Açıköğretim Ders Notları

Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim ve Ölçü Dersi 1. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim ve Ölçü Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Eski Türk Edebiyatının Genel Özellikleri Ve Bazı Temel Bilgiler

GİRİŞ

Türk tarihi, milletlerin tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri din, dil, coğrafya değişiklikleri ve bu değişikliklere bağlı olarak ilişkide bulundukları milletlerin uygarlık, kültür ve edebiyatlarının etkileri dikkate alınarak dönemlere ayrılır. Türk edebiyatı “İslamiyet öncesi Türk edebiyatı”, “İslami dönem Türk edebiyatı” ve “Batı etkisindeki Türk edebiyatı olarak” üç ana döneme ayrılır.

İslami Türk edebiyatının ilk önemli eseri Kutadgu Bilig’in yazıldığı tarih 1069’dur. Eser doğu Türkçesiyle yazılmıştır.

Eski Türk edebiyatı, Osmanlı döneminde ortaya konulan edebiyat ürünlerini esas almakla birlikte Osmanlı döneminde tek bir edebi gelenek bulunmamaktadır. Farklı özellikler göz önünde tutularak, bu dönemde varlığını sürdüren üç ayrı edebi anlayıştan ve gelenekten söz edilir.

  • Halk edebiyatı
  • Tasavvufi halk edebiyatı (=Tekke edebiyatı)
  • Klasik Türk edebiyatı(=Divan edebiyatı)

Eski Türk edebiyatı, Türk edebiyatı tarihinin Osmanlı devletinin coğrafyasında XIII. yüzyıl sonlarından başlayıp XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdüren nazari ve estetik esaslarını müşterek İslami kültürden alan, örnek aldığı Fars edebiyatının etkisi altında şekillenen, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin geniş bir arada yer aldığı bir Türkçe ile eserlerini veren, sanatlı söyleyişi önde tutan, kuralcılığı ve geleneğin ağır bastığı, Türk edebiyatının bir dönemidir.

ESKİ TÜRK EDEBİYATI

İran edebiyatı etkisinde gelişen ve XIX. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar mükemmel denebilecek eserlerini vermiş olan “İslami dönem Batı Türk edebiyatı”, XIX. yüzyıl başlarından itibaren artık tükenmeye yüz tutmuş; bu yüzyılın ikinci yarısından sonra da yerini artık yeni bir edebi anlayışa bırakmaya başlamıştır. Batı özellikle de Fransız edebiyatı etkisinde doğan ve gelişmeye başlayan bu yeni dönem Türk edebiyatı edebiyyat-ı cedide(=yani edebiyat) olarak adlandırılmıştır. Başlangıçta bu edebi anlayışı öncekinden ayırmak için eskisine edebiyyat-ı kadime(=eski edebiyat) ya da bu dönemde yazılmış mensur(=düz yazı) eserleri bir tarafa bırakarak şiir-i kudema(=eskilerin şiiri) gibi adlar verilmiştir. Bu adlarla yetinilmemiş havas edebiyatı, saray edebiyatı, Enderun edebiyatı edebiyyat-ı Osmaniyye, Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, İslami Türk edebiyatı, klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır.

Divan şiirinde sıkça geçen “aşk”, “sevgili”, “meyhane”, “içki”, “sarhoşluk” gibi kavramlar, tasavvufun da etkisiyle genellikle mecazi anlamıyla ele alınır. Divan şiirinin yoğun ve süslü bir dildir.

Belagat, bir düşünce ya da duygunun yerinde ve zamanında manası en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Belagat için öncelikli şart fesahattir. Belagatin terimlerinden ve kurallarından bahseden bilim dalına “Belagat ilmi” denir. Belagat bir ilim olarak üç kısma ayrılır: Meani, beyan ve bedi.

Divan şiirini gelişim çizgisini ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak üç döneme ayrılmıştır. Bunlar:

  1. Oluşum Dönemi: XIII. yüzyılın sonlarından XIV. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Dönemin önemli temsilcileri, Âşık Paşa (öl.1333), Gülşehrî (öl. XIV. yy.), Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1401?), Ahmedî (öl. 1413) ve Şeyhî (öl. 1431?) gibi şairledir.
  2. I. Klâsik dönem: XV. yüzyılın ilk yıllarından XVII. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Ahmed Paşa (öl. 1496), Necatî (öl.1509) ve Zâtî (öl.1546) gibi şairlerle olgunluk kazanmaya başladığı; Fuzulî (öl.1556), Bakî (öl.1600), Nev’î (öl.1599), Hayalî (öl. 1557) ve Taşlıcalı Yahya (öl.1582) gibi şairlerle de Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisinden kısmen de olsa kurtularak artık kendi iç gelişimini tamamlayıp özgün eserlerini vermeye başladığı bir dönemdir.
  3. II. Klâsik Dönem: XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. İran edebiyatındaki üslup farklılaşmasının etkisiyle özellikle şiirde yoğun olarak yeniden bu edebiyatın etkisi altına girdiği bir dönemdir. Sebk-i Hindî (=Hind üslubu) ad› verilen bu edebî akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri Fehîm-i Kadîm (öl. 1647), Nâ’ilî (öl. 1666), Nedîm-i Kadîm (öl.1670), Nef’î (öl. 1635) ve Şeyh Gâlib (öl.1799)’dir.

Osmanlı toplumunda padişahtan sadrazama, vezirden bilim adamına, çeşitli devlet görevlilerinden farklı meslek gruplarına kadar pek çok kesim şiir söyleme ve şiirden zevk alma ortak noktasında buluşmuşlardır. Bu dönemde devlet, diğer hizmetleri ve yeteneklerinin yanı sıra onların bu yönlerini de dikkate almış bu kişileri ödüllendirmiş böylece toplumda şiirin, şairin ve sanatın yeri devlet eliyle yüceltilmiştir. Başarılı şairlere devlet tarafından maaş bağlandığı devrin tarihî kaynaklarından olan “in’amât (=bağışlar)” defterlerinde ve “şu’arâ tezkireleri”nde görülür. “Şu’arâ tezkireleri” üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, bu kaynaklarda geçen 3000 civarı şair arasında en çok “ilmiye sınıfı(=bilim adamları)” mensupları, daha sonra “kalemiye(=bürokrat)” sınıfı, bunlardan sonra da saray mensupları, askerler, esnaf, serbest meslek sahipleri bulunmaktadır.

Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı üç tür kitap vardır: “dîvân”lar, “mesnevî”ler ve “mecmû’a-i eş’âr”lar.

  1. Divanlar: Klâsik dönem Türk şairlerinin çeşitli nazım şekilleri ile yazdıkları şiirlerin toplandığı kitaplardır. Burada şiirler genellikle kasideler, tarih kıt’aları, gazeller, musammatlar, rubâ’îler, kıt’alar, beyitler, mısralar düzeninde sıralanmıştır.
  2. Mesneviler: Mesnevî hem bir nazım biçimi, hem de bu nazım biçimi ile yazılmış kitaplara verilen addır.
  3. Şiir Mecmuaları: Divanlar ve mesneviler dışında farklı şairlerin çeşitli nazım şekilleriyle yazdıkları şiirlerinin toplandığı “şiir mecmuaları (=mecmû’a-i eş’âr)” ile beğenilen bir şiire başka şairler tarafından yazılmış benzer şiirler(=nazîre)in toplandığı “nazire mecmua(=mecmû’a-i nezâ’ir)ları” bu dönemin antoloji niteliğindeki şiir kitaplarıdır.

Divan şiiri, belli bir kültür birikimi ile yazılan ya da söylenen ve geleneğe dayalı özellikleri olan bir şiirdir.

Mazmun: Mazmunlar kelimelerin ilk bakışta görülemeyen gizli bir ya da birden fazla anlamıdır. Esas söylenmek istenen şey arka plandadır. Yani bir mananın birtakım ipuçları verilmek suretiyle ifade edilmesidir.

Mahlas: Divan şairleri İran şiirindeki bir geleneğe uyarak şiirlerinde “mahlas” adı verilen takma adlar kullanmışlardır.

Biçim: Divan şiirinde nazım birimi “beyit (=beyt)” ve “bend”dir. Beyit iki “mısra (=dize)”dan, bend ise ikiden fazla “mısra”dan meydana gelir. Bu yüzden nazım şekilleri “beyit (

Âhenk: Âhenk, kelimelerin akıcılığı, kulakta güzel tesir bırakacak şekilde bir araya getirilmesi, sözün ses yapısının çeşitli yollarla etkileyici şekilde düzenlenmesidir.

Din: Klasik dönem Türk edebiyatı döneminde İslam dininin etkisi iki boyutta kendini göstermiştir. Bunlardan birincisi edebi metinleri dinî düşüncelerin aktarım aracı olarak gören, ikincisi “varlık birliği” inancının bu edebiyatın bütününe rengini vermesi ve onun üslubunu belirlemesidir. Divan şiirinde tevhîd, münâcât ve na’tler doğrudan dini içeriklidir. Divan şiirinde Allah sonsuz ilmi ve kudreti, bu ilim ve kudretinin bütün eşyayı ve evreni kuşatmış olması, gökleri yeri ve her şeyi belli bir düzen içinde yaratıp yine bir düzene göre yönetmesi, insanın onun sanatının güzel bir örneği olması gibi özellikleriyle anılır. İslam inancına göre yalnızca Allah’a itaat etmek için yaratılmış sayısız nuranî varlıklar olan meleklerden bazıları da Divan şiirinde çeşitli münasebetlerle yer almışlardır. İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’ân’ın “âyet”lerinin ve “hadîs”lerin şiire yansıması iktibâs ve telmîh yoluyla olmuştur. Dini kişiliklerin en önemlileri peygamberlerdir ve peygamberlerin şiirde geçiş şekilleri sadece islâm dininin temel kaynakları olan ayet ve hadislerde verilmiş bilgilerle sınırlı değildir. Zamanla diğer dinlere ait kaynaklardan edinilen bilgilerle bu konudaki birikimin edebiyata yansıma biçimi genişlemiştir.

Tasavvuf: Tasavvuf, temelde islâm dininin Kur’an ve sünnet adı verilen iki kaynağına dayanmakla birlikte zamanla dış etkilerden, başka milletlerin felsefelerinden ve düşünüşlerinden de etkilenen dini, dünyayı ve hayatı yorumlayış tarzıdır. Tasavvuf mutlak bir “gerçek”in var olduğunu; fakat bu “gerçek”in içinde yaşadığımız dünyanın ötesinde olduğunu, gerçek varlığa ulaşmanın ancak görünüşten ve bir hayalden ibaret bu âlemin inkârı ile mümkün olabileceğini kabul eder. Tasavvuf, gerek ibadetlerde gerekse bu dünyadaki her türlü ilişkide yaratıcıya olan sevgiyi esas alır. İnsanın kötü huylarını bütünüyle terk etmesi ve diğer insanlarla sevgi temelinde birleşmesidir. Tasavvufa göre bütün varlıklar üzerinde hâkim olan bir “mutlak sevgi” ve “mutlak güzellik” vardır. Bu yolda olanlar Yaratıcı’yı, kulun sevdiği, bu sevgi ile huzur bulduğu, hem kendi hem de kâinat üzerindeki eserlerinde onun izlerini gördüğü bir sevgili olarak kabul etmişlerdir. Tasavvufun en önemli isimlerinden biri olan İbn Arabî’ye göre aşk, kulluğun temeli ve özüdür. İlahî aşkı yaşayan sofiler, günlük dille ifade edilemeyecek ruh hâlleri yaşadıklarını, yaşadıkları bu hâllerin ancak sembollere dayalı bir dil ve üslupla ifade edilebileceğini söylerler ve bu özellikte bir dil kullanırlar. Divan şiirinde tasavvuf etkisinin oluşmasında Ahmed Yesevî (öl.1166) ve onun dervişlerinin, Yunus Emre (öl.1320-21) ve izleyicilerinin ve Mevlânâ(öl.1273)’nın büyük etkisi vardır. Tasavvuf, Divan şiirinin, hatta müşterek İslâmî edebiyatın diğer kolları olan İran, Arap ve Urdu edebiyatlarının dil ve üslûbunu da doğrudan etkileyen, hatta belirleyen bir niteliğe sahiptir. Şiirdeki “aşk”, “şarap”, “meyhane”, “sevgili” gibi unsurlar genellikle tasavvufun mecazlı diliyle kaleme alınmıştır ve bu kavramlar sözlük anlamlarından çok daha farklı anlamları gösterirler.

Divan şiirinin coğrafyasında, Osmanlı devletinin siyasi coğrafyasının yanı sıra müşterek geleneksel edebiyatta geçen mekânlar da yer almaktadır. Bunlar Çin, Horasan, Rum, Şam, Hindistan, Irak, Hicaz, İsfahan, Yemen, Azerbaycan, Türkistan, Semerkand, Buhara, Irak, Kerbela, Basra, Necef, Kudüs, Vadî-i Eymen, Mekke ve Medine gibi şehirler ve ülkeler olasının yanı sıra Anadolu şehirlerinin isimleri de geçmektedir.

Kozmik âlem: Divan şiirine hâkim kozmoloji anlayışına göre gökyüzü katmanlar(=felekler)dan meydana gelmiştir. Dünya bu feleklerin merkezinde yer alır. Gökler onun üzerinde soğan zarları gibi üst üste geçmiş bir hâldedir. Her felekte bir “seyyâre (=gezegen)” vardı. Felekler bu gezegenlerin adlarıyla anılır. Bunlar seb’a-i seyyare (=yedi gezegen) adı verilmiş olan Ay (=kamer, mâh), Utarid (=Merkür), Zühre (=Venüs, Nâhîd) , Şems (=Güneş, Hurşîd), Mirrih (=Merih), Zuhal (=Satürn), Müşterî (=Jüpiter)’dir. Gezegenlerden sonraki sekizinci felekte sabit yıldızlar vardır. Daha sonra boş olan atlas feleği yer alır. Güneş sultandır. Ay vezir, Utarit kâtip, Zühre çalgıcı ve rakkase, Mirrîh komutan, Müşterî kadı ve Zuhal hazinedar olarak hayal edilir.

Zaman: Zaman kavramı genellikle “zamân”, “rûzgâr”, “vakt”, “devr” ve “dehr” sözcükleri ile ifade edilir. Dört mevsimden ikisi öne çıkar: Bahar ve hazan (=sonbahar).

Hayvanlar: Kuşların bir kısmı olumlu, bir kısmı ise olumsuz düşünceler doğurarak metinlerde yer alır.

Bitkiler: Şiirde ağaç türlerinden en fazla sevgilinin boyunun benzetildiği serviye, ayrıca çenâr, ar’ar, tûbâ, şimşâd ve sanavbere, çiçeklerden ise güle rastlanır. Divan şirinde sevgili, âşık ve rakip: Divan şiirin aşk anlayışı, daha çok tasavvuf düşüncesi etrafında şekillenmiştir. Divan şiiri tasavvufun etkisiyle mecazlı bir dildir.

Nesir (Nesr), bir edebiyat terimi olarak “nazm”ın karşıtıdır. Vezinli olmayan, düzyazı, söz anlamına gelir. Nesir yazılara “mensûr”, nesir yazarlarına da “nâsir” denir. Türk edebiyatından günümüze ulaşan edebi nesir örnekleri, Orhon Anıtları ve Uygurlar döneminden gelen Budizm ve Maniheizm etkisini taşıyan metinlerdir. XV. yüzyıl sonlarına kadar yazılan eserlerin temel özelliği dinî ve ahlakî niteliğe sahip olmalarıdır.

Edebiyat tarihinin en önemli kaynakları şunlardır:

  • Şu’arâ Tezkireleri
  • Şakâiku’n-Nu’mâniyye ile Tercüme ve Zeyilleri
  • Mevki ve mesleklere göre kişiler hakkında bilgi veren eserler
  • Türlü biyografik eserler
  • Osmanlı Tarihleri
  • Bibliyografyalar
  • Ansiklopedik eserler
  • Sözlükler
  • Edebiyat tarihleri
  • Klâsik edebiyat bilgisini konu alan eserler

)”lerden>

GİRİŞ

Türk tarihi, milletlerin tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri din, dil, coğrafya değişiklikleri ve bu değişikliklere bağlı olarak ilişkide bulundukları milletlerin uygarlık, kültür ve edebiyatlarının etkileri dikkate alınarak dönemlere ayrılır. Türk edebiyatı “İslamiyet öncesi Türk edebiyatı”, “İslami dönem Türk edebiyatı” ve “Batı etkisindeki Türk edebiyatı olarak” üç ana döneme ayrılır.

İslami Türk edebiyatının ilk önemli eseri Kutadgu Bilig’in yazıldığı tarih 1069’dur. Eser doğu Türkçesiyle yazılmıştır.

Eski Türk edebiyatı, Osmanlı döneminde ortaya konulan edebiyat ürünlerini esas almakla birlikte Osmanlı döneminde tek bir edebi gelenek bulunmamaktadır. Farklı özellikler göz önünde tutularak, bu dönemde varlığını sürdüren üç ayrı edebi anlayıştan ve gelenekten söz edilir.

  • Halk edebiyatı
  • Tasavvufi halk edebiyatı (=Tekke edebiyatı)
  • Klasik Türk edebiyatı(=Divan edebiyatı)

Eski Türk edebiyatı, Türk edebiyatı tarihinin Osmanlı devletinin coğrafyasında XIII. yüzyıl sonlarından başlayıp XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdüren nazari ve estetik esaslarını müşterek İslami kültürden alan, örnek aldığı Fars edebiyatının etkisi altında şekillenen, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin geniş bir arada yer aldığı bir Türkçe ile eserlerini veren, sanatlı söyleyişi önde tutan, kuralcılığı ve geleneğin ağır bastığı, Türk edebiyatının bir dönemidir.

ESKİ TÜRK EDEBİYATI

İran edebiyatı etkisinde gelişen ve XIX. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar mükemmel denebilecek eserlerini vermiş olan “İslami dönem Batı Türk edebiyatı”, XIX. yüzyıl başlarından itibaren artık tükenmeye yüz tutmuş; bu yüzyılın ikinci yarısından sonra da yerini artık yeni bir edebi anlayışa bırakmaya başlamıştır. Batı özellikle de Fransız edebiyatı etkisinde doğan ve gelişmeye başlayan bu yeni dönem Türk edebiyatı edebiyyat-ı cedide(=yani edebiyat) olarak adlandırılmıştır. Başlangıçta bu edebi anlayışı öncekinden ayırmak için eskisine edebiyyat-ı kadime(=eski edebiyat) ya da bu dönemde yazılmış mensur(=düz yazı) eserleri bir tarafa bırakarak şiir-i kudema(=eskilerin şiiri) gibi adlar verilmiştir. Bu adlarla yetinilmemiş havas edebiyatı, saray edebiyatı, Enderun edebiyatı edebiyyat-ı Osmaniyye, Osmanlı şiiri, Divan edebiyatı, İslami Türk edebiyatı, klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır.

Divan şiirinde sıkça geçen “aşk”, “sevgili”, “meyhane”, “içki”, “sarhoşluk” gibi kavramlar, tasavvufun da etkisiyle genellikle mecazi anlamıyla ele alınır. Divan şiirinin yoğun ve süslü bir dildir.

Belagat, bir düşünce ya da duygunun yerinde ve zamanında manası en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Belagat için öncelikli şart fesahattir. Belagatin terimlerinden ve kurallarından bahseden bilim dalına “Belagat ilmi” denir. Belagat bir ilim olarak üç kısma ayrılır: Meani, beyan ve bedi.

Divan şiirini gelişim çizgisini ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak üç döneme ayrılmıştır. Bunlar:

  1. Oluşum Dönemi: XIII. yüzyılın sonlarından XIV. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Dönemin önemli temsilcileri, Âşık Paşa (öl.1333), Gülşehrî (öl. XIV. yy.), Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1401?), Ahmedî (öl. 1413) ve Şeyhî (öl. 1431?) gibi şairledir.
  2. I. Klâsik dönem: XV. yüzyılın ilk yıllarından XVII. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Ahmed Paşa (öl. 1496), Necatî (öl.1509) ve Zâtî (öl.1546) gibi şairlerle olgunluk kazanmaya başladığı; Fuzulî (öl.1556), Bakî (öl.1600), Nev’î (öl.1599), Hayalî (öl. 1557) ve Taşlıcalı Yahya (öl.1582) gibi şairlerle de Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisinden kısmen de olsa kurtularak artık kendi iç gelişimini tamamlayıp özgün eserlerini vermeye başladığı bir dönemdir.
  3. II. Klâsik Dönem: XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. İran edebiyatındaki üslup farklılaşmasının etkisiyle özellikle şiirde yoğun olarak yeniden bu edebiyatın etkisi altına girdiği bir dönemdir. Sebk-i Hindî (=Hind üslubu) ad› verilen bu edebî akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri Fehîm-i Kadîm (öl. 1647), Nâ’ilî (öl. 1666), Nedîm-i Kadîm (öl.1670), Nef’î (öl. 1635) ve Şeyh Gâlib (öl.1799)’dir.

Osmanlı toplumunda padişahtan sadrazama, vezirden bilim adamına, çeşitli devlet görevlilerinden farklı meslek gruplarına kadar pek çok kesim şiir söyleme ve şiirden zevk alma ortak noktasında buluşmuşlardır. Bu dönemde devlet, diğer hizmetleri ve yeteneklerinin yanı sıra onların bu yönlerini de dikkate almış bu kişileri ödüllendirmiş böylece toplumda şiirin, şairin ve sanatın yeri devlet eliyle yüceltilmiştir. Başarılı şairlere devlet tarafından maaş bağlandığı devrin tarihî kaynaklarından olan “in’amât (=bağışlar)” defterlerinde ve “şu’arâ tezkireleri”nde görülür. “Şu’arâ tezkireleri” üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, bu kaynaklarda geçen 3000 civarı şair arasında en çok “ilmiye sınıfı(=bilim adamları)” mensupları, daha sonra “kalemiye(=bürokrat)” sınıfı, bunlardan sonra da saray mensupları, askerler, esnaf, serbest meslek sahipleri bulunmaktadır.

Eski Türk Edebiyatında şiirlerin toplandığı üç tür kitap vardır: “dîvân”lar, “mesnevî”ler ve “mecmû’a-i eş’âr”lar.

  1. Divanlar: Klâsik dönem Türk şairlerinin çeşitli nazım şekilleri ile yazdıkları şiirlerin toplandığı kitaplardır. Burada şiirler genellikle kasideler, tarih kıt’aları, gazeller, musammatlar, rubâ’îler, kıt’alar, beyitler, mısralar düzeninde sıralanmıştır.
  2. Mesneviler: Mesnevî hem bir nazım biçimi, hem de bu nazım biçimi ile yazılmış kitaplara verilen addır.
  3. Şiir Mecmuaları: Divanlar ve mesneviler dışında farklı şairlerin çeşitli nazım şekilleriyle yazdıkları şiirlerinin toplandığı “şiir mecmuaları (=mecmû’a-i eş’âr)” ile beğenilen bir şiire başka şairler tarafından yazılmış benzer şiirler(=nazîre)in toplandığı “nazire mecmua(=mecmû’a-i nezâ’ir)ları” bu dönemin antoloji niteliğindeki şiir kitaplarıdır.

Divan şiiri, belli bir kültür birikimi ile yazılan ya da söylenen ve geleneğe dayalı özellikleri olan bir şiirdir.

Mazmun: Mazmunlar kelimelerin ilk bakışta görülemeyen gizli bir ya da birden fazla anlamıdır. Esas söylenmek istenen şey arka plandadır. Yani bir mananın birtakım ipuçları verilmek suretiyle ifade edilmesidir.

Mahlas: Divan şairleri İran şiirindeki bir geleneğe uyarak şiirlerinde “mahlas” adı verilen takma adlar kullanmışlardır.

Biçim: Divan şiirinde nazım birimi “beyit (=beyt)” ve “bend”dir. Beyit iki “mısra (=dize)”dan, bend ise ikiden fazla “mısra”dan meydana gelir. Bu yüzden nazım şekilleri “beyit (

Âhenk: Âhenk, kelimelerin akıcılığı, kulakta güzel tesir bırakacak şekilde bir araya getirilmesi, sözün ses yapısının çeşitli yollarla etkileyici şekilde düzenlenmesidir.

Din: Klasik dönem Türk edebiyatı döneminde İslam dininin etkisi iki boyutta kendini göstermiştir. Bunlardan birincisi edebi metinleri dinî düşüncelerin aktarım aracı olarak gören, ikincisi “varlık birliği” inancının bu edebiyatın bütününe rengini vermesi ve onun üslubunu belirlemesidir. Divan şiirinde tevhîd, münâcât ve na’tler doğrudan dini içeriklidir. Divan şiirinde Allah sonsuz ilmi ve kudreti, bu ilim ve kudretinin bütün eşyayı ve evreni kuşatmış olması, gökleri yeri ve her şeyi belli bir düzen içinde yaratıp yine bir düzene göre yönetmesi, insanın onun sanatının güzel bir örneği olması gibi özellikleriyle anılır. İslam inancına göre yalnızca Allah’a itaat etmek için yaratılmış sayısız nuranî varlıklar olan meleklerden bazıları da Divan şiirinde çeşitli münasebetlerle yer almışlardır. İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’ân’ın “âyet”lerinin ve “hadîs”lerin şiire yansıması iktibâs ve telmîh yoluyla olmuştur. Dini kişiliklerin en önemlileri peygamberlerdir ve peygamberlerin şiirde geçiş şekilleri sadece islâm dininin temel kaynakları olan ayet ve hadislerde verilmiş bilgilerle sınırlı değildir. Zamanla diğer dinlere ait kaynaklardan edinilen bilgilerle bu konudaki birikimin edebiyata yansıma biçimi genişlemiştir.

Tasavvuf: Tasavvuf, temelde islâm dininin Kur’an ve sünnet adı verilen iki kaynağına dayanmakla birlikte zamanla dış etkilerden, başka milletlerin felsefelerinden ve düşünüşlerinden de etkilenen dini, dünyayı ve hayatı yorumlayış tarzıdır. Tasavvuf mutlak bir “gerçek”in var olduğunu; fakat bu “gerçek”in içinde yaşadığımız dünyanın ötesinde olduğunu, gerçek varlığa ulaşmanın ancak görünüşten ve bir hayalden ibaret bu âlemin inkârı ile mümkün olabileceğini kabul eder. Tasavvuf, gerek ibadetlerde gerekse bu dünyadaki her türlü ilişkide yaratıcıya olan sevgiyi esas alır. İnsanın kötü huylarını bütünüyle terk etmesi ve diğer insanlarla sevgi temelinde birleşmesidir. Tasavvufa göre bütün varlıklar üzerinde hâkim olan bir “mutlak sevgi” ve “mutlak güzellik” vardır. Bu yolda olanlar Yaratıcı’yı, kulun sevdiği, bu sevgi ile huzur bulduğu, hem kendi hem de kâinat üzerindeki eserlerinde onun izlerini gördüğü bir sevgili olarak kabul etmişlerdir. Tasavvufun en önemli isimlerinden biri olan İbn Arabî’ye göre aşk, kulluğun temeli ve özüdür. İlahî aşkı yaşayan sofiler, günlük dille ifade edilemeyecek ruh hâlleri yaşadıklarını, yaşadıkları bu hâllerin ancak sembollere dayalı bir dil ve üslupla ifade edilebileceğini söylerler ve bu özellikte bir dil kullanırlar. Divan şiirinde tasavvuf etkisinin oluşmasında Ahmed Yesevî (öl.1166) ve onun dervişlerinin, Yunus Emre (öl.1320-21) ve izleyicilerinin ve Mevlânâ(öl.1273)’nın büyük etkisi vardır. Tasavvuf, Divan şiirinin, hatta müşterek İslâmî edebiyatın diğer kolları olan İran, Arap ve Urdu edebiyatlarının dil ve üslûbunu da doğrudan etkileyen, hatta belirleyen bir niteliğe sahiptir. Şiirdeki “aşk”, “şarap”, “meyhane”, “sevgili” gibi unsurlar genellikle tasavvufun mecazlı diliyle kaleme alınmıştır ve bu kavramlar sözlük anlamlarından çok daha farklı anlamları gösterirler.

Divan şiirinin coğrafyasında, Osmanlı devletinin siyasi coğrafyasının yanı sıra müşterek geleneksel edebiyatta geçen mekânlar da yer almaktadır. Bunlar Çin, Horasan, Rum, Şam, Hindistan, Irak, Hicaz, İsfahan, Yemen, Azerbaycan, Türkistan, Semerkand, Buhara, Irak, Kerbela, Basra, Necef, Kudüs, Vadî-i Eymen, Mekke ve Medine gibi şehirler ve ülkeler olasının yanı sıra Anadolu şehirlerinin isimleri de geçmektedir.

Kozmik âlem: Divan şiirine hâkim kozmoloji anlayışına göre gökyüzü katmanlar(=felekler)dan meydana gelmiştir. Dünya bu feleklerin merkezinde yer alır. Gökler onun üzerinde soğan zarları gibi üst üste geçmiş bir hâldedir. Her felekte bir “seyyâre (=gezegen)” vardı. Felekler bu gezegenlerin adlarıyla anılır. Bunlar seb’a-i seyyare (=yedi gezegen) adı verilmiş olan Ay (=kamer, mâh), Utarid (=Merkür), Zühre (=Venüs, Nâhîd) , Şems (=Güneş, Hurşîd), Mirrih (=Merih), Zuhal (=Satürn), Müşterî (=Jüpiter)’dir. Gezegenlerden sonraki sekizinci felekte sabit yıldızlar vardır. Daha sonra boş olan atlas feleği yer alır. Güneş sultandır. Ay vezir, Utarit kâtip, Zühre çalgıcı ve rakkase, Mirrîh komutan, Müşterî kadı ve Zuhal hazinedar olarak hayal edilir.

Zaman: Zaman kavramı genellikle “zamân”, “rûzgâr”, “vakt”, “devr” ve “dehr” sözcükleri ile ifade edilir. Dört mevsimden ikisi öne çıkar: Bahar ve hazan (=sonbahar).

Hayvanlar: Kuşların bir kısmı olumlu, bir kısmı ise olumsuz düşünceler doğurarak metinlerde yer alır.

Bitkiler: Şiirde ağaç türlerinden en fazla sevgilinin boyunun benzetildiği serviye, ayrıca çenâr, ar’ar, tûbâ, şimşâd ve sanavbere, çiçeklerden ise güle rastlanır. Divan şirinde sevgili, âşık ve rakip: Divan şiirin aşk anlayışı, daha çok tasavvuf düşüncesi etrafında şekillenmiştir. Divan şiiri tasavvufun etkisiyle mecazlı bir dildir.

Nesir (Nesr), bir edebiyat terimi olarak “nazm”ın karşıtıdır. Vezinli olmayan, düzyazı, söz anlamına gelir. Nesir yazılara “mensûr”, nesir yazarlarına da “nâsir” denir. Türk edebiyatından günümüze ulaşan edebi nesir örnekleri, Orhon Anıtları ve Uygurlar döneminden gelen Budizm ve Maniheizm etkisini taşıyan metinlerdir. XV. yüzyıl sonlarına kadar yazılan eserlerin temel özelliği dinî ve ahlakî niteliğe sahip olmalarıdır.

Edebiyat tarihinin en önemli kaynakları şunlardır:

  • Şu’arâ Tezkireleri
  • Şakâiku’n-Nu’mâniyye ile Tercüme ve Zeyilleri
  • Mevki ve mesleklere göre kişiler hakkında bilgi veren eserler
  • Türlü biyografik eserler
  • Osmanlı Tarihleri
  • Bibliyografyalar
  • Ansiklopedik eserler
  • Sözlükler
  • Edebiyat tarihleri
  • Klâsik edebiyat bilgisini konu alan eserler

)”lerden>

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.