardır. Simmel kenti modern yaşamın en azından bazı özelliklerinin kaynağı olarak görür. Kent modern çağda sosyal ilişkileri nitelendiren belli mantığın göstergesidir. Ayrıca, sosyal biçimlerin/formların açıklanmasında nedensel bir etkendir.

Metropol kentin kalabalığı, çeşitliliği, günlük yaşamın karmaşası içinde birey, dışarıdan sürekli uyarıcılar almaktadır. İnsan zihninin kentteki tüm uyarıcılara anında tepki vermesi imkânsız olduğu için dışsal uyarıcıları süzgeçten geçirerek sadece bir kısmına cevap verir. Oysa kır hayatında bireyin yaşamı ve zihni, psikolojik hayatı ve duyguları, daha alışılmış, daha yavaş, daha düzenli akar ve işler. Birey, köy ve kasaba hayatının sade, yalın ve doğayla iç içe geçmiş günlük hayatı içinde yaşamı daha derinden hisseder.

Metropol kent para ekonomisinin merkezidir. Her şeyin para ile alınıp satılır hale geldiği, ihtiyaçların karşılanmasının paraya dayandığı kent yaşamının temel sorusu şudur: Kaça? Kentte insanların Kim olduğu? Sorusu daha çok Neye sahip? sorusuyla yer değiştirir. Metropol yaşamda modern zihin giderek daha çok hesap yapar. Günlük hayatta kentli bireyin günlük yaşamını hesap yapmayla, sayısal saptamalarla, nitel değerlerin nicel değerlere indirgenmesiyle sürdürmesi para ekonomisiyle ilgilidir. Metropol yaşam o kadar karmaşık ve değişkendir ki kentsel yaşamı kaosa sürükleyebilecek şeyler büyük bir titizlikle belirlenmiştir.

Chicago Okulu: İnsan Ekolojisi Yaklaşımı

Kentin ayrı bir çalışma nesnesi olarak çözümlenmesi ve sistematik bir kent kuramı oluşturmaya yönelik ilk çabalar Chicago Okuluyla başlar. Okulun 1915-1940 arası kent üzerine gerçekleştirdiği etnografik çalışmalar hem Amerika’da sosyolojinin hem de kent sosyolojisinin bir disiplin olarak ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Chicago okulu kent çalışmaları İnsan Ekolojisi Yaklaşımı olarak isimlendirilmektedir. Robert Ezra Park’ın 1915 yılında yayınlanan Şehir: Kent ortamında İnsan davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler makalesi, Ernest Burgess’in Şehrin Büyümesi: Araştırmaya Giriş (1925) çalışması ve Roderich McKenzie’nin kaleme aldığı İnsan Topluluklarının Çalışmasında Ekolojik Yaklaşım (1924) ve Louis Wirth’ün Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme (1938) makalesi Chicago Okulu’nun kent çözümlemesi içeren temel kaynaklardır.

Robert Ezra Park (1864-1944) İnsan Ekolojisi Yaklaşım ekolünün ilk kurucudur. Chicago kentinin hızla büyüdüğü o yıllarda Chicago’nun kentsel büyüme şekli ve şehrin çeşitli bölgelerinde bulunan farklı alt kültürlerin gelişimi Park’ın ilgisini çekmiştir. Park, Darwin’in evrim teorisinden ve Durkheim’ın insanın doğası ile ilgili ontolojik görüşlerinden etkilenmiştir. Park’a göre kent hayatı;

  • Biyotik ve
  • Kültürel olmak üzere iki düzeyde örgütlenmektedir.

Ayrıca, kentlilik, rekabet (biyotik düzey) ve iş birliği, iletişim ve ortaklıkların (kültürel düzey) bir araya gelmesiyle oluşmaktadır.

Roderich McKenzie İnsan Topluluklarının Çalışmasında Ekolojik Yaklaşım (2015) başlıklı makalesinde sırasıyla ilk olarak insan ekolojisinin bitki ve hayvan ekoloji ile ilişkisini ele alır. İnsanlar hayvan ve bitkilerden farklı olarak mekân içinde hareket etme, akıl yürütme ve çevresini ihtiyaçları temelinde düzenleme becerisine sahiptir. Yani insan toplulukları bitki toplulukları arasındaki temel fark hareket etme ve amaçtır. İnsan topluluğu ‘sürü hayvan’ olarak birlikte yaşamak zorundadır ve bir topluluğun başlangıcı ev, yol ve su kaynaklarına dayanır. McKenzie ekolojik bakış açısına göre toplulukları dörde ayırır:

  • İlki, tarımcı, balıkçı, madenci gibi dağıtım sürecinin ilk basamağına denk düşen birincil hizmet topluluklarıdır.
  • İkincisi ticaret topluluğu olarak isimlendirir.
  • Üçüncü topluluk sanayi şehridir. Bu şehirler metaların üretildiği merkezlerdir. İki tür sanayi topluluğu vardır:
    • İlki yerel ürünlerin satıldığı ve çoğul sanayilerin düzenlendiği yerlerdir.
    • İkincisi, yerel veya küresel ürünlerin satışı için bir ya da iki gelişmiş sanayi tarafından yönetilen sanayi şehirleridir.
  • Dördüncü toplulukları ise belli bir ekonomiden yoksun, boş zamanı değerlendirme yerleri, siyasi merkezler, eğitim merkezleri, sürgün yerleridir.

McKenzie’ye göre İnsan toplulukları dönemsel olarak büyürler ancak yeni bir iletişim sistemi, yeni bir sanayi türü gibi etkenler topluluk, nüfus ve kaynaklar arasındaki denge durumunu bozabilir ve topluluk bu yeni aşamaya uyum sağlamaya çalışır. Ekolojik etkenler yeni bir büyümeyi ve farklılaşmaya neden olabileceği gibi, dış göç gibi bir etkenle de gerileyebilir. Topluluğun iç yapısını belirleyen ekolojik süreçleri açıklarken çıkış noktası yine toplulukların büyüme sürecidir. Ona göre, topluluklar basitten karmaşığa, genelden uzmanlaşmaya doğru bir gelişme içinde büyürler. Önce merkezileşme başlar. Topluluklar büyüdükçe sunulan hizmetlerde ve hizmetlerin olduğu yerde uzmanlaşma başlar. Sonrasında, topluluğun daha fazla büyümesiyle farklılaşma ve ayrım süreçleri başlar. Topluluğun yapısal büyümesi doğadaki bitki türlerinin büyümesine benzer bir şekilde ardışık olarak gerçekleşir. İnsan topluluklarının büyümesi sürecinde meydana gelen oluşumlar, ayrışmalar, yeni ilişki biçimleri, bir istilanın sonucunda gerçekleşir.

Ernest Burgess, Şehrin Büyümesi: Araştırmaya Giriş (2015) çalışmasında kentin yayılma süreçlerini analiz eder ve daha da önemlisi bir kentin büyümesine yönelik yapılacak çalışmalar için araştırma yöntemleri ve bakış açıları ortaya koyar. İlk olarak kentin genişlemesini yayılma, ardıllık ve yoğunlaşma üzerinden tanımlar. Ona göre, şehir ve bölge planları şehrin büyümesini fiziki açıdan ele alırlar. Örneğin, konutların, parkların, bulvarların, caddelerin genişletilmesi, kent merkezlerinin kurulması gibi plan ve uygulamalar kentin gelecekteki fiziki gelişimini kontrol altına alma ihtiyacıyla ilgilidir. Oysa Burgess’a göre kentin yayılmasını bir süreç olarak ele alan bir inceleme yoktur. Bu nedenle de kentin yayılmasının tipik süreçlerini eş merkezli bölge modeli (S:37, Şekil 2.1.) üzerinden numaralandırma yoluyla araştırılabileceğini savunur. Ona göre;

  • Birinci dairede iş ve ticaret bölgesi yer alır.
  • İkinci daire nüfus ve arazi kullanımının kaygan ve değişken olduğu geçiş bölgesidir.
  • Üçüncü daire işçilerin oturduğu bölgedir.
  • Dördüncü daire üst sınıfların yaşadığı bölgedir.
  • Beşinci dairede ise yöre kentler (banliyöler) yer alır.

Burgess’e göre, kentin yayılma sürecinde bireyler ve gruplar ikamet yeri ve mesleğe göre sıralanır ve yeniden konumlanır. Kentin doğal ekonomisi ve kültürel gruplaşmalara dayanan farklılaşma kentin yerleşim biçimini ve kişiliğini etkiler. Bunların yanı sıra kentin işbölümü düzensizliğe, yeniden örgütlenmeye ayrımlaşmaya neden olabilir.

Louis Wirth kentin ne olduğu ve kentin bir yaşam biçimi olarak kendine özgü nasıl bir davranış biçimi ürettiğini sorgulamaktadır. Nüfus kavramı onun kent kuramının temel çıkış noktasıdır. Nüfus kenti tanımlayan ve açıklayan bir değişkendir ancak herhangi bir topluluğu nüfus büyüklüğü açısından ele alıp kent tanımlaması yapmanın keyfi bir tutum olduğunu savunur. Kentlilik, Louis Wirth tarafından kentsel yaşam tarzının kişisellik dışı olması gibi farklı ve ayırıcı özelliklerini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Nüfusun büyüklüğü, nüfusun yoğunluğu ve nüfusun çeşitliliği bir yaşam biçimi olarak kentleşmeyi anlamak içi kullandığı bağımsız değişkenlerdir.

Kentte nüfus büyüklüğünün yani kentte yaşayan insan sayısının artması kişisel farklılıkların daha çok artmasına neden olmaktadır. Kentte yaşayan insanların kişisel özellikleri, meslekleri, kültürel yaşam biçimleri ve düşünceleri kırsal alanda yaşayan insanlara göre daha çok kutuplaşmaktadır. İnsan sayısın artması etnik köken, ekonomik ve toplumsal konum, beğeni ve önceliklerden kaynaklanan toplumsal farklılaşmalara yol açmaktadır.

Nüfusun yoğunluğu kent insanının ve etkinliklerinin farklılaşmasını ve toplumsal çeşitliliğin artışını güçlendirir. Kentsel yaşamda fiziksel ilişkilerimiz yakın fakat toplumsal ilişkilerimiz mesafeli bir biçimde gerçekleşir. Kent yaşamı insanları çoğunlukla görsel olarak algılamaya elverişlidir.

Nüfusun çeşitliliğinin en önemli sonuçlarından birisi sınıf yapısı üzerinde olan etkisidir. Çeşitliliğin artması kentte var olan farklı kent kişilik yapıları arasında etkileşimin artmasına öncülük eder. Bu etkileşim kentin katı sınıf yapısını kırmakta ve toplumsal tabakalaşma sistemi içinde toplumsal hareketliliği güçlendirmektedir. Bu değişimlerin sonucunda aile ve komşuluk temelinde gelişen ilişki bağları zayıflamakta ve farklı, yeni grup bağlılıkları ortaya çıkmaktadır. Kent yaşamının farklı yönlerinden kaynaklanan ilgi alanları bireyin kendisini farklı gruplarda tanımlamasına neden olmaktadır. Chicago Okulu’na ve Wirth’ün yaklaşımına yönelik eleştiriler de yapılmıştır. Bu eleştirilerden ilki, kentleşmenin ve çevresel faktörlerin kentli davranışı üzerindeki etkisinin abartıldığına yöneliktir.

Yeni Kent Sosyolojisi: Ekonomi Politik Yaklaşım

1960’lardan sonra kentlerde siyahların, kadınların, öğrencilerin eşitlik ve özgürlük mücadeleleri temelinde radikal toplumsal hareketler oluşmuştur. Bu toplumsal hareketler diğer sorunların yanı sıra bir dizi kentsel sorunu da gündeme getirmiştir. Bu yeni kuramsal tartışmaların içeriği ve kapsamı oldukça çeşitlidir. Bu çeşitliliği temsil eden Henry Lefebvre, Manuel Castells ve David Harvey, Marx’ın kapitalist toplum kuramını yeni gelişen ekonomik, toplumsal ve politik dinamiklere dayanarak kentsel meseleler açısından yeniden yorumlamışlardır. Bu kuramcıların kent çözümlemesi Marx’ın ve Chicago Okulu’nun eleştirisini de içermektedir. Bu nedenle Lefebvre, Castells, Harvey’in kuramsal yaklaşımları kent sosyoloji içinde Chicago Okulu’ndan sonra gelen yeni kent sosyolojisi olarak isimlendirilir.

Lefebvre’nin kentsel mekân kuramı en başta kent planlaması ve bu planlama kuramlarının eleştirisiyle başlar. Ona göre, bu teknokratik yaklaşımlar için mekân matematiksel olarak önceden tanımlanabilen, kesin ve belirlenmiş bir nesnedir. Planlama disiplini bilimsel ve teknik bir uygulama olarak mekânı biçimlendirir. Bu kuramlar ve uygulamalar için mekânın toplumsal ve politik boyutu irrasyoneldir ve dolayısıyla analiz dışında kalır. Lefebvre’ye göre, mekân toplumsal bir üründür ve bir mekân “kuramının görevi, mekânsal biçimlerin ve örgütlenmenin nasıl belirli bir üretim tarzının (kapitalizm) ürünü olduklarını ve bunların, sözü edilen üretim tarzına bağlı olduğu hâkimiyet ilişkilerinin yeniden üretilmesine nasıl katkıda bulunduklarını” göstermektir. Lefebvre;

  • Mutlak mekân,
  • Kutsal mekân,
  • Tarihsel mekân,
  • Soyut mekân,
  • Çelişkili ve diferansiyel mekân olmak üzere tarihsel olarak beş mekânsal dönemselleştirme yapar.

Lefevbre’nin mekân kuramının diğer önemli kavramı mekânsal üçlemesidir. Ona göre mekânı deneyimlemenin üç unsuru vardır:

  • Algılanan,
  • Tasarlanan ve
  • Yaşanan.

Lefebvre sermaye yatırımı, kâr, rant, ücret, sınıf sömürüsü ve eşitsiz gelişim gibi ekonomik kategorikleri kent çözümlemesinde kullanmıştır. Ona göre, kentsel gelişim kapitalist sistemin oluşumu ve devamıyla ilgili bir süreçtir. Lefebvre’ye göre toplumsal faaliyetlerimiz, sosyal ilişkilerimiz mekân üzerinde gerçekleşmektedir. Lefebvre devletin mekân üzerindeki rolü üzerinde de durmaktadır. Ona göre devlet mekânı toplumsal kontrol için kullanmaktadır.

Manuel Castells’in kent çözümlemesi iki farklı yaklaşımı ve dönemi içerir. Bunlardan;

  • İlki kent kuramının temellerini attığı ve kent sosyolojisini etkilediği dönemdir.
  • İkincisi, 1980 sonrası, kent kuramı analizine toplumsal sınıfın dışında diğer çıkar gruplarını dâhil ettiği dönemdir.

Castells’in (1971, 1977) kent kuramının temel unsuru kolektif tüketim kavramıdır. Kolektif tüketim (collective consumption) kavramı bir şeyin birlikte tüketilmesi demek değildir. Castells’in kuramında kolektif tüketim, emeğin yeniden üretimi için gerekli mal ve hizmetlerin devlet tarafından sağlanması anlamına gelmektedir. Emeğin yeniden üretimi kavramı kapitalizmde işgücünün ertesi gün işyerinde çalışmaya hazır hale gelebilmesini ifade eder. Castells’in ikinci döneme denek gelen kent kuramı içinde tartıştığı yeni kentsel toplumsal hareketler çözümlemesi incelendiğinde, kentsel çelişkilerin yönü ve boyutu yeni toplumsal hareketler ve yeni toplumsal bilinç şekilleri temelinde oluşacak örgütlenmeler etrafında ele alınmaktadır.

David Harvey, Lefebvre ve Castells gibi; kentsel süreçleri kapitalizmin sermaye birikim mantığı kapsamında çözümler. Lefebvre’ye daha yakın bir konumla, kapitalizmin kendi devamlılığını sağlamak için mekâna yaptığı yatırımları kuramsal çözümlemesinin merkezine oturtur. Bir anlamda kapitalist sistemin adaletsizliğinin coğrafi mekânlardaki tezahürünü sorgulamaktır. Kentsel Adalet ve Kent (2003) ve Sermayenin Sınırları (2012) kitapları kentsel süreçlerin sermaye birikim mantığıyla analiz edildiği temel kaynaklardır.

Harvey’in kent çözümlemesinin özü kapitalist girişimcilerin kârlarını azamiye çıkarmak için üretim sürecinin dışında kentin yapılı çevresine yaptıkları yatırımlarla ilgilidir. Ona göre, kentler kapitalizmin mantığını gösteren bir aynadır. Kapitalist şehirlerdeki mekân modelleri sistemin çelişkilerini ve sisteme içselleşmiş adaletsizlikleri yansıtır. Toplumsal ihtiyaçların dışında kâr amaçlı yapılan yatırımlar kentlerde mekânsal düzeyde eşitsizliklerin oluşmasına neden olur. Harve’e göre kentsellik kapitalist üretim sürecinde yaşanan ekonomik krizlerin sonucunda kapitalistlerin kârlarını azamiye çıkarmak için kentsel yapılı çevreye yaptıkları yatırımların sonucudur.

Klasik Toplum Kuramında Kentin Yeri Nedir?

Sosyolojinin klasik düşünürleri Marx, Weber, Durkheim ve Simmel kenti ayrı bir çözümleme nesnesi olarak ele alıp onu açıklamaya yönelik özel bir kuram geliştirmemişlerdir. Ancak, klasik kuramcıların çalışmalarında kent meselesi iki açıdan önemlidir:

  • Birincisi, kent daha geniş toplumsal süreçlerin, yapıların, ilişkilerin yani toplumun çözümlenmesinde önemli bir araçtır. Sosyolojinin klasik düşünürleri Marx, Weber, Durkheim için kent, tarihsel açıdan Batı Avrupa’nın toplumsal değişim sürecinde; -geleneksel toplumdan modern topluma, feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına, geçişte- toplumu anlamanın, açıklamanın ve değiştirmenin tarihsel bir nesnesidir. Onların esas ilgileri kentin kuramını yapmak değil, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte oluşan toplumsal yapı ve ilişkileri çözümlemektir.
  • İkincisi, bu kuramcıların yaklaşımları kent sosyolojinin gelişimi üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Durkheim’ın ve Simmel’in yaklaşımları Chicago Okulu’nun Weber’in çalışmaları sosyal mekânsal sistem olarak kent yaklaşımı üzerinde etkili olmuştur. Marx ve Engels’in kapitalist üretim ilişkilerini analiz ise 1960’lı yıllardan sonra gelişen yeni kent sosyolojinin kuramsal tartışmalarını şekillendirmiştir.

Marx’ın çalışmalarında kent meselesi kent kır karşıtlığı ve kapitalizmin gelişmesi kapsamında tarihsel bir süreç içinde ele alınmaktadır. Kent ayrı bir çözümleme nesnesi değildir ancak toplumsal değişim sürecinde kapitalist toplumun ortaya çıkma sürecine kadar kırla karşıtlık içinde olan bir mekândır. Kapitalist toplumun oluşmasıyla bu karşıtlık yerini kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkilerine bırakmıştır. Kent kapitalist üretim ilişkilerinin gerçekleştiği, işçisi sınıfı ve burjuvası karşıtlığında gerçekleşecek sınıf mücadelesinin alanıdır. Aynı şekilde Engels’in 1845 yılında İngiltere’de Emekçi Sınıfların Konumu (2013) ve 30 yıl sonra yazdığı Konut Sorunu (2013) eserleri Marksist toplum kuramında kentin yerini ve kent sosyolojisi üzerine yaptığı katkıları açısından önemlidir. Marx’a göre, kent ve kır arasındaki ilişki insan toplumlarının ayrıcı bir unsuru olmasına rağmen bu ilişkinin karşıtlığı tarihsel olarak farklı yaşanmıştır. Bu farklılık dönemin üretim tarzı yani ekonomik ilişkileri temelinde ele alınmalıdır.

Marx eşitsizlik ve sömürüyü üretim merkezli kapitalizm çözümlemesinde, Engels ise sömürü, sefalet ve yoksulluğu işçi sınıfının yeniden üretim sürecini (yaşamını) dikkate alarak ayrıntılı bir şekilde tartışır. Engels’e göre de işçi sınıfının sefalet ve yoksulluğunun nedeni kentler değil kapitalizmin kendisidir.

Weber’in toplum kuramı da kent sosyolojisi bakış açısından ayrı bir kent çözümlemesini içermez. Marx gibi, Weber de ideal kent yaklaşımıyla modern kapitalizmin tarihsel köklerine yönelik bir tespitte bulunur. Kent çözümlemesi iki temel zemine dayanır. Bunlardan;

  • Biri ekonomik,
  • Diğeri de politiktir.

Bir kentin ekonomik olarak pazar sistemi gibi örgütsel bir yapısının olması gerekir. Bu kent tarımdan farklı olarak ticaret, mal alışverişi gibi iktisadi bir faaliyete sahiptir. Hatta daha ileri giderek ekonomik ölçütlere dayanarak tüketici, üretici ve ticaretle uğraşan kentler ayrımı da yapar, ancak ideal bir kentin bu üç faaliyet biçimini kapsadığını düşünür. Politik olarak bir kente yüklediği anlam kısmi siyasi özerklik kavramıdır. Bir yerleşim birimini kent olarak ayırıcı kılan politik unsur bu topluluğun kendine özgü politik ve yönetimsel düzenlemelerinin olmasıdır. Kentleri yönetimsel olarak;

  • Aristokrat kent ve
  • Halk tabakasına ait kent olarak da ayırır.

Weber’e göre, Ortaçağ’ın ideal Batı kentleri, bireycilik, vatandaşlık, yurttaş girişimciler, özerk yönetim, yasa, ussallık özellikleri içerir. Bunlar Batı kentlerinin ayırıcı unsurlarıdır.

Simmel’in kent sosyolojinin gelişmesi üzerinde etkili olan Metropol ve Zihinsel Yaşam (1996) makalesi modern yaşamın eleştirel bir analizini içerir. Metropol kent, nüfusun yoğun olduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel çeşitliliğin, farklılaşmanın ve gelişmiş işbölümünün olduğu mekânlardır. Simmel kenti modern yaşamın en azından bazı özelliklerinin kaynağı olarak görür. Kent modern çağda sosyal ilişkileri nitelendiren belli mantığın göstergesidir. Ayrıca, sosyal biçimlerin/formların açıklanmasında nedensel bir etkendir.

Metropol kentin kalabalığı, çeşitliliği, günlük yaşamın karmaşası içinde birey, dışarıdan sürekli uyarıcılar almaktadır. İnsan zihninin kentteki tüm uyarıcılara anında tepki vermesi imkânsız olduğu için dışsal uyarıcıları süzgeçten geçirerek sadece bir kısmına cevap verir. Oysa kır hayatında bireyin yaşamı ve zihni, psikolojik hayatı ve duyguları, daha alışılmış, daha yavaş, daha düzenli akar ve işler. Birey, köy ve kasaba hayatının sade, yalın ve doğayla iç içe geçmiş günlük hayatı içinde yaşamı daha derinden hisseder.

Metropol kent para ekonomisinin merkezidir. Her şeyin para ile alınıp satılır hale geldiği, ihtiyaçların karşılanmasının paraya dayandığı kent yaşamının temel sorusu şudur: Kaça? Kentte insanların Kim olduğu? Sorusu daha çok Neye sahip? sorusuyla yer değiştirir. Metropol yaşamda modern zihin giderek daha çok hesap yapar. Günlük hayatta kentli bireyin günlük yaşamını hesap yapmayla, sayısal saptamalarla, nitel değerlerin nicel değerlere indirgenmesiyle sürdürmesi para ekonomisiyle ilgilidir. Metropol yaşam o kadar karmaşık ve değişkendir ki kentsel yaşamı kaosa sürükleyebilecek şeyler büyük bir titizlikle belirlenmiştir.

Chicago Okulu: İnsan Ekolojisi Yaklaşımı

Kentin ayrı bir çalışma nesnesi olarak çözümlenmesi ve sistematik bir kent kuramı oluşturmaya yönelik ilk çabalar Chicago Okuluyla başlar. Okulun 1915-1940 arası kent üzerine gerçekleştirdiği etnografik çalışmalar hem Amerika’da sosyolojinin hem de kent sosyolojisinin bir disiplin olarak ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Chicago okulu kent çalışmaları İnsan Ekolojisi Yaklaşımı olarak isimlendirilmektedir. Robert Ezra Park’ın 1915 yılında yayınlanan Şehir: Kent ortamında İnsan davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler makalesi, Ernest Burgess’in Şehrin Büyümesi: Araştırmaya Giriş (1925) çalışması ve Roderich McKenzie’nin kaleme aldığı İnsan Topluluklarının Çalışmasında Ekolojik Yaklaşım (1924) ve Louis Wirth’ün Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme (1938) makalesi Chicago Okulu’nun kent çözümlemesi içeren temel kaynaklardır.

Robert Ezra Park (1864-1944) İnsan Ekolojisi Yaklaşım ekolünün ilk kurucudur. Chicago kentinin hızla büyüdüğü o yıllarda Chicago’nun kentsel büyüme şekli ve şehrin çeşitli bölgelerinde bulunan farklı alt kültürlerin gelişimi Park’ın ilgisini çekmiştir. Park, Darwin’in evrim teorisinden ve Durkheim’ın insanın doğası ile ilgili ontolojik görüşlerinden etkilenmiştir. Park’a göre kent hayatı;

  • Biyotik ve
  • Kültürel olmak üzere iki düzeyde örgütlenmektedir.

Ayrıca, kentlilik, rekabet (biyotik düzey) ve iş birliği, iletişim ve ortaklıkların (kültürel düzey) bir araya gelmesiyle oluşmaktadır.

Roderich McKenzie İnsan Topluluklarının Çalışmasında Ekolojik Yaklaşım (2015) başlıklı makalesinde sırasıyla ilk olarak insan ekolojisinin bitki ve hayvan ekoloji ile ilişkisini ele alır. İnsanlar hayvan ve bitkilerden farklı olarak mekân içinde hareket etme, akıl yürütme ve çevresini ihtiyaçları temelinde düzenleme becerisine sahiptir. Yani insan toplulukları bitki toplulukları arasındaki temel fark hareket etme ve amaçtır. İnsan topluluğu ‘sürü hayvan’ olarak birlikte yaşamak zorundadır ve bir topluluğun başlangıcı ev, yol ve su kaynaklarına dayanır. McKenzie ekolojik bakış açısına göre toplulukları dörde ayırır:

  • İlki, tarımcı, balıkçı, madenci gibi dağıtım sürecinin ilk basamağına denk düşen birincil hizmet topluluklarıdır.
  • İkincisi ticaret topluluğu olarak isimlendirir.
  • Üçüncü topluluk sanayi şehridir. Bu şehirler metaların üretildiği merkezlerdir. İki tür sanayi topluluğu vardır:
    • İlki yerel ürünlerin satıldığı ve çoğul sanayilerin düzenlendiği yerlerdir.
    • İkincisi, yerel veya küresel ürünlerin satışı için bir ya da iki gelişmiş sanayi tarafından yönetilen sanayi şehirleridir.
  • Dördüncü toplulukları ise belli bir ekonomiden yoksun, boş zamanı değerlendirme yerleri, siyasi merkezler, eğitim merkezleri, sürgün yerleridir.

McKenzie’ye göre İnsan toplulukları dönemsel olarak büyürler ancak yeni bir iletişim sistemi, yeni bir sanayi türü gibi etkenler topluluk, nüfus ve kaynaklar arasındaki denge durumunu bozabilir ve topluluk bu yeni aşamaya uyum sağlamaya çalışır. Ekolojik etkenler yeni bir büyümeyi ve farklılaşmaya neden olabileceği gibi, dış göç gibi bir etkenle de gerileyebilir. Topluluğun iç yapısını belirleyen ekolojik süreçleri açıklarken çıkış noktası yine toplulukların büyüme sürecidir. Ona göre, topluluklar basitten karmaşığa, genelden uzmanlaşmaya doğru bir gelişme içinde büyürler. Önce merkezileşme başlar. Topluluklar büyüdükçe sunulan hizmetlerde ve hizmetlerin olduğu yerde uzmanlaşma başlar. Sonrasında, topluluğun daha fazla büyümesiyle farklılaşma ve ayrım süreçleri başlar. Topluluğun yapısal büyümesi doğadaki bitki türlerinin büyümesine benzer bir şekilde ardışık olarak gerçekleşir. İnsan topluluklarının büyümesi sürecinde meydana gelen oluşumlar, ayrışmalar, yeni ilişki biçimleri, bir istilanın sonucunda gerçekleşir.

Ernest Burgess, Şehrin Büyümesi: Araştırmaya Giriş (2015) çalışmasında kentin yayılma süreçlerini analiz eder ve daha da önemlisi bir kentin büyümesine yönelik yapılacak çalışmalar için araştırma yöntemleri ve bakış açıları ortaya koyar. İlk olarak kentin genişlemesini yayılma, ardıllık ve yoğunlaşma üzerinden tanımlar. Ona göre, şehir ve bölge planları şehrin büyümesini fiziki açıdan ele alırlar. Örneğin, konutların, parkların, bulvarların, caddelerin genişletilmesi, kent merkezlerinin kurulması gibi plan ve uygulamalar kentin gelecekteki fiziki gelişimini kontrol altına alma ihtiyacıyla ilgilidir. Oysa Burgess’a göre kentin yayılmasını bir süreç olarak ele alan bir inceleme yoktur. Bu nedenle de kentin yayılmasının tipik süreçlerini eş merkezli bölge modeli (S:37, Şekil 2.1.) üzerinden numaralandırma yoluyla araştırılabileceğini savunur. Ona göre;

  • Birinci dairede iş ve ticaret bölgesi yer alır.
  • İkinci daire nüfus ve arazi kullanımının kaygan ve değişken olduğu geçiş bölgesidir.
  • Üçüncü daire işçilerin oturduğu bölgedir.
  • Dördüncü daire üst sınıfların yaşadığı bölgedir.
  • Beşinci dairede ise yöre kentler (banliyöler) yer alır.

Burgess’e göre, kentin yayılma sürecinde bireyler ve gruplar ikamet yeri ve mesleğe göre sıralanır ve yeniden konumlanır. Kentin doğal ekonomisi ve kültürel gruplaşmalara dayanan farklılaşma kentin yerleşim biçimini ve kişiliğini etkiler. Bunların yanı sıra kentin işbölümü düzensizliğe, yeniden örgütlenmeye ayrımlaşmaya neden olabilir.

Louis Wirth kentin ne olduğu ve kentin bir yaşam biçimi olarak kendine özgü nasıl bir davranış biçimi ürettiğini sorgulamaktadır. Nüfus kavramı onun kent kuramının temel çıkış noktasıdır. Nüfus kenti tanımlayan ve açıklayan bir değişkendir ancak herhangi bir topluluğu nüfus büyüklüğü açısından ele alıp kent tanımlaması yapmanın keyfi bir tutum olduğunu savunur. Kentlilik, Louis Wirth tarafından kentsel yaşam tarzının kişisellik dışı olması gibi farklı ve ayırıcı özelliklerini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Nüfusun büyüklüğü, nüfusun yoğunluğu ve nüfusun çeşitliliği bir yaşam biçimi olarak kentleşmeyi anlamak içi kullandığı bağımsız değişkenlerdir.

Kentte nüfus büyüklüğünün yani kentte yaşayan insan sayısının artması kişisel farklılıkların daha çok artmasına neden olmaktadır. Kentte yaşayan insanların kişisel özellikleri, meslekleri, kültürel yaşam biçimleri ve düşünceleri kırsal alanda yaşayan insanlara göre daha çok kutuplaşmaktadır. İnsan sayısın artması etnik köken, ekonomik ve toplumsal konum, beğeni ve önceliklerden kaynaklanan toplumsal farklılaşmalara yol açmaktadır.

Nüfusun yoğunluğu kent insanının ve etkinliklerinin farklılaşmasını ve toplumsal çeşitliliğin artışını güçlendirir. Kentsel yaşamda fiziksel ilişkilerimiz yakın fakat toplumsal ilişkilerimiz mesafeli bir biçimde gerçekleşir. Kent yaşamı insanları çoğunlukla görsel olarak algılamaya elverişlidir.

Nüfusun çeşitliliğinin en önemli sonuçlarından birisi sınıf yapısı üzerinde olan etkisidir. Çeşitliliğin artması kentte var olan farklı kent kişilik yapıları arasında etkileşimin artmasına öncülük eder. Bu etkileşim kentin katı sınıf yapısını kırmakta ve toplumsal tabakalaşma sistemi içinde toplumsal hareketliliği güçlendirmektedir. Bu değişimlerin sonucunda aile ve komşuluk temelinde gelişen ilişki bağları zayıflamakta ve farklı, yeni grup bağlılıkları ortaya çıkmaktadır. Kent yaşamının farklı yönlerinden kaynaklanan ilgi alanları bireyin kendisini farklı gruplarda tanımlamasına neden olmaktadır. Chicago Okulu’na ve Wirth’ün yaklaşımına yönelik eleştiriler de yapılmıştır. Bu eleştirilerden ilki, kentleşmenin ve çevresel faktörlerin kentli davranışı üzerindeki etkisinin abartıldığına yöneliktir.

Yeni Kent Sosyolojisi: Ekonomi Politik Yaklaşım

1960’lardan sonra kentlerde siyahların, kadınların, öğrencilerin eşitlik ve özgürlük mücadeleleri temelinde radikal toplumsal hareketler oluşmuştur. Bu toplumsal hareketler diğer sorunların yanı sıra bir dizi kentsel sorunu da gündeme getirmiştir. Bu yeni kuramsal tartışmaların içeriği ve kapsamı oldukça çeşitlidir. Bu çeşitliliği temsil eden Henry Lefebvre, Manuel Castells ve David Harvey, Marx’ın kapitalist toplum kuramını yeni gelişen ekonomik, toplumsal ve politik dinamiklere dayanarak kentsel meseleler açısından yeniden yorumlamışlardır. Bu kuramcıların kent çözümlemesi Marx’ın ve Chicago Okulu’nun eleştirisini de içermektedir. Bu nedenle Lefebvre, Castells, Harvey’in kuramsal yaklaşımları kent sosyoloji içinde Chicago Okulu’ndan sonra gelen yeni kent sosyolojisi olarak isimlendirilir.

Lefebvre’nin kentsel mekân kuramı en başta kent planlaması ve bu planlama kuramlarının eleştirisiyle başlar. Ona göre, bu teknokratik yaklaşımlar için mekân matematiksel olarak önceden tanımlanabilen, kesin ve belirlenmiş bir nesnedir. Planlama disiplini bilimsel ve teknik bir uygulama olarak mekânı biçimlendirir. Bu kuramlar ve uygulamalar için mekânın toplumsal ve politik boyutu irrasyoneldir ve dolayısıyla analiz dışında kalır. Lefebvre’ye göre, mekân toplumsal bir üründür ve bir mekân “kuramının görevi, mekânsal biçimlerin ve örgütlenmenin nasıl belirli bir üretim tarzının (kapitalizm) ürünü olduklarını ve bunların, sözü edilen üretim tarzına bağlı olduğu hâkimiyet ilişkilerinin yeniden üretilmesine nasıl katkıda bulunduklarını” göstermektir. Lefebvre;

  • Mutlak mekân,
  • Kutsal mekân,
  • Tarihsel mekân,
  • Soyut mekân,
  • Çelişkili ve diferansiyel mekân olmak üzere tarihsel olarak beş mekânsal dönemselleştirme yapar.

Lefevbre’nin mekân kuramının diğer önemli kavramı mekânsal üçlemesidir. Ona göre mekânı deneyimlemenin üç unsuru vardır:

  • Algılanan,
  • Tasarlanan ve
  • Yaşanan.

Lefebvre sermaye yatırımı, kâr, rant, ücret, sınıf sömürüsü ve eşitsiz gelişim gibi ekonomik kategorikleri kent çözümlemesinde kullanmıştır. Ona göre, kentsel gelişim kapitalist sistemin oluşumu ve devamıyla ilgili bir süreçtir. Lefebvre’ye göre toplumsal faaliyetlerimiz, sosyal ilişkilerimiz mekân üzerinde gerçekleşmektedir. Lefebvre devletin mekân üzerindeki rolü üzerinde de durmaktadır. Ona göre devlet mekânı toplumsal kontrol için kullanmaktadır.

Manuel Castells’in kent çözümlemesi iki farklı yaklaşımı ve dönemi içerir. Bunlardan;

  • İlki kent kuramının temellerini attığı ve kent sosyolojisini etkilediği dönemdir.
  • İkincisi, 1980 sonrası, kent kuramı analizine toplumsal sınıfın dışında diğer çıkar gruplarını dâhil ettiği dönemdir.

Castells’in (1971, 1977) kent kuramının temel unsuru kolektif tüketim kavramıdır. Kolektif tüketim (collective consumption) kavramı bir şeyin birlikte tüketilmesi demek değildir. Castells’in kuramında kolektif tüketim, emeğin yeniden üretimi için gerekli mal ve hizmetlerin devlet tarafından sağlanması anlamına gelmektedir. Emeğin yeniden üretimi kavramı kapitalizmde işgücünün ertesi gün işyerinde çalışmaya hazır hale gelebilmesini ifade eder. Castells’in ikinci döneme denek gelen kent kuramı içinde tartıştığı yeni kentsel toplumsal hareketler çözümlemesi incelendiğinde, kentsel çelişkilerin yönü ve boyutu yeni toplumsal hareketler ve yeni toplumsal bilinç şekilleri temelinde oluşacak örgütlenmeler etrafında ele alınmaktadır.

David Harvey, Lefebvre ve Castells gibi; kentsel süreçleri kapitalizmin sermaye birikim mantığı kapsamında çözümler. Lefebvre’ye daha yakın bir konumla, kapitalizmin kendi devamlılığını sağlamak için mekâna yaptığı yatırımları kuramsal çözümlemesinin merkezine oturtur. Bir anlamda kapitalist sistemin adaletsizliğinin coğrafi mekânlardaki tezahürünü sorgulamaktır. Kentsel Adalet ve Kent (2003) ve Sermayenin Sınırları (2012) kitapları kentsel süreçlerin sermaye birikim mantığıyla analiz edildiği temel kaynaklardır.

Harvey’in kent çözümlemesinin özü kapitalist girişimcilerin kârlarını azamiye çıkarmak için üretim sürecinin dışında kentin yapılı çevresine yaptıkları yatırımlarla ilgilidir. Ona göre, kentler kapitalizmin mantığını gösteren bir aynadır. Kapitalist şehirlerdeki mekân modelleri sistemin çelişkilerini ve sisteme içselleşmiş adaletsizlikleri yansıtır. Toplumsal ihtiyaçların dışında kâr amaçlı yapılan yatırımlar kentlerde mekânsal düzeyde eşitsizliklerin oluşmasına neden olur. Harve’e göre kentsellik kapitalist üretim sürecinde yaşanan ekonomik krizlerin sonucunda kapitalistlerin kârlarını azamiye çıkarmak için kentsel yapılı çevreye yaptıkları yatırımların sonucudur.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.