Açıköğretim Ders Notları

Finansal Yönetim 2 Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Finansal Yönetim 2 Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Finansal Krizler Ve İşletme Başarısızlıkları

Giriş

Finansal krizler gerek üretim gerekse de hizmet sektörünü yakından etkileyen ve ekonomide daralmaya yol açan başarısızlık nedenlerinden biridir. Geleceği öngörmeyen, ekonomi ve finansal okur yazarlığı olmayan, proaktif davranamayan ve işletmeciliğin kurallarını yeterince uygulamayan işletmeler, finansal krizler olmasa bile başarısız olabilirler. Başarısızlık tüm işletmelerin karşılaşabileceği bir sonuç iken, finansal krizler başarısızlığa neden olan faktörlerden yalnızca biridir.

Kriz Kavramı

İşletmeler açısından kriz; sonucu tehlikeli olabilen, bir işletmenin hedeflerini tehdit eden, derhal tepki gösterilmesini gerektiren, iyi bir planlama ve yönetim ile fırsatlara dönüştürülebilecek, gerilim yaratan sıkıntılı bir durumdur. Krizin temel özellikleri şunlardır:

  • Kriz durumunun öngörülememesi,
  • İşletmenin öngörme ve önleme mekanizmalarının yetersiz kalması,
  • İşletmenin amaç ve varlığını tehdit etmesi,
  • Üstesinden gelinmesi için atılması gereken adımların kararlaştırılması konusunda yeterli bilgi ve zamanın bulunmaması,
  • Acil tepki verilmesini gerektirmesi,
  • Karar alıcılarda sıkıntı yaratması,
  • Korku ve paniğe yol açması,
  • Yetkiyi merkezileştirmesidir.

Finansal Krizler

Finansal kriz, finansal piyasalardaki kur, faiz ve fiyatlarda meydana gelen aşırı dalgalanmalar olarak tanımlanabilir. Finansal krizler genel olarak para krizi, bankacılık krizi, ikiz krizler, sistematik finansal krizler ve dış borç krizi olarak sınıflandırılabilir.

Para veya döviz krizi; para birimine yapılan spekülatif bir saldırı devalüasyonla veya şiddetli değer kaybı ile sonuçlanırsa veya para otoritelerinin büyük miktarlarda rezerv satmak veya faiz oranlarında keskin bir şekilde yükseltmek suretiyle para birimini korumak zorunda kalmaları ile ortaya çıkmaktadır.

Bankaların mevcut durumda veya potansiyel olarak başarısız olmaları ile yükümlülüklerini ertelemeleri ve hükümetlerin bu durumu önlemek için bankacılık sektörüne büyük ölçekli kaynak aktarmak yoluyla müdahale etmesi bankacılık krizi olarak tanımlanabilir.

Sistemik finansal krizler, finansal sistemin temel işlevlerini yerine getirme yeteneğinde ortaya çıkan bozukluklar ile finansal piyasalarda ciddi aksamalar olması ve reel ekonomi üzerinde büyük olumsuz etkilerin ortaya çıkmasıdır.

Dış borç krizi ise, bir ülkenin kamu veya özel kesime olan dış borçlarını ödeyememesi durumunda ortaya çıkmaktadır.

Finansal krizlerin nedenleri; ekonomik istikrarsızlıklar, politik müdahaleler, finansal gözetim ve denetim faaliyetinin yetersiz kalması, kötü yönetim ve kötü aktif kalitesi, yüksek operasyon maliyetleri, mevduat sigortası ile buna bağlı olarak ortaya çıkan ahlaki risk ve ters seçim olarak sıralanabilir. Bunların yanında döviz kuru, enflasyon, faiz oranındaki ani değişmeler, yabancı yatırımcıların kriz anında hızla ülkeyi terk etmesi muhasebe ve raporlamanın şeffaf olarak yapılmaması, yetersiz sermaye yapısı, gayrimenkul fiyatlarındaki aşırı hareketler de krizlerin diğer nedenleri olarak sayılabilir.

Dünya’da ve Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizler

1980’li yıllardan itibaren Dünya’da ve Türkiye’de birçok finansal kriz yaşanmıştır.

Avrupa Döviz Kuru Mekanizması Krizi: 1992-93 yıllarında yaşanan Avrupa Para Sistemi Döviz Kuru Mekanizması (ERM) krizinin en çarpıcı ve belki de en kalıcı sonuçlardan biri “Kara Çarşamba” olarak anılan 16 Eylül 1992’de yaşanan olaylardır. İngiltere’de faiz oranlarının bir günde %5 oranında yükselmiş ve İngiltere ERM’nin dışına çıktığını açıklamıştır. Avrupa Para Sistemi (EMS), otuz yıllık tarihinde eşi görülmemiş bir kriz yaşamıştır.

Meksika Peso’su Krizi: Latin Amerika ülkelerinden Meksika, Aralık 1994’te para biriminde ortaya çıkan büyük çöküş ile sarsılmış, devalüasyonun yarattığı şok ile yabancı yatırımcılar portföy yatırımlarını ellerinden çıkarmaya başlamışlar ve dolara yönelmişlerdir. Bu durum faiz oranlarının hızla yükselmesine yol açmış ve bankaların portföylerinin bozulmasını da hızlandırmıştır. Kriz diğer Latin Amerika ülkelerine de sıçramış en çok Arjantin ve Brezilya etkilenmiştir.

Güneydoğu Asya Krizi: Tayland’ın Temmuz 1997’de para birimini devalüe etmesi ile başlayan ve kısa sürede başta Malezya, Endonezya, Güney Kore ve Filipinler olmak üzere diğer Asya ülkelerine yayılan Güneydoğu Asya krizi, global bir krize dönüşmüştür. Krizin etkileri, başta Endonezya olmak üzere Rusya ve Türkiye’yi ardından da Arjantin, Brezilya gibi Latin Amerika ülkelerini sırasıyla etkilemiştir.

Rusya Krizi: Güneydoğu Asya krizi ile Rusya’da krizin yaşandığı ülkeler arasına girmiştir. 17 Ağustos 1998’de 1 Ruble 6 Dolar’dan 9.5 Dolara devalüe edilmiş ve 90 günlük moratoryum ilan edilmesi ile sonuçlanan bir ekonomik kriz yaşanmıştır. Rusya krizi başta Latin Amerika piyasaları olmak üzere tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını olumsuz yönde etkilemiştir. Rusya’da yaşanan ekonomik ve siyasi kriz Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir.

Nisan 1994 Türkiye Krizi: Ekonomik istikrar programının uygulamaya konamamış olması sonucunda 1994 yılı başında Dolar-Türk Lirası paritesi ciddi şekilde bozulmuş, enflasyonist beklentiler artmış, Hazine’nin iç borçlanma olanakları bitme noktasına gelmiştir. Türkiye’nin kredi değerliliğinin düşürülmesiyle dış kredi kanalları da tıkanmıştır. Hükümet 5 Nisan 1994 tarihinde bir ekonomik istikrar paketini yürürlüğe koymuş, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir stand-by düzenlemesine girilmiştir.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri: Türkiye, 2000 yılına enflasyonun düşürülmesi ve sürdürülebilir bir büyüme oranının sağlanması amacıyla IMF stand-by desteğinde yeni bir ekonomik programla girmiştir. Başlarda programın yarattığı olumlu etkiler sonucunda faizler hızla gerilemiştir; ancak sonrasında bankaların açık pozisyon kapatmaya çalışması, yabancıların yılsonu hesaplarını kapatma çabası ile döviz talebini artırmış ve faizlerin bir miktar artmasına neden olmuştur. Faizlerde başlayan bu artış, yüksek miktarda hazine bonosu taşıyan ve bunları repo işlemlerinde kullanan bankaları hızla sıkıntıya sokmuştur. Faizlerin aşırı derecede yükselmesi sonucunda panik havasını dağıtmak isteyen Merkez Bankası sonuçta piyasaya para sürmek zorunda kalmıştır. Merkez Bankası krizi izleyen iki gün boyunca rezervlerini eritmek pahasına piyasaya müdahale etmiş, ancak 22 Şubat 2001 tarihinde, döviz kuru çıpasının yürürlükten kaldırılıp dalgalı kura geçildiğini ilan etmek zorunda kalmıştır.

2008 Küresel Finans Krizi: Krizin başlangıç noktası 2006 sonu ABD konut piyasalarında oluşan balonun patlaması ve konut fiyatlarında yaşanan hızlı düşüş ve izleyen dönemde özellikle düşük gelirli mortgage kredileri olarak adlandırılan kredilerde geri dönüşlerin azalmasıyla bankacılık sisteminde baş gösteren likidite sorunlarının 2007 ile 2008 yıllarında küresel finans sistemini etkilemiştir. Küresel kriz ülkeden ülkeye hızlı bir şekilde yayılmıştır. Küresel kriz 2008 yılının Eylül ayından itibaren finansal kurumlarda ve bankalarda ortaya çıkan iflaslarla birinci süreçten farklı olan ikinci sürece girmiştir. 2008 yılının Ekim ayından itibaren Avrupa Bankacılık sistemi de krizden etkilenmeye başlamıştır. 2008 krizinin diğer krizlerden farkı, bunun tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olmasıdır.

Finansal Krizlerin İşletmelere Etkileri:

Finansal krizler etkisini öncelikle firmaların işletme sermayesinde göstermektedir. Firmaların işletme sermayesi ihtiyaçlarını finanse etmek için gerekli olan mevcut fonlar azalmaktadır. Fon azalması, hem banka kredilerine doğrudan yansıyarak hem de dolaylı olarak firmaların kullanabileceği ticari borç miktarını azaltarak etkili olmaktadır. Kriz dönemlerinde, alacak devir hızı yavaşlamakta, şüpheli alacakların miktarı artmaktadır. Bu dönemlerde stokların devir hızı da yavaşlamakta ve stok ömrü uzamaktadır. Krizler ile firma değerinde meydana gelen düşüş, işletmelerin erişebilecekleri ticari borçların miktarını azaltmakta ve kredilerin vadesi kısalmaktadır. Finansal kurumları etkileyen finansal şoklar, bankaların şirketlere kredi vermekten kaçınıp, devlet tahvili gibi güvenli varlıklarda likit kalmayı tercih etmelerine neden olmaktadır. Finansal krizler, likidite sıkışıklığı, açık pozisyonlar ve kur riski ile birlikte problemli kredilerin artmasına neden olmaktadır.

Firmaların ödeme güçlüğü içerisine girmeleri, zaten sorunlu olan bankacılık sektörünü olumsuz etkilemiş ve takipteki kredilerinin toplam kredilerine oranı yükselmiş ve birçok firma kapanmak durumunda kalmıştır. Firma kapanmaları sonucunda işsizlik oranı artmıştır. Krizden etkilenen reel sektör firmalarının yeniden ekonomiye kazandırılabilmelerini sağlamak amacıyla borçları yeniden yapılandırılması için İstanbul Yaklaşımı gündeme gelmiştir. Krizlere karşı işletmeler; stratejik önlemler, masrafları azaltıcı önlemler ve nakit girişini hızlandırıcı önlemler olarak sıralanabilecek önlemleri alabilirler.

İşletme Başarısızlıkları

İşletmelerde başarısızlık bir süreç seklinde ortaya çıkar. Eğer işletme meydana gelen iç ve dış koşullardaki değişimin gerektirdiği önlemleri almazsa işletmede büyüme durur, uzun vadeli planlarda sapmalar meydana gelir. Bunun ardından yatırımlar azalır ve mevcut yatırımların finansmanında güçlüklerle karşılaşılır. Satışları azalır ve buna bağlı olarak kârı da düşer. İşletme kısa vadeli yükümlülüklerini yerine getiremez ve uzun vadeli borç taksitlerini ödeyemez duruma gelir. İşletme, başarısızlığa uğrama tehlikesine karşı kendi önlemlerini ve çözümlerini geliştirebilir. İşletmelerin, yaşamları süresince karşılaştıkları çeşitli sorunların tespit edilip çözümlenememesi, işletmelerin yaşamlarının sona ermesine neden olur. Mevcut veya beklenmedik sorunlara karşı önlem alma ve onları ortadan kaldırma, öncelikle işletme yönetiminin görevidir. Karşılaşılan sorunların en önemlilerinden biri, finansal yönetimle ilgili sorunlardır. Alınabilecek tüm önlemlere karşın, işletmenin sağlıklı bir yapıya kavuşarak varlığını sürdürmesi ümitsiz görülüyorsa, işletmenin tasfiyesine gitmekten başka çare kalmayabilir.

Finansal Yükümlülükler Açısından Başarısızlık Türleri:

Finansal açıdan başarısızlık, finansal yükümlülüklerin nakit akışlarının yetersizliği nedeniyle yerine getirilememesidir. Üç tür başarısızlık durumu vardır. Bunlar kârın sürekli olarak düşük ya da negatif çıkması, teknik likiditenin kaybedilmesi ve işletmenin iflas etmesidir.

Negatif veya Düşük Kâr: Bir işletmenin faaliyetleri devamlı olarak zararla sonuçlanıyorsa, bu işletmenin piyasa değeri düşme gösterecektir.

İşletmenin Teknik Likiditesini Kaybetmesi: Teknik likiditenin kaybedilmesi, işletmenin vadesi gelen borçlarını ödeyememesi anlamına gelmektedir. Bu durumda işletme, bazı varlıklarını nakde çevirebilirse, iflas etmekten kurtulabilecektir.

İflas: Bir işletmenin yükümlülüklerinin(borçlarının) varlıklarının değerini aşması ve varlıkların, borçlarını karşılayamaz duruma gelmesidir.

Başarısızlığa Neden Olan Faktörler

Başarısızlığa neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir.

Dış Çevreye İlişkin Nedenler:

  • Piyasada yok edici rekabetin ortaya çıkması,
  • Müşteri isteklerinin anlaşılamaması,
  • Satın alma ve satışlarda az sayıda işletmeye bağımlı kalınması
  • Hammadde bakımından dışa bağımlılık,
  • Ekonomik ve çevre koşullarının değişmesi ve doğal afetler,
  • Dünyada, ülkede ve endüstride ortaya çıkan gelişmelerin izlenememesi,
  • İşletmenin gelişen teknolojiye ayak uyduramaması,
  • Global finansal krizlerin ortaya çıkmasıdır.

Yönetsel Nedenler:

  • Üretim, finans ve pazarlama bölümleri arasında koordinasyon sağlanamaması,
  • Planlama anlayışının olmaması,
  • İşletme yöneticilerinin ya da ortakların ayrılmasının yol açtığı yönetsel ve finansal boşluk,
  • İşletme yönetiminin niteliksiz olması
  • Personel devir hızının yüksek olmasıdır.

Faaliyetlere İlişkin Nedenler:

  • Kuruluş yerinin hatalı seçilmesi,
  • Depoların kontrolünün ve stok denetiminin yapılmaması,
  • Faaliyetlerin yeterince çeşitlendirilememesi,
  • Talep yetersizliği deniyle stok devir hızının düşük olması,
  • Satış ve kredi politikasının iyi oluşturulup izlenmemesi ve alacak tahsilinde etkisiz kalınması,
  • Alacakların tahsil edilememesi,
  • Nakit yönetimine önem verilmemesidir.

Borçlanma ve Yatırım Kararlarına İlişkin Nedenler:

  • İşletmenin büyümesinin yeterince sağlanamaması,
  • Aşırı büyüme sonucunda öz sermayenin yetersiz kalması,
  • Yüksek maliyetler üzerinden aşırı borçlanmanın yapılması,
  • Aşırı maliyet artışları ve finansman giderlerinin artması,
  • Duran varlıklara gerektirdiğinden çok yatırım yapılması,
  • Optimal sermaye yapısının oluşturulamaması,
  • Sermaye maliyetine dikkat edilmemesidir

Başarısızlığın Önceden Tahmini

İşletmeler geleceği algılayabildikleri ve geleceğe ilişkin politikalar üretip yeni stratejiler belirleyebildikleri ölçüde başarılı olacaklardır. İşletmelerin hayatta kalabilmeleri ve başarılarını devam ettirebilmeleri değişen koşullara gösterecekleri uyuma, proaktif davranma ve krizleri yönetebilme yeteneklerine bağlıdır.

İşletmeler iflas etmeden önce, bu duruma ilişkin sinyalleri işletmenin bankadaki cari hesaplarında, satıcılarla ilişkilerinde ve bilançosunda görmek mümkündür. Ancak, işletme başarısızlığı ile ilgili en anlamlı bilgiler, oran analizleri ile elde edilebilir.

Başarısızlığın Ölçülmesinde Kullanılan Oranlar Sistemi:

Başarısızlığın önceden belirlenmesinde kullanılan oranlar sistemi matematik-istatistik, test ve seçim yöntemlerine dayanırlar. Burada temel kriter, oranın önceden bilgi verme gücü, diğer bir ifadeyle tahmin kalitesidir. Araştırmaların çoğu “başarılı” ve “başarısız” işletmelerin ayrımına dayanır.

Altman Modeli: Altman modeli, oran analizinin çok değişkenli boyutlarda genişletilmesine dayanmaktadır. Bu analizde ağırlık verilen oranlar likidite, kârlılık, etkinlik ve kaldıraç etkilerini yansıtanlardır. Bu analiz yardımıyla, farklı oranları çeşitli ağırlıklarla birbiri ile ilişkilendirmek ve böylece bir işletmenin kredi değerliliğini ve riskini ifade eden bir nokta değer hesaplamak mümkündür. Altman Modeline göre Z değeri <2,675 ise işletme başarısız olarak değerlendirilmektedir ve modelin doğruluk derecesi belirtilen örneklem dahilinde %95 tir.

Beaver Modeli: Beaver’e göre bir işletmede oluşturulan likit rezervlerin, özellikle faaliyetlerin dalgalanma gösterdiği dönemlerde önemli işlevleri vardır. İşletmelerinin kredi değerliliğinin belirlenmesinde likit rezervler çok önemli rol oynamakta ve bu rezervlere göre kredi değerliliği değişmektedir. Araştırmadan beklenen yararın sağlanabilmesi için, Beaver, işletmenin nakit sıkıntısının ortaya çıktığı yıldan en az beş yıl önce yapılmasını önermektedir. En yüksek tahmin gücüne sahip olan oranın, Nakit Akışı/Dış Kaynak olduğunu belirtmektedir. Bu araştırmada, başarılı işletmelerin finansal oranlarının değerinin, başarısız işletmelere göre oldukça yüksek olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan başarısız işletmelerinin oranlarının başarısızlık dönemine yaklaştıkça hızla düştüğü de belirlenmiştir.

Springate Modeli: Bu modelde aşamalı çok değişkenli ayırım analizi kullanılmıştır. Springate, dört temel oran kullanarak başarılı ve başarısız işletmelere ilişkin bir Z değeri hesaplamıştır. Springate Modeline göre Z değeri < 0,862 ise işletme başarısız olarak değerlendirilmektedir.

Weibel Modeli: Weibel, kötü ve iyi işletme çiftlerinin seçiminde kriter olarak iş kolu, işletme büyüklüğü, işletmenin yaşı, hukuki şekli, kuruluş yeri, konjonktür ve taşınmazların sahipliğinden yararlanarak, Wilcoxon testini kullanmıştır. Wilcoxon testi, örneklemenin bağımsızlığını gözardı etmekte, değişkenler arasındaki çoklu ilişkileri dikkate almamaktadır.

Fulmer Modeli: Bu modelde çok değişkenli ayırım analizine dayanmaktadır. Fulmer, oluşturmuş olduğu modelde, bir denklem aracılığı ile H değerini hesaplamıştır. Fulmer’in çok değişkenli ayırım modelinde H < 0 ise işletme başarısız kabul edilmektedir.

CA-Skoru (Kanada Skoru) Modeli: Bu model de çok değişkenli ayırım analizine dayanmaktadır. Yapılan analizler, finansal oran dizisinin, işletmelerdeki çeşitli olayları önceden bildirme yeteneğinin olduğunu göstermektedir.

Finansal oranların belirli tipik olayları önceden bildirmesi, başarısızlıkları giderici önlemlerin zamanında alınmasına olanak sağlar. Ayrıca, seçilen oran demetinin yeterli ölçüde test edilmesiyle, tek tek oranlara bel bağlamanın yol açtığı subjektif değerlendirmenin etkisi de ortadan kaldırılmaktadır.

İşletmelerin Finansal Başarısızlıklarında Durumu İyileştirmede İzlenecek Yollar

Başarısızlıkta ilk karşılaşılan, işletmenin finansal yükümlülüklerini yerine getirememesidir. Finansal yapısı bozulan ve yükümlülüklerini yerine getiremeyen işletmenin, finansal yapısını düzeltmek için bir dizi kararlar alması ve uygulaması gerekir. Eğer başarısızlık atlatılacak bir düzeyde ise sermaye yapısının güçlendirilmesi, borçların vadesinin uzatılması, işletmenin kullanılmayan varlıklarının satılması, küçülme politikasının izlenmesi, yeni işletmeler ile ortaklık kurulması gibi yeniden yapılanma çabaları başarısızlıktan kurtulmada izlenebilecek yollardır.

Sermaye Yapısının Güçlendirilmesi: Başarısız olan işletmelerin ilk yapacağı işlem, finansal durumun düzeltilmesi olmalıdır. Başarısızlığın ortaya çıkmasıyla birlikte işletmelerin uzun süreli yabancı kaynak bulmaları da son derece güçtür. Sermaye yapısını güçlendirmenin ilk yolu sermaye artırımıdır. Hisse senedi çıkararak eski ortakların payların artırmak veya işletmeye yeni ortaklar almaktır. İşletmeler oto finansman yoluna başvurarak da yeni fon yaratabilirler. Bu durumda, işletmenin kârlarının bir kısmı dağıtılmayarak işletmede alıkonulacaktır. Bu uygulamayla işletmeden nakit çıkışı engellenmekte, fakat nakit girişi sağlanamamaktadır.

Borçların Vadelerinin Uzatılması: Finansal yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumdaki bir işletmenin nakit sorununun azaltılmasının yollarından biri de borçlarının vadesinin uzatılmasıdır. Ancak işletmeler, faiz maliyetlerine katlanmak zorunda kalabileceklerdir.

İşletmelerde Kullanılmayan Varlıkların Satılması: İşletmelerin, ihtiyaç fazlası olan gayrimenkullerinin satışıyla işletmeye önemli ölçüde nakit girişi sağlamaları ve finansal başarısızlığı ortadan kaldırmaları mümkün olabilmektedir.

Küçülme Yoluyla Başarısızlığın Giderilmesi: İşletmelerin fon sağlama yollarından biri de üretim tesislerinin bir kısmını satarak üretim faaliyetlerini daraltma ya da iştiraklerini devretmeyle gerçekleştirilir.

Yeni İşletmelerle Ortaklık Yapılması: İşletmeler, diğer işletmelerle ortak olup pazar darboğazını aşarak yok edici rekabeti ortadan kaldırabilir, yeni teknolojilerden yararlanabilir veya diğer işletmelerin finansal kaynaklarından yararlanabilir.

Borçların Öz Kaynağa Çevrilmesi: İşletmeler borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiklerinde, alacaklılar ile anlaşarak işletmeden alacaklı olanları alacak tutarları karşılığında işletmeye ortak edebilirler.

İşletmenin Faaliyetlerine Son Verme veya İşletmeyi Satma: İşletmenin içine düştüğü olumsuz durumdan kurtulması için bir çözüm bulunamıyorsa, işletmenin faaliyetlerine son vermesi veya işletmeyi satmasından başka bir yol kalmamıştır.

Giriş

Finansal krizler gerek üretim gerekse de hizmet sektörünü yakından etkileyen ve ekonomide daralmaya yol açan başarısızlık nedenlerinden biridir. Geleceği öngörmeyen, ekonomi ve finansal okur yazarlığı olmayan, proaktif davranamayan ve işletmeciliğin kurallarını yeterince uygulamayan işletmeler, finansal krizler olmasa bile başarısız olabilirler. Başarısızlık tüm işletmelerin karşılaşabileceği bir sonuç iken, finansal krizler başarısızlığa neden olan faktörlerden yalnızca biridir.

Kriz Kavramı

İşletmeler açısından kriz; sonucu tehlikeli olabilen, bir işletmenin hedeflerini tehdit eden, derhal tepki gösterilmesini gerektiren, iyi bir planlama ve yönetim ile fırsatlara dönüştürülebilecek, gerilim yaratan sıkıntılı bir durumdur. Krizin temel özellikleri şunlardır:

  • Kriz durumunun öngörülememesi,
  • İşletmenin öngörme ve önleme mekanizmalarının yetersiz kalması,
  • İşletmenin amaç ve varlığını tehdit etmesi,
  • Üstesinden gelinmesi için atılması gereken adımların kararlaştırılması konusunda yeterli bilgi ve zamanın bulunmaması,
  • Acil tepki verilmesini gerektirmesi,
  • Karar alıcılarda sıkıntı yaratması,
  • Korku ve paniğe yol açması,
  • Yetkiyi merkezileştirmesidir.

Finansal Krizler

Finansal kriz, finansal piyasalardaki kur, faiz ve fiyatlarda meydana gelen aşırı dalgalanmalar olarak tanımlanabilir. Finansal krizler genel olarak para krizi, bankacılık krizi, ikiz krizler, sistematik finansal krizler ve dış borç krizi olarak sınıflandırılabilir.

Para veya döviz krizi; para birimine yapılan spekülatif bir saldırı devalüasyonla veya şiddetli değer kaybı ile sonuçlanırsa veya para otoritelerinin büyük miktarlarda rezerv satmak veya faiz oranlarında keskin bir şekilde yükseltmek suretiyle para birimini korumak zorunda kalmaları ile ortaya çıkmaktadır.

Bankaların mevcut durumda veya potansiyel olarak başarısız olmaları ile yükümlülüklerini ertelemeleri ve hükümetlerin bu durumu önlemek için bankacılık sektörüne büyük ölçekli kaynak aktarmak yoluyla müdahale etmesi bankacılık krizi olarak tanımlanabilir.

Sistemik finansal krizler, finansal sistemin temel işlevlerini yerine getirme yeteneğinde ortaya çıkan bozukluklar ile finansal piyasalarda ciddi aksamalar olması ve reel ekonomi üzerinde büyük olumsuz etkilerin ortaya çıkmasıdır.

Dış borç krizi ise, bir ülkenin kamu veya özel kesime olan dış borçlarını ödeyememesi durumunda ortaya çıkmaktadır.

Finansal krizlerin nedenleri; ekonomik istikrarsızlıklar, politik müdahaleler, finansal gözetim ve denetim faaliyetinin yetersiz kalması, kötü yönetim ve kötü aktif kalitesi, yüksek operasyon maliyetleri, mevduat sigortası ile buna bağlı olarak ortaya çıkan ahlaki risk ve ters seçim olarak sıralanabilir. Bunların yanında döviz kuru, enflasyon, faiz oranındaki ani değişmeler, yabancı yatırımcıların kriz anında hızla ülkeyi terk etmesi muhasebe ve raporlamanın şeffaf olarak yapılmaması, yetersiz sermaye yapısı, gayrimenkul fiyatlarındaki aşırı hareketler de krizlerin diğer nedenleri olarak sayılabilir.

Dünya’da ve Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizler

1980’li yıllardan itibaren Dünya’da ve Türkiye’de birçok finansal kriz yaşanmıştır.

Avrupa Döviz Kuru Mekanizması Krizi: 1992-93 yıllarında yaşanan Avrupa Para Sistemi Döviz Kuru Mekanizması (ERM) krizinin en çarpıcı ve belki de en kalıcı sonuçlardan biri “Kara Çarşamba” olarak anılan 16 Eylül 1992’de yaşanan olaylardır. İngiltere’de faiz oranlarının bir günde %5 oranında yükselmiş ve İngiltere ERM’nin dışına çıktığını açıklamıştır. Avrupa Para Sistemi (EMS), otuz yıllık tarihinde eşi görülmemiş bir kriz yaşamıştır.

Meksika Peso’su Krizi: Latin Amerika ülkelerinden Meksika, Aralık 1994’te para biriminde ortaya çıkan büyük çöküş ile sarsılmış, devalüasyonun yarattığı şok ile yabancı yatırımcılar portföy yatırımlarını ellerinden çıkarmaya başlamışlar ve dolara yönelmişlerdir. Bu durum faiz oranlarının hızla yükselmesine yol açmış ve bankaların portföylerinin bozulmasını da hızlandırmıştır. Kriz diğer Latin Amerika ülkelerine de sıçramış en çok Arjantin ve Brezilya etkilenmiştir.

Güneydoğu Asya Krizi: Tayland’ın Temmuz 1997’de para birimini devalüe etmesi ile başlayan ve kısa sürede başta Malezya, Endonezya, Güney Kore ve Filipinler olmak üzere diğer Asya ülkelerine yayılan Güneydoğu Asya krizi, global bir krize dönüşmüştür. Krizin etkileri, başta Endonezya olmak üzere Rusya ve Türkiye’yi ardından da Arjantin, Brezilya gibi Latin Amerika ülkelerini sırasıyla etkilemiştir.

Rusya Krizi: Güneydoğu Asya krizi ile Rusya’da krizin yaşandığı ülkeler arasına girmiştir. 17 Ağustos 1998’de 1 Ruble 6 Dolar’dan 9.5 Dolara devalüe edilmiş ve 90 günlük moratoryum ilan edilmesi ile sonuçlanan bir ekonomik kriz yaşanmıştır. Rusya krizi başta Latin Amerika piyasaları olmak üzere tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını olumsuz yönde etkilemiştir. Rusya’da yaşanan ekonomik ve siyasi kriz Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir.

Nisan 1994 Türkiye Krizi: Ekonomik istikrar programının uygulamaya konamamış olması sonucunda 1994 yılı başında Dolar-Türk Lirası paritesi ciddi şekilde bozulmuş, enflasyonist beklentiler artmış, Hazine’nin iç borçlanma olanakları bitme noktasına gelmiştir. Türkiye’nin kredi değerliliğinin düşürülmesiyle dış kredi kanalları da tıkanmıştır. Hükümet 5 Nisan 1994 tarihinde bir ekonomik istikrar paketini yürürlüğe koymuş, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir stand-by düzenlemesine girilmiştir.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri: Türkiye, 2000 yılına enflasyonun düşürülmesi ve sürdürülebilir bir büyüme oranının sağlanması amacıyla IMF stand-by desteğinde yeni bir ekonomik programla girmiştir. Başlarda programın yarattığı olumlu etkiler sonucunda faizler hızla gerilemiştir; ancak sonrasında bankaların açık pozisyon kapatmaya çalışması, yabancıların yılsonu hesaplarını kapatma çabası ile döviz talebini artırmış ve faizlerin bir miktar artmasına neden olmuştur. Faizlerde başlayan bu artış, yüksek miktarda hazine bonosu taşıyan ve bunları repo işlemlerinde kullanan bankaları hızla sıkıntıya sokmuştur. Faizlerin aşırı derecede yükselmesi sonucunda panik havasını dağıtmak isteyen Merkez Bankası sonuçta piyasaya para sürmek zorunda kalmıştır. Merkez Bankası krizi izleyen iki gün boyunca rezervlerini eritmek pahasına piyasaya müdahale etmiş, ancak 22 Şubat 2001 tarihinde, döviz kuru çıpasının yürürlükten kaldırılıp dalgalı kura geçildiğini ilan etmek zorunda kalmıştır.

2008 Küresel Finans Krizi: Krizin başlangıç noktası 2006 sonu ABD konut piyasalarında oluşan balonun patlaması ve konut fiyatlarında yaşanan hızlı düşüş ve izleyen dönemde özellikle düşük gelirli mortgage kredileri olarak adlandırılan kredilerde geri dönüşlerin azalmasıyla bankacılık sisteminde baş gösteren likidite sorunlarının 2007 ile 2008 yıllarında küresel finans sistemini etkilemiştir. Küresel kriz ülkeden ülkeye hızlı bir şekilde yayılmıştır. Küresel kriz 2008 yılının Eylül ayından itibaren finansal kurumlarda ve bankalarda ortaya çıkan iflaslarla birinci süreçten farklı olan ikinci sürece girmiştir. 2008 yılının Ekim ayından itibaren Avrupa Bankacılık sistemi de krizden etkilenmeye başlamıştır. 2008 krizinin diğer krizlerden farkı, bunun tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olmasıdır.

Finansal Krizlerin İşletmelere Etkileri:

Finansal krizler etkisini öncelikle firmaların işletme sermayesinde göstermektedir. Firmaların işletme sermayesi ihtiyaçlarını finanse etmek için gerekli olan mevcut fonlar azalmaktadır. Fon azalması, hem banka kredilerine doğrudan yansıyarak hem de dolaylı olarak firmaların kullanabileceği ticari borç miktarını azaltarak etkili olmaktadır. Kriz dönemlerinde, alacak devir hızı yavaşlamakta, şüpheli alacakların miktarı artmaktadır. Bu dönemlerde stokların devir hızı da yavaşlamakta ve stok ömrü uzamaktadır. Krizler ile firma değerinde meydana gelen düşüş, işletmelerin erişebilecekleri ticari borçların miktarını azaltmakta ve kredilerin vadesi kısalmaktadır. Finansal kurumları etkileyen finansal şoklar, bankaların şirketlere kredi vermekten kaçınıp, devlet tahvili gibi güvenli varlıklarda likit kalmayı tercih etmelerine neden olmaktadır. Finansal krizler, likidite sıkışıklığı, açık pozisyonlar ve kur riski ile birlikte problemli kredilerin artmasına neden olmaktadır.

Firmaların ödeme güçlüğü içerisine girmeleri, zaten sorunlu olan bankacılık sektörünü olumsuz etkilemiş ve takipteki kredilerinin toplam kredilerine oranı yükselmiş ve birçok firma kapanmak durumunda kalmıştır. Firma kapanmaları sonucunda işsizlik oranı artmıştır. Krizden etkilenen reel sektör firmalarının yeniden ekonomiye kazandırılabilmelerini sağlamak amacıyla borçları yeniden yapılandırılması için İstanbul Yaklaşımı gündeme gelmiştir. Krizlere karşı işletmeler; stratejik önlemler, masrafları azaltıcı önlemler ve nakit girişini hızlandırıcı önlemler olarak sıralanabilecek önlemleri alabilirler.

İşletme Başarısızlıkları

İşletmelerde başarısızlık bir süreç seklinde ortaya çıkar. Eğer işletme meydana gelen iç ve dış koşullardaki değişimin gerektirdiği önlemleri almazsa işletmede büyüme durur, uzun vadeli planlarda sapmalar meydana gelir. Bunun ardından yatırımlar azalır ve mevcut yatırımların finansmanında güçlüklerle karşılaşılır. Satışları azalır ve buna bağlı olarak kârı da düşer. İşletme kısa vadeli yükümlülüklerini yerine getiremez ve uzun vadeli borç taksitlerini ödeyemez duruma gelir. İşletme, başarısızlığa uğrama tehlikesine karşı kendi önlemlerini ve çözümlerini geliştirebilir. İşletmelerin, yaşamları süresince karşılaştıkları çeşitli sorunların tespit edilip çözümlenememesi, işletmelerin yaşamlarının sona ermesine neden olur. Mevcut veya beklenmedik sorunlara karşı önlem alma ve onları ortadan kaldırma, öncelikle işletme yönetiminin görevidir. Karşılaşılan sorunların en önemlilerinden biri, finansal yönetimle ilgili sorunlardır. Alınabilecek tüm önlemlere karşın, işletmenin sağlıklı bir yapıya kavuşarak varlığını sürdürmesi ümitsiz görülüyorsa, işletmenin tasfiyesine gitmekten başka çare kalmayabilir.

Finansal Yükümlülükler Açısından Başarısızlık Türleri:

Finansal açıdan başarısızlık, finansal yükümlülüklerin nakit akışlarının yetersizliği nedeniyle yerine getirilememesidir. Üç tür başarısızlık durumu vardır. Bunlar kârın sürekli olarak düşük ya da negatif çıkması, teknik likiditenin kaybedilmesi ve işletmenin iflas etmesidir.

Negatif veya Düşük Kâr: Bir işletmenin faaliyetleri devamlı olarak zararla sonuçlanıyorsa, bu işletmenin piyasa değeri düşme gösterecektir.

İşletmenin Teknik Likiditesini Kaybetmesi: Teknik likiditenin kaybedilmesi, işletmenin vadesi gelen borçlarını ödeyememesi anlamına gelmektedir. Bu durumda işletme, bazı varlıklarını nakde çevirebilirse, iflas etmekten kurtulabilecektir.

İflas: Bir işletmenin yükümlülüklerinin(borçlarının) varlıklarının değerini aşması ve varlıkların, borçlarını karşılayamaz duruma gelmesidir.

Başarısızlığa Neden Olan Faktörler

Başarısızlığa neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir.

Dış Çevreye İlişkin Nedenler:

  • Piyasada yok edici rekabetin ortaya çıkması,
  • Müşteri isteklerinin anlaşılamaması,
  • Satın alma ve satışlarda az sayıda işletmeye bağımlı kalınması
  • Hammadde bakımından dışa bağımlılık,
  • Ekonomik ve çevre koşullarının değişmesi ve doğal afetler,
  • Dünyada, ülkede ve endüstride ortaya çıkan gelişmelerin izlenememesi,
  • İşletmenin gelişen teknolojiye ayak uyduramaması,
  • Global finansal krizlerin ortaya çıkmasıdır.

Yönetsel Nedenler:

  • Üretim, finans ve pazarlama bölümleri arasında koordinasyon sağlanamaması,
  • Planlama anlayışının olmaması,
  • İşletme yöneticilerinin ya da ortakların ayrılmasının yol açtığı yönetsel ve finansal boşluk,
  • İşletme yönetiminin niteliksiz olması
  • Personel devir hızının yüksek olmasıdır.

Faaliyetlere İlişkin Nedenler:

  • Kuruluş yerinin hatalı seçilmesi,
  • Depoların kontrolünün ve stok denetiminin yapılmaması,
  • Faaliyetlerin yeterince çeşitlendirilememesi,
  • Talep yetersizliği deniyle stok devir hızının düşük olması,
  • Satış ve kredi politikasının iyi oluşturulup izlenmemesi ve alacak tahsilinde etkisiz kalınması,
  • Alacakların tahsil edilememesi,
  • Nakit yönetimine önem verilmemesidir.

Borçlanma ve Yatırım Kararlarına İlişkin Nedenler:

  • İşletmenin büyümesinin yeterince sağlanamaması,
  • Aşırı büyüme sonucunda öz sermayenin yetersiz kalması,
  • Yüksek maliyetler üzerinden aşırı borçlanmanın yapılması,
  • Aşırı maliyet artışları ve finansman giderlerinin artması,
  • Duran varlıklara gerektirdiğinden çok yatırım yapılması,
  • Optimal sermaye yapısının oluşturulamaması,
  • Sermaye maliyetine dikkat edilmemesidir

Başarısızlığın Önceden Tahmini

İşletmeler geleceği algılayabildikleri ve geleceğe ilişkin politikalar üretip yeni stratejiler belirleyebildikleri ölçüde başarılı olacaklardır. İşletmelerin hayatta kalabilmeleri ve başarılarını devam ettirebilmeleri değişen koşullara gösterecekleri uyuma, proaktif davranma ve krizleri yönetebilme yeteneklerine bağlıdır.

İşletmeler iflas etmeden önce, bu duruma ilişkin sinyalleri işletmenin bankadaki cari hesaplarında, satıcılarla ilişkilerinde ve bilançosunda görmek mümkündür. Ancak, işletme başarısızlığı ile ilgili en anlamlı bilgiler, oran analizleri ile elde edilebilir.

Başarısızlığın Ölçülmesinde Kullanılan Oranlar Sistemi:

Başarısızlığın önceden belirlenmesinde kullanılan oranlar sistemi matematik-istatistik, test ve seçim yöntemlerine dayanırlar. Burada temel kriter, oranın önceden bilgi verme gücü, diğer bir ifadeyle tahmin kalitesidir. Araştırmaların çoğu “başarılı” ve “başarısız” işletmelerin ayrımına dayanır.

Altman Modeli: Altman modeli, oran analizinin çok değişkenli boyutlarda genişletilmesine dayanmaktadır. Bu analizde ağırlık verilen oranlar likidite, kârlılık, etkinlik ve kaldıraç etkilerini yansıtanlardır. Bu analiz yardımıyla, farklı oranları çeşitli ağırlıklarla birbiri ile ilişkilendirmek ve böylece bir işletmenin kredi değerliliğini ve riskini ifade eden bir nokta değer hesaplamak mümkündür. Altman Modeline göre Z değeri <2,675 ise işletme başarısız olarak değerlendirilmektedir ve modelin doğruluk derecesi belirtilen örneklem dahilinde %95 tir.

Beaver Modeli: Beaver’e göre bir işletmede oluşturulan likit rezervlerin, özellikle faaliyetlerin dalgalanma gösterdiği dönemlerde önemli işlevleri vardır. İşletmelerinin kredi değerliliğinin belirlenmesinde likit rezervler çok önemli rol oynamakta ve bu rezervlere göre kredi değerliliği değişmektedir. Araştırmadan beklenen yararın sağlanabilmesi için, Beaver, işletmenin nakit sıkıntısının ortaya çıktığı yıldan en az beş yıl önce yapılmasını önermektedir. En yüksek tahmin gücüne sahip olan oranın, Nakit Akışı/Dış Kaynak olduğunu belirtmektedir. Bu araştırmada, başarılı işletmelerin finansal oranlarının değerinin, başarısız işletmelere göre oldukça yüksek olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan başarısız işletmelerinin oranlarının başarısızlık dönemine yaklaştıkça hızla düştüğü de belirlenmiştir.

Springate Modeli: Bu modelde aşamalı çok değişkenli ayırım analizi kullanılmıştır. Springate, dört temel oran kullanarak başarılı ve başarısız işletmelere ilişkin bir Z değeri hesaplamıştır. Springate Modeline göre Z değeri < 0,862 ise işletme başarısız olarak değerlendirilmektedir.

Weibel Modeli: Weibel, kötü ve iyi işletme çiftlerinin seçiminde kriter olarak iş kolu, işletme büyüklüğü, işletmenin yaşı, hukuki şekli, kuruluş yeri, konjonktür ve taşınmazların sahipliğinden yararlanarak, Wilcoxon testini kullanmıştır. Wilcoxon testi, örneklemenin bağımsızlığını gözardı etmekte, değişkenler arasındaki çoklu ilişkileri dikkate almamaktadır.

Fulmer Modeli: Bu modelde çok değişkenli ayırım analizine dayanmaktadır. Fulmer, oluşturmuş olduğu modelde, bir denklem aracılığı ile H değerini hesaplamıştır. Fulmer’in çok değişkenli ayırım modelinde H < 0 ise işletme başarısız kabul edilmektedir.

CA-Skoru (Kanada Skoru) Modeli: Bu model de çok değişkenli ayırım analizine dayanmaktadır. Yapılan analizler, finansal oran dizisinin, işletmelerdeki çeşitli olayları önceden bildirme yeteneğinin olduğunu göstermektedir.

Finansal oranların belirli tipik olayları önceden bildirmesi, başarısızlıkları giderici önlemlerin zamanında alınmasına olanak sağlar. Ayrıca, seçilen oran demetinin yeterli ölçüde test edilmesiyle, tek tek oranlara bel bağlamanın yol açtığı subjektif değerlendirmenin etkisi de ortadan kaldırılmaktadır.

İşletmelerin Finansal Başarısızlıklarında Durumu İyileştirmede İzlenecek Yollar

Başarısızlıkta ilk karşılaşılan, işletmenin finansal yükümlülüklerini yerine getirememesidir. Finansal yapısı bozulan ve yükümlülüklerini yerine getiremeyen işletmenin, finansal yapısını düzeltmek için bir dizi kararlar alması ve uygulaması gerekir. Eğer başarısızlık atlatılacak bir düzeyde ise sermaye yapısının güçlendirilmesi, borçların vadesinin uzatılması, işletmenin kullanılmayan varlıklarının satılması, küçülme politikasının izlenmesi, yeni işletmeler ile ortaklık kurulması gibi yeniden yapılanma çabaları başarısızlıktan kurtulmada izlenebilecek yollardır.

Sermaye Yapısının Güçlendirilmesi: Başarısız olan işletmelerin ilk yapacağı işlem, finansal durumun düzeltilmesi olmalıdır. Başarısızlığın ortaya çıkmasıyla birlikte işletmelerin uzun süreli yabancı kaynak bulmaları da son derece güçtür. Sermaye yapısını güçlendirmenin ilk yolu sermaye artırımıdır. Hisse senedi çıkararak eski ortakların payların artırmak veya işletmeye yeni ortaklar almaktır. İşletmeler oto finansman yoluna başvurarak da yeni fon yaratabilirler. Bu durumda, işletmenin kârlarının bir kısmı dağıtılmayarak işletmede alıkonulacaktır. Bu uygulamayla işletmeden nakit çıkışı engellenmekte, fakat nakit girişi sağlanamamaktadır.

Borçların Vadelerinin Uzatılması: Finansal yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumdaki bir işletmenin nakit sorununun azaltılmasının yollarından biri de borçlarının vadesinin uzatılmasıdır. Ancak işletmeler, faiz maliyetlerine katlanmak zorunda kalabileceklerdir.

İşletmelerde Kullanılmayan Varlıkların Satılması: İşletmelerin, ihtiyaç fazlası olan gayrimenkullerinin satışıyla işletmeye önemli ölçüde nakit girişi sağlamaları ve finansal başarısızlığı ortadan kaldırmaları mümkün olabilmektedir.

Küçülme Yoluyla Başarısızlığın Giderilmesi: İşletmelerin fon sağlama yollarından biri de üretim tesislerinin bir kısmını satarak üretim faaliyetlerini daraltma ya da iştiraklerini devretmeyle gerçekleştirilir.

Yeni İşletmelerle Ortaklık Yapılması: İşletmeler, diğer işletmelerle ortak olup pazar darboğazını aşarak yok edici rekabeti ortadan kaldırabilir, yeni teknolojilerden yararlanabilir veya diğer işletmelerin finansal kaynaklarından yararlanabilir.

Borçların Öz Kaynağa Çevrilmesi: İşletmeler borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiklerinde, alacaklılar ile anlaşarak işletmeden alacaklı olanları alacak tutarları karşılığında işletmeye ortak edebilirler.

İşletmenin Faaliyetlerine Son Verme veya İşletmeyi Satma: İşletmenin içine düştüğü olumsuz durumdan kurtulması için bir çözüm bulunamıyorsa, işletmenin faaliyetlerine son vermesi veya işletmeyi satmasından başka bir yol kalmamıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.