Açıköğretim Ders Notları

Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü

Giriş

Modern uluslararası sistemin en temel kurucu aktörleri devletlerdir. Yakın tarihte uluslararası sisteme yeni devletlerin katıldığı üç önemli dönem dikkat çekmektedir.

İlk dalga, I. Dünya Savaşı sonucunda Habsburg ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılması sonrası yeni devletlerin ortaya çıkışı ile yaşandı.

İkinci dalga, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan dekolonizasyon süreci yani Avrupalı devletlerin denizaşırı sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıydı.

Üçüncü dalga ise Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin yıkılması ve komünist blokun çözülmesidir.

Bağımsızlıktan Soğuk Savaş Sonrasına: Tarihsel Perspektif

Yeni bağımsız ülkelerin bazısı eski sömürgeci güçlerle aralarındaki bağları gönüllü veya gönülsüz olarak korumak isterken bazıları ise eski sömürgecilerle kendi yollarını tamamen ayırmışlardır. Büyük devletlerle eski sömürgeler veya siyasi ve/ya ekonomik açıdan zayıf devletler arasında özellikle siyaset ve güvenlik alanlarında bağımlılık ilişkileri kurulmasının 20. yüzyıldaki diğer bir yolu ise ittifak anlaşmaları yapılması veya bölgesel paktlar kurulması olmuştur. Böylece 20. yüzyılda ortaya çıkan ve ekonomik verilere dayalı olarak değerlendirilen gelişmişlik-gelişmemişlik ayrımı, eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla uluslararası alanda bir eşitliğin değil fakat geçmişte kalan ve artık iyi gözle bakılmayan sömüren-sömürülen ilişkilerinin yerini yeni bir hiyerarşinin almasına neden oldu. Bu aynı zamanda, gelişmiş olanın gelişmemiş olana onun iyiliği adına müdahale etmesini önce mümkün sonra da gerekli kıldı.

Aslında uluslararası sistemdeki güçlü aktörler de gelişmekte olan ülkeleri kendi yanlarına çekerek küresel sisteme entegre etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede uluslararası sisteme yeni katılan devletleri küresel ekonomi-politik yapılara entegre etmek amacıyla büyük devletler öncülüğünde çok sayıda devletin üyeliğine açık olan uluslararası örgütler kurulmuş veya bazı örgütlerin gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik alt birimleri oluşturulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin mali ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ilk kurumsallaşmış uluslararası destek Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından (IBRD) gelmiştir.

1960’lı yıllara değin yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin uluslararası alandaki talepleri genelde siyasal bağımsızlıklarını korumak, adaletli muamele görmek, uluslararası toplumun eşit üyeleri sayılmak gibi konularla sınırlıydı. Siyasal eşitliğe ulaşmaya çalıştıkları büyük devletlerle aralarındaki ekonomik gelişmişlik farklarının giderilmesi öncelikleri arasında değildi. 1960’lı yıllar ise üçüncü dünya ülkeleri için ekonominin ilk sıraya oturmaya başladığı bir dönem oldu. Gelişmekte olan ülkeler ilk kez 1964 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurarak BM çatısı altında bir araya geldiler. Bu dönemde, kalkınma sorununa dikkat çekilerek, gelişmiş olanların gelişmekte olanlara yardım yapmakla ve ticaret önündeki engelleri kaldırmakla yükümlü oldukları düşüncesi ön plana çıktı.

1970’li yıllar ise farklı gelişmelere sahne oldu. 1973 petrol krizi, gelişmekte olan ülkelerin taleplerinin giderek keskinleşmesi ve dünya ekonomisindeki durgunluk, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliğine yönelik olumlu havayı sekteye uğrattı. İş birliği ve yardımların her iki tarafın da yararına olacağı düşüncesi yerini çıkar çatışması anlayışına bıraktı. Dünyadaki doğal kaynakların kullanımının her iki taraf arasında tartışma konusu olduğu bu dönemde gelişmekte olan ülkeler de üsluplarını ve taleplerini sertleştirerek, kalkınma yardımlarını ve zenginliğin yeniden dağıtılmasını birer hak olarak ifade etmeye başladılar.

Sonuç olarak baktığımızda, sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte büyük ülkelerin eski sömürgelerindeki ekonomik faaliyetleri doğrudan denetlemelerini, ticari faaliyetlerini kontrol etmelerini ve kendi şirketleriyle tekel kurmalarını engelledi. Fakat bu durum bağımlılık ilişkilerini değiştirmedi.

Üçüncü dünya ülkeleri ilki 1964 yılında Cenevre’de toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurdular. 77’ler Grubu, bu konferans esnasında bir araya gelerek ortak bir bildirge imzalayan 77 ülke tarafından kurulmuştur.

Bağlantısızlık hareketi (non-aligned movement), üçüncü dünya ülkelerinin pek çoğunu bir araya getiren bir uluslararası siyasi platform olmuştur. Bağlantısızlar hareketinin başlangıç noktası, 1955 yılında Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanan Asya-Afrika Konferansı’dır. Asya-Afrika hareketi olmanın ötesine geçen Bağlantısızlar hareketi, dünya çapında bir akım hâline gelmiştir. Bağlantısızlar hareketine mensup ülkelerin liderleri günümüze değin zaman zaman toplanarak uluslararası sistemdeki sorunlara ilişkin bildiriler yayımlayarak etkili olmaya çalışmaktadırlar. İlk oluşum yıllarında üzerinde önemle durdukları konuların başında sömürgeciliğin tasfiyesi, genel ve tam silahsızlanma, kendi kaderini tayin hakkının ve bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi geliyordu. Bağlantısızlar hareketi, bir uluslararası örgüte dönüşerek kurumsallaşmamış olmakla beraber, aynı dönemlerde eski sömürge ülkeler tarafından kurulan çeşitli örgütlerle yakın ilişki içinde olmuştur. Bağlantısızlar arasında monarşiler de önemli yer tutmaktadır. Bununla beraber siyasal ve ekonomik yapılarını incelendiğinde görülmektedir ki genelde ekonomik açıdan “sosyalizm”i, siyasal açıdan da “diktatörlük”leri benimsemişlerdir.

Küreselleşme ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Farklılaşması

Küreselleşme genel olarak “iktisadın, siyasetin, kültürün ve bir ülke ideolojisinin diğerine nüfuz etmesini sağlayan ulusal ve uluslar üstü yapı ve süreçlerin oluşması” olarak tanımlanabilir. Küreselleşmenin tarihçesini Antik Dönem’e götürmek mümkün olmakla beraber Avrupalı devletlerin ekonomik açıdan ulus aşan faaliyetlerin artması anlamında küreselleşme ilk olarak 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşiflerle beraber ortaya çıktı. Bu durum, Avrupalıların uluslararası ticaretini artırırken yukarıda bahsettiğimiz üzere dünyanın geri kalanının da sömürgeleştirme veya emperyalizme maruz kalmasına yol açtı. İkinci dalga ise 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ’nin getirdiği üretim artışı ve ham madde ihtiyacının etkisiyle uluslararası ticari faaliyetlerin artmasıyla ortaya çıktı. Genel olarak baktığımızda günümüzde gelişmekte olan ülkeler diye adlandırdıklarımız, küreselleşmenin ilk dalgası neticesinde sömürgeciliğin ve emperyalizmin getirdiği bağımlılık ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkmışlardır. Her zaman için ekonomik ve siyasi bağımsızlık peşinde koşan bu ülkelerin günümüz dünyasındaki rolleri de yine küreselleşme etkisinde, bu kez de gelişmişlik-gelişmemişlik ayrımı biçiminde oluşmuştur.

Günümüzde yaşanan küreselleşmenin üç temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlar teknolojik gelişme, ekonomi politikalarındaki değişim ve Soğuk Savaş sonrasında dünyada yaşanan siyasal gelişmelerdir.

Küreselleşme sürecinin hem ülkelerin iç yapılarında hem de uluslararası sistemde önemli sonuçlarından biri yönetim anlayışının değişmesi olmuştur. Hiyerarşik yönetim anlayışı yerine zamanla çok boyutlu ve çok düzlemli yönetime yani yönetişime geçilmiştir. Bu bağlamda küreselleşme ile uluslararası sistemin aktörleri çoğalmış, geleneksel egemenlik anlayışı sarsılmış ve yeni bazı uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkmıştır. Yönetişim kavramı, bir tarafın diğerini yönettiği bir ast-üst ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerin ön plana çıktığı bir etkileşimler bütününü ifade eder. Birlikte yönetme anlamını taşımaktadır. Küresel yönetişimin iki temel özelliği bulunmaktadır. İlki, yalnızca devletler arasında olmayıp çok uluslu şirketlerden sivil toplum kuruluşlarına değin devlet dışı aktörlerin de katılımıyla gerçekleşmesidir. İkinci özelliği ise hiyerarşik değil de çok düzeyli bir yönetişimi simgelemesidir. Yönetişim sadece hükûmetler veya uluslararası örgütler düzeyinde değil yerel ve bölgesel düzeylerde de gerçekleştirilir. Bu süreçte uluslararası kuruluşlar ve devletlerin yanı sıra çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları (STKlar) gibi devlet dışı aktörler de küresel düzeyde normların ve kuralların hem belirleyicisi hem de hedef kitlesi ve uygulayıcısıdırlar.

Küreselleşmenin ideolojik temeli liberalizme dayanmaktadır. Küreselleşmenin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz etkilerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Gelişmekte olan ülkeler üzerinde küreselleşmenin en önemli etkisi, ekonomik alanda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında karşılıklı bağımlılığın artması olmuştur. Bir yandan üretim süreçlerinin ulus aşan bir niteliğe bürünmesi, diğer taraftan da teknolojik gelişmelerin uluslararası ticareti kolaylaştırması bu durumda etkili olmuştur.

Gelişmekte olan ülkeler 1970’lerden bu yana ekonomik kalkınmada gösterdikleri başarıya dayanarak kendi içlerinde sınıflandırılmaya başlanmışlardır. En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) pek çok açıdan az gelişmiş ülkeler içerisindeki en kırılgan halkayı temsil etmektedir. Yüksek Borçlu Fakir ülkeler, pek çoğu Afrika’da yer alan 39 ülkeden oluşmaktadır. Küreselleşmenin gelişmişgelişmekte olan ülkeler ayrımına en önemli etkilerinden biri de gelişmekte olanların bir kısmı için aradaki ayrımı kaldırmasıdır. Dünya geneline baktığımızda bölgesel örgütlerin kuruluşlarında iki dalga yaşandığını görüyoruz. İlki 1960’larda yaşanmış ve bu dönemde AB benzeri yapılar oluşturmak amacıyla bölgesel örgütler kurulmuştur. Fakat bu denemelerin çoğu başarısız olmuştur. İkinci dalga 1990’lı yıllarda yaşanmış ve APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İş Birliği) gibi gelişmiş ülkeler arasında kurulan ortaklıklar ön plana çıkmıştır. Bölgesel örgütlerde kendi aralarında veya gelişmiş ülkelerle kurulan ortaklıklar biçiminde bir araya gelmelerinin yanı sıra, günümüzde gelişmişlik düzeyleri açısından da dünyanın farklı bölgelerinden devletler arasında paralellikler kurulmakta ve bu ülkeler gruplandırılarak kategorize edilmektedirler. Asya Kaplanları, BRICS ve MIST ülkeleri gibi sınıflandırmalar buna örnektir.

Uluslararası İlişkilerde Gelişmekte Olan Ülkelerin Rolleri

Bölgesel İş Birlikleri

Arap Birliği: Arap Birliği gelişmekte olan ülkeleri bir araya getiren uluslararası örgütlerin ve gruplaşmaların en eskisidir. 1945’te Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün ve Lübnan tarafından Kahire’de kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 22’ye ulaşan örgüt, Suriye’de yaşanan ayaklanma ve Suriye hükûmetinin muhalifleri bastırmak için şiddete başvurması nedeniyle bu ülkenin üyeliğini askıya almıştır. Arap Birliğinin hedefleri arasında ekonomik ve kültürel iş birliğinin yanı sıra Arap dünyasında yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi ve Filistin sorununun çözüme kavuşturulması da bulunmaktadır.

Afrika Birliği: Afrika Birliği, kıtada geçmişten gelen örgütlenme çabalarının son aşamasıdır. Fas hariç Afrika kıtasında bulunan tüm devletler Afrika Birliğine üyedir. Örgüt Afrika’nın küresel ekonomide daha etkin rol oynamasını sağlamanın yanı sıra kıtanın sosyal ve siyasal sorunları ve küreselleşmenin olumsuz etkileriyle de mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Temel hedefleri arasında sömürgecilik ve ırk ayrımcılığı (apartheid) politikalarının kıtadaki kalıntılarının ortadan kaldırılması, üye ülkeler arasında birlik ve dayanışmanın teşvik edilmesi, kalkınma için iş birliği yapılması, üyelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve BM sistemi çerçevesinde uluslararası iş birliğine gidilmesi hedeflenmektedir.

KEİ – Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü : Türkiye ve eski SSCB ülkelerini içine alacak biçimde bölgesel bir iş birliğine gidilmesi fikri 1990 yılında ortaya çıkmış, 1992 yılında İstanbul’da kesinleştirilmiştir. Türkiye, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Moldova, Romanya, Rusya ve Ukrayna örgütün kurucu üyeleridir. 1998 yılında bölgesel bir örgüte dönüştürülmesi kararlaştırılan KEİ’nin üye sayısı 2004 yılında Sırbistan’ın katılımıyla 12’ye çıkmıştır. Üyeler haberleşme, ulaştırma, bilişim, ekonomik ve ticari bilgi alışverişi, mal standardizasyonu, enerji, madencilik, turizm, tarım, veterinerlik hizmetleri, sağlık, bilim ve teknoloji alanlarında iş birliği yapmaktadırlar.

MERCOSUR – Orta ve Güney Amerika Ortak Pazarı: Arjantin ve Brezilya’nın 1980’lerde artan ticaret ilişkilerinin neticesinde 1991 yılında Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay bir anlaşmayla bir araya gelmiş, 1994 yılında ise bölgesel bir örgüt olan Mercosur’u kurmuşlardır. 2006 yılında Venezuela da örgüte üye olmuştur. Meydana gelen ve darbe olarak yorumlanan yönetim değişikliği nedeniyle üyeliğin gerektirdiği demokratik standartları karşılayamadığı düşünülen Paraguay’ın üyeliği Haziran 2012 itibarıyla diğer Mercosur üyeleri tarafından askıya alınmıştır. Mercosur üyeleri arasında malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımı teşvik etmektedir. Hedefleri arasında topluluk dışı ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanması ve üye ülkelerin ekonomi politikalarının ortak biçimde yürütülmesi bulunmaktadır.

ANDEAN Topluluğu: And bölgesi ülkeleri topluluğu anlamına gelen bu Güney Amerika örgütünün temel amacı bölge ülkeleri arasında kalkınma, eşitlik ve bağımsızlık temelli bir bütünleşmeye gidilmesidir. Hâlihazırdaki üyeleri Peru, Kolombiya, Bolivya ve Ekvador’dur. Şili, Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay ortaklık statüsüyle İspanya da gözlemci üye statüsüyle örgütün çalışmalarına katılmaktadırlar.

UNASUR – Güney Amerika Ülkeleri Birliği: 2004 yılında kurulan UNASUR’un üyeleri arasında Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvador, Guyana, Paraguay, Surinam, Peru, Uruguay ve Venezuela bulunmaktadır. Güney Amerika ülkelerinin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal alanların yanı sıra enerji ve altyapı konusunda da iş birliği yapmalarını hedeflemektedir.

ASEAN – Güneydoğu Asya Uluslar Birliği: 1967 yılında Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland ve Singapur tarafından kurulan ASEAN’ın (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) kuruluş amacı komünizme karşı güç birliği oluşturmaktı. Günümüzde ise bu hedefinin ötesinde ekonomi, güvenlik, siyaset ve kültür alanlarında Avrupa Birliği benzeri kapsamlı bir bütünleşmeyi hedeflemektedir.

BDT – Bağımsız Devletler Topluluğu: SSCB’nin dağılmasının ardından Merkezî ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu AB ile bütünleşme yolunu seçerken Rusya ve Kafkasya ile Orta Asya’daki devletler Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Uzun yıllar Komünist bloğun bir parçası olan Baltık ülkeleri Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının sonrasında hızla gerçekleşen finansal reformlarla liberal ekonomiye geçiş yapmışlardır. Özellikle 2000 sonrasında bu ülkeler yüksek büyüme rakamlarına ulaşmışlarıdır. Bu ülkelerin başında Baltık Kaplanları gelmektedir. Baltık Kaplanları, üç Baltık ülkesini, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı ifade eden bir terimdir. altık Kaplanlarını da içeren 12 Merkezî ve Doğu Avrupa ülkesi 2000’li yıllarda AB’ye üye olmuşlardır. BDT’nin kuruluş amacı üyelerin egemen eşitliği prensibini muhafaza ederek örgüt coğrafyasında malların, sermayenin, iş gücünün ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanmasıdır.

Bölgesel Olmayan İş Birlikleri

D-8-Gelişmekte Olan Sekizler : 1997 yılında İstanbul Deklarasyonu ile kurulan ve daimi sekretaryası İstanbul’da bulunan D-8’in (Developing Eight) amacı kalkınmakta olan 8 ülke arasında iş birliğinin sağlanmasıdır. Türkiye, Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya ve Pakistan D-8’e üyedirler. D-8’in hedefleri arasında üyelerin küresel ekonomik ilişkilerdeki etkinliğini artırmak, ticari ilişkilerini çeşitlendirmek, üyelerin uluslararası karar alma mekanizmalarına güçlü biçimde katılımlarını sağlamak ve üye ülkelerdeki halkların yaşam seviyesini yükseltmek bulunmaktadır.

EİT-Ekonomik İş Birliği Teşkilatı : 1964 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan Kalkınma için Bölgesel İş Birliği (RCD) örgütünün devamı niteliğindendir. Üye ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunarak bölge içi ticareti geliştirmeyi hedefleyen örgüt; ticaret, ulaştırma, tarım, enerji, çevre, sağlık, sanayi, maliye ve ekonomi alanlarında iş birliği zemini sağlamaktadır.

OPEC – Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü: 1960 yılında İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela tarafından kurulan OPEC’in genel merkezi Viyana’dadır. OPEC’in kuruluş amacı üye ülkelerin petrol politikalarını uyumlu hâle getirmek ve petrol pazarının istikrarını sağlamaktır. OPEC, en az gelişmiş ve düşük gelirli ülkeler öncelikli olmak üzere oluşturmuş olduğu Uluslararası Kalkınma İçin OPEC Fonu (OFID) aracılığıyla talep eden ülkelerdeki sosyal ve insani kalkınmaya yönelik projeleri desteklemektedir.

İİT-İslam İş Birliği Teşkilatı : Eski adı İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) olan örgütün temeli, 1969 yılında Kudüs’teki El-Aksa Camisi’nin bir Yahudi fanatik tarafından yakılmaya teşebbüs edilmesini görüşmek için İslam ülkelerinin Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanmalarına dayanır. 1970’te kurumsallaşarak daimi bir sekretaryaya kavuşmuştur. Günümüzde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dört kıtadan 57 üyesi ile BM’nin ardından dünyanın ikinci en büyük hükûmetler arası örgütü hüviyetine bürünmüştür. İKÖ, 2011 yılında adını ve tüzüğünü değiştirerek kendini yenilemiş ve İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) adını almıştır. Günümüzde BM’yle ve Arap Birliği gibi bölgesel örgütlerle ortak çalışmalar da yürüten İslam İş Birliği Teşkilatı’nın amacı İslam dünyasının ortak sesi olmak ve dünya genelinde barış ve uyumu teşvik etmektir. Hem İslam dünyasının sorunlarına çözüm getirmeyi hem de dünya çapında Müslümanlara yönelik ayrımcılığı önlemeyi hedeflemektedir.

APEC – Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği : Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği (APEC) 1989 yılında Avustralya’da bir araya gelen 12 Asya Pasifik ülkesi tarafından kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 21’e çıkmıştır. Bakanlar düzeyinde toplanarak üye ülkeler arasında ekonomi alanında görüş alışverişinin yapıldığı ve ortak projelerin geliştirildiği bir oluşumdur. İş birliğinin temel amacı, Asya-Pasifik bölgesinde sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ve refahı teşvik etmektir.

BRICS Ülkeleri : BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri kısaltmasının mucidi 2001 yılında ünlü finans kuruluşu Goldman Sachs için hazırladığı bir raporda bu dört ülkenin yakın gelecekte gelişmiş G7 ülkeleri aynı seviyeye geleceğini iddia eden ekonomist Jim O’Neill’dir. 2009 yılından bu yana düzenli olarak zirve toplantılara yapan gruba 2011 zirvesinde Güney Afrika (South Africa) da dahil olmuştur. Grubun adı da artık BRICS olarak anılmaktadır.

MIST Ülkeleri : MIST (Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye) kısaltmasının mucidi de ekonomist Jim O’Neill’dir. 2011 yılında önerdiği MIST ülkeleri sınıflandırmasıyla bu dörtlünün geleceğin yükselen ekonomileri olacaklarını iddia etmektedir.

G-20 Ülkeleri : İlk olarak en gelişmiş 7 ülke arasında oluşturulan ve daha sonra Rusya’nın da katılımıyla G-8 adını alan gelişmiş ülkeler forumunun küresel ekonomik krizler karşısında yetersiz kalışı, yükselen ekonomileri de uluslararası alanda daha etkin kılacak bir platforma ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymuş ve G-20 bu düşünce çerçevesinde ortaya çıkmıştır. G-20’nin üyeleri; G-8 üyelerini de kapsayan 19 ülke ve Avrupa Birliği’dir. 1990’lı yıllarda çoğu yükselen ülkede yaşanan ekonomik kriz ve bu ülkelerin küresel ekonomik yönetişim mekanizmalarında yeterince temsil edilmedikleri düşüncesiyle oluşturulmuştur. Temel amaçları küresel ekonomide istikrarı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamak, olası ekonomik krizleri önlemek ve yeni bir uluslararası mali yapı kurmaktır.

Giriş

Modern uluslararası sistemin en temel kurucu aktörleri devletlerdir. Yakın tarihte uluslararası sisteme yeni devletlerin katıldığı üç önemli dönem dikkat çekmektedir.

İlk dalga, I. Dünya Savaşı sonucunda Habsburg ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılması sonrası yeni devletlerin ortaya çıkışı ile yaşandı.

İkinci dalga, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan dekolonizasyon süreci yani Avrupalı devletlerin denizaşırı sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarıydı.

Üçüncü dalga ise Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin yıkılması ve komünist blokun çözülmesidir.

Bağımsızlıktan Soğuk Savaş Sonrasına: Tarihsel Perspektif

Yeni bağımsız ülkelerin bazısı eski sömürgeci güçlerle aralarındaki bağları gönüllü veya gönülsüz olarak korumak isterken bazıları ise eski sömürgecilerle kendi yollarını tamamen ayırmışlardır. Büyük devletlerle eski sömürgeler veya siyasi ve/ya ekonomik açıdan zayıf devletler arasında özellikle siyaset ve güvenlik alanlarında bağımlılık ilişkileri kurulmasının 20. yüzyıldaki diğer bir yolu ise ittifak anlaşmaları yapılması veya bölgesel paktlar kurulması olmuştur. Böylece 20. yüzyılda ortaya çıkan ve ekonomik verilere dayalı olarak değerlendirilen gelişmişlik-gelişmemişlik ayrımı, eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla uluslararası alanda bir eşitliğin değil fakat geçmişte kalan ve artık iyi gözle bakılmayan sömüren-sömürülen ilişkilerinin yerini yeni bir hiyerarşinin almasına neden oldu. Bu aynı zamanda, gelişmiş olanın gelişmemiş olana onun iyiliği adına müdahale etmesini önce mümkün sonra da gerekli kıldı.

Aslında uluslararası sistemdeki güçlü aktörler de gelişmekte olan ülkeleri kendi yanlarına çekerek küresel sisteme entegre etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede uluslararası sisteme yeni katılan devletleri küresel ekonomi-politik yapılara entegre etmek amacıyla büyük devletler öncülüğünde çok sayıda devletin üyeliğine açık olan uluslararası örgütler kurulmuş veya bazı örgütlerin gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik alt birimleri oluşturulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin mali ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ilk kurumsallaşmış uluslararası destek Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından (IBRD) gelmiştir.

1960’lı yıllara değin yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin uluslararası alandaki talepleri genelde siyasal bağımsızlıklarını korumak, adaletli muamele görmek, uluslararası toplumun eşit üyeleri sayılmak gibi konularla sınırlıydı. Siyasal eşitliğe ulaşmaya çalıştıkları büyük devletlerle aralarındaki ekonomik gelişmişlik farklarının giderilmesi öncelikleri arasında değildi. 1960’lı yıllar ise üçüncü dünya ülkeleri için ekonominin ilk sıraya oturmaya başladığı bir dönem oldu. Gelişmekte olan ülkeler ilk kez 1964 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurarak BM çatısı altında bir araya geldiler. Bu dönemde, kalkınma sorununa dikkat çekilerek, gelişmiş olanların gelişmekte olanlara yardım yapmakla ve ticaret önündeki engelleri kaldırmakla yükümlü oldukları düşüncesi ön plana çıktı.

1970’li yıllar ise farklı gelişmelere sahne oldu. 1973 petrol krizi, gelişmekte olan ülkelerin taleplerinin giderek keskinleşmesi ve dünya ekonomisindeki durgunluk, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliğine yönelik olumlu havayı sekteye uğrattı. İş birliği ve yardımların her iki tarafın da yararına olacağı düşüncesi yerini çıkar çatışması anlayışına bıraktı. Dünyadaki doğal kaynakların kullanımının her iki taraf arasında tartışma konusu olduğu bu dönemde gelişmekte olan ülkeler de üsluplarını ve taleplerini sertleştirerek, kalkınma yardımlarını ve zenginliğin yeniden dağıtılmasını birer hak olarak ifade etmeye başladılar.

Sonuç olarak baktığımızda, sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte büyük ülkelerin eski sömürgelerindeki ekonomik faaliyetleri doğrudan denetlemelerini, ticari faaliyetlerini kontrol etmelerini ve kendi şirketleriyle tekel kurmalarını engelledi. Fakat bu durum bağımlılık ilişkilerini değiştirmedi.

Üçüncü dünya ülkeleri ilki 1964 yılında Cenevre’de toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurdular. 77’ler Grubu, bu konferans esnasında bir araya gelerek ortak bir bildirge imzalayan 77 ülke tarafından kurulmuştur.

Bağlantısızlık hareketi (non-aligned movement), üçüncü dünya ülkelerinin pek çoğunu bir araya getiren bir uluslararası siyasi platform olmuştur. Bağlantısızlar hareketinin başlangıç noktası, 1955 yılında Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanan Asya-Afrika Konferansı’dır. Asya-Afrika hareketi olmanın ötesine geçen Bağlantısızlar hareketi, dünya çapında bir akım hâline gelmiştir. Bağlantısızlar hareketine mensup ülkelerin liderleri günümüze değin zaman zaman toplanarak uluslararası sistemdeki sorunlara ilişkin bildiriler yayımlayarak etkili olmaya çalışmaktadırlar. İlk oluşum yıllarında üzerinde önemle durdukları konuların başında sömürgeciliğin tasfiyesi, genel ve tam silahsızlanma, kendi kaderini tayin hakkının ve bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi geliyordu. Bağlantısızlar hareketi, bir uluslararası örgüte dönüşerek kurumsallaşmamış olmakla beraber, aynı dönemlerde eski sömürge ülkeler tarafından kurulan çeşitli örgütlerle yakın ilişki içinde olmuştur. Bağlantısızlar arasında monarşiler de önemli yer tutmaktadır. Bununla beraber siyasal ve ekonomik yapılarını incelendiğinde görülmektedir ki genelde ekonomik açıdan “sosyalizm”i, siyasal açıdan da “diktatörlük”leri benimsemişlerdir.

Küreselleşme ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Farklılaşması

Küreselleşme genel olarak “iktisadın, siyasetin, kültürün ve bir ülke ideolojisinin diğerine nüfuz etmesini sağlayan ulusal ve uluslar üstü yapı ve süreçlerin oluşması” olarak tanımlanabilir. Küreselleşmenin tarihçesini Antik Dönem’e götürmek mümkün olmakla beraber Avrupalı devletlerin ekonomik açıdan ulus aşan faaliyetlerin artması anlamında küreselleşme ilk olarak 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşiflerle beraber ortaya çıktı. Bu durum, Avrupalıların uluslararası ticaretini artırırken yukarıda bahsettiğimiz üzere dünyanın geri kalanının da sömürgeleştirme veya emperyalizme maruz kalmasına yol açtı. İkinci dalga ise 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ’nin getirdiği üretim artışı ve ham madde ihtiyacının etkisiyle uluslararası ticari faaliyetlerin artmasıyla ortaya çıktı. Genel olarak baktığımızda günümüzde gelişmekte olan ülkeler diye adlandırdıklarımız, küreselleşmenin ilk dalgası neticesinde sömürgeciliğin ve emperyalizmin getirdiği bağımlılık ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkmışlardır. Her zaman için ekonomik ve siyasi bağımsızlık peşinde koşan bu ülkelerin günümüz dünyasındaki rolleri de yine küreselleşme etkisinde, bu kez de gelişmişlik-gelişmemişlik ayrımı biçiminde oluşmuştur.

Günümüzde yaşanan küreselleşmenin üç temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlar teknolojik gelişme, ekonomi politikalarındaki değişim ve Soğuk Savaş sonrasında dünyada yaşanan siyasal gelişmelerdir.

Küreselleşme sürecinin hem ülkelerin iç yapılarında hem de uluslararası sistemde önemli sonuçlarından biri yönetim anlayışının değişmesi olmuştur. Hiyerarşik yönetim anlayışı yerine zamanla çok boyutlu ve çok düzlemli yönetime yani yönetişime geçilmiştir. Bu bağlamda küreselleşme ile uluslararası sistemin aktörleri çoğalmış, geleneksel egemenlik anlayışı sarsılmış ve yeni bazı uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkmıştır. Yönetişim kavramı, bir tarafın diğerini yönettiği bir ast-üst ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerin ön plana çıktığı bir etkileşimler bütününü ifade eder. Birlikte yönetme anlamını taşımaktadır. Küresel yönetişimin iki temel özelliği bulunmaktadır. İlki, yalnızca devletler arasında olmayıp çok uluslu şirketlerden sivil toplum kuruluşlarına değin devlet dışı aktörlerin de katılımıyla gerçekleşmesidir. İkinci özelliği ise hiyerarşik değil de çok düzeyli bir yönetişimi simgelemesidir. Yönetişim sadece hükûmetler veya uluslararası örgütler düzeyinde değil yerel ve bölgesel düzeylerde de gerçekleştirilir. Bu süreçte uluslararası kuruluşlar ve devletlerin yanı sıra çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları (STKlar) gibi devlet dışı aktörler de küresel düzeyde normların ve kuralların hem belirleyicisi hem de hedef kitlesi ve uygulayıcısıdırlar.

Küreselleşmenin ideolojik temeli liberalizme dayanmaktadır. Küreselleşmenin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki olumlu ve olumsuz etkilerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Gelişmekte olan ülkeler üzerinde küreselleşmenin en önemli etkisi, ekonomik alanda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında karşılıklı bağımlılığın artması olmuştur. Bir yandan üretim süreçlerinin ulus aşan bir niteliğe bürünmesi, diğer taraftan da teknolojik gelişmelerin uluslararası ticareti kolaylaştırması bu durumda etkili olmuştur.

Gelişmekte olan ülkeler 1970’lerden bu yana ekonomik kalkınmada gösterdikleri başarıya dayanarak kendi içlerinde sınıflandırılmaya başlanmışlardır. En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) pek çok açıdan az gelişmiş ülkeler içerisindeki en kırılgan halkayı temsil etmektedir. Yüksek Borçlu Fakir ülkeler, pek çoğu Afrika’da yer alan 39 ülkeden oluşmaktadır. Küreselleşmenin gelişmişgelişmekte olan ülkeler ayrımına en önemli etkilerinden biri de gelişmekte olanların bir kısmı için aradaki ayrımı kaldırmasıdır. Dünya geneline baktığımızda bölgesel örgütlerin kuruluşlarında iki dalga yaşandığını görüyoruz. İlki 1960’larda yaşanmış ve bu dönemde AB benzeri yapılar oluşturmak amacıyla bölgesel örgütler kurulmuştur. Fakat bu denemelerin çoğu başarısız olmuştur. İkinci dalga 1990’lı yıllarda yaşanmış ve APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İş Birliği) gibi gelişmiş ülkeler arasında kurulan ortaklıklar ön plana çıkmıştır. Bölgesel örgütlerde kendi aralarında veya gelişmiş ülkelerle kurulan ortaklıklar biçiminde bir araya gelmelerinin yanı sıra, günümüzde gelişmişlik düzeyleri açısından da dünyanın farklı bölgelerinden devletler arasında paralellikler kurulmakta ve bu ülkeler gruplandırılarak kategorize edilmektedirler. Asya Kaplanları, BRICS ve MIST ülkeleri gibi sınıflandırmalar buna örnektir.

Uluslararası İlişkilerde Gelişmekte Olan Ülkelerin Rolleri

Bölgesel İş Birlikleri

Arap Birliği: Arap Birliği gelişmekte olan ülkeleri bir araya getiren uluslararası örgütlerin ve gruplaşmaların en eskisidir. 1945’te Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün ve Lübnan tarafından Kahire’de kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 22’ye ulaşan örgüt, Suriye’de yaşanan ayaklanma ve Suriye hükûmetinin muhalifleri bastırmak için şiddete başvurması nedeniyle bu ülkenin üyeliğini askıya almıştır. Arap Birliğinin hedefleri arasında ekonomik ve kültürel iş birliğinin yanı sıra Arap dünyasında yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi ve Filistin sorununun çözüme kavuşturulması da bulunmaktadır.

Afrika Birliği: Afrika Birliği, kıtada geçmişten gelen örgütlenme çabalarının son aşamasıdır. Fas hariç Afrika kıtasında bulunan tüm devletler Afrika Birliğine üyedir. Örgüt Afrika’nın küresel ekonomide daha etkin rol oynamasını sağlamanın yanı sıra kıtanın sosyal ve siyasal sorunları ve küreselleşmenin olumsuz etkileriyle de mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Temel hedefleri arasında sömürgecilik ve ırk ayrımcılığı (apartheid) politikalarının kıtadaki kalıntılarının ortadan kaldırılması, üye ülkeler arasında birlik ve dayanışmanın teşvik edilmesi, kalkınma için iş birliği yapılması, üyelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve BM sistemi çerçevesinde uluslararası iş birliğine gidilmesi hedeflenmektedir.

KEİ – Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü : Türkiye ve eski SSCB ülkelerini içine alacak biçimde bölgesel bir iş birliğine gidilmesi fikri 1990 yılında ortaya çıkmış, 1992 yılında İstanbul’da kesinleştirilmiştir. Türkiye, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Moldova, Romanya, Rusya ve Ukrayna örgütün kurucu üyeleridir. 1998 yılında bölgesel bir örgüte dönüştürülmesi kararlaştırılan KEİ’nin üye sayısı 2004 yılında Sırbistan’ın katılımıyla 12’ye çıkmıştır. Üyeler haberleşme, ulaştırma, bilişim, ekonomik ve ticari bilgi alışverişi, mal standardizasyonu, enerji, madencilik, turizm, tarım, veterinerlik hizmetleri, sağlık, bilim ve teknoloji alanlarında iş birliği yapmaktadırlar.

MERCOSUR – Orta ve Güney Amerika Ortak Pazarı: Arjantin ve Brezilya’nın 1980’lerde artan ticaret ilişkilerinin neticesinde 1991 yılında Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay bir anlaşmayla bir araya gelmiş, 1994 yılında ise bölgesel bir örgüt olan Mercosur’u kurmuşlardır. 2006 yılında Venezuela da örgüte üye olmuştur. Meydana gelen ve darbe olarak yorumlanan yönetim değişikliği nedeniyle üyeliğin gerektirdiği demokratik standartları karşılayamadığı düşünülen Paraguay’ın üyeliği Haziran 2012 itibarıyla diğer Mercosur üyeleri tarafından askıya alınmıştır. Mercosur üyeleri arasında malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımı teşvik etmektedir. Hedefleri arasında topluluk dışı ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanması ve üye ülkelerin ekonomi politikalarının ortak biçimde yürütülmesi bulunmaktadır.

ANDEAN Topluluğu: And bölgesi ülkeleri topluluğu anlamına gelen bu Güney Amerika örgütünün temel amacı bölge ülkeleri arasında kalkınma, eşitlik ve bağımsızlık temelli bir bütünleşmeye gidilmesidir. Hâlihazırdaki üyeleri Peru, Kolombiya, Bolivya ve Ekvador’dur. Şili, Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay ortaklık statüsüyle İspanya da gözlemci üye statüsüyle örgütün çalışmalarına katılmaktadırlar.

UNASUR – Güney Amerika Ülkeleri Birliği: 2004 yılında kurulan UNASUR’un üyeleri arasında Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvador, Guyana, Paraguay, Surinam, Peru, Uruguay ve Venezuela bulunmaktadır. Güney Amerika ülkelerinin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal alanların yanı sıra enerji ve altyapı konusunda da iş birliği yapmalarını hedeflemektedir.

ASEAN – Güneydoğu Asya Uluslar Birliği: 1967 yılında Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland ve Singapur tarafından kurulan ASEAN’ın (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) kuruluş amacı komünizme karşı güç birliği oluşturmaktı. Günümüzde ise bu hedefinin ötesinde ekonomi, güvenlik, siyaset ve kültür alanlarında Avrupa Birliği benzeri kapsamlı bir bütünleşmeyi hedeflemektedir.

BDT – Bağımsız Devletler Topluluğu: SSCB’nin dağılmasının ardından Merkezî ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu AB ile bütünleşme yolunu seçerken Rusya ve Kafkasya ile Orta Asya’daki devletler Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Uzun yıllar Komünist bloğun bir parçası olan Baltık ülkeleri Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının sonrasında hızla gerçekleşen finansal reformlarla liberal ekonomiye geçiş yapmışlardır. Özellikle 2000 sonrasında bu ülkeler yüksek büyüme rakamlarına ulaşmışlarıdır. Bu ülkelerin başında Baltık Kaplanları gelmektedir. Baltık Kaplanları, üç Baltık ülkesini, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı ifade eden bir terimdir. altık Kaplanlarını da içeren 12 Merkezî ve Doğu Avrupa ülkesi 2000’li yıllarda AB’ye üye olmuşlardır. BDT’nin kuruluş amacı üyelerin egemen eşitliği prensibini muhafaza ederek örgüt coğrafyasında malların, sermayenin, iş gücünün ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanmasıdır.

Bölgesel Olmayan İş Birlikleri

D-8-Gelişmekte Olan Sekizler : 1997 yılında İstanbul Deklarasyonu ile kurulan ve daimi sekretaryası İstanbul’da bulunan D-8’in (Developing Eight) amacı kalkınmakta olan 8 ülke arasında iş birliğinin sağlanmasıdır. Türkiye, Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya ve Pakistan D-8’e üyedirler. D-8’in hedefleri arasında üyelerin küresel ekonomik ilişkilerdeki etkinliğini artırmak, ticari ilişkilerini çeşitlendirmek, üyelerin uluslararası karar alma mekanizmalarına güçlü biçimde katılımlarını sağlamak ve üye ülkelerdeki halkların yaşam seviyesini yükseltmek bulunmaktadır.

EİT-Ekonomik İş Birliği Teşkilatı : 1964 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan Kalkınma için Bölgesel İş Birliği (RCD) örgütünün devamı niteliğindendir. Üye ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunarak bölge içi ticareti geliştirmeyi hedefleyen örgüt; ticaret, ulaştırma, tarım, enerji, çevre, sağlık, sanayi, maliye ve ekonomi alanlarında iş birliği zemini sağlamaktadır.

OPEC – Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü: 1960 yılında İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela tarafından kurulan OPEC’in genel merkezi Viyana’dadır. OPEC’in kuruluş amacı üye ülkelerin petrol politikalarını uyumlu hâle getirmek ve petrol pazarının istikrarını sağlamaktır. OPEC, en az gelişmiş ve düşük gelirli ülkeler öncelikli olmak üzere oluşturmuş olduğu Uluslararası Kalkınma İçin OPEC Fonu (OFID) aracılığıyla talep eden ülkelerdeki sosyal ve insani kalkınmaya yönelik projeleri desteklemektedir.

İİT-İslam İş Birliği Teşkilatı : Eski adı İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) olan örgütün temeli, 1969 yılında Kudüs’teki El-Aksa Camisi’nin bir Yahudi fanatik tarafından yakılmaya teşebbüs edilmesini görüşmek için İslam ülkelerinin Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanmalarına dayanır. 1970’te kurumsallaşarak daimi bir sekretaryaya kavuşmuştur. Günümüzde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu dört kıtadan 57 üyesi ile BM’nin ardından dünyanın ikinci en büyük hükûmetler arası örgütü hüviyetine bürünmüştür. İKÖ, 2011 yılında adını ve tüzüğünü değiştirerek kendini yenilemiş ve İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) adını almıştır. Günümüzde BM’yle ve Arap Birliği gibi bölgesel örgütlerle ortak çalışmalar da yürüten İslam İş Birliği Teşkilatı’nın amacı İslam dünyasının ortak sesi olmak ve dünya genelinde barış ve uyumu teşvik etmektir. Hem İslam dünyasının sorunlarına çözüm getirmeyi hem de dünya çapında Müslümanlara yönelik ayrımcılığı önlemeyi hedeflemektedir.

APEC – Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği : Asya Pasifik Ekonomik İş Birliği (APEC) 1989 yılında Avustralya’da bir araya gelen 12 Asya Pasifik ülkesi tarafından kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 21’e çıkmıştır. Bakanlar düzeyinde toplanarak üye ülkeler arasında ekonomi alanında görüş alışverişinin yapıldığı ve ortak projelerin geliştirildiği bir oluşumdur. İş birliğinin temel amacı, Asya-Pasifik bölgesinde sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ve refahı teşvik etmektir.

BRICS Ülkeleri : BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri kısaltmasının mucidi 2001 yılında ünlü finans kuruluşu Goldman Sachs için hazırladığı bir raporda bu dört ülkenin yakın gelecekte gelişmiş G7 ülkeleri aynı seviyeye geleceğini iddia eden ekonomist Jim O’Neill’dir. 2009 yılından bu yana düzenli olarak zirve toplantılara yapan gruba 2011 zirvesinde Güney Afrika (South Africa) da dahil olmuştur. Grubun adı da artık BRICS olarak anılmaktadır.

MIST Ülkeleri : MIST (Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye) kısaltmasının mucidi de ekonomist Jim O’Neill’dir. 2011 yılında önerdiği MIST ülkeleri sınıflandırmasıyla bu dörtlünün geleceğin yükselen ekonomileri olacaklarını iddia etmektedir.

G-20 Ülkeleri : İlk olarak en gelişmiş 7 ülke arasında oluşturulan ve daha sonra Rusya’nın da katılımıyla G-8 adını alan gelişmiş ülkeler forumunun küresel ekonomik krizler karşısında yetersiz kalışı, yükselen ekonomileri de uluslararası alanda daha etkin kılacak bir platforma ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymuş ve G-20 bu düşünce çerçevesinde ortaya çıkmıştır. G-20’nin üyeleri; G-8 üyelerini de kapsayan 19 ülke ve Avrupa Birliği’dir. 1990’lı yıllarda çoğu yükselen ülkede yaşanan ekonomik kriz ve bu ülkelerin küresel ekonomik yönetişim mekanizmalarında yeterince temsil edilmedikleri düşüncesiyle oluşturulmuştur. Temel amaçları küresel ekonomide istikrarı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamak, olası ekonomik krizleri önlemek ve yeni bir uluslararası mali yapı kurmaktır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.