Açıköğretim Ders Notları

İslam Tarihi ve Medeniyeti 2 Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden İslam Tarihi ve Medeniyeti 2 Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Askeri Teşkilat

Askeri Teşkilatın Oluşumu

İslam öncesinde düzenli ordu yoktu. Ordu , hakanın oturduğu şehre veya otağının kurulduğu yere denilirdi. Arapçadaki karşılığı ise savaşmak için bir araya gelen insan topluluğu ve yardımcıları anlamındaki ceyş ve cünd ile bir araya gelmek, toplanmak anlamındaki askerdir. Mensup oldukları kabilenin sosyal yapısına uygun hayat süren Araplar bazen topraklarını koruma ihtiyacı duyuyorlardı bu durumlarda geçici olarak eli silah tutan erkekler o dönemin silahları ile, yaya veya süvari olarak kabile liderlerinin komutasında düşmanla savaşıyorlardı. Araplarda kişinin toplumdaki yerine göre mızrakları olurdu. Farklı mızrak tipleri vardı, kısa mızrakları alet atıcılığında becerileriyle tanınan Habeşlilerden aldılar. Ordunun merkezinde başkumandanla onun muhafız kıtası bulunmaktaydı ve bu bölüme ‘ kalbü’l-ceyş’ denirdi. Merkezin sağında yer alan birliklere ‘ meymene’ , solundaki birliklere ‘meysere’, önde bulunan zırhlı süvarilerden oluşan birliklere ‘talia, mukaddeme, nezıre, pışdar’, arkadaki birliklere ise ‘sakatü’l-ceyş ve mauhhira’ adları verilirdi.

Hz. Peygamber ve Hulefa-yi Raşidın Dönemi

Mekke döneminde bir orduya ihtiyaç duyulmamış ve savaşmaya izin verilmemişti. Medine döneminde bu durum değişti Müslümanların kendi devletleri ve üzerinde yaşadıkları bağımsız bir toprakları vardı. Medine vesikası ile farklı sosyal gruplar Hz. Peygamber’in önderliğinde bir araya getirildi. Müslümanları yurtlarından çıkaran Mekkelilerin düşmanlığı, ensar ve muhacirlerin topraklarına el koyulmasından korkmalarında dolayı bir orduya ihtiyaç doğmuştur. Hz. Peygamber Medine döneminde saldırganları cezalandırmak, düşmanların birleşmesini engellemek, yol ve ticaret güvenliğini sağlamak gibi çeşitli amaçlara yönelik bir dizi askeri harekât ve savaşa girişerek askeri kurumların ortaya çıkmasına öncülük etti. Bu d önemdeki askeri yapılanma da bazı kavramlar ortaya çıktı. Gazve, akın saldırı ve din uğruna yapılan savaş demektir. Hz. Peygamber’in bütün seferlerine gazve denilir. Gazve ile aynı kökten türeyen, savaş, savaş yeri, savaş anı gibi anlamlara gelen ‘megza ’ nın çoğulu megazi Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerinin tamamını içerir ve eserlere ‘kitabü’l-megazi’ denir. Hz. Peygamber’in bizzat yönettiği 27 gazve vardır. Hz. Peygamberin bizzat katılmadığı ve kumandan görevlendirdiği seferlere seriye denir. Hicretten sonra fiili mücadele döneminde serriyeler büyük önem taşır. Serriyelerin amacı gazvelerle bütünlük içerisinde İslamiyet’in yayılması önündeki engelleri kaldırarak Müslümanlar üzerindeki baskıları engelleyip dinlerini rahatça yaşayabilmelerini sağlamaktır. Her biri özel stratejik amaçları olan askeri operasyonlar olan serriyeler sebep ve sonuçları bakımından dört ana grupta incelenirler. Ekonomik ve siyasi ambargo stratejisi uygulanması için gönderilenler, Medine’nin iç ve dış güvenliğini sağlayarak gelen saldırıları karşılamak yerinde bastırma amacını taşıyanlar, istihbarat veya keşif amaçlı gönderilenler ve İslam düşmanlarını cezalandırmak ve Lat gibi putları yıkmak gibi özel görevlerle gönderilenler. Savaşa katılacak askerleri Hz. Peygamber bizzat kendi seçer ve isimlerini kaydederdi. Seferberlik durumunda kabile yöneticileri sayesinde haber duyurulur ve sakatlar dışında herkes askere katılırdı. Sahabeleri savaş teknikleri konusunda sefer öncesinde ve sefer sırasında savaşa hazırlamaya çalışır, ok atma ve ata binmenin üzerinde dururdu. Sefer öncesinde teftişte bulunur safları bizzat düzenlerdi. Kumandanlarını uğurlarken askerlerine düşmana karşı nasıl hareket edeceklerini anlatırdı.

Hz. Peygamber savaş sırasında mümkün olduğu kadar parola ve üniforma sayılabilecek belli işaretlerle ve belli renkteki sarık ve elbise kullanılmasına önem verildi. Gazve ve serriyeler için bayraklar yapıldı. Bayrak ve sancaklar mızraklara veya uzun sırıklara bağlanır ve develer üzerindeki süvariler tarafından taşınırdı. Savaşa katılanlar savaş ganimetlerinden pay alırlar savaş sonrası ailelerinin yanına dönüp işlerine devam ederlerdi.

Silahlar devlet imkânları yanında büyük ölçüde bağışlarla elde edilirdi. İslamiyet’in ilk dönemlerinde İran ve Bizans’tan yeni silah teknikleri öğrenildi. Hayber’de ele geçirilen mancınık ve debbalar kuşatmada kullanılırdı. Mancınık , Çinliler tarafından icat edilen bu savaş aleti topun olmadığı dönemlerde kale ve surlarla çeşitli ebatta taş ve yanıcı madde atılırdı. Debbalar , ilkel ve basit bir tür zırhlı araç sayılabilecek kuşatma silahıdır. Kalın ve sıkı ahşaptan tekerlekli olarak yapılırdı. Üzeri taşıdığı askerlerin surlardan atılan ateşten ve taşlardan korunması için kalaslarla örtülüp yanmaya karşı özel terbiye edilmiş deri ve köseleyle kaplanır ve kale duvarlarına tırmanmak için kullanılırdı. Kılıç, mızrak, ok gibi silahların yanında zırh, miğfer, kalkan gibi aletlerde bizzat Hz. Peygamber tarafından kullanılmıştır. Hz peygamberin ‘sa’diyye’ ve ‘fidda’ adı verilen zırhları çok ünlüydü ve ‘müveşşah’ ve ‘sebuğ’ adı verilen iki miğferi vardı. Kılıçlar kahramanlığın simgesi sayılırdı. Ünlü kılıç ustaları İran ve Türkler arasından çıkardı. Medine’de kılıç yapımı ile ünlü olan Ebu Seyf (kılıççı) künyesi ile tanınan bir demir ustası vardı. Hz. Peygamber’in ganimetlerden ve yapıldığı yere ve özelliklerine göre ayrılan tam yirmi kadar kılıcı vardı. İslami dönemde de çeşitli kalkanlar kullanılırdı bunların en büyüğüne ‘el-kaf’ denilirdi. Beni Kurayza Yahudilerinden alınan ganimetler arasında 1500 adet büyük küçük kalkan vardı. İlk başlarda kalkanlar deriden yapılırdı daha sonra fetihlerin ardından çelik ve demir kalkanlar elde ettiler. Ateşli silahlar ortaya çıkınca kalkan da önemini yitirdi. Savaştan önce düşmanı araştırmak ve yol güvenliğini sağlamak için keşif birlikleri gönderilirdi ve Hz. Peygamber savaş gizliliğine uyardı. Harekât hedeflerini gizli tutardı. Ordunun fazla olmasını göstermek için çokça ateş yakarlardı ve genellikle taarruzda bulunarak önceliği elinde tutardı ve teklif karşı taraftan gelirse iki taraftan birer kişi çıkarak savaşırdı buna da mübazere denilirdi. Savaş esnasında ibadethaneler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılara bunun yanında ekili dikili arazilere ve ormanlılara zarar verilmekten kaçınılmıştır.

Katıldığı savaşları muhafız birliği tarafından korunan çadırdan yönetirdi. Bizzat kendisi komutanlık ettiği gibi serriyelere güvendiği genç komutanları da görevlendirirdi. Dört halife döneminde halifelerin görevleri arasında kumandanlık olmasına rağmen genellikler yerlerine kumandan tayin etmişlerdir. Kumandanlar seçilirken cesaret, yüreklilik, devlete sadakat, ahlak, metanet, düzgün konuşma ve hızlı karar verme gibi şartlar aranırdı. Hz. Peygamber zamanında on askerin başına arif, on arifin üzerine bir nakib görevlendirilerek ordunun birliklere ayrılmasının ilk adımları atıldı. Arif, sadece kumandan anlamında değil kabile temsilcileri içinde kullanılmıştır. Sonraki dönemlerde de komutan anlamında kullanımı sürmüştür. Endülüs’te Endülüs’te kırk veya 100 kişilik birliği kumanda eden kimseye bu unvan verildi. Daha sonra bölük ve tabur sistemi eklendi. Elli askerin kumandanına halife, on arifin kumandanına nakib, 1000 askerin kumandanına ise emirü’l-kürdüs denilirdi. İlk fetihlerden itibaren tamamı Arap olan orduya Fars ve Kıpti kökenli Müslümanlar alınmaya başlandı. Hz. Ömer fetih edilen uzak şehirlere asayişi ve fethin devamını sağlayabilmek için ordugâhlar kurdu. Hz. Ömer vergi gelirlerini hak edenlere dağıtmak için Divanü’l-ata adlı teşkilatı oluşturdu. Ordunun defterleri de tutularak düzenli orduya geçişin temelleri atıldı. Ordu kurum haline getirildi askerlere maaş bağlandı ve ticaret ya da başka bir iş yapmaları yasaklandı.

Emeviler Dönemi

Emevi halifeleri zorunlu askerlik sistemini getirdiler. Divanü’lcünd askerlik işlerine tahsis edildi. Emevi ordusunun esasını, mürtezika denilen sürekli statüdeki muvazzaf askerler oluşturdu. Maaşları düzenli ödenir hastalansalar dahi maaşlar ödenirdi, ölmeleri durumunda maaşı varisine geçerdi. Birde sadece savaştaki cephelere gidip savatsan pay alan askerler vardı bunlar sınır boylarındaki ribatlar da yaşardı. Ribat, sınır boylarında askerlerin atlarını bağlayıp nöbet tuttukları mekânlara ve buralarda inşa edilen müstahkem yapılara verilen ad. Ubeydullah b. Ziyad’ın Buhara seferi dönüşü beraberinde getirdiği iki bin kişilik Türk okçu birliğini Basra’ya yerleştirmesiyle Türkler ordu saflarında yer almaya başladı. Emeviler de kumandanlık makamına Arap kökenli bir kumandan getirilmesine çok sık rastlanmazdı. Kılıç, kalkan ve mızrak taşıyan piyadelere müşat veya reccale denirdi. Kılıç, kalkan mızrak, savaş baltası, yay ve ok kullanan süvariler ise fürsan adını alırdı. İslam tarihinde ilk muhafız birliği Emevi halifelerinden Muaviye’nin çoğunluğunu Kelb kabilesinden seçtiği askerlerden oluşturduğu haresü’l-halife denilen birliklerle ortaya çıktı. Emeviler döneminde fetihlerde ve iç isyanların bastırılmasında mancınıktan faydalanıldı.

Abbasiler Dönemi

Askerlik ile ilgili işleri yürüten divan ikiye ayrıldı. Birisi askerlerin ücretleri ile ödeme zamanlarını tespit eder, ikincisi ise askere alınanların kayıtlarını tutardı. Kütüklere askerlerin yaşları, tanınmaları için fiziksel özellikleri ve bunun yanında atlarının rengi yazılırdı. Abbasi ordusunun esası ücretli muvazzaf askerlerden oluşuyordu, maaşları devlet bütçesinden ödeniyor diğer kalan ihtiyaçları da devlet tarafından karşılanıyordu. Bazen ödemelerde kesinti olduğu gibi görevlerindeki kademeye göre ek ücrette veriliyordu. Abbasi ordusu, dört bölümden oluşuyordu; doğrudan halifeye bağlı olan birlikler, vezir, veliaht, vali gibi büyük devlet adamlarının emrinde görev yapan birlikler, vilayetlerde bulunan kuvvetler, avasım ve sugur adı verilen sınır garnizonlarındaki birliklerdir. Abbasilerde zanaat sınıfını oluşturan istihkâm sınıfı daha da gelişmişti. Mancınık mühendislerinin başı emirü’lmancınıkıyyın idi. Tıbbın gelişimine bağlı olarak ordu içlerinde seyyar hastane birimleri oluşturuldu. Ordu içerisinde hızlı haberleşmeyi sağlayan suatlar vardı, tercümanlar, elçiler, ganimetleri toplayıp taksim eden sahibü’l-akbazlar vardı. Çok eski tarihlerden itibaren ordularda bando olarak nitelendirilen bir musiki takımı da vardı. Abbasilerde bayrak ve sancaklarda siyah renk seçilmişti. Abbasiler sınırlardaki şehirlerin bir kısmını Cündikınnesrın’den ayırarak avasım denilen müstakil bir bölge haline getirdi. Sugur ile avasım asırlar boyunca süren İslam-Bizans mücadelesine sahne olan en hareketli noktalar olmuştur. Bu seferlere katılan asker sayısı artmış, gönüllülerin seferlere yoğun katılması artışı daha da hızlandırmıştır. Abbasi ihtilali ile bu harekete yoğun olarak İranlılar katılmaya başladı. Askeri kadroların büyük bir bölümü onlara teslim edildi. Bu nedenle Araplar ordu ve yönetimdeki güçlerini kaybetti. Abbasilerde Ebu ca’fer el-Mansur’dan sonra Türkler askere alınmaya başlandı. Me’mun döneminde Arap ve İranlılara sarsılan güvenle Türk asıllı askerlere daha çok yer verilmeye başlandı. Annesi Türk olan Mu’tasım-Billah’ın ordunun büyük bölümünü Türk asıllı gençlerden oluşturması ve muhafız birliklerini onlardan kurmasıyla orduda Türk nüfusu en yüksek seviyeye ulaştı. Memluklerden oluşturulan askeri birlikler onların arasında yetişen kumandanlar tarafından yönetilirdi. Türk kumandanlarının ordu üzerindeki etkisi Büveyhilerin Bağdat’ı işgaline kadar devam etti. Türk birlikleri hilafet ordusuna dâhil edildi ve Türklerdeki onlu sistem esas alındı. Abbasilerde emirü’l-umera unvanı artık sadece askeri yetkiyi değil sivil idareyi de kapsayacak şekilde genişletildi ve ülkenin idaresi onlara teslim edildi. Endülüs Emevi devleti kısa süreli barış dönemleri hariç devamlı savaş halinde olduğundan 25.000-50.000 kişilik daimi bir ordu her zaman hazır bulundurulurdu. Valiler dönemin sonuna kadar Araplar ve Berberilerden oluşurken, I.Abdurrahman döneminden itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinden getirilen sakabile denilen kölelere de yer verildi.

İkta Uygulaması ve Askeri İktanın Yaygınlaşması

İkta , devlet tasarrufunda olan arazi veya taşınmaz malların mülkiyet, faydalanma veya işletme haklarının şahıslara devri için kullanılan terimdir. Hz. Peygamber döneminde İslamiyet’in yayılmasını hızlandırmak ve ölü toprakların canlandırılmasını sağlamak için çok sayıda kişiye ikta verilmiştir. Hz. Osman döneminde fetih yapılan yerlere iskân politikası uygulanmış ve buradaki tarıma uygun araziler ziraat alanında kalkınmak için değerlendirilmiştir. Hulefa-yi Raşidiın devrinde ölü arazilerin canlandırılmasına yönelik ve İslamiyet’in yayılmasını etkileyebilecek kimselere ikta verilmiştir. Emeviler döneminde ikta verilmesi daha da artmıştır, Emevi ailesi fertlerine ve onların etrafında toplanmış kabile ve şahıslara verilmiştir. Abbasiler döneminde iktalar iskân ve şehirleşme politikası için verilmeye başlanmıştır. Abbasilerin birinci döneminin sonuna dönemin sonuna doğru askeri aristokrasinin yükselmesi ile iktalar kumandanlara verilmeye başlanmıştır. IX. Yüzyılda çoğu Türklerden oluşan ücretli ordunun bulunması maliye üzerinde gittikçe ağırlığını hissettirmiş ve ikta sistemini derinde etkilemiştir. İkta topraklarının azalması, profesyonel orundun masraflarının artması, ,syanların bastırılması için hazinenin boşaltılması bir kısım memur ve komutanlara bazı arazilerin haracını toplama yetkisi verilmesine neden oldu. Bundan sonra ikta hizmetlerine karşılık komutanlara verilecekti. Bu ikta topraklarını alan emir asker yetiştirecek ve savaş giderlerine katkıda bulunacaktı. Hem arazi işlenir hem de asker maaşları dağıtılırdı.

Mısır’da Kurulan Devletlerin Askeri Yapısı

Memlük desteğini alarak Mısır’da ilk Türk devletini Ahmed b. Tolun, Abbasi askeri sistemini sürdürdü. İlk defa birliklerine Sudanlı zencilerle, Türkler ve Araplardan oluşan ordunun sayısı 100.000’i aşmıştı. Mısırda iktidarı ele geçiren Muhammed b. Tuğc’un kurduğu İhşideilerin Türk, Mağribli ve Sudanlı askerlerden meydana gelen, Mısır ve Suriye’de konuşlanan askerlerin sayısı 400.000’e ulaşmıştı. Mısır’a hâkim olan Fatımi ordusu Rumlar, Sicilyalılar, Franklar, siyah köleler gibi çeşitli unsurlardan olup düzensiz bir durumdaydı. Fatımiler Suriye’ye geçip düzenli Bizans askerleri ile karşılaşınca orduda bir düzenleme yapma ihtiyacı duydular. Ordu içerisindeki çeşitlilik huzursuzluk ve istikrarsızlığa yol açıyordu. Fatımilerin il dönemlerinde ordu halifenin emri ile yönetiliyordu. Bedr el-Cemali’nin vezirliğe gelmesinden sonra ordu kumandanlığını da üstlendi. Askeri ödemeler Divanü’r-revatib tarafından ödenirdi. Askeri mimari olarak çok fazla eser yapılmıştır bu dönemde. Bunların en önemlileri Selahaddin-i Eyyubi tarafından tamir ettirilen Kahire surları ile şehir kapılarıdır. Eyyubiler Döneminde Haçlı tehlikesi devamlı mevcut olduğundan hiçbir hükümdar ordu mevcudiyetini azaltmamış ve devlet gelirlerinin çoğunu askeriyeye harcamıştır. Eyyubi ordusunda Kürtler ve Araplarda vardı. Tamamı süvari olan askerlerin çoğunluğu Türk’tü ve ordunun esas kısmını oluşturuyorlardı. Kara savaşlarında kullanılan silahlar deniz savaşlarında da kullanılıyordu. Ordunun silah başta olmak üzere askerler için gerekli her şeyin satıldığı çarşısıyla ‘zerdhane’ denilen bir silah deposu vardı. Eyyubiler döneminde asker sayısı gittikçe arttı ve Bahri Memlükleri Memlük devletini kurudular. Memlük sistemi Abbasilerden itibaren İslam ordularında kullanılmıştır. Ordunun vurucu bölümünü sultanlar ve emirler tarafından satın alınarak asker olarak yetiştirilen memlük birlikleri oluşturuyordu. Divanü’l Ceyş’e bağlı orduda çeşitli askeri sınıflar vardı. Sultan tarafından satın alınan memlükler kaledeki garnizona yerleştirilirdi ayrıca sultanın muhafızlarıydılar. Memlük emirlerinin de kendilerine ait memlük birlikleri vardı. Birde ikta askerleri vardı, tımar sahipleri belli sayıda asker beslemekle mükellefti.

İslam Donanmasının Kuruluşu ve Gelişimi

Denizciliğin çok yaygın olmadığı Arabistan’da birçok denizci kavimi yaşadı. İlk Müslümanlar denizcilik geleneklerini İslam öncesinde Kızıldeniz ve Bara Körfezine yelken açan Araplardan öğrendiler. Bahriye Arapça kökenli olup denizle ilgili anlamına gelmektedir. Araplar genel olarak denizciliği ifade ederken el-milaha donanma için ise Grekçe kökenli üstul kavramlarını kullanıyorlardı. Müslümanlar gemi yapılan yerlere darü ssınaa adını verdiler yani tersane. Donanma komutanlarına amiral ikinci komutana reis denilirdi. İslam tarihinde denizden ilk defa Habeşistan’a hicret zamanında faydalanıldı. Mekke limanı açıklarındaki korsanların üzerine Al- kame b. Tarafından 300 kişiden oluşan bir kuvvetin gönderilmesi, İslam denizcilik tarihinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Mekke müşrikleri de Müslümanların Medine ve çevresindeki kervan yollarını kesmelerinden dolayı deniz yollarının kullanmışlardır. İlk deniz akınları ve donanma oluşturma çabaları Hz. Ömer zamanında başladı. Doğu Akdeniz sahillerini fetih ettiler. Bizans ile savaşabilmek için daha iyi bir orduya ihtiyaçları vardı. Fetih ettikleri yerlerdeki tersaneler işlerini daha da kolalaştırdı. Çünkü denizlere hâkim olmadan Bizans’ı yerle bir etmek mümkün değildi. Hz. Ömer Müslümanların özellikle Rumlara ve Frenklere göre henüz denize açılabilecek bilgi, beceri ve tecrübeye sahip olmadıkları kanaatindeydiler. Muaviye’den kaleleri tamir ettirmesini, buralara asker yerleştirmesini ve geceleri oraların fener ile aydınlatılmasını istedi. Müslümanlar deniz savaşlarından uzak tutulacaktı bunların dışında sivil ve ekonomik amaçlı denizlerden faydalanmada bir mahzur görmedi. Mısır ve Suriye’deki gemi sanayisini devam ettirilerek geliştirildi. Buralara Müslüman idareciler tayin edilerek Grek ve Kıpti marangoz ve işçilerinden faydalanıldı. İslam tarihinde ilk gemiler fethedilen ve denize kıyısı olan Suriye, Mısır sahil kentlerinde ve Nil nehrindeki Ravza Adası’nda inşa edildi. Doğu Akdeniz’de Bizans’a üstünlük sağlamak, İslam donanmasını oluşturmak için çabalarını sürdüren Muaviye Hz. Osman döneminde de Kıbrıs’a sefer konusundaki ısrarını sürdürdü. Halifeliğinin ilk yıllarında Muaviyenin denize açılma isteğini Hz. Ömer gibi kabul etmeyen Hz. Osman sonunda Kıbrıs’a sefer konusunda ikna edildi. Çok sayıda gemi İskenderiye ve Akkadan denize açıldı. Kıbrıs barış yolu ile fetih edildi ve 7200 altın veriye bağlandı. Ümmü Haram’da bu sefere katıldı. Ümmü Haram , kocası Ulbade b. Samit ile birlikte Kıbrıs seferine katılan hanım sahabi karaya çıkıldığında bugün türbesinin bulunduğu yerde attan düşerek şehit oldu. Halk arasında hala Sultan olarak Larnaka’daki türbesi Kıbrıs’taki önemli ziyaret yerlerindendir. Artık deniz üzerinden seferlere ve fetihlere devam edildi. Mısır valisi Abdullah b. Sa’d’ın kumandası altında yaklaşık 300 gemilik İslam donanması Antalya’nın Finike ilçesi açıklarında II. Kostans’ın kumandasındaki 500 parçadan oluşan Bizans donanmasını büyük bir yenilgiye uğrattı. Müslümanların ilk büyük deniz zaferidir. Böylece Müslümanlara İstanbul yolu açıldı.

Emeviler Döneminde Donanma

Muaviye halife olunca denizciliğe daha çok önem verdi. Kaynaklarda Muaviye’nin İskenderiye ve bütün sahil şehirlerinde gemiler hazırlattığı ve İstanbul kuşatmasında biner süvari taşıyan 300 büyük gemi, 5000 kadar da yüzer kişi taşıyan hareket kabiliyeti yüksek hafif gemilerin bulunduğu kaydedilmiştir. İstanbul’u kuşatan Müslümanlar bir netice alamasa da Bizans başkentine deniz yolu ile ulaşabileceklerini gösterdiler. İkinci kuşatmanın yedi yıl sürdüğü kaydedilmiştir. Birinci kuşatmaya göre daha hazırlıklı olan Bizanslılar İslam donanmasına grek ateşi adı verilen silahla büyük zarar verdiler. Grek ateşi , savaş silahı olarak kullanılan yanıcı, yakıcı ve patlayıcı bir madde olup daha çok Bizanslılarca kullanıldığı için ateş-i Rumi veya Grejuva ateşi adıyla ünlüdür. Su üzerinde de yanabilme özelliğinden dolayı ateş-i bahri adıyla da anılır. Donanmanın önemini bilen Emevi Halifesi Abdülmelik, Afrika Valisi Musa b. Nusayr’a Mısırlı 1000 gemi ustasını göndererek bir deniz üssü kurmasını emretti. Tunus gölü kıyısına Tunus şehrini ve tersanesini kurdu. Donanmadaki bu gelişme sayesinde Kuzey Afrika ve Endülüs’ün fethi tamamlandı. Süleyman b. Abdülmelik’ten sonraki halifeler donanmaya gereken önemi vermedi.

Abbasiler Döneminde Donanma

Abbasiler ilk dönemlerde denizciliğe önem vermediklerinden İslam donanması duraklama dönemine girdi, Bizanslar Akdeniz’deki üstünlüğü ele geçirdiler. Abbasiler Bizans’a karşı deniz savaşı yapmamayı tercih eden bir politika izlediler, İskenderiye donanmasına gerekli önemi vermediler sadece iç isyanları bastırmak için kullandılar. Fusat ve çevresine tayin edilen Ahmed b. Tolun, İskenderiye’yi yönetimi altına aldı ve sahilleri korumak için güçlü bir donanma kurmaya çalıştı. Akka kalesini ve limanını inşa ettirdi, Yafa ve İskenderiye’ye hisarlar yaptırdı. Tersaneleri tekrar faaliyete soktu. Müslümanlar yaklaşık bir buçuk asır boyunca ege denizini kontrol altında tutarak Bizans deniz gücünü etkisiz hale getirdiler. Bu dönem boyunca Sicilya’dan İtalya, Batı Yunan Adaları, Sardunya ve Korsika adalarına akınlar yaptılar, Bizans’ın en etkili silahı Grek ateşini kullanmaya başladılar. Endülüs Emevileri Viking akınlarından sonra donanmaya önem verdiler ve III. Abdurrahman döneminde düzenli bir deniz gücüne sahip oldular. Bu dönemde bazı devletler birbirlerinden yardım istemiş ve bu yardımlar deniz yoluyla ulaştırılmıştır. Buda gösterir ki kısa zamandan denizcilikte ilerleme sağlamışlardır. Fatımi devletinin kurulmasın Akdeniz’de kuvvet dengelerini değiştirebilecek önemli bir gelişmedir. Kara birlikleri Mısır dışına çıkmadıysalar da donanmaları Akdeniz de önemliydi ve Kızıldeniz’de küçük bir tersaneleri vardı. Bu sayede Yemen ve Hicaz’ı kontrol altında tuttular. Liman şehirleri ve donanmaları için ayrı divanlar kurdular. İlk omurgalı gemi inşaatını geliştiren Fatımilerin marangoz, demirci gibi tersanede çalışanlar dışında 10.00 kadar denizci divana kayıtlıydı. Yeni tersaneler kurdular, Mehdiye ve Suse donanmasını yeniden inşa ettiler. Fustat, İskenderiye ve Dimyat’taki tersaneleri canlandırdılar. Akdeniz’in tamamına hâkim olmak isteyen Fatımiler Ağlebileri ortadan kaldırdılar, Endülüs Emevileri ve Doğu Akdeniz’deki Müslüman deniz güçleri ile rekabet ettiler. Fatımilerin son dönemlerinde donanmaları iyice zayıfladı. Eyyubiler çok iyi bir ordu ile başlamadılar bu yüzden. Selahaddin Eyyubi donanmaya önem veriyordu ve Mısır’a hâkim olmanın yolunun deniz gücünden geçtiğini biliyordu. Gemileri Sint ağacından yapıyorlardı. Kahire, İskenderiye ve Dimyat’taki tersaneleri yeniden işler hale getirdi. İtalyan şehir devletleri ile yaptığı anlaşmalarda ülke tersanelerine demir, zift ve kereste sağlamalarını şart koştu. Personeline gazi denilen donanmasına vakıflar, akarlar tahsis ederek donanma ile ilgilenecek bir divan kurdu. Beş yıl sonra valilere donanma komutanlarını emirlerini yerine getirmelerini emretti. Filistin’i fetih ettiler. Selahaddin’in ölümünden sonra donanma gerekli önemi görmedi. Memlükler zayıflamış bir donanma aldılar. Memlük Sultanı I. Baybars ordu kadar donanmaya da önem verdi. İskenderiye ve dimyat tersanelerinde donanma inşa ettirmiştir. Baybars’ın Kıbrıs’a gönderdiği donanma tahrip olunca yenisi kuruldu. Memlük donanması Haçlıların son kalesi olan Arvad adasını fethetti. 1426 yılında art arda yaptığı seferlerle Kıbrıs’ı fethetmeyi başarmıştır. Memlükler Portekiz donanması ile rekabet edebilmek için Osmanlı’dan yardım aldılar.

Askeri Teşkilatın Oluşumu

İslam öncesinde düzenli ordu yoktu. Ordu , hakanın oturduğu şehre veya otağının kurulduğu yere denilirdi. Arapçadaki karşılığı ise savaşmak için bir araya gelen insan topluluğu ve yardımcıları anlamındaki ceyş ve cünd ile bir araya gelmek, toplanmak anlamındaki askerdir. Mensup oldukları kabilenin sosyal yapısına uygun hayat süren Araplar bazen topraklarını koruma ihtiyacı duyuyorlardı bu durumlarda geçici olarak eli silah tutan erkekler o dönemin silahları ile, yaya veya süvari olarak kabile liderlerinin komutasında düşmanla savaşıyorlardı. Araplarda kişinin toplumdaki yerine göre mızrakları olurdu. Farklı mızrak tipleri vardı, kısa mızrakları alet atıcılığında becerileriyle tanınan Habeşlilerden aldılar. Ordunun merkezinde başkumandanla onun muhafız kıtası bulunmaktaydı ve bu bölüme ‘ kalbü’l-ceyş’ denirdi. Merkezin sağında yer alan birliklere ‘ meymene’ , solundaki birliklere ‘meysere’, önde bulunan zırhlı süvarilerden oluşan birliklere ‘talia, mukaddeme, nezıre, pışdar’, arkadaki birliklere ise ‘sakatü’l-ceyş ve mauhhira’ adları verilirdi.

Hz. Peygamber ve Hulefa-yi Raşidın Dönemi

Mekke döneminde bir orduya ihtiyaç duyulmamış ve savaşmaya izin verilmemişti. Medine döneminde bu durum değişti Müslümanların kendi devletleri ve üzerinde yaşadıkları bağımsız bir toprakları vardı. Medine vesikası ile farklı sosyal gruplar Hz. Peygamber’in önderliğinde bir araya getirildi. Müslümanları yurtlarından çıkaran Mekkelilerin düşmanlığı, ensar ve muhacirlerin topraklarına el koyulmasından korkmalarında dolayı bir orduya ihtiyaç doğmuştur. Hz. Peygamber Medine döneminde saldırganları cezalandırmak, düşmanların birleşmesini engellemek, yol ve ticaret güvenliğini sağlamak gibi çeşitli amaçlara yönelik bir dizi askeri harekât ve savaşa girişerek askeri kurumların ortaya çıkmasına öncülük etti. Bu d önemdeki askeri yapılanma da bazı kavramlar ortaya çıktı. Gazve, akın saldırı ve din uğruna yapılan savaş demektir. Hz. Peygamber’in bütün seferlerine gazve denilir. Gazve ile aynı kökten türeyen, savaş, savaş yeri, savaş anı gibi anlamlara gelen ‘megza ’ nın çoğulu megazi Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerinin tamamını içerir ve eserlere ‘kitabü’l-megazi’ denir. Hz. Peygamber’in bizzat yönettiği 27 gazve vardır. Hz. Peygamberin bizzat katılmadığı ve kumandan görevlendirdiği seferlere seriye denir. Hicretten sonra fiili mücadele döneminde serriyeler büyük önem taşır. Serriyelerin amacı gazvelerle bütünlük içerisinde İslamiyet’in yayılması önündeki engelleri kaldırarak Müslümanlar üzerindeki baskıları engelleyip dinlerini rahatça yaşayabilmelerini sağlamaktır. Her biri özel stratejik amaçları olan askeri operasyonlar olan serriyeler sebep ve sonuçları bakımından dört ana grupta incelenirler. Ekonomik ve siyasi ambargo stratejisi uygulanması için gönderilenler, Medine’nin iç ve dış güvenliğini sağlayarak gelen saldırıları karşılamak yerinde bastırma amacını taşıyanlar, istihbarat veya keşif amaçlı gönderilenler ve İslam düşmanlarını cezalandırmak ve Lat gibi putları yıkmak gibi özel görevlerle gönderilenler. Savaşa katılacak askerleri Hz. Peygamber bizzat kendi seçer ve isimlerini kaydederdi. Seferberlik durumunda kabile yöneticileri sayesinde haber duyurulur ve sakatlar dışında herkes askere katılırdı. Sahabeleri savaş teknikleri konusunda sefer öncesinde ve sefer sırasında savaşa hazırlamaya çalışır, ok atma ve ata binmenin üzerinde dururdu. Sefer öncesinde teftişte bulunur safları bizzat düzenlerdi. Kumandanlarını uğurlarken askerlerine düşmana karşı nasıl hareket edeceklerini anlatırdı.

Hz. Peygamber savaş sırasında mümkün olduğu kadar parola ve üniforma sayılabilecek belli işaretlerle ve belli renkteki sarık ve elbise kullanılmasına önem verildi. Gazve ve serriyeler için bayraklar yapıldı. Bayrak ve sancaklar mızraklara veya uzun sırıklara bağlanır ve develer üzerindeki süvariler tarafından taşınırdı. Savaşa katılanlar savaş ganimetlerinden pay alırlar savaş sonrası ailelerinin yanına dönüp işlerine devam ederlerdi.

Silahlar devlet imkânları yanında büyük ölçüde bağışlarla elde edilirdi. İslamiyet’in ilk dönemlerinde İran ve Bizans’tan yeni silah teknikleri öğrenildi. Hayber’de ele geçirilen mancınık ve debbalar kuşatmada kullanılırdı. Mancınık , Çinliler tarafından icat edilen bu savaş aleti topun olmadığı dönemlerde kale ve surlarla çeşitli ebatta taş ve yanıcı madde atılırdı. Debbalar , ilkel ve basit bir tür zırhlı araç sayılabilecek kuşatma silahıdır. Kalın ve sıkı ahşaptan tekerlekli olarak yapılırdı. Üzeri taşıdığı askerlerin surlardan atılan ateşten ve taşlardan korunması için kalaslarla örtülüp yanmaya karşı özel terbiye edilmiş deri ve köseleyle kaplanır ve kale duvarlarına tırmanmak için kullanılırdı. Kılıç, mızrak, ok gibi silahların yanında zırh, miğfer, kalkan gibi aletlerde bizzat Hz. Peygamber tarafından kullanılmıştır. Hz peygamberin ‘sa’diyye’ ve ‘fidda’ adı verilen zırhları çok ünlüydü ve ‘müveşşah’ ve ‘sebuğ’ adı verilen iki miğferi vardı. Kılıçlar kahramanlığın simgesi sayılırdı. Ünlü kılıç ustaları İran ve Türkler arasından çıkardı. Medine’de kılıç yapımı ile ünlü olan Ebu Seyf (kılıççı) künyesi ile tanınan bir demir ustası vardı. Hz. Peygamber’in ganimetlerden ve yapıldığı yere ve özelliklerine göre ayrılan tam yirmi kadar kılıcı vardı. İslami dönemde de çeşitli kalkanlar kullanılırdı bunların en büyüğüne ‘el-kaf’ denilirdi. Beni Kurayza Yahudilerinden alınan ganimetler arasında 1500 adet büyük küçük kalkan vardı. İlk başlarda kalkanlar deriden yapılırdı daha sonra fetihlerin ardından çelik ve demir kalkanlar elde ettiler. Ateşli silahlar ortaya çıkınca kalkan da önemini yitirdi. Savaştan önce düşmanı araştırmak ve yol güvenliğini sağlamak için keşif birlikleri gönderilirdi ve Hz. Peygamber savaş gizliliğine uyardı. Harekât hedeflerini gizli tutardı. Ordunun fazla olmasını göstermek için çokça ateş yakarlardı ve genellikle taarruzda bulunarak önceliği elinde tutardı ve teklif karşı taraftan gelirse iki taraftan birer kişi çıkarak savaşırdı buna da mübazere denilirdi. Savaş esnasında ibadethaneler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılara bunun yanında ekili dikili arazilere ve ormanlılara zarar verilmekten kaçınılmıştır.

Katıldığı savaşları muhafız birliği tarafından korunan çadırdan yönetirdi. Bizzat kendisi komutanlık ettiği gibi serriyelere güvendiği genç komutanları da görevlendirirdi. Dört halife döneminde halifelerin görevleri arasında kumandanlık olmasına rağmen genellikler yerlerine kumandan tayin etmişlerdir. Kumandanlar seçilirken cesaret, yüreklilik, devlete sadakat, ahlak, metanet, düzgün konuşma ve hızlı karar verme gibi şartlar aranırdı. Hz. Peygamber zamanında on askerin başına arif, on arifin üzerine bir nakib görevlendirilerek ordunun birliklere ayrılmasının ilk adımları atıldı. Arif, sadece kumandan anlamında değil kabile temsilcileri içinde kullanılmıştır. Sonraki dönemlerde de komutan anlamında kullanımı sürmüştür. Endülüs’te Endülüs’te kırk veya 100 kişilik birliği kumanda eden kimseye bu unvan verildi. Daha sonra bölük ve tabur sistemi eklendi. Elli askerin kumandanına halife, on arifin kumandanına nakib, 1000 askerin kumandanına ise emirü’l-kürdüs denilirdi. İlk fetihlerden itibaren tamamı Arap olan orduya Fars ve Kıpti kökenli Müslümanlar alınmaya başlandı. Hz. Ömer fetih edilen uzak şehirlere asayişi ve fethin devamını sağlayabilmek için ordugâhlar kurdu. Hz. Ömer vergi gelirlerini hak edenlere dağıtmak için Divanü’l-ata adlı teşkilatı oluşturdu. Ordunun defterleri de tutularak düzenli orduya geçişin temelleri atıldı. Ordu kurum haline getirildi askerlere maaş bağlandı ve ticaret ya da başka bir iş yapmaları yasaklandı.

Emeviler Dönemi

Emevi halifeleri zorunlu askerlik sistemini getirdiler. Divanü’lcünd askerlik işlerine tahsis edildi. Emevi ordusunun esasını, mürtezika denilen sürekli statüdeki muvazzaf askerler oluşturdu. Maaşları düzenli ödenir hastalansalar dahi maaşlar ödenirdi, ölmeleri durumunda maaşı varisine geçerdi. Birde sadece savaştaki cephelere gidip savatsan pay alan askerler vardı bunlar sınır boylarındaki ribatlar da yaşardı. Ribat, sınır boylarında askerlerin atlarını bağlayıp nöbet tuttukları mekânlara ve buralarda inşa edilen müstahkem yapılara verilen ad. Ubeydullah b. Ziyad’ın Buhara seferi dönüşü beraberinde getirdiği iki bin kişilik Türk okçu birliğini Basra’ya yerleştirmesiyle Türkler ordu saflarında yer almaya başladı. Emeviler de kumandanlık makamına Arap kökenli bir kumandan getirilmesine çok sık rastlanmazdı. Kılıç, kalkan ve mızrak taşıyan piyadelere müşat veya reccale denirdi. Kılıç, kalkan mızrak, savaş baltası, yay ve ok kullanan süvariler ise fürsan adını alırdı. İslam tarihinde ilk muhafız birliği Emevi halifelerinden Muaviye’nin çoğunluğunu Kelb kabilesinden seçtiği askerlerden oluşturduğu haresü’l-halife denilen birliklerle ortaya çıktı. Emeviler döneminde fetihlerde ve iç isyanların bastırılmasında mancınıktan faydalanıldı.

Abbasiler Dönemi

Askerlik ile ilgili işleri yürüten divan ikiye ayrıldı. Birisi askerlerin ücretleri ile ödeme zamanlarını tespit eder, ikincisi ise askere alınanların kayıtlarını tutardı. Kütüklere askerlerin yaşları, tanınmaları için fiziksel özellikleri ve bunun yanında atlarının rengi yazılırdı. Abbasi ordusunun esası ücretli muvazzaf askerlerden oluşuyordu, maaşları devlet bütçesinden ödeniyor diğer kalan ihtiyaçları da devlet tarafından karşılanıyordu. Bazen ödemelerde kesinti olduğu gibi görevlerindeki kademeye göre ek ücrette veriliyordu. Abbasi ordusu, dört bölümden oluşuyordu; doğrudan halifeye bağlı olan birlikler, vezir, veliaht, vali gibi büyük devlet adamlarının emrinde görev yapan birlikler, vilayetlerde bulunan kuvvetler, avasım ve sugur adı verilen sınır garnizonlarındaki birliklerdir. Abbasilerde zanaat sınıfını oluşturan istihkâm sınıfı daha da gelişmişti. Mancınık mühendislerinin başı emirü’lmancınıkıyyın idi. Tıbbın gelişimine bağlı olarak ordu içlerinde seyyar hastane birimleri oluşturuldu. Ordu içerisinde hızlı haberleşmeyi sağlayan suatlar vardı, tercümanlar, elçiler, ganimetleri toplayıp taksim eden sahibü’l-akbazlar vardı. Çok eski tarihlerden itibaren ordularda bando olarak nitelendirilen bir musiki takımı da vardı. Abbasilerde bayrak ve sancaklarda siyah renk seçilmişti. Abbasiler sınırlardaki şehirlerin bir kısmını Cündikınnesrın’den ayırarak avasım denilen müstakil bir bölge haline getirdi. Sugur ile avasım asırlar boyunca süren İslam-Bizans mücadelesine sahne olan en hareketli noktalar olmuştur. Bu seferlere katılan asker sayısı artmış, gönüllülerin seferlere yoğun katılması artışı daha da hızlandırmıştır. Abbasi ihtilali ile bu harekete yoğun olarak İranlılar katılmaya başladı. Askeri kadroların büyük bir bölümü onlara teslim edildi. Bu nedenle Araplar ordu ve yönetimdeki güçlerini kaybetti. Abbasilerde Ebu ca’fer el-Mansur’dan sonra Türkler askere alınmaya başlandı. Me’mun döneminde Arap ve İranlılara sarsılan güvenle Türk asıllı askerlere daha çok yer verilmeye başlandı. Annesi Türk olan Mu’tasım-Billah’ın ordunun büyük bölümünü Türk asıllı gençlerden oluşturması ve muhafız birliklerini onlardan kurmasıyla orduda Türk nüfusu en yüksek seviyeye ulaştı. Memluklerden oluşturulan askeri birlikler onların arasında yetişen kumandanlar tarafından yönetilirdi. Türk kumandanlarının ordu üzerindeki etkisi Büveyhilerin Bağdat’ı işgaline kadar devam etti. Türk birlikleri hilafet ordusuna dâhil edildi ve Türklerdeki onlu sistem esas alındı. Abbasilerde emirü’l-umera unvanı artık sadece askeri yetkiyi değil sivil idareyi de kapsayacak şekilde genişletildi ve ülkenin idaresi onlara teslim edildi. Endülüs Emevi devleti kısa süreli barış dönemleri hariç devamlı savaş halinde olduğundan 25.000-50.000 kişilik daimi bir ordu her zaman hazır bulundurulurdu. Valiler dönemin sonuna kadar Araplar ve Berberilerden oluşurken, I.Abdurrahman döneminden itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinden getirilen sakabile denilen kölelere de yer verildi.

İkta Uygulaması ve Askeri İktanın Yaygınlaşması

İkta , devlet tasarrufunda olan arazi veya taşınmaz malların mülkiyet, faydalanma veya işletme haklarının şahıslara devri için kullanılan terimdir. Hz. Peygamber döneminde İslamiyet’in yayılmasını hızlandırmak ve ölü toprakların canlandırılmasını sağlamak için çok sayıda kişiye ikta verilmiştir. Hz. Osman döneminde fetih yapılan yerlere iskân politikası uygulanmış ve buradaki tarıma uygun araziler ziraat alanında kalkınmak için değerlendirilmiştir. Hulefa-yi Raşidiın devrinde ölü arazilerin canlandırılmasına yönelik ve İslamiyet’in yayılmasını etkileyebilecek kimselere ikta verilmiştir. Emeviler döneminde ikta verilmesi daha da artmıştır, Emevi ailesi fertlerine ve onların etrafında toplanmış kabile ve şahıslara verilmiştir. Abbasiler döneminde iktalar iskân ve şehirleşme politikası için verilmeye başlanmıştır. Abbasilerin birinci döneminin sonuna dönemin sonuna doğru askeri aristokrasinin yükselmesi ile iktalar kumandanlara verilmeye başlanmıştır. IX. Yüzyılda çoğu Türklerden oluşan ücretli ordunun bulunması maliye üzerinde gittikçe ağırlığını hissettirmiş ve ikta sistemini derinde etkilemiştir. İkta topraklarının azalması, profesyonel orundun masraflarının artması, ,syanların bastırılması için hazinenin boşaltılması bir kısım memur ve komutanlara bazı arazilerin haracını toplama yetkisi verilmesine neden oldu. Bundan sonra ikta hizmetlerine karşılık komutanlara verilecekti. Bu ikta topraklarını alan emir asker yetiştirecek ve savaş giderlerine katkıda bulunacaktı. Hem arazi işlenir hem de asker maaşları dağıtılırdı.

Mısır’da Kurulan Devletlerin Askeri Yapısı

Memlük desteğini alarak Mısır’da ilk Türk devletini Ahmed b. Tolun, Abbasi askeri sistemini sürdürdü. İlk defa birliklerine Sudanlı zencilerle, Türkler ve Araplardan oluşan ordunun sayısı 100.000’i aşmıştı. Mısırda iktidarı ele geçiren Muhammed b. Tuğc’un kurduğu İhşideilerin Türk, Mağribli ve Sudanlı askerlerden meydana gelen, Mısır ve Suriye’de konuşlanan askerlerin sayısı 400.000’e ulaşmıştı. Mısır’a hâkim olan Fatımi ordusu Rumlar, Sicilyalılar, Franklar, siyah köleler gibi çeşitli unsurlardan olup düzensiz bir durumdaydı. Fatımiler Suriye’ye geçip düzenli Bizans askerleri ile karşılaşınca orduda bir düzenleme yapma ihtiyacı duydular. Ordu içerisindeki çeşitlilik huzursuzluk ve istikrarsızlığa yol açıyordu. Fatımilerin il dönemlerinde ordu halifenin emri ile yönetiliyordu. Bedr el-Cemali’nin vezirliğe gelmesinden sonra ordu kumandanlığını da üstlendi. Askeri ödemeler Divanü’r-revatib tarafından ödenirdi. Askeri mimari olarak çok fazla eser yapılmıştır bu dönemde. Bunların en önemlileri Selahaddin-i Eyyubi tarafından tamir ettirilen Kahire surları ile şehir kapılarıdır. Eyyubiler Döneminde Haçlı tehlikesi devamlı mevcut olduğundan hiçbir hükümdar ordu mevcudiyetini azaltmamış ve devlet gelirlerinin çoğunu askeriyeye harcamıştır. Eyyubi ordusunda Kürtler ve Araplarda vardı. Tamamı süvari olan askerlerin çoğunluğu Türk’tü ve ordunun esas kısmını oluşturuyorlardı. Kara savaşlarında kullanılan silahlar deniz savaşlarında da kullanılıyordu. Ordunun silah başta olmak üzere askerler için gerekli her şeyin satıldığı çarşısıyla ‘zerdhane’ denilen bir silah deposu vardı. Eyyubiler döneminde asker sayısı gittikçe arttı ve Bahri Memlükleri Memlük devletini kurudular. Memlük sistemi Abbasilerden itibaren İslam ordularında kullanılmıştır. Ordunun vurucu bölümünü sultanlar ve emirler tarafından satın alınarak asker olarak yetiştirilen memlük birlikleri oluşturuyordu. Divanü’l Ceyş’e bağlı orduda çeşitli askeri sınıflar vardı. Sultan tarafından satın alınan memlükler kaledeki garnizona yerleştirilirdi ayrıca sultanın muhafızlarıydılar. Memlük emirlerinin de kendilerine ait memlük birlikleri vardı. Birde ikta askerleri vardı, tımar sahipleri belli sayıda asker beslemekle mükellefti.

İslam Donanmasının Kuruluşu ve Gelişimi

Denizciliğin çok yaygın olmadığı Arabistan’da birçok denizci kavimi yaşadı. İlk Müslümanlar denizcilik geleneklerini İslam öncesinde Kızıldeniz ve Bara Körfezine yelken açan Araplardan öğrendiler. Bahriye Arapça kökenli olup denizle ilgili anlamına gelmektedir. Araplar genel olarak denizciliği ifade ederken el-milaha donanma için ise Grekçe kökenli üstul kavramlarını kullanıyorlardı. Müslümanlar gemi yapılan yerlere darü ssınaa adını verdiler yani tersane. Donanma komutanlarına amiral ikinci komutana reis denilirdi. İslam tarihinde denizden ilk defa Habeşistan’a hicret zamanında faydalanıldı. Mekke limanı açıklarındaki korsanların üzerine Al- kame b. Tarafından 300 kişiden oluşan bir kuvvetin gönderilmesi, İslam denizcilik tarihinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Mekke müşrikleri de Müslümanların Medine ve çevresindeki kervan yollarını kesmelerinden dolayı deniz yollarının kullanmışlardır. İlk deniz akınları ve donanma oluşturma çabaları Hz. Ömer zamanında başladı. Doğu Akdeniz sahillerini fetih ettiler. Bizans ile savaşabilmek için daha iyi bir orduya ihtiyaçları vardı. Fetih ettikleri yerlerdeki tersaneler işlerini daha da kolalaştırdı. Çünkü denizlere hâkim olmadan Bizans’ı yerle bir etmek mümkün değildi. Hz. Ömer Müslümanların özellikle Rumlara ve Frenklere göre henüz denize açılabilecek bilgi, beceri ve tecrübeye sahip olmadıkları kanaatindeydiler. Muaviye’den kaleleri tamir ettirmesini, buralara asker yerleştirmesini ve geceleri oraların fener ile aydınlatılmasını istedi. Müslümanlar deniz savaşlarından uzak tutulacaktı bunların dışında sivil ve ekonomik amaçlı denizlerden faydalanmada bir mahzur görmedi. Mısır ve Suriye’deki gemi sanayisini devam ettirilerek geliştirildi. Buralara Müslüman idareciler tayin edilerek Grek ve Kıpti marangoz ve işçilerinden faydalanıldı. İslam tarihinde ilk gemiler fethedilen ve denize kıyısı olan Suriye, Mısır sahil kentlerinde ve Nil nehrindeki Ravza Adası’nda inşa edildi. Doğu Akdeniz’de Bizans’a üstünlük sağlamak, İslam donanmasını oluşturmak için çabalarını sürdüren Muaviye Hz. Osman döneminde de Kıbrıs’a sefer konusundaki ısrarını sürdürdü. Halifeliğinin ilk yıllarında Muaviyenin denize açılma isteğini Hz. Ömer gibi kabul etmeyen Hz. Osman sonunda Kıbrıs’a sefer konusunda ikna edildi. Çok sayıda gemi İskenderiye ve Akkadan denize açıldı. Kıbrıs barış yolu ile fetih edildi ve 7200 altın veriye bağlandı. Ümmü Haram’da bu sefere katıldı. Ümmü Haram , kocası Ulbade b. Samit ile birlikte Kıbrıs seferine katılan hanım sahabi karaya çıkıldığında bugün türbesinin bulunduğu yerde attan düşerek şehit oldu. Halk arasında hala Sultan olarak Larnaka’daki türbesi Kıbrıs’taki önemli ziyaret yerlerindendir. Artık deniz üzerinden seferlere ve fetihlere devam edildi. Mısır valisi Abdullah b. Sa’d’ın kumandası altında yaklaşık 300 gemilik İslam donanması Antalya’nın Finike ilçesi açıklarında II. Kostans’ın kumandasındaki 500 parçadan oluşan Bizans donanmasını büyük bir yenilgiye uğrattı. Müslümanların ilk büyük deniz zaferidir. Böylece Müslümanlara İstanbul yolu açıldı.

Emeviler Döneminde Donanma

Muaviye halife olunca denizciliğe daha çok önem verdi. Kaynaklarda Muaviye’nin İskenderiye ve bütün sahil şehirlerinde gemiler hazırlattığı ve İstanbul kuşatmasında biner süvari taşıyan 300 büyük gemi, 5000 kadar da yüzer kişi taşıyan hareket kabiliyeti yüksek hafif gemilerin bulunduğu kaydedilmiştir. İstanbul’u kuşatan Müslümanlar bir netice alamasa da Bizans başkentine deniz yolu ile ulaşabileceklerini gösterdiler. İkinci kuşatmanın yedi yıl sürdüğü kaydedilmiştir. Birinci kuşatmaya göre daha hazırlıklı olan Bizanslılar İslam donanmasına grek ateşi adı verilen silahla büyük zarar verdiler. Grek ateşi , savaş silahı olarak kullanılan yanıcı, yakıcı ve patlayıcı bir madde olup daha çok Bizanslılarca kullanıldığı için ateş-i Rumi veya Grejuva ateşi adıyla ünlüdür. Su üzerinde de yanabilme özelliğinden dolayı ateş-i bahri adıyla da anılır. Donanmanın önemini bilen Emevi Halifesi Abdülmelik, Afrika Valisi Musa b. Nusayr’a Mısırlı 1000 gemi ustasını göndererek bir deniz üssü kurmasını emretti. Tunus gölü kıyısına Tunus şehrini ve tersanesini kurdu. Donanmadaki bu gelişme sayesinde Kuzey Afrika ve Endülüs’ün fethi tamamlandı. Süleyman b. Abdülmelik’ten sonraki halifeler donanmaya gereken önemi vermedi.

Abbasiler Döneminde Donanma

Abbasiler ilk dönemlerde denizciliğe önem vermediklerinden İslam donanması duraklama dönemine girdi, Bizanslar Akdeniz’deki üstünlüğü ele geçirdiler. Abbasiler Bizans’a karşı deniz savaşı yapmamayı tercih eden bir politika izlediler, İskenderiye donanmasına gerekli önemi vermediler sadece iç isyanları bastırmak için kullandılar. Fusat ve çevresine tayin edilen Ahmed b. Tolun, İskenderiye’yi yönetimi altına aldı ve sahilleri korumak için güçlü bir donanma kurmaya çalıştı. Akka kalesini ve limanını inşa ettirdi, Yafa ve İskenderiye’ye hisarlar yaptırdı. Tersaneleri tekrar faaliyete soktu. Müslümanlar yaklaşık bir buçuk asır boyunca ege denizini kontrol altında tutarak Bizans deniz gücünü etkisiz hale getirdiler. Bu dönem boyunca Sicilya’dan İtalya, Batı Yunan Adaları, Sardunya ve Korsika adalarına akınlar yaptılar, Bizans’ın en etkili silahı Grek ateşini kullanmaya başladılar. Endülüs Emevileri Viking akınlarından sonra donanmaya önem verdiler ve III. Abdurrahman döneminde düzenli bir deniz gücüne sahip oldular. Bu dönemde bazı devletler birbirlerinden yardım istemiş ve bu yardımlar deniz yoluyla ulaştırılmıştır. Buda gösterir ki kısa zamandan denizcilikte ilerleme sağlamışlardır. Fatımi devletinin kurulmasın Akdeniz’de kuvvet dengelerini değiştirebilecek önemli bir gelişmedir. Kara birlikleri Mısır dışına çıkmadıysalar da donanmaları Akdeniz de önemliydi ve Kızıldeniz’de küçük bir tersaneleri vardı. Bu sayede Yemen ve Hicaz’ı kontrol altında tuttular. Liman şehirleri ve donanmaları için ayrı divanlar kurdular. İlk omurgalı gemi inşaatını geliştiren Fatımilerin marangoz, demirci gibi tersanede çalışanlar dışında 10.00 kadar denizci divana kayıtlıydı. Yeni tersaneler kurdular, Mehdiye ve Suse donanmasını yeniden inşa ettiler. Fustat, İskenderiye ve Dimyat’taki tersaneleri canlandırdılar. Akdeniz’in tamamına hâkim olmak isteyen Fatımiler Ağlebileri ortadan kaldırdılar, Endülüs Emevileri ve Doğu Akdeniz’deki Müslüman deniz güçleri ile rekabet ettiler. Fatımilerin son dönemlerinde donanmaları iyice zayıfladı. Eyyubiler çok iyi bir ordu ile başlamadılar bu yüzden. Selahaddin Eyyubi donanmaya önem veriyordu ve Mısır’a hâkim olmanın yolunun deniz gücünden geçtiğini biliyordu. Gemileri Sint ağacından yapıyorlardı. Kahire, İskenderiye ve Dimyat’taki tersaneleri yeniden işler hale getirdi. İtalyan şehir devletleri ile yaptığı anlaşmalarda ülke tersanelerine demir, zift ve kereste sağlamalarını şart koştu. Personeline gazi denilen donanmasına vakıflar, akarlar tahsis ederek donanma ile ilgilenecek bir divan kurdu. Beş yıl sonra valilere donanma komutanlarını emirlerini yerine getirmelerini emretti. Filistin’i fetih ettiler. Selahaddin’in ölümünden sonra donanma gerekli önemi görmedi. Memlükler zayıflamış bir donanma aldılar. Memlük Sultanı I. Baybars ordu kadar donanmaya da önem verdi. İskenderiye ve dimyat tersanelerinde donanma inşa ettirmiştir. Baybars’ın Kıbrıs’a gönderdiği donanma tahrip olunca yenisi kuruldu. Memlük donanması Haçlıların son kalesi olan Arvad adasını fethetti. 1426 yılında art arda yaptığı seferlerle Kıbrıs’ı fethetmeyi başarmıştır. Memlükler Portekiz donanması ile rekabet edebilmek için Osmanlı’dan yardım aldılar.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.