Açıköğretim Ders Notları

İslam Tarihi ve Medeniyeti 2 Dersi 6. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden İslam Tarihi ve Medeniyeti 2 Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Siyasi Ve İdari Kurumlar

Hükümet Teşkilatı

Arabistan’da yerleşik ya da göçebe hayat yaşayan toplumlarda bir hukuk sistemleri veya kendilerini dış tehditlere karşı koruyacak bir orduları, kendi içlerindeki sorunları çözmek için bir sistemleri yoktu bu yüzden daha küçük ve etnik kabileler halinde yaşamaktaydılar. Kabileler içerisinde en yaşlı kişiler bile çok fazla söz sahibi değildi sadece olaylar için hakemlik yaparlardı. Yani her kabile kendi başına bir hükümetti bağımsız. Mekke’de de aynısı geçerliydi, bir devlet vardı fakat bu devlet başında biri olmayan bir hükümet olarak vardı.

İslam’a göre hükümet evrenin vazgeçilmez sonuydu ve baştaki kişiler Allah’ın koyduğu kuralları uygulamak ile yükümlüydüler. Allah il olarak Hz. Âdem’e son olarak da Hz. Muhammet’e bu yasaları uygulamalarını emretmiştir. İslam tarihinde devlet oluşumu Akabe biatleriyle birlikte başlayan süreçte oluştu. İslam kurallarının geçerliydi, barış ve huzur isteyen toplum Hz. Muhammed’in otoritesini tanımaya söz vermişler ve ondan çok büyük beklentileri olmuştur. Medine de Arap kabileleri arasında sürüp giden düşmanlık ancak böyle bir otorite ile durdurulabilirdi. VII. y.y sonlarına doğru Arabistan’daki kabilelerin çoğu Müslüman oldu. Böylece kabileler halinde yaşayan Araplar ilk defa Hz. Muhammet önderliliğinde birleşerek bir millet oldular. Medine toplumu diğer devlet otoritelerinden farklıydı, inanca dayalı bir sistemdi her türlü üyeliğe açık olup katı üyelik kalıpları yoktu. Devlet baskıcı değil sadece inanç sisteminde yer alanları uygulamak için bir araç olarak kullanıldı. Tabiki ilerleyen süreçlerde devlet kavramı değişti. Zafer ve güç işi çıktı ortaya ve hâkimiyetlik el değiştirmeye başladı. Daha sonra süreklilik anlamını kazandı.

Hilafet

Hz. Peygamberin vahiy yolu ile aldığı Kuran-i Kerim ayetleriyle İslam’ın esaslarını insanlara öğretme ve devlet yönetimi ile ilgili esasları bizzat uygulamak gibi iki asli görevi vardı. Hz. Muhammet’in görevi bu dünyadan ayrılması ile sona erdi. Peygamber’in vahye dayalı bir bilgiden kaynaklanan kesin ve tartışmasız liderliğinden hilafet sistemine geçiş toplumun devlet anlayışının dönüm noktasıydı. Hilafet kelimesi, birinin yerine geçmek, temsil etmek anlamlarına gelir. Hz. Peygamberden sonra devlet başkanlığını ifade eden bir terimdir. Bu yüzden devlet başına gelen halifelere Hz. Peygamber unvanı verilmiştir. Sadece devlet otoritesini sağlamakla kalmayıp Peygamber’in yaptığı gibi Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini bütün müminlere duyurmaktı. Daha sonra halifelik unvanını alan kimselere ‘Hz Peygamber’in halifesi’ denilmiştir. Kuran ve hadislerde kamu yönetimi ile ilgili bilgiler yer alsa da bunu üstlenenlerin görev ve sorumlulukları ile ilgili bilgiler yer almaz. Hz. Peygamberde kendisinden sonra kimin halife olacağı ile ilgili bir şey söylememiş ve bunu halkın karanına bırakmıştır. Daha sonra halife olan Hz. Ebubekir’e biat edilmeye başladı fakat bu süreçte farklı seçimler ortaya çıkmaya başladı. Şiiler halifeliğin ilahi bir kural olduğunu iddia ederek tevarüs esasına dayalı bir imamet teorisi geliştirdiler. Biat , Sosyo-politik bir akid olarak devlet başkanını seçme ve İslam hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelir. Halifenin kamuoyu nezdinde meşruluk kazanabilmesi için gereklidir. Sakıfetü Beni Saide’de olduğu gibi belli sayıda kişi tarafından yapılan biata ‘el-bey’atül-hassa’, Mescidi Nebevi’de bütün Medinelilerin biat etmelerine ise ‘el-bey’atül-amme’ denilir. Hz. Ebubekir’den itibaren her Halide değiştiğinde biata başvurulurdu. Ancak Emevilerle birlikte veliaht tayini esasına geçildiğinden bağlılık sunma anlamı öne çıkmıştır.

Emeviler ve Hilafet

Hz. Ali’den sonra küfede Hz. Hasan’a biat edildi. Fakat Hz. Hasan mevcut siyasi karışıklıktan ve iktidarın devamı için uygun olmadığını düşündüğünden halifelikten çekildi. Muaviye Hz. Osman’ın öldürülmesi davası ile başlattığı kabile hâkimiyeti ortaya çıktı. Muaviye kılıç kuvvetiyle kazanarak diğer halifelerden farklı bir şekilde iktidara gelmiştir. Bundan sonra halifeler Allah’ın halifesi anlamına gelen ‘halifetullah’ı’ kullanmaya başladılar. Daha sonra Yezid’i veliaht olarak görmeye başladılar buda veraset sisteminin ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece hilafet saltanata dönüştü.

Abbasiler ve Hilafet

Abbasilerde hilafet Muhammed B. Ali’nin oğlu Ebü’lAbbas es-Saffah’a Küfe’de biat etmesi ile başladı. Ebü’lAbbas ölünce yerine kardeşi Ebu Ca’fer el-Mansur halife oldu Bağdat’ı kurarak halifeliğin merkezini buraya taşıdı. Daha sonra aile dışından kişiler halife yapılmaya çalışılsa da başarılı olunmadı. Me’mun’dan sonra kardeşi Mu’tasım halife oldu ve merkezi kurduğu Samerrs şehrine taşıdı. Bağdat’ın işgalinden sonra yeni bir dönem başladı. Halifeler etkisini kaybetti ve Büveyhilerin etkisi altına girdi. Daha sonra Tuğrul Bey Bağdat’a gelerek Büveyhi hâkimiyetine son verdi. Abbasi hilafeti Selçuklu hâkimiyetine girdi ve görev ve sorumluluklarına sınırlamalar getirildi. Hutbelerde kendi isminden sonra sultanın ismini söylemesi ve saltanat makamınca hazırlanan temlikname ve menşurları onaylaması şeklinde kısıtlandı. İslam hilafetinde tüm Müslümanların tek bir halifeye bağlı olması temel ilkedir. Fakat diğer devletlerde ortaya çıkan halifeler nedeni ile hükümdar halife ile olan ilişkilerine çok değer veriyordu.

Hulefa-yi Raşidin döneminden itibaren halifeler namazlarda bizzat imamlık yapmakta ve cuma günleri hutbe okumaktaydılar. Vilayetlerde ise bu iş valiler tarafından yapılmaktaydı. Abbasi Halifesi Razi-Billah’tan sonra halifeler Cuma günleri nadiren hutbe okumuş ve bu görev hatiplere bırakılmıştır. Cuma ve bayram namazlarına giden halifeler bellerine siyah bir kuşak bağlar bir kürk giyer ve ellerinde Hz Peygamber’in asası bulunurdu. Hz. Peygambere mahsus minberin yanında asası da özel bir ilgi görmüş ve ikisine birlikte ‘üdeyn’ denilmiştir. Muaviye b. Ebu Süfyan’dan itibaren bazı Emevi Halifeleri Hz. Peygamber’den kalan minber ve asayı Medine’den Dımaşk’a nakletmek istemeleri, bu alametlerin hilafetin meşruluğu açısından taşıdığı önemi göstermektedir. Asa Fatimiler’de de önemli bir halifelik alametiydi. Halifeler törenlerde Hz. Peygamber’in şair Ka’b b. Züheyr’e hediye ettiği bürde adlı hırkayı giyerlerdi. Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Ka’b’ın varislerinden satın aldığı bu hırka veraset yoluyla önce Emevi daha sonra da Abbasi halifelerine intikal etti. Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden sonra diğer mukaddes emanetlerle birlikte İstanbul’a getirdi. Halen Fatih’teki Hırka-ı Şerif Camiinde korunmaktadır. Hz. Peygamberin mührünün kaybolmasından sonra her halife kendi adına mühür kazdırmıştır. Halifenin mühtü önemliydi ve hilafet makamından çıkan yazılar bu mühürle onaylanırdı.

Endülüs Emevileri ve Hilafet

Endülüs Emevileri devleti kurulsa da III. Abdurrahman’a kadar halife unvanını kullanamadılar. Kuzey Afrika’da hızla yayılan Şii Fatimileri ile mücadele edebilmek için 929’da kendini halife ilan etti. Böylece İslam dünyasında üçüncü bir halife ortaya çıktı. Endülüs Emevi Halifeliği 1031 yılında sona esrede hilafet sona ermedi. Bazı hükümdarlar kendi meşruiyetlerini kabul ettirmek için hilafeti sürdürdüler. Hiristiyanlara karşı kazandığı zaferlerle meşhur olan Murabıt Emiri Yusuf b. Abbasi halifesi tarafından emirü’l –müslimin unvanı verildi. Muhavidler ve Hafsiler ise Abbasi hilafetine karşı rakip olmaya çalıştılar. Moğolların Bğdat’ işgali üzerine Hafsi Emiri Muhammed el-Müstansır’a Mekke şerifi Abbasi halifesinin varisi olduğunu bildiren bir berat gönderdi.

Fatımiler ve Hilafet

Fatımiler Mısır ve Suriye’de egemenlik kurmuşlar ve Abbasi hilafetinin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkmışlardır. Endülüs Emevi hilafetinin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamışlardır. Şiiliğin İsmailiyye kolunu örnek alan Fatımi hilafetinin Abbasi ve Endülüs Emevi halifelikleriyle rekabeti de bu temele dayanıyordu. Halife imam olarak davetin başı ve bütün bilgilerin kaynağıydı. XI. Yüzyılın sonlarına doğru imamın otoritesi sarsıldı. Daha sonra İsmaili devletinin yıkılmasıyla şartlara bakılmaksızın diledikleri kimseleri halife seçtiler.

Mısır Abbasi Hilafeti

Moğol istilası ile Bağdat Abbasi halifeliği sona erince İslam dünyası üç yıl halifesiz kaldı.Aynicalut savaşını kazanarak Moğolları durduran I. Baybars, Abbasi halifesinin amcasını hilafetin canlanması adına Kahire’ye davet eti. Daha sonra Müstansır-Billah lakabı ile halife ilan edilerek halktan biat alındı. Üç yıl aradan sonra Abbasi hilafeti tekrardan kuruldu. Baybars’ın asıl amacı tahtının meşruiyetini sağlamak ve itibar kazanmaktı. Bu durum son Abbasi halifesi Mütevekkil-Alellah’ın Ridaniye Savaş’ından sonra İstanbul’a gönderilmesine kadar sürdü.

Vezaret

Zaman içerisinde vezaret ve divan gibi bazı yardımcı kurumlar ortaya çıkmıştır. Ortaçağ devletlerinde vezir halifeden sonra en kıdemli kişiydi. Dönem halifeleri yardım almaktaydılar yani danışmanları vardı. Fakat bütün kararlar halifeye bağlı olduğu için vezirlik hukuki bir statü kazanamadı. Abbasilerden itibaren vezir adıyla anılmaya başlandı ve bu şekilde divanlar ortaya çıktı. Artık yönetim halife şahsına değil vezir ve divanlardan oluşan organlara devredildi. İslam tarihinde ilk vezir unvanı Abbasilerin Irak’taki temsilcisi Ebu Seleme verildi. Abbasi ordusu Küfe’ye geldiğinde henüz halife olmamasına rağmen ‘ vezırü al-i Muhammed’ unvanıyla vezirliğe getirildi ve oradaki ihtilalın yönetimini üstlendi. Daha sonra Abbasi devleti içerisinde vezir hep olmuştur. Halifeden sonra gelen en yetkili kişi olmasından dolayı bazen mezalim mahkemelerine başkanlık eder, hazineden gerekli olan harcamaları yapar tayin ve görevden alma işlerini gerçekleştirirdi. Yürütme fonksiyonu başlarda halifedeyken daha sonra bu görev vezire verildi. Yani vezir artık halifeyi temsil etmekteydi.

Divan Teşkilatının Oluşumu

Ortaçağda Müslüman devletlerin yönetiminde divan teşkilatının önemli bir yeri vardı. Divan vezir başkanlığında toplanır ve yürütme fonksiyonunda önemli bir yere sahipti. Divan devlet idaresinde çeşitli hizmetlerin yürütülmesinde kullanılan defterlerle, bunların ve devlet memurlarının bulunduğu yerin adıdır. Hz.Ömer zamanında muharip güçleri kaydetmek, hazineyi düzene koymak için oluşturulan divan teşkilatı Emevılerden itibaren merkez ve taşra yönetiminin bel kemiğini oluşturdu. Emeviler ve özellikle de Abbasiler zamanında başta askeri ve mali alanlar olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerine bakan kurumların ortak adı oldu.

Emeviler ve Divan

Emeviler döneminde en önemli divan, Dışmaşk’taki toprak vergilerinin takdiri ve toplanması ile ilgili işleri üstlenen Divanü’l-harac’tı. Mektup veya dokümanların orijinalliğini kontrol edilerek mühürlenip gönderilmesi Divanü’r-resail’i, bu belgelerin kopyalarının saklanması için Divanü’l-hatem’i oluşturdu. Hz. Peygamber zamanında ilk nüvesi oluşturulan berid yani ortaçağda Müslüman devletlerin istihbarat ve posta işlerini üstlenen kurumdur. İslam tarihinde resmi postanın düzenlenmesiyle ilgili çalışmalar, ilk defa Hz. Peygamber zamanında başladı. Bu dönemde yazışma, yönerge ve anlaşma metinleri özel elçiler vasıtası ile gönderiliyordu. Dört halife devrinde posta sadece resmî işlerle sınırlı kalmayarak halkın da faydalandığı bir kurum haline getirildi.

Abbasiler ve Divan

Divanlarda yer alan kâtipler üstün bir konuma gelmiştir. Kâtip, yazmak fiilinden türeyen çoğulu ‘küttab’ olan ‘kâtip’ tarih boyunca yazı işleri ile uğraşanların ortak adıdır. Yazı işleri ile uğraşanlardan sözün telifi ve anlamın düzeniyle ilgilenenlere ‘inşa kâtibi’, malların tahsili ve sarf edilmesi ile uğraşanlara ise ‘emval kâtibi’ denilir. Başlangıçta halifeye bağlı olan kâtipler vezirlik müessesesinin ortaya çıkmasıyla birlikte bu makama bağlandılar. Bu dönemde farklı divanlar kurulmuştur. Halifeye verilen dilekçelerle ilgilenmeleri için Divanü’rrika, vezir ve divanlar arasındaki koordinasyonun sağlanması için Zimamü’l-ezimme, halkın üst düzey devlet görevlileri aleyhindeki şikâyetleri ile ilgilenilmesi için Divanü’l-mezalim gibi birçok divan kurulmuştur. Divanlar özellikle IX-X. Yüzyıllarda büyük bir gelişme gösterdi.

Diğer Devletlerde Divan

Fatımilerde Abbasi divanları ile benzer bütün divanlardan gelen kararların toplandığı Divanü’l-meclis, gerektiğinde bütçe hesaplarını yapmakla yükümlüydü. Divanü’n-nazar mali divanlarla memurların genel kontrolünü sağlıyordu. Divanü’l-has sarayın mali işlerine bakar Divanü’l-ahbas da vakıflarla ilgilenirdi. Saray Farsçada ev anlamında kullanılır. Ortaçağ Müslüman devletlerinde saray, hem hükümdarın ailesi ile birlikte yaşadığı özel alan hem de devlet işlerinin görüldüğü merkez alandır. İslam mimarisinde ilk saray örneği, Hz. Osman zamanında Suriye Valisi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Dımaşk’ta yaptırdığı Kubbetü’l-hadra’dır. Emevi devleti kurulunca halifelik sarayı olan bu binanın benzerleri taşrada yaygınlaştı. Valiler tarafından yaptırılan ‘darülimare’ veya ‘kasrülimare’ denilen bu saraylar, Kubbetü’l-hadra gibi şehrin merkezinde ve Cuma camisinin yanında planlanıyordu. Erken dönem Abbasi sarayları Emevi saraylarının devamı niteliğindedir. Ebu Ca’fer el-Mansur, Bağdat’ı kurarken şehrin merkezine Cuma camisinin yanına Kubbetü’l-hadra adıyla anılan sarayını yaptırdı. Samerra’da Halife Mu’tasım-Billâh terafından 836’da yaptırılan el-Cevsaku’l-Hakani, Abbasi saraylarının en büyüklerindendir. Eyyubiler’de devlet işlerini yürüten Divanü’l-inşai Divanü’l-cayşi Divanü’l-mal adlı üç büyük divan vardı. Memlüklerde de devlet işleri öncekilere benzer tarzda çeşitli divanlar tarafından yürütülürdü. Divanü’l-inşa en önemli devlet dairesiydi.

Saray Görevlisi Olarak Hacib

Saraydaki en önemli görevlerden biridir. Hacib bir kişinin bir yere girmesine engel olan kimse veya kapıcı demektir. İslam tarihinde ilk olarak Raşid Halifeler zamanında görülür. İslam tarihinde saray hiyerarşisi Emevi Halifelerinden Muaviye b. Ebu Süfyan ile başlamıştır. Yani haciblik saray hayatının başlaması ile tam olarak ortaya çıkmıştır. Emevile zamanında haciplerin tek görevi ziyaretçileri halifenin önüne çıkarmak değildi, törenleri de düzenlerdi. Kâtip ile aynı seviyedeydi. Abbasiler döneminde vezirliğin ortaya çıkması ile birlikte saray teşkilatı da genişledi. Bu dönemde saraydaki iki önemli görevli vezir ve hacibdi, hacib vezirden daha aşağı bir konumdaydı. Hacib saray görevlilerini kontrol eder, törenleri düzenler ve halifeyi korur. Abbasi sarayının ihtişamı arttıkça masrafları da artmaya başladı. Hacibler de arttı. İbn Raik emirü’l ümera yani halifelerin siyasi otoritelerinin zayıflaması üzerine, devlet erkânı arasında ortaya çıkan iktidar mücadelesine son vermek amacı ile oluşturuldu. Geniş yetkilere sahipti, adı hutbe ve sikkelerde halifeden sonra geçerdi. 936-945 yılları arasında İbn Râik, Beckem ve Tüzün adlı üç Türk bu görevi üstlendi. Büveyhîler Bağdat’ı işgal ettikleri zaman emîrü’lümerâ unvanını aldılar.

Taşra Teşkilatı

Ortaçağda bir şehir veya bölgenin yönetiminden sorumlu kimseye vali denilirdi. Bu yerlere vilayet, şehirden daha büyük bölgelere ise eyalet denilirdi. Eyalet valileri görev ve sorumluluk olarak vilayet valilerinden üstündü gerekirse vilayet valisi tayin edebilir gerektiğinde görevinden alabilirdi. Halifenin bir kişiyi vali olarak tayin etmesine imaretü’l-istikfa, bu görevi zorla istemeye imaretü’l-isti’la denilirdi. Hz. Peygamber ve Raşid halifeler döneminde valilere ‘emir’ veya ‘amil’ denilirdi. Hz. Peygamber döneminde fetih edilen bölgelere genellikle o bölgeden biri vali olarak tayin edilirken daha sonraları bu tayinler merkezden yapılmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber Hz. Ebubekir halife olunca valileri değiştirmedi ama görevlerini yerine getirip getirmemelerini sıkça kontrol etti. Hediye almalarını ticaret yapmalarını ve lüks ve israfa düşmelerini yasakladı. Emevi halifeleri devlete sadık olan Arapları geniş yetkilerle vali olarak atadılar. Haneden mensupları bu görevlere hiç atanmadılar ya da az sorunlu bölgelere Hicaz bölgelerinde görevlendirildiler. Abbasiler döneminde bu görevleri İranlılar ve Türkler üstlendi. Hanedandan uzak eyaletlere hanedan mensubu ya da çok güvenilir kişiler tayin edilirdi. Fakat daha sonraları kumandanlar Bağdat veya Samerra’da oturmayı tercih ederek yerlerine naibleri gönderdiler ve otoritenin zayıflamasından yararlanarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Abbasilerde iki çeşit vali vardı biri vilayetle ilgili hemen her konuda yetkili iken diğerinin görevleri kısıtlıdır. Mesela hukuki ve mali meseleleri çözüme kavuşturma yetkisi yoktur. Endülüs Emevi Devleti’nde Kurtuba dışında kalan yerler şehirler anlamına gelen ‘küver’, sınır bölgeleri anlamına gelen ‘sugur’ olmak üzere ikiye ayrılırdı. Vilayetler doğrudan hükümdar tarafında atanan valiler, sınır bölgeleri ise ‘kaid’ adlı kumandanlar tarafından yönetilirdi.

Maliye Teşkilatı

Beytülmal devlete ait her türlü mal varlığı ve gelirlerin toplandığı, harcamaların yapıldığı haklara ve borçlara ehil bağımsız bir kurumdur. Medine döneminde sonra ortaya çıkmış bir kurumdur ve bundan sonra ortaya çıkan her devlette bu kurum var olmuştur. Devlet hazinesini koruma ve gerekli harcamaları yapmakla görevli memura hazinedar denilmiştir. Bu ödemeleri, gelen zekâtları ve kimlere verildiğini kaydeden kimselere sahibü beytil-mal denilirdi. Zekât olarak gelen hayvanların kontrolünü ve sayımını da bizzat Hz. Peygamber yapıyordu. Yani beytülmal kurumu bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Buradan gerekli ödemeler yapılarak memur maaşları da ödenmekteydi. Hz. Ebubekir zamanında da bu kurum çok değişikliğe uğramadı. Hz. Ömer döneminde arazilerin ve gelirlerin artması bu kurumun daha da kurumsallaşmasını gerektirdi. Beytülmallar da Hz. Ömer tarafından tayin ediliyordu. Bu kurum en gelişmiş düzeyine Abbasiler döneminde ulaştı. Bu kurumun takibi adına birçok divan kurulmuştur. Beytülmalin korunmasında kadılar önemli rol oynuyordu. Ortaçağ’da devlete ait birçok olay camilerde gerçekleştiriliyordu. Endülüste sadece vakıf gelirleri veya Müslümanların yapmış olduğu yardımlardan oluşan ve genel beytülmalden ayrılması için beytümali’l müslimin denilen mallar baş kadının gözetimi altında şehirdeki en büyük camide korunurdu. Bun yüzden hazinenin yanında özel birtakım giderlerin ve şer’i vergilerin korunduğu daha dar kapsamlı ikinci bir beytülmal ortaya çıktı.

Beytülmalin Gelirleri

Zekât, Müslüman mükelleflerden para, ticari mal, toprak ürünleri ve hayvanlardan %25 ile %10 arasında değişen vergi. Humus, savaş yolu ile elde edilen ganimetlerden elde edilen beşte bir oranındaki pay, fey Gayri Müslimlerden alınan vergiler, devlet arazisinden ve emlakinden elde edilen gelirler, mirasçı bırakmadan ölenler ile buluntu ve sahipsiz mallar, infak gelirleri, olağanüstü durumlarda Müslümanlardan istenilen bağışlardır.

Beytülmal Geliri Olarak Müsadere

Devlet tarafından hazineye gelir katmak amacı ile ceza veya önlem amaçlı mallara el koyulması. İslam tarihinde il müsadere devlet çalışanlarının haksız elde ettikleri mallara el koyulması ile olmuştur. Emeviler döneminde bu olay intikam aracı haline geldi. Abbasiler iradeyi olduktan sonra emevi ailesi mensuplarının da mallarına el koymuşlarıdır. Daha sonra haksız yere devlet malından kaçıranlar mahkemelerde yargılanmaya başlandı. X. Yüzyıldan sonra müsadere uygulanmasında köklü değişiklikler yaşandı. Müsadere artık baskı, tehdit ve intikam aracı olmasının yanında özellikle rakipleri iktidardan uzaklaştırmak için kullanılmaya başlandı. Üst düzey görevliler görevlerinden ayrıldıktan sonra bir sebep uydurulup mallarına el konulması adet oldu. Müsadere ekonomiyi olumsuz yönde çok etkiledi.

Beytülmalin Giderleri

En önemli giderlerinden bir tanesi rızık adı verilen maaşlar ihtiyaç sahiplerine devlet tarafından yapılan yardım, orduya yapılan harcamalar, eğitim, sağlık olmak üzere devletin kamu giderleri, zekât ve humus, ihtiyaç sahibi kimselere yapılan yardımlardır.

Adliye Teşkilatı

Göçebe hayat tarzı döneminde örf ve adetlere dayanıyordu. Sorunlar örf, adetler ve kabile büyükleri tarafından çözülüyordu. İslam’la birlikte belli bir düzen gelmiştir. Hicretten sonra Medine Vesikası kaleme alındı. İlahi iradeye aykırılık taşımayan, adalet ve düzenin dengelenmesine dayalı bir meşruiyet anlayışı oluşturuldu.

Yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkide hukuk temel kılındı. Hz. Ömer suçlular için ilk hapishaneyi kurmuştur. Ülke genişleyince idarenin sağlanması için şehirlere kadılar tayin edildi. Davalara Medine’de halifeler, şehirlerde valiler sınır ve cinayet davalarına, kadılar medeni davalara bakarlardı. Emevilerde de yetki kadıdaydı. Kadılar medeni ve cezai davarlın hepsine halife ve valiler mezalim davalarına bakmaya başladılar. Abbasilerde de bu görev kadılardaydı. Hanefi mezhebinin en ünlü hukukçusunu kendine kadı tayinleri ve seçimlerinde yardım etmesi için kadılkudat olarak atadı. Halife adına onun yetkili olarak görev yapmaktaydı ve görev süresi sınırı yoktu.

Şurta

Günümüzdeki emniyet güçlerinin o dönemdeki ismidir. Kurumun başındaki kişiye sahibü’ş-şurta denilirdi. Kendilerine mahsus üniformaları ve bir işaretleri vardır. Emniyet ve asayişi sağlama, savaş dönemlerinde savaşa katılma, itfaiye işleri, elçiliklerin güvenliklerini sağlama, vergileri denetleme gibi sosyal alanlarla ilgilidir diğer görevleri ise sanıkların yakalanıp sorguya çekilmesi, suçluların ortaya çıkarılması, suçu sabit olanlar hakkında verilen cezaların uygulanması, cezaevi güvenliğinin sağlanması gibi yargıya ilişkin görevleri de vardır. Abbasiler döneminde daha da gelişerek adli görev alanları genişletildi. Şurta’nın başkanı Bağdat valileri ile aynı konuma getirildi. Protokolde halifenin önünde yer alır ve çoğu zaman vezirliğe tayin edilirdi. Merkezde olduğu gibi taşralarda da şurtalar mevcuttu. Abbasilerle birlikte ceza ile ilgili acil çözüm gerektiren davalara bakması için hukuki yargılama yetkisi de verildi.

Hisbe

Genel ahlakı ve kamu düzenini korumak ve denetlemekle görevli kurumdur. Bu işle görevli kimseye muhtesib denir. Hisbe faaliyetleri kamu hukuku içerisine girer. Statü olarak vali ve kadılardan sonra gelir ve görev yerlerine göre kendi aralarında da bir derecelendirmeleri vardır. Gerektiğinde bazı şurta görevlileri de emrine verilirdi. Zaman içerisinde görev ve yetkileri genişletildi. Muhtesib Allah hakkının ihlalinden affetme yetkisine sahipken kul haklarını affetme yetkisi yoktu. Kadının yetkisiz olduğu davalara da bakarlardı. Abbasiler de iktidarlarının ilk yıllarında hisbe konularında çok titizdiler. Bazı meşhur bilginleri muhtesib olarak tayin ettiler. Zamanla hisbede idari işler gibi sultan adına mülki amirlik yapan valilerin görev alanına dâhil oldu. Özel kıyafetleri vardı ve Divanü’n-nafakat tarafından sağlanırdı.

Hükümet Teşkilatı

Arabistan’da yerleşik ya da göçebe hayat yaşayan toplumlarda bir hukuk sistemleri veya kendilerini dış tehditlere karşı koruyacak bir orduları, kendi içlerindeki sorunları çözmek için bir sistemleri yoktu bu yüzden daha küçük ve etnik kabileler halinde yaşamaktaydılar. Kabileler içerisinde en yaşlı kişiler bile çok fazla söz sahibi değildi sadece olaylar için hakemlik yaparlardı. Yani her kabile kendi başına bir hükümetti bağımsız. Mekke’de de aynısı geçerliydi, bir devlet vardı fakat bu devlet başında biri olmayan bir hükümet olarak vardı.

İslam’a göre hükümet evrenin vazgeçilmez sonuydu ve baştaki kişiler Allah’ın koyduğu kuralları uygulamak ile yükümlüydüler. Allah il olarak Hz. Âdem’e son olarak da Hz. Muhammet’e bu yasaları uygulamalarını emretmiştir. İslam tarihinde devlet oluşumu Akabe biatleriyle birlikte başlayan süreçte oluştu. İslam kurallarının geçerliydi, barış ve huzur isteyen toplum Hz. Muhammed’in otoritesini tanımaya söz vermişler ve ondan çok büyük beklentileri olmuştur. Medine de Arap kabileleri arasında sürüp giden düşmanlık ancak böyle bir otorite ile durdurulabilirdi. VII. y.y sonlarına doğru Arabistan’daki kabilelerin çoğu Müslüman oldu. Böylece kabileler halinde yaşayan Araplar ilk defa Hz. Muhammet önderliliğinde birleşerek bir millet oldular. Medine toplumu diğer devlet otoritelerinden farklıydı, inanca dayalı bir sistemdi her türlü üyeliğe açık olup katı üyelik kalıpları yoktu. Devlet baskıcı değil sadece inanç sisteminde yer alanları uygulamak için bir araç olarak kullanıldı. Tabiki ilerleyen süreçlerde devlet kavramı değişti. Zafer ve güç işi çıktı ortaya ve hâkimiyetlik el değiştirmeye başladı. Daha sonra süreklilik anlamını kazandı.

Hilafet

Hz. Peygamberin vahiy yolu ile aldığı Kuran-i Kerim ayetleriyle İslam’ın esaslarını insanlara öğretme ve devlet yönetimi ile ilgili esasları bizzat uygulamak gibi iki asli görevi vardı. Hz. Muhammet’in görevi bu dünyadan ayrılması ile sona erdi. Peygamber’in vahye dayalı bir bilgiden kaynaklanan kesin ve tartışmasız liderliğinden hilafet sistemine geçiş toplumun devlet anlayışının dönüm noktasıydı. Hilafet kelimesi, birinin yerine geçmek, temsil etmek anlamlarına gelir. Hz. Peygamberden sonra devlet başkanlığını ifade eden bir terimdir. Bu yüzden devlet başına gelen halifelere Hz. Peygamber unvanı verilmiştir. Sadece devlet otoritesini sağlamakla kalmayıp Peygamber’in yaptığı gibi Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini bütün müminlere duyurmaktı. Daha sonra halifelik unvanını alan kimselere ‘Hz Peygamber’in halifesi’ denilmiştir. Kuran ve hadislerde kamu yönetimi ile ilgili bilgiler yer alsa da bunu üstlenenlerin görev ve sorumlulukları ile ilgili bilgiler yer almaz. Hz. Peygamberde kendisinden sonra kimin halife olacağı ile ilgili bir şey söylememiş ve bunu halkın karanına bırakmıştır. Daha sonra halife olan Hz. Ebubekir’e biat edilmeye başladı fakat bu süreçte farklı seçimler ortaya çıkmaya başladı. Şiiler halifeliğin ilahi bir kural olduğunu iddia ederek tevarüs esasına dayalı bir imamet teorisi geliştirdiler. Biat , Sosyo-politik bir akid olarak devlet başkanını seçme ve İslam hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelir. Halifenin kamuoyu nezdinde meşruluk kazanabilmesi için gereklidir. Sakıfetü Beni Saide’de olduğu gibi belli sayıda kişi tarafından yapılan biata ‘el-bey’atül-hassa’, Mescidi Nebevi’de bütün Medinelilerin biat etmelerine ise ‘el-bey’atül-amme’ denilir. Hz. Ebubekir’den itibaren her Halide değiştiğinde biata başvurulurdu. Ancak Emevilerle birlikte veliaht tayini esasına geçildiğinden bağlılık sunma anlamı öne çıkmıştır.

Emeviler ve Hilafet

Hz. Ali’den sonra küfede Hz. Hasan’a biat edildi. Fakat Hz. Hasan mevcut siyasi karışıklıktan ve iktidarın devamı için uygun olmadığını düşündüğünden halifelikten çekildi. Muaviye Hz. Osman’ın öldürülmesi davası ile başlattığı kabile hâkimiyeti ortaya çıktı. Muaviye kılıç kuvvetiyle kazanarak diğer halifelerden farklı bir şekilde iktidara gelmiştir. Bundan sonra halifeler Allah’ın halifesi anlamına gelen ‘halifetullah’ı’ kullanmaya başladılar. Daha sonra Yezid’i veliaht olarak görmeye başladılar buda veraset sisteminin ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece hilafet saltanata dönüştü.

Abbasiler ve Hilafet

Abbasilerde hilafet Muhammed B. Ali’nin oğlu Ebü’lAbbas es-Saffah’a Küfe’de biat etmesi ile başladı. Ebü’lAbbas ölünce yerine kardeşi Ebu Ca’fer el-Mansur halife oldu Bağdat’ı kurarak halifeliğin merkezini buraya taşıdı. Daha sonra aile dışından kişiler halife yapılmaya çalışılsa da başarılı olunmadı. Me’mun’dan sonra kardeşi Mu’tasım halife oldu ve merkezi kurduğu Samerrs şehrine taşıdı. Bağdat’ın işgalinden sonra yeni bir dönem başladı. Halifeler etkisini kaybetti ve Büveyhilerin etkisi altına girdi. Daha sonra Tuğrul Bey Bağdat’a gelerek Büveyhi hâkimiyetine son verdi. Abbasi hilafeti Selçuklu hâkimiyetine girdi ve görev ve sorumluluklarına sınırlamalar getirildi. Hutbelerde kendi isminden sonra sultanın ismini söylemesi ve saltanat makamınca hazırlanan temlikname ve menşurları onaylaması şeklinde kısıtlandı. İslam hilafetinde tüm Müslümanların tek bir halifeye bağlı olması temel ilkedir. Fakat diğer devletlerde ortaya çıkan halifeler nedeni ile hükümdar halife ile olan ilişkilerine çok değer veriyordu.

Hulefa-yi Raşidin döneminden itibaren halifeler namazlarda bizzat imamlık yapmakta ve cuma günleri hutbe okumaktaydılar. Vilayetlerde ise bu iş valiler tarafından yapılmaktaydı. Abbasi Halifesi Razi-Billah’tan sonra halifeler Cuma günleri nadiren hutbe okumuş ve bu görev hatiplere bırakılmıştır. Cuma ve bayram namazlarına giden halifeler bellerine siyah bir kuşak bağlar bir kürk giyer ve ellerinde Hz Peygamber’in asası bulunurdu. Hz. Peygambere mahsus minberin yanında asası da özel bir ilgi görmüş ve ikisine birlikte ‘üdeyn’ denilmiştir. Muaviye b. Ebu Süfyan’dan itibaren bazı Emevi Halifeleri Hz. Peygamber’den kalan minber ve asayı Medine’den Dımaşk’a nakletmek istemeleri, bu alametlerin hilafetin meşruluğu açısından taşıdığı önemi göstermektedir. Asa Fatimiler’de de önemli bir halifelik alametiydi. Halifeler törenlerde Hz. Peygamber’in şair Ka’b b. Züheyr’e hediye ettiği bürde adlı hırkayı giyerlerdi. Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Ka’b’ın varislerinden satın aldığı bu hırka veraset yoluyla önce Emevi daha sonra da Abbasi halifelerine intikal etti. Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden sonra diğer mukaddes emanetlerle birlikte İstanbul’a getirdi. Halen Fatih’teki Hırka-ı Şerif Camiinde korunmaktadır. Hz. Peygamberin mührünün kaybolmasından sonra her halife kendi adına mühür kazdırmıştır. Halifenin mühtü önemliydi ve hilafet makamından çıkan yazılar bu mühürle onaylanırdı.

Endülüs Emevileri ve Hilafet

Endülüs Emevileri devleti kurulsa da III. Abdurrahman’a kadar halife unvanını kullanamadılar. Kuzey Afrika’da hızla yayılan Şii Fatimileri ile mücadele edebilmek için 929’da kendini halife ilan etti. Böylece İslam dünyasında üçüncü bir halife ortaya çıktı. Endülüs Emevi Halifeliği 1031 yılında sona esrede hilafet sona ermedi. Bazı hükümdarlar kendi meşruiyetlerini kabul ettirmek için hilafeti sürdürdüler. Hiristiyanlara karşı kazandığı zaferlerle meşhur olan Murabıt Emiri Yusuf b. Abbasi halifesi tarafından emirü’l –müslimin unvanı verildi. Muhavidler ve Hafsiler ise Abbasi hilafetine karşı rakip olmaya çalıştılar. Moğolların Bğdat’ işgali üzerine Hafsi Emiri Muhammed el-Müstansır’a Mekke şerifi Abbasi halifesinin varisi olduğunu bildiren bir berat gönderdi.

Fatımiler ve Hilafet

Fatımiler Mısır ve Suriye’de egemenlik kurmuşlar ve Abbasi hilafetinin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkmışlardır. Endülüs Emevi hilafetinin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamışlardır. Şiiliğin İsmailiyye kolunu örnek alan Fatımi hilafetinin Abbasi ve Endülüs Emevi halifelikleriyle rekabeti de bu temele dayanıyordu. Halife imam olarak davetin başı ve bütün bilgilerin kaynağıydı. XI. Yüzyılın sonlarına doğru imamın otoritesi sarsıldı. Daha sonra İsmaili devletinin yıkılmasıyla şartlara bakılmaksızın diledikleri kimseleri halife seçtiler.

Mısır Abbasi Hilafeti

Moğol istilası ile Bağdat Abbasi halifeliği sona erince İslam dünyası üç yıl halifesiz kaldı.Aynicalut savaşını kazanarak Moğolları durduran I. Baybars, Abbasi halifesinin amcasını hilafetin canlanması adına Kahire’ye davet eti. Daha sonra Müstansır-Billah lakabı ile halife ilan edilerek halktan biat alındı. Üç yıl aradan sonra Abbasi hilafeti tekrardan kuruldu. Baybars’ın asıl amacı tahtının meşruiyetini sağlamak ve itibar kazanmaktı. Bu durum son Abbasi halifesi Mütevekkil-Alellah’ın Ridaniye Savaş’ından sonra İstanbul’a gönderilmesine kadar sürdü.

Vezaret

Zaman içerisinde vezaret ve divan gibi bazı yardımcı kurumlar ortaya çıkmıştır. Ortaçağ devletlerinde vezir halifeden sonra en kıdemli kişiydi. Dönem halifeleri yardım almaktaydılar yani danışmanları vardı. Fakat bütün kararlar halifeye bağlı olduğu için vezirlik hukuki bir statü kazanamadı. Abbasilerden itibaren vezir adıyla anılmaya başlandı ve bu şekilde divanlar ortaya çıktı. Artık yönetim halife şahsına değil vezir ve divanlardan oluşan organlara devredildi. İslam tarihinde ilk vezir unvanı Abbasilerin Irak’taki temsilcisi Ebu Seleme verildi. Abbasi ordusu Küfe’ye geldiğinde henüz halife olmamasına rağmen ‘ vezırü al-i Muhammed’ unvanıyla vezirliğe getirildi ve oradaki ihtilalın yönetimini üstlendi. Daha sonra Abbasi devleti içerisinde vezir hep olmuştur. Halifeden sonra gelen en yetkili kişi olmasından dolayı bazen mezalim mahkemelerine başkanlık eder, hazineden gerekli olan harcamaları yapar tayin ve görevden alma işlerini gerçekleştirirdi. Yürütme fonksiyonu başlarda halifedeyken daha sonra bu görev vezire verildi. Yani vezir artık halifeyi temsil etmekteydi.

Divan Teşkilatının Oluşumu

Ortaçağda Müslüman devletlerin yönetiminde divan teşkilatının önemli bir yeri vardı. Divan vezir başkanlığında toplanır ve yürütme fonksiyonunda önemli bir yere sahipti. Divan devlet idaresinde çeşitli hizmetlerin yürütülmesinde kullanılan defterlerle, bunların ve devlet memurlarının bulunduğu yerin adıdır. Hz.Ömer zamanında muharip güçleri kaydetmek, hazineyi düzene koymak için oluşturulan divan teşkilatı Emevılerden itibaren merkez ve taşra yönetiminin bel kemiğini oluşturdu. Emeviler ve özellikle de Abbasiler zamanında başta askeri ve mali alanlar olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerine bakan kurumların ortak adı oldu.

Emeviler ve Divan

Emeviler döneminde en önemli divan, Dışmaşk’taki toprak vergilerinin takdiri ve toplanması ile ilgili işleri üstlenen Divanü’l-harac’tı. Mektup veya dokümanların orijinalliğini kontrol edilerek mühürlenip gönderilmesi Divanü’r-resail’i, bu belgelerin kopyalarının saklanması için Divanü’l-hatem’i oluşturdu. Hz. Peygamber zamanında ilk nüvesi oluşturulan berid yani ortaçağda Müslüman devletlerin istihbarat ve posta işlerini üstlenen kurumdur. İslam tarihinde resmi postanın düzenlenmesiyle ilgili çalışmalar, ilk defa Hz. Peygamber zamanında başladı. Bu dönemde yazışma, yönerge ve anlaşma metinleri özel elçiler vasıtası ile gönderiliyordu. Dört halife devrinde posta sadece resmî işlerle sınırlı kalmayarak halkın da faydalandığı bir kurum haline getirildi.

Abbasiler ve Divan

Divanlarda yer alan kâtipler üstün bir konuma gelmiştir. Kâtip, yazmak fiilinden türeyen çoğulu ‘küttab’ olan ‘kâtip’ tarih boyunca yazı işleri ile uğraşanların ortak adıdır. Yazı işleri ile uğraşanlardan sözün telifi ve anlamın düzeniyle ilgilenenlere ‘inşa kâtibi’, malların tahsili ve sarf edilmesi ile uğraşanlara ise ‘emval kâtibi’ denilir. Başlangıçta halifeye bağlı olan kâtipler vezirlik müessesesinin ortaya çıkmasıyla birlikte bu makama bağlandılar. Bu dönemde farklı divanlar kurulmuştur. Halifeye verilen dilekçelerle ilgilenmeleri için Divanü’rrika, vezir ve divanlar arasındaki koordinasyonun sağlanması için Zimamü’l-ezimme, halkın üst düzey devlet görevlileri aleyhindeki şikâyetleri ile ilgilenilmesi için Divanü’l-mezalim gibi birçok divan kurulmuştur. Divanlar özellikle IX-X. Yüzyıllarda büyük bir gelişme gösterdi.

Diğer Devletlerde Divan

Fatımilerde Abbasi divanları ile benzer bütün divanlardan gelen kararların toplandığı Divanü’l-meclis, gerektiğinde bütçe hesaplarını yapmakla yükümlüydü. Divanü’n-nazar mali divanlarla memurların genel kontrolünü sağlıyordu. Divanü’l-has sarayın mali işlerine bakar Divanü’l-ahbas da vakıflarla ilgilenirdi. Saray Farsçada ev anlamında kullanılır. Ortaçağ Müslüman devletlerinde saray, hem hükümdarın ailesi ile birlikte yaşadığı özel alan hem de devlet işlerinin görüldüğü merkez alandır. İslam mimarisinde ilk saray örneği, Hz. Osman zamanında Suriye Valisi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Dımaşk’ta yaptırdığı Kubbetü’l-hadra’dır. Emevi devleti kurulunca halifelik sarayı olan bu binanın benzerleri taşrada yaygınlaştı. Valiler tarafından yaptırılan ‘darülimare’ veya ‘kasrülimare’ denilen bu saraylar, Kubbetü’l-hadra gibi şehrin merkezinde ve Cuma camisinin yanında planlanıyordu. Erken dönem Abbasi sarayları Emevi saraylarının devamı niteliğindedir. Ebu Ca’fer el-Mansur, Bağdat’ı kurarken şehrin merkezine Cuma camisinin yanına Kubbetü’l-hadra adıyla anılan sarayını yaptırdı. Samerra’da Halife Mu’tasım-Billâh terafından 836’da yaptırılan el-Cevsaku’l-Hakani, Abbasi saraylarının en büyüklerindendir. Eyyubiler’de devlet işlerini yürüten Divanü’l-inşai Divanü’l-cayşi Divanü’l-mal adlı üç büyük divan vardı. Memlüklerde de devlet işleri öncekilere benzer tarzda çeşitli divanlar tarafından yürütülürdü. Divanü’l-inşa en önemli devlet dairesiydi.

Saray Görevlisi Olarak Hacib

Saraydaki en önemli görevlerden biridir. Hacib bir kişinin bir yere girmesine engel olan kimse veya kapıcı demektir. İslam tarihinde ilk olarak Raşid Halifeler zamanında görülür. İslam tarihinde saray hiyerarşisi Emevi Halifelerinden Muaviye b. Ebu Süfyan ile başlamıştır. Yani haciblik saray hayatının başlaması ile tam olarak ortaya çıkmıştır. Emevile zamanında haciplerin tek görevi ziyaretçileri halifenin önüne çıkarmak değildi, törenleri de düzenlerdi. Kâtip ile aynı seviyedeydi. Abbasiler döneminde vezirliğin ortaya çıkması ile birlikte saray teşkilatı da genişledi. Bu dönemde saraydaki iki önemli görevli vezir ve hacibdi, hacib vezirden daha aşağı bir konumdaydı. Hacib saray görevlilerini kontrol eder, törenleri düzenler ve halifeyi korur. Abbasi sarayının ihtişamı arttıkça masrafları da artmaya başladı. Hacibler de arttı. İbn Raik emirü’l ümera yani halifelerin siyasi otoritelerinin zayıflaması üzerine, devlet erkânı arasında ortaya çıkan iktidar mücadelesine son vermek amacı ile oluşturuldu. Geniş yetkilere sahipti, adı hutbe ve sikkelerde halifeden sonra geçerdi. 936-945 yılları arasında İbn Râik, Beckem ve Tüzün adlı üç Türk bu görevi üstlendi. Büveyhîler Bağdat’ı işgal ettikleri zaman emîrü’lümerâ unvanını aldılar.

Taşra Teşkilatı

Ortaçağda bir şehir veya bölgenin yönetiminden sorumlu kimseye vali denilirdi. Bu yerlere vilayet, şehirden daha büyük bölgelere ise eyalet denilirdi. Eyalet valileri görev ve sorumluluk olarak vilayet valilerinden üstündü gerekirse vilayet valisi tayin edebilir gerektiğinde görevinden alabilirdi. Halifenin bir kişiyi vali olarak tayin etmesine imaretü’l-istikfa, bu görevi zorla istemeye imaretü’l-isti’la denilirdi. Hz. Peygamber ve Raşid halifeler döneminde valilere ‘emir’ veya ‘amil’ denilirdi. Hz. Peygamber döneminde fetih edilen bölgelere genellikle o bölgeden biri vali olarak tayin edilirken daha sonraları bu tayinler merkezden yapılmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber Hz. Ebubekir halife olunca valileri değiştirmedi ama görevlerini yerine getirip getirmemelerini sıkça kontrol etti. Hediye almalarını ticaret yapmalarını ve lüks ve israfa düşmelerini yasakladı. Emevi halifeleri devlete sadık olan Arapları geniş yetkilerle vali olarak atadılar. Haneden mensupları bu görevlere hiç atanmadılar ya da az sorunlu bölgelere Hicaz bölgelerinde görevlendirildiler. Abbasiler döneminde bu görevleri İranlılar ve Türkler üstlendi. Hanedandan uzak eyaletlere hanedan mensubu ya da çok güvenilir kişiler tayin edilirdi. Fakat daha sonraları kumandanlar Bağdat veya Samerra’da oturmayı tercih ederek yerlerine naibleri gönderdiler ve otoritenin zayıflamasından yararlanarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Abbasilerde iki çeşit vali vardı biri vilayetle ilgili hemen her konuda yetkili iken diğerinin görevleri kısıtlıdır. Mesela hukuki ve mali meseleleri çözüme kavuşturma yetkisi yoktur. Endülüs Emevi Devleti’nde Kurtuba dışında kalan yerler şehirler anlamına gelen ‘küver’, sınır bölgeleri anlamına gelen ‘sugur’ olmak üzere ikiye ayrılırdı. Vilayetler doğrudan hükümdar tarafında atanan valiler, sınır bölgeleri ise ‘kaid’ adlı kumandanlar tarafından yönetilirdi.

Maliye Teşkilatı

Beytülmal devlete ait her türlü mal varlığı ve gelirlerin toplandığı, harcamaların yapıldığı haklara ve borçlara ehil bağımsız bir kurumdur. Medine döneminde sonra ortaya çıkmış bir kurumdur ve bundan sonra ortaya çıkan her devlette bu kurum var olmuştur. Devlet hazinesini koruma ve gerekli harcamaları yapmakla görevli memura hazinedar denilmiştir. Bu ödemeleri, gelen zekâtları ve kimlere verildiğini kaydeden kimselere sahibü beytil-mal denilirdi. Zekât olarak gelen hayvanların kontrolünü ve sayımını da bizzat Hz. Peygamber yapıyordu. Yani beytülmal kurumu bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Buradan gerekli ödemeler yapılarak memur maaşları da ödenmekteydi. Hz. Ebubekir zamanında da bu kurum çok değişikliğe uğramadı. Hz. Ömer döneminde arazilerin ve gelirlerin artması bu kurumun daha da kurumsallaşmasını gerektirdi. Beytülmallar da Hz. Ömer tarafından tayin ediliyordu. Bu kurum en gelişmiş düzeyine Abbasiler döneminde ulaştı. Bu kurumun takibi adına birçok divan kurulmuştur. Beytülmalin korunmasında kadılar önemli rol oynuyordu. Ortaçağ’da devlete ait birçok olay camilerde gerçekleştiriliyordu. Endülüste sadece vakıf gelirleri veya Müslümanların yapmış olduğu yardımlardan oluşan ve genel beytülmalden ayrılması için beytümali’l müslimin denilen mallar baş kadının gözetimi altında şehirdeki en büyük camide korunurdu. Bun yüzden hazinenin yanında özel birtakım giderlerin ve şer’i vergilerin korunduğu daha dar kapsamlı ikinci bir beytülmal ortaya çıktı.

Beytülmalin Gelirleri

Zekât, Müslüman mükelleflerden para, ticari mal, toprak ürünleri ve hayvanlardan %25 ile %10 arasında değişen vergi. Humus, savaş yolu ile elde edilen ganimetlerden elde edilen beşte bir oranındaki pay, fey Gayri Müslimlerden alınan vergiler, devlet arazisinden ve emlakinden elde edilen gelirler, mirasçı bırakmadan ölenler ile buluntu ve sahipsiz mallar, infak gelirleri, olağanüstü durumlarda Müslümanlardan istenilen bağışlardır.

Beytülmal Geliri Olarak Müsadere

Devlet tarafından hazineye gelir katmak amacı ile ceza veya önlem amaçlı mallara el koyulması. İslam tarihinde il müsadere devlet çalışanlarının haksız elde ettikleri mallara el koyulması ile olmuştur. Emeviler döneminde bu olay intikam aracı haline geldi. Abbasiler iradeyi olduktan sonra emevi ailesi mensuplarının da mallarına el koymuşlarıdır. Daha sonra haksız yere devlet malından kaçıranlar mahkemelerde yargılanmaya başlandı. X. Yüzyıldan sonra müsadere uygulanmasında köklü değişiklikler yaşandı. Müsadere artık baskı, tehdit ve intikam aracı olmasının yanında özellikle rakipleri iktidardan uzaklaştırmak için kullanılmaya başlandı. Üst düzey görevliler görevlerinden ayrıldıktan sonra bir sebep uydurulup mallarına el konulması adet oldu. Müsadere ekonomiyi olumsuz yönde çok etkiledi.

Beytülmalin Giderleri

En önemli giderlerinden bir tanesi rızık adı verilen maaşlar ihtiyaç sahiplerine devlet tarafından yapılan yardım, orduya yapılan harcamalar, eğitim, sağlık olmak üzere devletin kamu giderleri, zekât ve humus, ihtiyaç sahibi kimselere yapılan yardımlardır.

Adliye Teşkilatı

Göçebe hayat tarzı döneminde örf ve adetlere dayanıyordu. Sorunlar örf, adetler ve kabile büyükleri tarafından çözülüyordu. İslam’la birlikte belli bir düzen gelmiştir. Hicretten sonra Medine Vesikası kaleme alındı. İlahi iradeye aykırılık taşımayan, adalet ve düzenin dengelenmesine dayalı bir meşruiyet anlayışı oluşturuldu.

Yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkide hukuk temel kılındı. Hz. Ömer suçlular için ilk hapishaneyi kurmuştur. Ülke genişleyince idarenin sağlanması için şehirlere kadılar tayin edildi. Davalara Medine’de halifeler, şehirlerde valiler sınır ve cinayet davalarına, kadılar medeni davalara bakarlardı. Emevilerde de yetki kadıdaydı. Kadılar medeni ve cezai davarlın hepsine halife ve valiler mezalim davalarına bakmaya başladılar. Abbasilerde de bu görev kadılardaydı. Hanefi mezhebinin en ünlü hukukçusunu kendine kadı tayinleri ve seçimlerinde yardım etmesi için kadılkudat olarak atadı. Halife adına onun yetkili olarak görev yapmaktaydı ve görev süresi sınırı yoktu.

Şurta

Günümüzdeki emniyet güçlerinin o dönemdeki ismidir. Kurumun başındaki kişiye sahibü’ş-şurta denilirdi. Kendilerine mahsus üniformaları ve bir işaretleri vardır. Emniyet ve asayişi sağlama, savaş dönemlerinde savaşa katılma, itfaiye işleri, elçiliklerin güvenliklerini sağlama, vergileri denetleme gibi sosyal alanlarla ilgilidir diğer görevleri ise sanıkların yakalanıp sorguya çekilmesi, suçluların ortaya çıkarılması, suçu sabit olanlar hakkında verilen cezaların uygulanması, cezaevi güvenliğinin sağlanması gibi yargıya ilişkin görevleri de vardır. Abbasiler döneminde daha da gelişerek adli görev alanları genişletildi. Şurta’nın başkanı Bağdat valileri ile aynı konuma getirildi. Protokolde halifenin önünde yer alır ve çoğu zaman vezirliğe tayin edilirdi. Merkezde olduğu gibi taşralarda da şurtalar mevcuttu. Abbasilerle birlikte ceza ile ilgili acil çözüm gerektiren davalara bakması için hukuki yargılama yetkisi de verildi.

Hisbe

Genel ahlakı ve kamu düzenini korumak ve denetlemekle görevli kurumdur. Bu işle görevli kimseye muhtesib denir. Hisbe faaliyetleri kamu hukuku içerisine girer. Statü olarak vali ve kadılardan sonra gelir ve görev yerlerine göre kendi aralarında da bir derecelendirmeleri vardır. Gerektiğinde bazı şurta görevlileri de emrine verilirdi. Zaman içerisinde görev ve yetkileri genişletildi. Muhtesib Allah hakkının ihlalinden affetme yetkisine sahipken kul haklarını affetme yetkisi yoktu. Kadının yetkisiz olduğu davalara da bakarlardı. Abbasiler de iktidarlarının ilk yıllarında hisbe konularında çok titizdiler. Bazı meşhur bilginleri muhtesib olarak tayin ettiler. Zamanla hisbede idari işler gibi sultan adına mülki amirlik yapan valilerin görev alanına dâhil oldu. Özel kıyafetleri vardı ve Divanü’n-nafakat tarafından sağlanırdı.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.