Açıköğretim Ders Notları

Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Uzak Doğu Asya Ve Çin Örneği

Siyasal Sistemin Şekillenmesine Etki Eden Dinamikler

Medeniyeti MÖ 2000 yıllarına kadar geriye giden Çin, ilk olarak MÖ 221 yılında bir imparatorluk olarak ülke birliğini sağlamıştır. Bu tarihten itibaren iç karışıklıklar olmakla birlikte farklı hanedanlar ülkeyi 20. yüzyıla kadar merkezî bir imparatorluk olarak yönetmişlerdir. İmparatorluk döneminde ülkenin sınırları genişlemiş, ülke yönetiminde önemli rol oynayacak bürokratik bir sistem ortaya çıkmıştır. Çin’de imparatorluk döneminde bürokraside görev almak isteyenler ünlü Çinli düşünür Konfüçyüs’ün öğretilerinin ana kısmını oluşturduğu sınavlardan geçerek göreve gelmişlerdir. Bu nedenle Çin’de siyasal kültür Konfüçyüs’ün itaate, otoriteye ve hiyerarşiye önem veren öğretileri ile şekillenmiştir. Konfüçyüs otoriteye itaat, yaşlılara ve idarecilere saygı, yöneticilerin adil yönetme sorumluluğu ve eğitimin önemini vurgulamıştır. Çin’de hanedanlar değişse de merkezî bürokratik sisteme ve Konfüçyüs değerlerine dayanan imparatorluk korunmuştur.

Avrupalı sanayileşen devletler, 18. ve 19. yüzyılda dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi pazar ve ham madde ihtiyacı nedeniyle Çin’i de dışa açılmaya ve serbest ticarete zorlamış, ülkeyi sömürge hâline getirmeye çalışmışlardır. Örneğin, Çin’in direnmesine rağmen Britanya, Çin ile ticaretini kendi lehine çevirmek, ticaret açığını kapatabilmek için askeri güç kullanmıştır. 19. yüzyılda Britanya’nın galip ayrıldığı Afyon savaşları Çin’in emperyalist devletlere karşı direncinin azaldığının ilk göstergeleri arasındadır. Batılılarla yaptığı savaşları kaybetmeye başlayan Çinliler Batı’nın teknolojisinin üstün olduğunu kabul etmekle birlikte özde kendi kültürlerinin korunması gerektiğini düşünmüşlerdir. 19. yüzyılın sonu Çin için yüzyıllardır devam ettirdiği istikrar ve düzenin değiştiği, Avrupalı devletlere birçok alanda imtiyazlar tanımak zorunda kaldığı bir dönemdir. 19. yüzyıla gelindiğinde ülke bir nüfus patlaması da yaşamıştır. Nüfus artışı ekonomik durgunluk ve yoksulluğun nedenlerinden birisi olmuştur. Ülkede köylülerin toprak sahipleri ve devlet tarafından sömürülmesi isyanları da beraberinde getirmiştir. Örneğin, Tayping isyanında 20 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İmparatorluğun reform çabaları sonuç vermeyince 1912 yılında milliyetçi bir devrim ile cumhuriyet kurulmuştur.

Cumhuriyet Dönemi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Bu dönemde ülkedeki en etkin iki siyasal örgüt ikinci dünya savaşına kadar ülkeyi yöneten Milliyetçi Parti ve 1921 yılında kurulan Komünist partisi olmuştur. Rusya’daki komünist devrimin etkisi ile Çin’de kurulan Komünist Parti, ülkeyi yöneten milliyetçilere yerel askeri güçlere karşı mücadelede destek vermiştir. Milliyetçiler ise ülkede kontrolü sağladıktan sonra Komünistleri etkisiz hâle getirmeye çalışmışlardır. Milliyetçilerin saldırılarından korunmak için Komünist parti ve destekçileri 6,000 kilometrelik bir geri çekilme ile ülkenin iç bölgelerinde tekrar örgütlenmişlerdir. ‘Uzun Yürüyüş’ olarak adlandırılan ve komünist rejim için sembolik öneme sahip olan bu harekete katılanlardan birçoğu Komünist dönemde uzun yıllar ülkenin siyasal yönetiminde söz sahibi olacaklardır. Bu dönemde Komünist parti liderliği gerilla savaşı taktikleri ile köylüleri saflarına çekerek milliyetçilerin kontrolündeki şehirlere yönelik yıpratma eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Komünist partinin bu mücadelede temel ilkesi halkın gücünün en ileri savaş teknolojisinden daha üstün olduğu olmuştur. Komünist partisi yaşadığı zorluklara ve baskılara rağmen milyonlarca köylünün desteğini alarak önce Japon işgaline karşı direnişte kendini göstermiş, daha sonra iç savaşta milliyetçiler karşısında zafer kazanmıştır. Milliyetçilerin yenilgisinde ülkenin 1937’de Japonya tarafından tamamen işgal edilme girişimi ve Komünist Partinin Japonlara karşı mücadelede ön plana çıkması da etkili olmuştur.

Mao Dönemi

Çin Komünist partisi 1949 yılında iktidara geldiğinde Çin’de yüzyıllardır süregelen toplumsal hiyerarşik yapıları ve eşitsizlikleri yok etme vaatlerini çeşitli politikalarla gerçekleştirme çabasına girmiştir. Japonlara karşı olan mücadele sonucunda kazandığı halk desteğini de arkasına alarak toprak reformu gibi birçok alanda eşitlikçi sosyal reformları başlatmıştır. Afyon bağımlılığı ve fuhuş ile mücadelede başarılı sonuçlar alınmıştır. Kadının aileden başlayarak diğer toplumsal alanlarda statüsünün artırılması için hukuksal reformlara gidilmiştir. Bu reformları gerçekleştirirken ideolojik propaganda ve ikna çabalarının yanında, rejimin meşruiyetinin yetersiz geldiği durumlarda zor kullanma yoluna da gidebilmiştir (Joseph, 2012, 630).

Mao Sonrası Dönem

Mao’nun 1976 yılında ölümünden sonra Komünist parti liderliği Mao’nun geleneğine ve fikirlerine sadık olanlar ve Deng Şayping’in liderliğinde reform yanlısı olanlar şeklinde iki hizbe bölünmüştür. 1978 yılına gelindiğinde Deng ve taraftarları iktidarı ele geçirmişlerdir. Deng Şayping kültürel devrim döneminde iki defa sağcı olduğu gerekçesi ile parti yönetiminden uzaklaştırılmış birisidir. İdeolojiden çok pragmatizme inanmaktadır. Köylülere özel mülkiyet hakkı tanınması ile ilgili olarak ‘fare yakaladığı sürece kedinin beyaz veya siyah olması önemli değildir’ diyebilmiştir. Deng’in iktidara gelmesinde ordu içerisindeki bağlantıları da önemli rol oynamıştır. Deng resmî olarak hiçbir görevi üstlenmese de 1997 yılında ölümüne kadar ülke yönetiminde tek lider olmuş, perde arkasından ülkeyi yönetmiştir. Ülkenin ekonomik politikalarındaki değişimin ve dışa açılımının arkasında Deng Şayping yer almıştır. Çin’in bugünkü lideri Hu Jintao’dur. Devlet Başkanlığı ve Komünist partisi genel sekreterliği görevlerini birlikte yürütmektedir. Mao ve Deng dönemlerinden sonra tek adam egemenliğine karşı Komünist parti içerisinde yaş ve dönem sınırlamaları getirilmiştir. Günümüzde Komünist parti liderleri bir kurul olarak ülkeyi yönetmektedirler. Genellikle teknokratlardan oluşan liderler grubu açıkça komünist ideolojiyi benimsediklerini ifade etseler de ekonomik büyümeyi ne sağlıyorsa çekinmeden uygulayabilmektedirler. 2012 yılının Kasım ayında yapılan Komünist partisi genel kongresinde yeni kuşak liderler işbaşına gelmiştir. Ülke yönetiminde gelecek on yıl boyunca söz sahibi olacak olan yeni liderlerin kim olacağı Kongre tarihinden çok önce bilinmekteydi. Yeni liderliğin ekonomik politika ve dış politika konusunda 1978 yılından bu yana takip edilen reformcu çizgiyi devam ettirmesi beklenmektedir.

Sosyoekonomik Yapı

Çin dünyanın en kalabalık nüfusuna sahiptir. En son tahminlere göre Çin’in nüfusu yaklaşık 1 milyar 350 milyon kişidir. Çin’in nüfus artış hızı devletin tek çocuk politikası nedeniyle yavaşlamış olsa da 2025 yılında nüfusun 1,5 milyar civarında olması beklenmektedir. Çin’in etnik yapısına bakıldığında ülkede en kalabalık grup Han Çinlileri olmakla birlikte nüfusunun yaklaşık %8’ini oluşturan 55 ayrı etnik grup coğrafi olarak ülkenin geniş bir alanına yayılmışlardır. Ülke nüfusunun yaklaşık %92’si Han etnik grubuna mensuptur. Tibet ve Doğu Türkistan etnik ayrışmanın en sorunlu olduğu bölgelerdendir. Çin’de Çince’nin mandarin lehçesi ağırlıklı olarak konuşulmaktadır. Ülkede dinî açıdan Budizm, Taoizm ve Çin’in diğer geleneksel dinleri en önde gelen dinlerdir. Müslümanlık ve Hristiyanlık da önemli dinler arasındadır. Çin’in nüfusunun kalabalık olması nedeniyle küçük nüfus oranları bile oldukça büyük nüfus gruplarına karşılık gelmektedir. Örneğin ülkede yaşayan Müslümanların genel nüfusa oranı sadece %2 olmasına rağmen bu oran 30 milyon kişiye denk gelmektedir.

Ekonomik Politikalar

Çin ekonomisinin reformlar sonrasında gösterdiği gelişme çarpıcıdır. Gayrisafi Millî Hasıla artışı dikkate alındığında, Çin 1978’den itibaren yılda ortalama %9 oranında büyürken, 1990’lı yıllarda bu oran %10’u geçmiştir. Çin, bu verilerle dünyanın ikinci büyük ülke ekonomisi konumundadır. Özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren görülen büyüme dikkat çekicidir. Çin ekonomisinin en büyük avantajlarından biri geniş bir iç pazara sahip olmasıdır. Bu durum, özellikle küresel krizlerin dengelenmesi açısından ülke ekonomisine dayanıklılık kazandırmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesinin ardında ayrıca ucuz emek arzının bolluğu, yabancı ve yerli sermayenin olması ve devletin ekonomik büyümeyi en önemli ulusal hedef hâline getirmesi yatmaktadır. İş gücü maliyetlerinin düşüklüğünü göstermesi açısından örnek olarak otomobil fabrikasında çalışan bir Çinli işçinin saatlik kazancı 1,5 dolarken aynı işi yapan Amerikalı bir işçi saatte 55 dolar kazanmaktadır (Roskin, 2009: 573). Çin’de özel sektörün gelişmesine rağmen devlet hâlâ en önemli ekonomik aktördür. Kamu iktisadi teşebbüsleri ve devlet bankaları, devlet ve parti görevlileri tarafından kontrol edilmektedir. Bununla beraber devlet işletmelerinin birçoğu piyasada rekabet etmek için özel sektör şubeleri açmaktadırlar.

Çin’de nüfus kontrolü de önemli bir politika alanı olmuştur. 1970’lerde ve 1980’lerin başlarında Çin yönetimi aileleri daha az çocuk sahibi olmak için teşvik etmiştir. Bu tarihlerde tek çocuk politikası da uygulamaya konmuştur. Nüfus artış hızı bu politikalar sonucunda yavaşlamıştır. Ortalama yaşam süresinin artması ile birlikte Çin’de 65 yaşın üzerindeki kişi sayısı giderek artmaktadır. Tek çocuk politikasının bir sonucu olarak, ailenin tek çocuğu çalışma yaşına geldiğinde kendi anne ve babasının yanında bir önceki kuşak ile de ilgilenmek zorunda kalacaktır. Çin’de doğurganlık oranı 1,6 düzeyindedir. Bu oran gelişmiş ülkelerdeki oranlar seviyesindedir. Çin yönetimine göre tek çocuk politikası sayesinde Çin nüfusu kontrol altına alınabilmiştir. Diğer taraftan tek çocuk politikasının uygulanmasında istisnalara da yer verilmektedir. Coğrafi bölge, meslek, ilk çocuğun cinsiyeti gibi faktörlere bağlı olarak istisnalar tanınabilmektedir. Bazı aileler ise yasal ceza miktarını ödeyerek ikinci çocuğa sahip olmayı tercih etmektedirler. Tek çocuk politikasının uygulanması zorunlu kürtajlar, cinsiyet tercihli kürtajlar, erkek çocuk sayısının fazlalığı gibi olumsuz sonuçlar da doğurmuştur. Ülke nüfusunun 2030 yılında 1,5 milyar seviyesine çıktıktan sonra daha fazla artmayacağı hesaplanmaktadır.

Uluslararası Sistem ve Çin

Çin’in 1949 sonrası politikaları tarihteki gücüne tekrar kavuşma gayretleri olarak değerlendirilebilir. 1970’li yılların sonuna kadar Çin Halk Cumhuriyeti dünyaya kapalı bir ülkeydi. Mao döneminde ülke sadece Batı’daki kapitalist ülkelerle değil ideolojik yakınlığı bulunan Sovyetler Birliği’ne de 1950’lerin ortalarından itibaren ters düşmüştür. 21. yüzyılın başında Çin uluslararası politikada en önemli devletlerden birisi hâline gelmiştir. Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki önemi Japonya’nın bölgesel önemini geçmiştir. Bugün dünyanın en fazla ticaret yapan birkaç ülkesinden biridir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin veto yetkisi olan beş daimi üyesi arasındadır. Dünyanın en kalabalık ordusuna ve nükleer silahlara sahip olan Çin, donanmasını da hızla modernize etmektedir (Joseph, 2009: 3). Çin’in dünya siyasetinde etkisinin artmasını olumlu karşılayanlar kadar olumsuz yönlerine de dikkat çekenler bulunmaktadır. En çok tartışılan konulardan birisi Çin’in ABD’yi dengeleyen küresel bir güç olup olamayacağı ve ne tür bir küresel güç olacağıdır. Çin yönetimine göre Çin dünya siyasetinde barış içerisinde bir yükseliş içerisindedir. Öte yandan Çin’in bölgedeki emelleri Japonya, Filipinler, Malezya, Endonezya ve Vietnam gibi bölge ülkelerini tedirgin etmekte, Tayvan sorununu daha da çözümsüz hâle getirmektedir.

ABD-Çin ilişkilerini büyük ölçüde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler belirlemektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 400 milyar dolardır. Ayrıca her iki ülke diğerinde doğrudan yatırımlar yapmaktadır. ABD Çin’in en büyük ticaret ortağıdır. ABD için ise Çin, Kanada’dan sonra en çok ticaret yaptığı ikinci ülkedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin tam olarak sorunsuz yürüdüğünü söylemek mümkün değildir. ABD’nin Yugoslavya’ya müdahalesi sırasında yanlışlıkla Çin büyükelçiliğinin bombalanması gibi olayların ardından kısa dönemli gerginlikler yaşanabilmektedir. 2010 yılından bu yana Çin ile Japonya arasında yaşanan gerginliklerden ÇinAmerikan ilişkileri de olumsuz etkilenmiştir. 2012 yılının ikinci yarısında Japonya ile ABD arasında ortak tatbikat yapılacağı şeklindeki haberlere karşı Çin gerekirse karşılık vereceğini bildirmiştir.

Çin ile Türkiye arasındaki ilişkiler görece sorunsuz yürümektedir. 18. Ulusal Parti Kongresinde parti genel sekreterliğine getirilen ve 2013 yılında devlet başkanlığına gelmesi beklenen Şi Cingping, 2012 yılının Şubat ayında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Aynı yılın Nisan ayında ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bakanlar, bürokratlar ve üç yüz kişilik iş adamı heyeti ile Çin’i ziyaret etmiştir. 2012 yılı Türkiye’de Çin yılı olarak ilan edilmiştir. 2013 ise Çin’de Türkiye yılı olarak ilan edilmiştir. Türkiye ile Çin ilişkilerinde en önemli sorun kaynağı Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerinin durumudur. Başbakan’ın en son Çin ziyaretine Doğu Türkistan bölgesinden başlaması bu konuda da olumlu yönde adımlar atıldığının göstergesidir. Çin’le olan ilişkilerimizde en önemli sorunlardan birisi de bu ülkeyle olan ticaretimizin önemli miktarda açık vermesidir. Çin Türkiye’ye hem çok daha fazla hem de çok çeşitli ürünler satmaktadır. Türkiye’nin Çin’le olan ilişkilerinde en önemli amaçlarından birisi ticaretimizi miktarını artırmak ve çeşitlendirmektir. Siyasi olarak ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ve veto hakkı olan Çin’in şimdiye kadar beklentilerimizi karşıladığını söylemek zordur.

Siyasal Kurumlar ve Siyasal Yapı

Asya kıtasındaki diğer devletlerde olduğu gibi Çin’de 20. yüzyıla kadar olan tarihinde demokratik yönetim tecrübesine sahip olmamıştır. Ülkenin kendi geliştirdiği cumhuriyetçi ve demokratik kurumlar, doğal haklar ve özgürlükler gibi kavramlar bulunmamaktadır. Asya toplumlarında daha çok sosyal yükümlülükler ve vatandaşlık görevleri vurgulanmıştır. Otoriter hanedanlık yönetimleri uzun süre varlıklarını korumuşlardır (Magstadt, 2011: 264). Batılılar Asya’da en yaygın siyasal sistemi ‘doğu despotizmi’ olarak tanımlamışlardır. Bunun da en tipik örneğini Çin oluşturur. Buna göre otoriter hanedan yönetimleri merkezî bürokratik örgüt yardımı ile hak ve özgürlüklere sahip olmayan hiyerarşik bir toplumu yönetirler.

Komünist İdeoloji

Çin siyasal sisteminde Komünist parti hâkimiyeti komünist ideoloji ile meşrulaştırılmaktadır. Çin Komünist parti tüzüğü komünizmin kurulmasını en yüksek ideal ve nihai amaç olarak yer vermektedir. Karl Marks’ın fikirlerine dayanan komünist sistem işçi veya köylülerin kendilerini sömüren sınıflara karşı mücadelesinin en son aşamasında kurulur. Buna göre Komünist sistemde bütün mülkiyet devletin olacak ve sınıf ayrımı ortadan kalkacaktır. Devrim gerçekleştikten sonra ilk aşamada yönetimde işçilerin diktatörlüğü söz konusudur. Daha sonra sınıf çatışması da ortadan kalkacağı için devlete ihtiyaç duyulmayacak bir döneme geçilecektir. Rusya’da 1917 Komünist devrimine liderlik eden Lenin, Marksist düşünceye bir öncü veya lider parti eklemesi yapmıştır. Buna göre halk yığınlarının devrimci bilinç kazanmasını beklemeden lider ve öncü bir parti halkın gerçek çıkarları için halkı bilinçlendirmeli ve devrime öncülük etmelidir. Devrimden sonra da yönetimde kalacak olan bu parti devlete ve topluma rehberlik edecektir. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile yönetilecek olan partide tartışma ve görüş alış verişi olsa da parti liderliği karar verdiğinde sorgusuz itaat edilecektir. Partinin ideolojik ve örgütsel liderliği komünist sistemin kurulması için zorunludur.

Çin Komünist Partisi

Çin’de Komünist parti rejiminin ayakta kalmasının nedenleri arasında özellikle ekonomik alanda yeniliklere açık ve reformist olması gösterilmektedir. Mao’nun ölümünden sonra yönetime gelen liderler ülkenin merkezî planlama ile yönetilen ekonomisini kısmi bir piyasa ekonomisine dönüştürmüşlerdir. Ekonomik alanda reformlar serbestleşme ve açılım getirmişken siyasi olarak da siyasal gücün Mao döneminde olduğu gibi tek bir kişide toplanmaması ve kurumsallaşması için adımlar atılmıştır. Bu değişimlerle birlikte Komünist partisi de belirli ölçüde değişim geçirmiştir (Joseph, 2009: 5). Mao dönemindeki tek adam yönetiminden farklı olarak liderlik parti içerisindeki bir seçkin grup tarafından paylaşılmaktadır. Ortak liderlik yanında görev sürelerine de sınırlamalar getirilmiştir. Örneğin, eski Sovyetler Birliği’nde Komünist yönetim liderleri ölünceye kadar görevde kalabilirken, Çin’de beş yıllık iki dönem sınırlaması getirilmiştir.

Komünist partisinin yapısına baktığımızda en etkin parti organı Komünist partisi Politbüro Daimi Komitesidir. Daimi Komitede genellikle en seçkin ve en yaşlı Komünist parti üyeleri yer almaktadır. Liderler oy birliği ile karar almaktadır. Bu nedenle Mao ve Deng dönemindeki tek lider hâkimiyetinden bugün söz etmek mümkün değildir. Komünist partisi liderliği bir grup olarak icra edilmektedir. İç işleyişi ve karar alma mekanizması bilinmemekle beraber ülkenin en önemli siyasal kararlarını veren dokuz üyeli Komünist parti Politbüro Daimi Komitesi ve 25 üyeli Politbüro içerisinde zaman zaman rekabet de yaşanmaktadır. Bu iki kurum Çin siyasal sisteminin en üst noktasında yer almaktadır. Daimi Komite, partinin Merkez Komitesi genel sekreterinin başkanlığında haftalık toplantılar yapar. Politbüro’daki her üyenin sorumlu olduğu bir politika alanı vardır.

Çin Anayasası’na göre ülkenin yasama organı olan Ulusal Halk Meclisi, Bakanlar Konseyini, devlet başkanını, Yüksek Halk Mahkemesini, başsavcıyı ve orduyu seçer ve denetler. Uygulamada ise parlamento da Komünist partinin kontrolündedir. Parlamento üyeleri daha önceden parti tarafından hazırlanıp önlerine getirilen her türlü belgeyi onaylamak durumunda kalırlar. Çin siyasal sisteminde etkileri sınırlı olmakla birlikte ayrıca Politik Danışma Platformları ve Komünist parti dışında küçük partiler de vardır. Bu partiler ve danışma kurulları Komünist partinin direktifleri dışına çıkamazlar. Parti ve devlet örgütlenmesinde her bir organ bir üst düzey organı seçmektedir. Uygulamada ise parti hangi delegelerin bir üst organa seçileceklerini belirlemektedir.

Devlet Kurumları

Çin’de en önemli devlet organları Ulusal Halk Kongresi, Devlet Başkanı ve Devlet Konseyi’dir. Çin siyasal sisteminde cumhurbaşkanlığı makamı semboliktir. Başbakan ve Devlet Konseyi (Bakanlar Kurulu) ülke politikalarının yürütülmesinden sorumludur. Komünist partinin denetiminde olan Ulusal Halk Kongresi ise anayasaya göre ülkede en yetkili organdır.

Çin’de anayasal olarak en üstün devlet organı Ulusal Halk Kongresi’dir. Kongre seçimleri kademeli olarak gerçekleştirilir. En küçük coğrafi ve işlevsel (mesleki) birimlerden başlayarak üst birim meclislerine delegeler seçilir. Seçimler beş yılda bir yapılır. Ulusal Halk Kongresi’nin üye sayısı yaklaşık üç bin kişidir. Yapısı tek meclislidir. Yılın belirli bir döneminde çok kısa süre ile toplanır.

Çin’de devlet başkanlığı makamı semboliktir. Buna rağmen makamın önemi başkanın yürüteceği diğer görevlere göre artabilmektedir. 1982 Anayasası’na göre devlet başkanını ve başkan yardımcısını Ulusal Halk Kongresi’nin Daimi Komisyonu aday gösterir ve Kongre başkanı beş yıllık bir süre için seçer. Devlet başkanı en az kırk beş yaşında, seçilme yeterliliğine sahip Çin vatandaşları arasından seçilmektedir.

Çin sisteminde en önemli yürütme organı Devlet Konseyidir (Bakanlar Kurulu). Bakanlar Kurulu üyeleri başbakanın teklifi üzerinde Ulusal Halk Kongresi tarafından seçilir ve yaklaşık 50 üyesi vardır. Devlet Konseyi 1980’li yıllara kadar Komünist parti kararlarının uygulayıcısı konumunda iken son yıllarda önemi giderek artmıştır. Devlet Konseyi’nin üyeleri aynı zamanda Parti Merkez Komitesi ve Politbüro üyesi olduğundan, kararları bu kurumlar vermekteydiler. Devlet Konseyi üye sayısı fazla olduğundan haftada iki kez toplanan başbakan, başbakan yardımcısı, beş devlet bakanı, genel sekreterden oluşan bir kurul Konseyin işlerini yürütmektedir.

Halk mahkemeleri ülkenin yargı merciidir. Devlet düzeyinde kurulan Yüksek Halk Mahkemesi’nin yanı sıra eyalet, özerk bölge ve merkeze doğrudan bağlı şehirlerde yüksek halk mahkemeleri, daha alt birimlerde de orta düzey ve yerel halk mahkemeleri kurulur. Ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Yüksek Halk Mahkemesinin yargı yetkisini bağımsız olarak kullanacağı hükmünü içerse de yargı makamları da Komünist partinin denetimi altındadır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ordunun büyük rolü olmuştur. Mao’ya göre siyasal iktidarın ele geçirilmesinin en önemli aracı silahlı güç yani ordudur. Halk Kurtuluş Ordusu ile Komünist Parti iç savaşta milliyetçilere karşı ve Japon işgaline karşı mücadele sürecinde birbirinden ayrılmaz iki kurum olmuştur. Bugün de Komünist partinin Politbürosu ile örtüşen Merkezî Ordu Komisyonu askerî konularda en yüksek karar alma organıdır.

Merkezi Yönetim ve Bölgeler

Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’na göre Çin’deki idari yapı esas olarak şöyle düzenlenmiştir: Tüm ülke eyaletlere, özerk bölgelere ve doğrudan doğruya merkeze bağlı şehirlere bölünmüştür. Özerk bölgeler ve özerk iller azınlık etnik grupların özerklik uyguladıkları yerlerdir. Devlet gerekli gördüğü zaman özel idari bölgeler kurabilir. Eyalet valileri merkezden atanır. Günümüzde Çin’de merkeze doğrudan bağlı 4 şehir, 22 eyalet, 5 özerk bölge ve 2 özel idari bölge olmak üzere eyalet düzeyinde 34 coğrafi idari kuruluş bulunmaktadır. Çin’in üniter devlet yapısı içerisinde bölgelerin hareket alanı olmasına rağmen merkeze bağımlıdırlar. Merkezî yönetim bakanlıklarının her bölgede temsilcileri bulunmaktadır. Eyalet yöneticileri Komünist partisinin yetkili organları tarafından atanıp görevden alınmaktadır. Merkezî yönetim bölgeleri mali yönden de denetleyebilmektedir.

Otonom bölgeler kültürel konularda sınırlı özerkliğe sahip olsa da siyasi ve askeri bakımından merkeze bağlıdırlar. Doğu Türkistan (Sincan) bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri ile Tibet’te yaşayan Budist kültüre sahip toplum tarihlerinde bağımsızlık deneyimi yaşamışlardır. Devlet yetkilileri Çini üniter çok uluslu bir devlet olarak tanımlamakta ve etnik grupların durumunun iyileştirilmesinin ülkenin uzun dönemdeki güvenliğini ve sosyal uyumunu etkileyeceğini belirtmektedirler. Çin’de baskın grup olan Han Çinlileri ile özerk bölgelerde yaşayan etnik gruplar arasındaki ilişkiler kimi zaman gergin olabilmektedir. Çin özerk bölgelerde uyguladığı nüfus politikası ile Han etnik grubunun bu bölgelerdeki varlığını önemli derecede artırmıştır. 1945’te Doğu Türkistan’da %6 olan Çinli nüfus oranı 2010 yılında %50’ye yaklaşmıştır. Çin yönetiminin baskıcı politikaları önemli isyanlara neden olmaktadır.

Siyasal Sistemin Şekillenmesine Etki Eden Dinamikler

Medeniyeti MÖ 2000 yıllarına kadar geriye giden Çin, ilk olarak MÖ 221 yılında bir imparatorluk olarak ülke birliğini sağlamıştır. Bu tarihten itibaren iç karışıklıklar olmakla birlikte farklı hanedanlar ülkeyi 20. yüzyıla kadar merkezî bir imparatorluk olarak yönetmişlerdir. İmparatorluk döneminde ülkenin sınırları genişlemiş, ülke yönetiminde önemli rol oynayacak bürokratik bir sistem ortaya çıkmıştır. Çin’de imparatorluk döneminde bürokraside görev almak isteyenler ünlü Çinli düşünür Konfüçyüs’ün öğretilerinin ana kısmını oluşturduğu sınavlardan geçerek göreve gelmişlerdir. Bu nedenle Çin’de siyasal kültür Konfüçyüs’ün itaate, otoriteye ve hiyerarşiye önem veren öğretileri ile şekillenmiştir. Konfüçyüs otoriteye itaat, yaşlılara ve idarecilere saygı, yöneticilerin adil yönetme sorumluluğu ve eğitimin önemini vurgulamıştır. Çin’de hanedanlar değişse de merkezî bürokratik sisteme ve Konfüçyüs değerlerine dayanan imparatorluk korunmuştur.

Avrupalı sanayileşen devletler, 18. ve 19. yüzyılda dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi pazar ve ham madde ihtiyacı nedeniyle Çin’i de dışa açılmaya ve serbest ticarete zorlamış, ülkeyi sömürge hâline getirmeye çalışmışlardır. Örneğin, Çin’in direnmesine rağmen Britanya, Çin ile ticaretini kendi lehine çevirmek, ticaret açığını kapatabilmek için askeri güç kullanmıştır. 19. yüzyılda Britanya’nın galip ayrıldığı Afyon savaşları Çin’in emperyalist devletlere karşı direncinin azaldığının ilk göstergeleri arasındadır. Batılılarla yaptığı savaşları kaybetmeye başlayan Çinliler Batı’nın teknolojisinin üstün olduğunu kabul etmekle birlikte özde kendi kültürlerinin korunması gerektiğini düşünmüşlerdir. 19. yüzyılın sonu Çin için yüzyıllardır devam ettirdiği istikrar ve düzenin değiştiği, Avrupalı devletlere birçok alanda imtiyazlar tanımak zorunda kaldığı bir dönemdir. 19. yüzyıla gelindiğinde ülke bir nüfus patlaması da yaşamıştır. Nüfus artışı ekonomik durgunluk ve yoksulluğun nedenlerinden birisi olmuştur. Ülkede köylülerin toprak sahipleri ve devlet tarafından sömürülmesi isyanları da beraberinde getirmiştir. Örneğin, Tayping isyanında 20 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İmparatorluğun reform çabaları sonuç vermeyince 1912 yılında milliyetçi bir devrim ile cumhuriyet kurulmuştur.

Cumhuriyet Dönemi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Bu dönemde ülkedeki en etkin iki siyasal örgüt ikinci dünya savaşına kadar ülkeyi yöneten Milliyetçi Parti ve 1921 yılında kurulan Komünist partisi olmuştur. Rusya’daki komünist devrimin etkisi ile Çin’de kurulan Komünist Parti, ülkeyi yöneten milliyetçilere yerel askeri güçlere karşı mücadelede destek vermiştir. Milliyetçiler ise ülkede kontrolü sağladıktan sonra Komünistleri etkisiz hâle getirmeye çalışmışlardır. Milliyetçilerin saldırılarından korunmak için Komünist parti ve destekçileri 6,000 kilometrelik bir geri çekilme ile ülkenin iç bölgelerinde tekrar örgütlenmişlerdir. ‘Uzun Yürüyüş’ olarak adlandırılan ve komünist rejim için sembolik öneme sahip olan bu harekete katılanlardan birçoğu Komünist dönemde uzun yıllar ülkenin siyasal yönetiminde söz sahibi olacaklardır. Bu dönemde Komünist parti liderliği gerilla savaşı taktikleri ile köylüleri saflarına çekerek milliyetçilerin kontrolündeki şehirlere yönelik yıpratma eylemleri gerçekleştirmişlerdir. Komünist partinin bu mücadelede temel ilkesi halkın gücünün en ileri savaş teknolojisinden daha üstün olduğu olmuştur. Komünist partisi yaşadığı zorluklara ve baskılara rağmen milyonlarca köylünün desteğini alarak önce Japon işgaline karşı direnişte kendini göstermiş, daha sonra iç savaşta milliyetçiler karşısında zafer kazanmıştır. Milliyetçilerin yenilgisinde ülkenin 1937’de Japonya tarafından tamamen işgal edilme girişimi ve Komünist Partinin Japonlara karşı mücadelede ön plana çıkması da etkili olmuştur.

Mao Dönemi

Çin Komünist partisi 1949 yılında iktidara geldiğinde Çin’de yüzyıllardır süregelen toplumsal hiyerarşik yapıları ve eşitsizlikleri yok etme vaatlerini çeşitli politikalarla gerçekleştirme çabasına girmiştir. Japonlara karşı olan mücadele sonucunda kazandığı halk desteğini de arkasına alarak toprak reformu gibi birçok alanda eşitlikçi sosyal reformları başlatmıştır. Afyon bağımlılığı ve fuhuş ile mücadelede başarılı sonuçlar alınmıştır. Kadının aileden başlayarak diğer toplumsal alanlarda statüsünün artırılması için hukuksal reformlara gidilmiştir. Bu reformları gerçekleştirirken ideolojik propaganda ve ikna çabalarının yanında, rejimin meşruiyetinin yetersiz geldiği durumlarda zor kullanma yoluna da gidebilmiştir (Joseph, 2012, 630).

Mao Sonrası Dönem

Mao’nun 1976 yılında ölümünden sonra Komünist parti liderliği Mao’nun geleneğine ve fikirlerine sadık olanlar ve Deng Şayping’in liderliğinde reform yanlısı olanlar şeklinde iki hizbe bölünmüştür. 1978 yılına gelindiğinde Deng ve taraftarları iktidarı ele geçirmişlerdir. Deng Şayping kültürel devrim döneminde iki defa sağcı olduğu gerekçesi ile parti yönetiminden uzaklaştırılmış birisidir. İdeolojiden çok pragmatizme inanmaktadır. Köylülere özel mülkiyet hakkı tanınması ile ilgili olarak ‘fare yakaladığı sürece kedinin beyaz veya siyah olması önemli değildir’ diyebilmiştir. Deng’in iktidara gelmesinde ordu içerisindeki bağlantıları da önemli rol oynamıştır. Deng resmî olarak hiçbir görevi üstlenmese de 1997 yılında ölümüne kadar ülke yönetiminde tek lider olmuş, perde arkasından ülkeyi yönetmiştir. Ülkenin ekonomik politikalarındaki değişimin ve dışa açılımının arkasında Deng Şayping yer almıştır. Çin’in bugünkü lideri Hu Jintao’dur. Devlet Başkanlığı ve Komünist partisi genel sekreterliği görevlerini birlikte yürütmektedir. Mao ve Deng dönemlerinden sonra tek adam egemenliğine karşı Komünist parti içerisinde yaş ve dönem sınırlamaları getirilmiştir. Günümüzde Komünist parti liderleri bir kurul olarak ülkeyi yönetmektedirler. Genellikle teknokratlardan oluşan liderler grubu açıkça komünist ideolojiyi benimsediklerini ifade etseler de ekonomik büyümeyi ne sağlıyorsa çekinmeden uygulayabilmektedirler. 2012 yılının Kasım ayında yapılan Komünist partisi genel kongresinde yeni kuşak liderler işbaşına gelmiştir. Ülke yönetiminde gelecek on yıl boyunca söz sahibi olacak olan yeni liderlerin kim olacağı Kongre tarihinden çok önce bilinmekteydi. Yeni liderliğin ekonomik politika ve dış politika konusunda 1978 yılından bu yana takip edilen reformcu çizgiyi devam ettirmesi beklenmektedir.

Sosyoekonomik Yapı

Çin dünyanın en kalabalık nüfusuna sahiptir. En son tahminlere göre Çin’in nüfusu yaklaşık 1 milyar 350 milyon kişidir. Çin’in nüfus artış hızı devletin tek çocuk politikası nedeniyle yavaşlamış olsa da 2025 yılında nüfusun 1,5 milyar civarında olması beklenmektedir. Çin’in etnik yapısına bakıldığında ülkede en kalabalık grup Han Çinlileri olmakla birlikte nüfusunun yaklaşık %8’ini oluşturan 55 ayrı etnik grup coğrafi olarak ülkenin geniş bir alanına yayılmışlardır. Ülke nüfusunun yaklaşık %92’si Han etnik grubuna mensuptur. Tibet ve Doğu Türkistan etnik ayrışmanın en sorunlu olduğu bölgelerdendir. Çin’de Çince’nin mandarin lehçesi ağırlıklı olarak konuşulmaktadır. Ülkede dinî açıdan Budizm, Taoizm ve Çin’in diğer geleneksel dinleri en önde gelen dinlerdir. Müslümanlık ve Hristiyanlık da önemli dinler arasındadır. Çin’in nüfusunun kalabalık olması nedeniyle küçük nüfus oranları bile oldukça büyük nüfus gruplarına karşılık gelmektedir. Örneğin ülkede yaşayan Müslümanların genel nüfusa oranı sadece %2 olmasına rağmen bu oran 30 milyon kişiye denk gelmektedir.

Ekonomik Politikalar

Çin ekonomisinin reformlar sonrasında gösterdiği gelişme çarpıcıdır. Gayrisafi Millî Hasıla artışı dikkate alındığında, Çin 1978’den itibaren yılda ortalama %9 oranında büyürken, 1990’lı yıllarda bu oran %10’u geçmiştir. Çin, bu verilerle dünyanın ikinci büyük ülke ekonomisi konumundadır. Özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren görülen büyüme dikkat çekicidir. Çin ekonomisinin en büyük avantajlarından biri geniş bir iç pazara sahip olmasıdır. Bu durum, özellikle küresel krizlerin dengelenmesi açısından ülke ekonomisine dayanıklılık kazandırmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesinin ardında ayrıca ucuz emek arzının bolluğu, yabancı ve yerli sermayenin olması ve devletin ekonomik büyümeyi en önemli ulusal hedef hâline getirmesi yatmaktadır. İş gücü maliyetlerinin düşüklüğünü göstermesi açısından örnek olarak otomobil fabrikasında çalışan bir Çinli işçinin saatlik kazancı 1,5 dolarken aynı işi yapan Amerikalı bir işçi saatte 55 dolar kazanmaktadır (Roskin, 2009: 573). Çin’de özel sektörün gelişmesine rağmen devlet hâlâ en önemli ekonomik aktördür. Kamu iktisadi teşebbüsleri ve devlet bankaları, devlet ve parti görevlileri tarafından kontrol edilmektedir. Bununla beraber devlet işletmelerinin birçoğu piyasada rekabet etmek için özel sektör şubeleri açmaktadırlar.

Çin’de nüfus kontrolü de önemli bir politika alanı olmuştur. 1970’lerde ve 1980’lerin başlarında Çin yönetimi aileleri daha az çocuk sahibi olmak için teşvik etmiştir. Bu tarihlerde tek çocuk politikası da uygulamaya konmuştur. Nüfus artış hızı bu politikalar sonucunda yavaşlamıştır. Ortalama yaşam süresinin artması ile birlikte Çin’de 65 yaşın üzerindeki kişi sayısı giderek artmaktadır. Tek çocuk politikasının bir sonucu olarak, ailenin tek çocuğu çalışma yaşına geldiğinde kendi anne ve babasının yanında bir önceki kuşak ile de ilgilenmek zorunda kalacaktır. Çin’de doğurganlık oranı 1,6 düzeyindedir. Bu oran gelişmiş ülkelerdeki oranlar seviyesindedir. Çin yönetimine göre tek çocuk politikası sayesinde Çin nüfusu kontrol altına alınabilmiştir. Diğer taraftan tek çocuk politikasının uygulanmasında istisnalara da yer verilmektedir. Coğrafi bölge, meslek, ilk çocuğun cinsiyeti gibi faktörlere bağlı olarak istisnalar tanınabilmektedir. Bazı aileler ise yasal ceza miktarını ödeyerek ikinci çocuğa sahip olmayı tercih etmektedirler. Tek çocuk politikasının uygulanması zorunlu kürtajlar, cinsiyet tercihli kürtajlar, erkek çocuk sayısının fazlalığı gibi olumsuz sonuçlar da doğurmuştur. Ülke nüfusunun 2030 yılında 1,5 milyar seviyesine çıktıktan sonra daha fazla artmayacağı hesaplanmaktadır.

Uluslararası Sistem ve Çin

Çin’in 1949 sonrası politikaları tarihteki gücüne tekrar kavuşma gayretleri olarak değerlendirilebilir. 1970’li yılların sonuna kadar Çin Halk Cumhuriyeti dünyaya kapalı bir ülkeydi. Mao döneminde ülke sadece Batı’daki kapitalist ülkelerle değil ideolojik yakınlığı bulunan Sovyetler Birliği’ne de 1950’lerin ortalarından itibaren ters düşmüştür. 21. yüzyılın başında Çin uluslararası politikada en önemli devletlerden birisi hâline gelmiştir. Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki önemi Japonya’nın bölgesel önemini geçmiştir. Bugün dünyanın en fazla ticaret yapan birkaç ülkesinden biridir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin veto yetkisi olan beş daimi üyesi arasındadır. Dünyanın en kalabalık ordusuna ve nükleer silahlara sahip olan Çin, donanmasını da hızla modernize etmektedir (Joseph, 2009: 3). Çin’in dünya siyasetinde etkisinin artmasını olumlu karşılayanlar kadar olumsuz yönlerine de dikkat çekenler bulunmaktadır. En çok tartışılan konulardan birisi Çin’in ABD’yi dengeleyen küresel bir güç olup olamayacağı ve ne tür bir küresel güç olacağıdır. Çin yönetimine göre Çin dünya siyasetinde barış içerisinde bir yükseliş içerisindedir. Öte yandan Çin’in bölgedeki emelleri Japonya, Filipinler, Malezya, Endonezya ve Vietnam gibi bölge ülkelerini tedirgin etmekte, Tayvan sorununu daha da çözümsüz hâle getirmektedir.

ABD-Çin ilişkilerini büyük ölçüde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler belirlemektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 400 milyar dolardır. Ayrıca her iki ülke diğerinde doğrudan yatırımlar yapmaktadır. ABD Çin’in en büyük ticaret ortağıdır. ABD için ise Çin, Kanada’dan sonra en çok ticaret yaptığı ikinci ülkedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin tam olarak sorunsuz yürüdüğünü söylemek mümkün değildir. ABD’nin Yugoslavya’ya müdahalesi sırasında yanlışlıkla Çin büyükelçiliğinin bombalanması gibi olayların ardından kısa dönemli gerginlikler yaşanabilmektedir. 2010 yılından bu yana Çin ile Japonya arasında yaşanan gerginliklerden ÇinAmerikan ilişkileri de olumsuz etkilenmiştir. 2012 yılının ikinci yarısında Japonya ile ABD arasında ortak tatbikat yapılacağı şeklindeki haberlere karşı Çin gerekirse karşılık vereceğini bildirmiştir.

Çin ile Türkiye arasındaki ilişkiler görece sorunsuz yürümektedir. 18. Ulusal Parti Kongresinde parti genel sekreterliğine getirilen ve 2013 yılında devlet başkanlığına gelmesi beklenen Şi Cingping, 2012 yılının Şubat ayında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Aynı yılın Nisan ayında ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bakanlar, bürokratlar ve üç yüz kişilik iş adamı heyeti ile Çin’i ziyaret etmiştir. 2012 yılı Türkiye’de Çin yılı olarak ilan edilmiştir. 2013 ise Çin’de Türkiye yılı olarak ilan edilmiştir. Türkiye ile Çin ilişkilerinde en önemli sorun kaynağı Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerinin durumudur. Başbakan’ın en son Çin ziyaretine Doğu Türkistan bölgesinden başlaması bu konuda da olumlu yönde adımlar atıldığının göstergesidir. Çin’le olan ilişkilerimizde en önemli sorunlardan birisi de bu ülkeyle olan ticaretimizin önemli miktarda açık vermesidir. Çin Türkiye’ye hem çok daha fazla hem de çok çeşitli ürünler satmaktadır. Türkiye’nin Çin’le olan ilişkilerinde en önemli amaçlarından birisi ticaretimizi miktarını artırmak ve çeşitlendirmektir. Siyasi olarak ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ve veto hakkı olan Çin’in şimdiye kadar beklentilerimizi karşıladığını söylemek zordur.

Siyasal Kurumlar ve Siyasal Yapı

Asya kıtasındaki diğer devletlerde olduğu gibi Çin’de 20. yüzyıla kadar olan tarihinde demokratik yönetim tecrübesine sahip olmamıştır. Ülkenin kendi geliştirdiği cumhuriyetçi ve demokratik kurumlar, doğal haklar ve özgürlükler gibi kavramlar bulunmamaktadır. Asya toplumlarında daha çok sosyal yükümlülükler ve vatandaşlık görevleri vurgulanmıştır. Otoriter hanedanlık yönetimleri uzun süre varlıklarını korumuşlardır (Magstadt, 2011: 264). Batılılar Asya’da en yaygın siyasal sistemi ‘doğu despotizmi’ olarak tanımlamışlardır. Bunun da en tipik örneğini Çin oluşturur. Buna göre otoriter hanedan yönetimleri merkezî bürokratik örgüt yardımı ile hak ve özgürlüklere sahip olmayan hiyerarşik bir toplumu yönetirler.

Komünist İdeoloji

Çin siyasal sisteminde Komünist parti hâkimiyeti komünist ideoloji ile meşrulaştırılmaktadır. Çin Komünist parti tüzüğü komünizmin kurulmasını en yüksek ideal ve nihai amaç olarak yer vermektedir. Karl Marks’ın fikirlerine dayanan komünist sistem işçi veya köylülerin kendilerini sömüren sınıflara karşı mücadelesinin en son aşamasında kurulur. Buna göre Komünist sistemde bütün mülkiyet devletin olacak ve sınıf ayrımı ortadan kalkacaktır. Devrim gerçekleştikten sonra ilk aşamada yönetimde işçilerin diktatörlüğü söz konusudur. Daha sonra sınıf çatışması da ortadan kalkacağı için devlete ihtiyaç duyulmayacak bir döneme geçilecektir. Rusya’da 1917 Komünist devrimine liderlik eden Lenin, Marksist düşünceye bir öncü veya lider parti eklemesi yapmıştır. Buna göre halk yığınlarının devrimci bilinç kazanmasını beklemeden lider ve öncü bir parti halkın gerçek çıkarları için halkı bilinçlendirmeli ve devrime öncülük etmelidir. Devrimden sonra da yönetimde kalacak olan bu parti devlete ve topluma rehberlik edecektir. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile yönetilecek olan partide tartışma ve görüş alış verişi olsa da parti liderliği karar verdiğinde sorgusuz itaat edilecektir. Partinin ideolojik ve örgütsel liderliği komünist sistemin kurulması için zorunludur.

Çin Komünist Partisi

Çin’de Komünist parti rejiminin ayakta kalmasının nedenleri arasında özellikle ekonomik alanda yeniliklere açık ve reformist olması gösterilmektedir. Mao’nun ölümünden sonra yönetime gelen liderler ülkenin merkezî planlama ile yönetilen ekonomisini kısmi bir piyasa ekonomisine dönüştürmüşlerdir. Ekonomik alanda reformlar serbestleşme ve açılım getirmişken siyasi olarak da siyasal gücün Mao döneminde olduğu gibi tek bir kişide toplanmaması ve kurumsallaşması için adımlar atılmıştır. Bu değişimlerle birlikte Komünist partisi de belirli ölçüde değişim geçirmiştir (Joseph, 2009: 5). Mao dönemindeki tek adam yönetiminden farklı olarak liderlik parti içerisindeki bir seçkin grup tarafından paylaşılmaktadır. Ortak liderlik yanında görev sürelerine de sınırlamalar getirilmiştir. Örneğin, eski Sovyetler Birliği’nde Komünist yönetim liderleri ölünceye kadar görevde kalabilirken, Çin’de beş yıllık iki dönem sınırlaması getirilmiştir.

Komünist partisinin yapısına baktığımızda en etkin parti organı Komünist partisi Politbüro Daimi Komitesidir. Daimi Komitede genellikle en seçkin ve en yaşlı Komünist parti üyeleri yer almaktadır. Liderler oy birliği ile karar almaktadır. Bu nedenle Mao ve Deng dönemindeki tek lider hâkimiyetinden bugün söz etmek mümkün değildir. Komünist partisi liderliği bir grup olarak icra edilmektedir. İç işleyişi ve karar alma mekanizması bilinmemekle beraber ülkenin en önemli siyasal kararlarını veren dokuz üyeli Komünist parti Politbüro Daimi Komitesi ve 25 üyeli Politbüro içerisinde zaman zaman rekabet de yaşanmaktadır. Bu iki kurum Çin siyasal sisteminin en üst noktasında yer almaktadır. Daimi Komite, partinin Merkez Komitesi genel sekreterinin başkanlığında haftalık toplantılar yapar. Politbüro’daki her üyenin sorumlu olduğu bir politika alanı vardır.

Çin Anayasası’na göre ülkenin yasama organı olan Ulusal Halk Meclisi, Bakanlar Konseyini, devlet başkanını, Yüksek Halk Mahkemesini, başsavcıyı ve orduyu seçer ve denetler. Uygulamada ise parlamento da Komünist partinin kontrolündedir. Parlamento üyeleri daha önceden parti tarafından hazırlanıp önlerine getirilen her türlü belgeyi onaylamak durumunda kalırlar. Çin siyasal sisteminde etkileri sınırlı olmakla birlikte ayrıca Politik Danışma Platformları ve Komünist parti dışında küçük partiler de vardır. Bu partiler ve danışma kurulları Komünist partinin direktifleri dışına çıkamazlar. Parti ve devlet örgütlenmesinde her bir organ bir üst düzey organı seçmektedir. Uygulamada ise parti hangi delegelerin bir üst organa seçileceklerini belirlemektedir.

Devlet Kurumları

Çin’de en önemli devlet organları Ulusal Halk Kongresi, Devlet Başkanı ve Devlet Konseyi’dir. Çin siyasal sisteminde cumhurbaşkanlığı makamı semboliktir. Başbakan ve Devlet Konseyi (Bakanlar Kurulu) ülke politikalarının yürütülmesinden sorumludur. Komünist partinin denetiminde olan Ulusal Halk Kongresi ise anayasaya göre ülkede en yetkili organdır.

Çin’de anayasal olarak en üstün devlet organı Ulusal Halk Kongresi’dir. Kongre seçimleri kademeli olarak gerçekleştirilir. En küçük coğrafi ve işlevsel (mesleki) birimlerden başlayarak üst birim meclislerine delegeler seçilir. Seçimler beş yılda bir yapılır. Ulusal Halk Kongresi’nin üye sayısı yaklaşık üç bin kişidir. Yapısı tek meclislidir. Yılın belirli bir döneminde çok kısa süre ile toplanır.

Çin’de devlet başkanlığı makamı semboliktir. Buna rağmen makamın önemi başkanın yürüteceği diğer görevlere göre artabilmektedir. 1982 Anayasası’na göre devlet başkanını ve başkan yardımcısını Ulusal Halk Kongresi’nin Daimi Komisyonu aday gösterir ve Kongre başkanı beş yıllık bir süre için seçer. Devlet başkanı en az kırk beş yaşında, seçilme yeterliliğine sahip Çin vatandaşları arasından seçilmektedir.

Çin sisteminde en önemli yürütme organı Devlet Konseyidir (Bakanlar Kurulu). Bakanlar Kurulu üyeleri başbakanın teklifi üzerinde Ulusal Halk Kongresi tarafından seçilir ve yaklaşık 50 üyesi vardır. Devlet Konseyi 1980’li yıllara kadar Komünist parti kararlarının uygulayıcısı konumunda iken son yıllarda önemi giderek artmıştır. Devlet Konseyi’nin üyeleri aynı zamanda Parti Merkez Komitesi ve Politbüro üyesi olduğundan, kararları bu kurumlar vermekteydiler. Devlet Konseyi üye sayısı fazla olduğundan haftada iki kez toplanan başbakan, başbakan yardımcısı, beş devlet bakanı, genel sekreterden oluşan bir kurul Konseyin işlerini yürütmektedir.

Halk mahkemeleri ülkenin yargı merciidir. Devlet düzeyinde kurulan Yüksek Halk Mahkemesi’nin yanı sıra eyalet, özerk bölge ve merkeze doğrudan bağlı şehirlerde yüksek halk mahkemeleri, daha alt birimlerde de orta düzey ve yerel halk mahkemeleri kurulur. Ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Yüksek Halk Mahkemesinin yargı yetkisini bağımsız olarak kullanacağı hükmünü içerse de yargı makamları da Komünist partinin denetimi altındadır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ordunun büyük rolü olmuştur. Mao’ya göre siyasal iktidarın ele geçirilmesinin en önemli aracı silahlı güç yani ordudur. Halk Kurtuluş Ordusu ile Komünist Parti iç savaşta milliyetçilere karşı ve Japon işgaline karşı mücadele sürecinde birbirinden ayrılmaz iki kurum olmuştur. Bugün de Komünist partinin Politbürosu ile örtüşen Merkezî Ordu Komisyonu askerî konularda en yüksek karar alma organıdır.

Merkezi Yönetim ve Bölgeler

Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’na göre Çin’deki idari yapı esas olarak şöyle düzenlenmiştir: Tüm ülke eyaletlere, özerk bölgelere ve doğrudan doğruya merkeze bağlı şehirlere bölünmüştür. Özerk bölgeler ve özerk iller azınlık etnik grupların özerklik uyguladıkları yerlerdir. Devlet gerekli gördüğü zaman özel idari bölgeler kurabilir. Eyalet valileri merkezden atanır. Günümüzde Çin’de merkeze doğrudan bağlı 4 şehir, 22 eyalet, 5 özerk bölge ve 2 özel idari bölge olmak üzere eyalet düzeyinde 34 coğrafi idari kuruluş bulunmaktadır. Çin’in üniter devlet yapısı içerisinde bölgelerin hareket alanı olmasına rağmen merkeze bağımlıdırlar. Merkezî yönetim bakanlıklarının her bölgede temsilcileri bulunmaktadır. Eyalet yöneticileri Komünist partisinin yetkili organları tarafından atanıp görevden alınmaktadır. Merkezî yönetim bölgeleri mali yönden de denetleyebilmektedir.

Otonom bölgeler kültürel konularda sınırlı özerkliğe sahip olsa da siyasi ve askeri bakımından merkeze bağlıdırlar. Doğu Türkistan (Sincan) bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri ile Tibet’te yaşayan Budist kültüre sahip toplum tarihlerinde bağımsızlık deneyimi yaşamışlardır. Devlet yetkilileri Çini üniter çok uluslu bir devlet olarak tanımlamakta ve etnik grupların durumunun iyileştirilmesinin ülkenin uzun dönemdeki güvenliğini ve sosyal uyumunu etkileyeceğini belirtmektedirler. Çin’de baskın grup olan Han Çinlileri ile özerk bölgelerde yaşayan etnik gruplar arasındaki ilişkiler kimi zaman gergin olabilmektedir. Çin özerk bölgelerde uyguladığı nüfus politikası ile Han etnik grubunun bu bölgelerdeki varlığını önemli derecede artırmıştır. 1945’te Doğu Türkistan’da %6 olan Çinli nüfus oranı 2010 yılında %50’ye yaklaşmıştır. Çin yönetiminin baskıcı politikaları önemli isyanlara neden olmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.