Açıköğretim Ders Notları

Engelli Psikolojisi Dersi 1. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Engelli Psikolojisi Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Psikolojinin Doğası

Psikolojinin Tanımı

Psikoloji, davranışları ve zihinsel süreçleri inceleyen bir bilim dalıdır. Psikoloji Yunanca’da “Ruh” anlamına gelen Psiko (Psyche) ve “Bilim” anlamına gelen Loji (Logos) terimlerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. İnsanların yaptıkları, düşündükleri, hissettikleri ve hatta bedensel fonksiyonlarını sürdürmelerini sağlayan biyolojik aktiviteler bile psikoloji biliminin çalışma alanı içine girmektedir.

Davranışlar kişinin yaptığı ve gözlemlenebilen hareketlerdir. Zihinsel süreçler düşünme, hatırlama, hissetme gibi içsel olgulara işaret eder. Ancak davranışlara olan yansımaları ile dolaylı olarak ölçülebilirler. Bilim belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma sürecidir. Filozoflar, sanatçılar, edebiyatçılar tarih boyunca psikologların sorduğu sorulara benzer sorular sormuşlardır. Ancak psikoloji bir bilimdir ve bu soruların cevaplarını aramada sistematik, objektif ve ampirik verilere dayalı bilimsel yöntemler kullanır. Böylece öznel, sezgisel veya rastgele değil nesnel, doğrulanabilir ve genellenebilir cevaplar üretir.

Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji: Bilim de bilgiye ulaşma yöntemlerinden biridir. Bilim’in sözlük anlamı “Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”dir. Bilimsel yöntem; Ampirik, Sistematik, Nesnel, Sınanabilir/yanlışlanabilir, Genellenebilir ve Geçici’ dir.

Bilimsel yöntem ampirik bilgi sağlar. Sorulara cevap ararken, sezgiler veya sağduyu değil, duyularla algılanabilen, deneyime dayalı veriler toplanır. Sonra bu veriler analiz edilerek sonuçlara ulaşılır.

Bilimsel yöntem sistematiktir. Bilimsel metodun uygulanmasında önceden belirlenmiş, rasyonel ve sistematik bir işlemler dizisi izlenir. Bu diziye genel olarak “araştırma” denir

Bilimsel yöntem nesneldir. Araştırmacı kendi kişisel tercih veya yargılarından yola çıkarak değil, objektif bir şekilde ölçtüğü verilerin analizi ile sonuçlara ulaşır. Nesnelliği garanti etmek için araştırmacılar makalelerinde kavramları nasıl tanımlayıp ölçtüklerini çok açık bir şekilde anlatırlar.

Bilimsel yöntem sınanabilir, yanlışlanabilir. Var olan yöntemlerle ampirik veri toplanamayan ve test edilemeyen sorular bilimsel sorular değildir. Ayrıca araştırmacı bir çalışma sonunda verdiği cevapların her zaman için yanlışlanabileceğini kabul eder. Dolayısıyla bilimsel yöntemle elde edilen sonuçlar her zaman için geçicidir ve yeni bilgiler ışığında sürekli kendi hatalarını düzeltir.

Son olarak bilimsel yöntemle varılan bilgiler genelleştirilebilir. Bilimsel yöntem tek bir bireyi değil, bireyleri anlamaya çalışır. Ölçülen her kavram ve olgu için (bu kişilerin boyu gibi fiziksel bir özellik, veya kaygı durumları gibi soyut bir durum olabilir) kişisel farklılıklar olacaktır. Bilim ancak bu kişisel farklılıklardan yola çıkarak kavramları ve aralarındaki ilişkileri anlamaya çalışır.

Sonuç olarak, bilimsel yöntem, bir konu veya olay hakkında güvenilir ve genelleştirilebilir veri tabanı oluşturacak bilgiler üretmeye yarayan bir yöntemdir. Bilimsel yöntem eleştirel bir düşünce tarzı gerektirir. Eleştirel düşünce, verileri olduğu gibi kabul etmek yerine, dünyayı anlamada aktif bir rol edinilmesini esas alır. Sosyal bilimciler, bu yöntemi insan davranışı ve sosyal olguları anlamak, açıklamak ve sosyal problemleri çözmek için kullanırlar.

Bilimsel yöntemlerle yapılmış çeşitli araştırmaların sonuçları bir araya getirilerek psikolojik olguları açıklayan kuramlar oluşturulur.

Eleştirel düşünce; sürekli soru sorma, akıl yürütme, analiz ve değerlendirme gibi zihinsel süreçlerden oluşan bir düşünme biçimidir.

Bilimin Amaçları: Bilimin; Betimleme (tanımlama), Yordama (tahmin etme), Açıklama ve Değiştirme olmak üzere dört temel amacı vardır.

Betimleme en basit amaçtır; olguların ve olayların sadece tarif edilmesini gerektirir. İkinci hedef yordamadır . Olguların birbirleriyle olan sistematik ilişkilerini belirledikten sonra, meydana gelişleri hakkında tahmin yürütebilmeyi mümkün kılar. Üçüncü hedef açıklamadır , ve bir olgunun meydana gelmesinin sebeplerini belirlemeyi amaçlar. Son hedef ise değiştirmedir , ve olguların oluşmasını kontrol etme ve değiştirme anlamına gelir.

Doğal bilimler ; fizik, kimya, biyoloji gibi doğa olaylarını çalışan bilim dallarıdır. Sosyal bilimler ise psikoloji, sosyoloji, ekonomi gibi insan davranışlarını ve sosyal toplulukları çalışan bilim dallarıdır. Bu iki ana bilim dalının sadece çalıştıkları konuların içerikleri farklıdır, her ikisinin de yaklaşımları bilimseldir, benzer metotlar kullanırlar.

Psikoloji Biliminin Kökenleri ve Tarihçesi

Psikolojinin bilimsel bir disiplin olarak kurulması 19. yüzyılın başlarında insan davranışının laboratuvarlarda çalışılmaya başlaması ile olmuştur. Modern psikolojinin kökenleri Antik Yunan filozoflarına kadar uzanmaktadır.

Antik Yunan Filozofları ve Avrupalı Düşünürler: Sokrates, Plato ve Aristo gibi filozoflar zihnin, ruhun, vücudun ve insan deneyiminin doğası üzerine görüşler geliştirmiş, psikoloji bilimi için çok kritik olan bazı soruları ilk defa sorgulamışlardır. Bunlardan en önemlilerinden birisi “İnsanların bilişsel yetenekleri ve bilgileri doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı edinilir?” sorusudur. Plato bazı bilgilerin doğuştan geldiğini savunmaktadır. Plato çocukların dil ile ilgili bir bilgiyle doğduklarını savunur.

Öte yandan, Aristo’ya göre doğduğunda insan beyni “tabula rasa” yani boş bir levhadır ve sonradan yaşanan deneyimlerle şekillenir. Aristo’nun bakış açısından dil öğrenimi, çocuğun deneyimleri çerçevesinde gelişmektedir. Günümüzde bilgilerin ya da yeteneklerin tamamen doğuştan geldiğine ya da tamamen deneyimle oluştuğuna pek ihtimal verilmemektedir.

Psikolojinin temelini oluşturan sorularla ilgilenen filozoflardan bir diğeri de 17. yüzyılda yaşamış olan Fransız düşünür René Descartes’a göre beyin ve zihin birbirinden farklıdır. Beyin somut maddeden oluşmaktadır, zihin ise ruhani bir varlıktır. Beyin ve zihinin birbirlerinden ayrı ancak etkileşimde oldukları fikrine dualizm (ikicilik) denmektedir.

Franz Joseph Gall frenoloji (kafatası bilimi) adlı bir teori ortaya attı. Frenolojiye göre beynin farklı kısımları farklı görevler üstlenmektedir. Frenoloji kafatasının üzerindeki girinti ve çıkıntılardan bir kişinin özellik ve yeteneklerini anlamanın mümkün olduğunu iddia etmektedir. Bu teori bugünkü bilişsel psikolojinin temelini oluşturur. Ancak frenolojinin modern psikolojide bir geçerliliği kalmamıştır.

Psikolojinin Tarihindeki Akımlar: İnsan doğası ile ilgili sorulara cevap ararken bilimsel yöntemlerin kullanılması 19. yüzyılda başlamıştır. Bu dönemde psikolojide çeşitli düşünce okulları etkili olmuştur.

Yapısalcılık : 1879’da Leipzig Üniversitesi’nde ilk psikoloji laboratuvarını açan Wundt, bilimsel psikolojinin kurucusu sayılmaktadır. Wundt’a göre psikoloji “bilinç” kavramına odaklanmalıdır. Bilinç, bir insanın tüm öznel deneyimlerini içerir. Wundt öznel deneyimlere odaklanırken içgözlem metodunu benimsemiştir. İçgözlem, bir kişinin kendi öznel deneyimlerine bakışı anlamına gelmektedir. Wundt bilinci anlamaya çalışırken bir bütünü parçalarına ayırarak incelemek gerektiğini savunmuştur. Bu yaklaşım Wundt’un öğrencisi olan Edward Titchener tarafından bilincin yapısını tanımlamaya çalıştıklarından ötürü “yapısalcılık” olarak adlandırılmıştır.

Wundt ile aynı zaman diliminde Hermann von Helmholtz ve Gustav Fechner gibi diğer Alman psikologlar da görme ve diğer algılar üzerinde önemli çalışmalar yapmaktalardı.

Gestalt Psikolojisi: 1912’de Max Wertheimer, Kurt Koffka, Wolfgang Köhler gibi diğer Alman psikologlar Wundt’un insan deneyimlerini ve bilincini parçalara bölerek inceleme fikrine karşı çıkmışlardır. Almancada bütün anlamına gelen Gestalt kelimesi bu psikologların oluşturduğu akımın ismi olmuştur. Gestalt akımına göre, bir deneyimin bütünü onun parçalarının toplamıyla aynı değildir. Bilinci anlamanın yolu, parçaları değil, tüm deneyimi bir bütün olarak çalışmaktan geçmektedir.

Psikanaliz : Wundt Almanya’da bilinci araştırırken Sigmund Freud da Avusturya’da bilinçaltını araştırmaktaydı. Freud, bir tıp doktoru olarak tüm davranışların ve akılsal süreçlerin sinir sisteminde fiziksel bir temele dayandığına inanmıştı. Fakat 1800’lerin sonlarında, birkaç hastasının etkisiyle fikrini değiştirdi. Bu hastaların ortak özelliği, hastalık semptomları göstermelerine karşın, hastalıklarının hiçbir fiziksel sebebinin olmamasıydı.

Hipnoz gibi metotlarla bu hastalarla görüşen Freud, bu görüşmelerden sonra, tüm davranışların ve hatta ciddi zihinsel sorunların bile sebebinin tek olduğuna kanaat getirdi. Ona göre, sebep, bilinçaltımızdaki çatışmalardı. Freud elli yıla yakın süren çalışmalarını ve fikirlerini psikanaliz adı altında topladı. Psikanaliz, hem bir kişilik teorisi, hem bir akıl hastalıkları teorisi, hem de bir seri tedavi yöntemini içermektedir.

Freud’un teorisi geniş laboratuvar çalışmaları üzerine değil, sınırlı sayıda vaka çalışması üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla günümüzde tamamen bilimsel ve geçerli kabul edilmemektedir. Fakat, Freud yenilikleriyle psikolojideki birçok teoriye temel oluşturmuştur.

İşlevselcilik: William James hem Wundt’un hem de yapısalcıların yaklaşımlarını reddetmiştir. James’e göre bilinci kendi başına çalışamayacak parçalara bölmenin bir anlamı yoktur. Bunun yerine, Darwin’in evrim teorisine paralel olarak James algıların, hafızanın, ya da diğer akılsal süreçlerin insanların ortamlarına adapte olmalarını nasıl kolaylaştırdığına odaklanmıştır. Bu akıma “işlevselcilik” denmektedir ve bu akım bilincin insanların karar verme ve problem çözme gibi becerilerinde nasıl rol oynadığını anlamaya yönelmiştir.

Davranışçılık: Davranışçılık 1920-1960 arasında psikoloji bilimini domine etmiş önemli bir akımdır. Bu akım Darwin’in fikirlerine dayanır. 1900’lerden sonra Darwin’in evrim teorisi, psikologları, insanları anlamak için hayvanları incelemeye yöneltti. Bu dönemde psikologlar, hayvanları gözlemleyerek öğrenme, hafıza, problem çözme ve başka akılsal süreçlerle ilgili birçok bilgi edindi.

Aynı dönem içinde, John B. Watson, psikolojinin en önemli bilgi kaynağının gözlemlenebilen davranışlar olduğunu iddia etti. Watson’a göre, ne bilince ne de bilinçaltına odaklanmak anlamlıydı. Önemli olan, gözlemlenebilen davranışlara odaklanmaktı. Watson, en önemli sürecin öğrenme olduğunu, ve hem hayvanların hem de insanların öğrenme sonucunda çevrelerine uyum sağlayabildiklerini öne sürmüştür. B. F. Skinner da şartlanmayı çalışarak davranışçı akımın bir başka öncüsü olmuştur.

Modern Psikoloji: 1960’larda bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile beyindeki süreçlerin yeni teknolojilerle izlenmesi mümkün olmuştur. Bu da davranışsal akımın etkisini azaltmıştır. Bu akımın yerini bilişsel psikoloji almıştır. Bugün, ana akım psikoloji hem davranışları hem de zihinsel süreçleri araştıran bir bilim dalı hâline gelmiştir. 1960’larda bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile beyindeki süreçlerin yeni teknolojilerle izlenmesi mümkün olmuştur. Bu da davranışsal akımın etkisini azaltmıştır. Bu akımın yerini bilişsel psikoloji almıştır. Bugün, ana akım psikoloji hem davranışları hem de zihinsel süreçleri araştıran bir bilim dalı hâline gelmiştir.

Psikolojinin başlangıcı Avrupa’da olsa da çalışmaların ilerlemesi ve hızlanması 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Amerika’ya göç eden bilimciler sayesinde Amerika’da olmuştur. Günümüzde hâlen psikologların çoğu Amerika’dadır, ancak psikoloji hızla evrenselleşmektedir.

Modern psikolojide, bir önceki bölümde anlatılmış olan yapısalcılık veya işlevselcilik gibi düşünce okulları ortadan kaybolmuş, yerini biyolojik, davranışsal, bilişsel gibi çeşitli yaklaşımlara bırakmıştır.

Psikolojide Yaklaşımlar

Psikolojide yaklaşımlar bir davranışın veya zihinsel sürecin ele alınış şeklini etkiler. Her bir yaklaşım bireylerin neden belirli bir biçimde davrandıklarına ilişkin farklı açıklamalar getirir. Çeşitli yaklaşımlar bir araya geldiğinde bir bütün olarak insanı anlamamıza katkıda bulunurlar.

Biyolojik Yaklaşım: Biyolojik yaklaşım, zihinsel süreçler ve davranışların büyük oranda biyolojik süreçlerle belirlendiğini varsayar. Bu yaklaşım, genetik faktörler, hormonlar ve beyin gibi biyolojik öğelerin psikolojik süreçleri etkilemesi üzerine kuruludur.

Nörobilimsel Yaklaşım: Nörobilim, insan davranışlarının açıklamalarını beyin, sinir sistemi ve biyolojik faktörlerde arar. Biyolojik ve evrimsel perspektiflere yakın duran bu yaklaşımın en belirgin odağı, davranışların nörolojik temellerini araştırmak üzerinedir.

Evrimsel Yaklaşım: Psikolojiye evrimsel yaklaşım, Charles Darwin’in evrim teorisi üzerine kuruludur. Buna göre, insan ve hayvanların günümüzde sergilediği davranışlar, doğal seleksiyonun bir sonucudur. Dolayısıyla kişilerarası ilişkilerin dinamikleri, eş seçimi, yardım etme gibi olumlu davranışlar gibi birçok davranışın insanlar tarafından gösterilmesi evrimsel süreç boyunca yaşananların bir sonucu olarak açıklanabilir.

Psikodinamik Yaklaşım: Freud’un psikanalizine dayanan bu yaklaşım, insanların kendi içlerindeki bilinçdışı psikolojik çatışmaları üzerine yoğunlaşır. Freud’a göre, içsel mücadelelerin çoğu insanların doğal ihtiyaçlarının peşinden gitme isteğiyle toplumsal kurallar arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır.

Davranışsal Yaklaşım: Davranışsal yaklaşım, tamamen insanların gözlenebilir hareket ve davranışlarına ve bunların nasıl öğrenildiğine yoğunlaşır. Watson ve Skinner’ın perspektifine dayanan bu yaklaşım, psikolojinin insan zihni içinde geçen ve gözlemlenemeyen süreçlere değil, objektif olarak gözlenebilen davranışlara odaklanmasını savunur. Bu yaklaşımın önemli bir yönü, davranışların insanların doğuştan getirdikleri özellik ve yapılarından doğmaktan ziyade çevre etkisiyle sonradan öğrenildiğini vurgulaması ve bu nedenle öğrenme süreçlerinin nasıl gerçekleştiğini incelemesidir.

İnsancıl Yaklaşım: Biyolojik, bilişsel ve davranışsal yaklaşımlardan farklı olarak, insancıl yaklaşım çerçevesinde insan davranışları biyolojik etkenler, zihinsel süreçler ve çevreden öğrenilenlerin değil, her insanın kendine has dünyayı algılayış şekliyle ilişkilendirilir. Bu perspektifin temelleri, Rogers ve Maslow’un çalışmalarına dayanmaktadır. Bu perspektife göre, insanlar hayatlarının ve davranışlarının kontrolünü ellerinde tutar; herkes kendini geliştirmek ve potansiyeline erişmek amacıyla hareket etmektedir.

Bilişsel Yaklaşım: Bilişsel yaklaşım, yalnızca gözlemlenebilir davranışlara odaklanan davranışsal yaklaşımın tam aksine, insanların zihinlerinde olup biten ve direk olarak gözlemlenemeyen süreçlerle ilgilenir. Bu yaklaşım, bilginin algılanış ve işleniş süreçlerinin davranışlara olan etkisine yoğunlaşır. Bu süreçlerin çoğu otomatik olarak ve bilinçdışında gerçekleşmektedir.

Sosyokültürel Yaklaşım: Sosyokültürel yaklaşım, sosyal ve kültürel etkilerin insan davranışlarına olan önemli etkisine yoğunlaşır. Bu yaklaşıma göre, insan davranışlarını açıklarken sosyal ve kültürel çevrenin etkisini değerlendirmek büyük önem taşımaktadır. Bu perspektif, genetik ve biyolojik faktörlerin yanı sıra, sosyokültürel etkenlerin insanların tutum ve davranışlarının oluşmasında etkili olduğu düşüncesine dayanır.

Eklektisizm: Eklektisizm, insan davranışlarını açıklarken birçok yaklaşımı harmanlamak anlamına gelir. Eklektisizm sayesinde farklı bakış açıları birleştirilerek daha kapsamlı ve gelişmiş kuramlar üretilip araştırmalar gerçekleştirilebilmektedir

Psikolojinin Çalışma Konuları ve Diğer Bilimlerle İlişkisi

Psikologların çalışma konuları çok çeşitlidir; sinir sistemi, duyular ve algılar, öğrenme ve hafıza, zeka, dil, düşünce, gelişim, kişilik, sosyal topluluklar içinde normal davranışlar, psikolojik hastalıklar ve tedavi yöntemleri sıklıkla çalışılan başlıklardır

Aslında insanı çalışan bir çok bilim dalının özünde, insan davranışını anlama çabası vardır. Dolayısıyla psikoloji bilimi, insan davranışını çeşitli yönlerden çalışan biyoloji, tıp, sosyoloji ve ekonomi, gibi bir çok temel ve sosyal bilim dalıyla yakından ilişkilidir.

Örneğin sosyoloji ile psikoloji birbirinden beslenen ve birçok kesişme alanı olan bilim dallarıdır. Sosyoloji, veya toplum bilim, toplumsal yapıyı inceler. Toplumu oluşturan bireyler ise psikolojinin araştırma konusudur. Bireylerin toplum içindeki davranışlarını inceleyen sosyal psikoloji, sosyoloji ve psikolojinin kesişimiyle oluşan bir alt daldır.

İnsan bedeni ve sinir sisteminin insanın davranışlarına olan etkisi hem tıpçıların, hem de psikologların ortak konusudur. Zaten zihinsel hastalıkları tedavi etmede bir tıp uzmanı olan psikiyatristler ile klinik psikologlar birlikte çalışabilmektedirler.

Ekonomistler çeşitli insan davranışlarını ekonomik bağlamlarda anlamaya çalışırlar. Mesela sıklıkla çalıştıkları “karar verme süreçleri” sosyal ve bilişsel psikoloji alanlarındaki bir çok çalışma ve teoriden faydalanmaktadır.

Psikoloji araştırmalarının temelinde istatistik bilimi vardır. Psikologlar topladıkları verilerin analizi ve yorumlanması için çeşitli istatistiksel yöntemler kullanılır.

Psikolojinin Alt Dalları: Psikologlar, insan zihni ve davranışlarının birçok yanına odaklanabilirler. Bu farklı odaklar, psikolojinin alt dallarını oluşturmaktadır.

Biyolojik psikoloji , ya da diğer bir adıyla fizyolojik psikoloji, bedendeki fizyolojik süreçler, hormonal sistemler ve beynin işleyişini, davranışlar ve zihinsel süreçleri açıklamakta kullanan alt daldır.

Bilişsel Psikoloji : Bilişsel psikologlar, algılama, öğrenme, hafıza, zekâ, bilinç gibi zihinsel süreçler ve yetilerle ilgilenirler. Bu alanda çalışan psikologların yoğunlaştıkları ilginç konulardan biri de insanların çevrelerindeki bilgileri algılarken birtakım yanılsamalar yaşamalarıdır.

Gelişimsel Psikoloji: Gelişim psikologları insanların zihinsel süreç ve davranışlarının hayat boyu nasıl değiştiğini incelerler. Doğumdan ileri yaşlara kadar insanların zihinsel yetilerinin hangi sebeplerle ne şekilde değiştiğini ve bu değişimlerin nasıl sonuçlara yol açtığını anlamaya çalışırlar.

Kişilik psikolojisi, bireyleri birbirinden ayıran kişilik özellikleri üzerine yoğunlaşır. Kişilik psikologları, insanların karakter özelliklerini anlayabilmek için çeşitli kişilik testleri geliştirirler.

Klinik Psikoloji: Klinik psikologlar, zihinsel hastalıkların nedenleri ve tedavileri üzerine araştırmalar yaparlar ve hastalara sorunlarının üstesinden gelmelerinde yardımcı olurlar.

Eğitim psikolojisi , psikolojinin öğretme ve öğrenme süreçleri üzerine yoğunlaşan alt dalıdır. Eğitim psikologları, özellikle öğretim tekniklerinin geliştirilmesi, okul terk oranlarının düşürülmesi, öğrenimin en etkili şekilde gerçekleşmesi gibi önemli uygulamaları olan konular üzerinde çalışırlar

Sosyal psikoloji, insanların birbirlerini nasıl etkilediklerini, birbirleriyle olan ilişkileri ve grup içindeki davranışlarını inceler. Sosyal psikologların ilgilendiği konular grupların insanların tutum ve davranışlarına etkisinden, önyargı, kişiler arası ilişkiler ve iknaya kadar uzanır

Kültürel psikoloji , kültürün insanları nasıl şekillendirdiğini ve düşünce ve davranışlarına nasıl yansıdığını ele alır. Kültürel psikolojinin ortaya çıkışıyla kültür ve psikoloji ilişkisi önemsenmeye başlanmış, Amerika ve Avrupa kültürlerinden farklı kültürlerde yetişen insanların psikolojik olguları üzerine çalışılmaya başlanmıştır.

Endüstri ve Örgüt Psikolojisi: Endüstri ve örgüt psikologları insanları iş ortamında inceler. Liderlik, verim, performans, işten alınan tatmin, motivasyon, ekip çalışması gibi konularda araştırmalar yürütürler

Nöropsikoloji , beyin ve davranış ilişkisine yoğunlaşarak, beynin ve genel olarak sinir sisteminin insan davranışında rolünü araştırır

Kantitatif psikoloji/psikometri, ölçümleme, araştırma dizaynı ve istatistiksel analiz gibi konulara yoğunlaşır. Kantitatif psikologlar yeni ve etkin araştırma metotları geliştirilmesi üzerine de çalışırlar.

Psikolojinin Uygulamalı Alt Dalları : Psikolojinin uygulamalı alt dalları arasında psikolojik danışmanlık, adalet, sağlık gibi alanlar sayılabilir.

Psikolojik danışmanlık , klinik psikolojiye yakın bir alan olup, insanlarla terapi çerçevesinde ilgilenmeyi kapsar. Adalet alanında çalışan psikologlar, adli süreçlerin psikolojik yönüyle ilgilenir. Sağlık psikologları ise toplum sağlığını desteklemek ve sağlıksız davranışların azaltılmasını sağlamak üzerine çalışır.

Psikologlar Ne İş Yapar?

Psikoloji üzerine lisans derecesi alan psikologlar, psikolojinin alt dallarından birinde yüksek lisanslarını tamamlayarak, bu alanda uzmanlaşabilirler.

Bir bilim dalı olarak psikolojinin iki temel amacı vardır: İnsanın davranışını açıklayan, genel kabul edilebilir bir bilgi tabanı oluşturmak ve Ulaşılan bu bilgileri günlük hayata uygulamak, pratik sorunları çözmede kullanmak. Bu şekilde psikoloji aslında; Temel (basic) bir bilim ve Uygulamalı (applied) bir bilim olarak ikiye ayrılabilir

Amacı temel bilim yaparak sadece oluşan bilgi tabanına katkıda bulunmak olan bilim insanları daha çok akademik ortamlarda veya çeşitli araştırma merkezlerinde çalışırlar. Uygulamalı alanlarda çalışan psikologlar ise bu bilgi tabanından ve var olan kuramlardan yola çıkarak günlük hayattaki pratik sorunlara çözümler bulmayı amaçlar. Psikolojinin uygulamaları günümüzde özellikle sağlık, trafik, eğitim, iş, hukuk, politika, mühendislik, ve spor gibi alanlarda yapılmaktadır

Aslında iki alanı birbirinden tamamen ayırmak doğru değildir. Araştırma yapan psikologlar bu iki alandan birisine odaklanıp çalışmalarını o alanda yürütebileceği gibi, iki alanda ortak çalışmalar da yapabilirler. Sadece uygulamacı olarak çalışan kişiler ise araştırma yapmadan, var olan kuramları ve araştırma sonuçlarını kullanarak da psikoloji bilgi tabanından faydalanabilirler.

Psikolojide Önemli Sorunlar ve Tartışmalar

Antik Yunan filozoflarından beri insan davranışını anlamaya çalışanların tartışmakta olduğu bazı kritik sorunlar vardır. Geleneksel olarak bilim insanları, bağlı bulundukları yaklaşımlar ışığında bu tartışmalarda iki kampa bölünmüşlerdir. Bugün gelinen noktada psikologlar bu tartışmaların tek bir cevabı olmadığı, aslında tartışmalarda savunulan her iki görüşün de önemli olduğunu ve insanların davranış ve zihin süreçlerini anlamada faydalı olacağı konusunda hemfikirdirler.

1. Sorun: Doğa-Çevre Tartışması (Nature vs. Nurture Controversy): Kişilerin davranışlarının ne kadarı kalıtsal ve yapısal etkenlerden (doğa), ne kadarı ise çevresel etkenlerden (çevre) kaynaklanmaktadır? Doğacılar kalıtımın rolünü vurgularken, çevreciler aile içi tutumlar, çocuk yetiştirme uygulamaları, sosyoekonomik statü vb. gibi sosyal-kültürel ve sosyolojik etkenlerin belirleyici olduğunu savunmaktadır.

2. Sorun: Davranışların Sebepleri Bilinçli mi Bilinçdışı mıdır? İkinci önemli tartışma davranışların sebeplerinin bilinçli mi bilinçdışı mı olduğudur. Herhangi bir davranışın ne kadarını kişinin farkında olduğu, ne kadarını ise bilinçaltı süreçler belirler? Günümüzde çok önem kazanmakta olan sosyal-bilişsel yaklaşım, kişilerin herhangi bir anda maruz kaldıkları çok miktarda uyaranla ancak hem otomatikleşmiş, bilinçaltı süreçlerle hem de aynı zamanda daha fazla dikkat ve çaba gerektiren bilinçli süreçlerle ortak bir şekilde baş edebildiğini öngörmektedir.

3. Sorun: Bireysel Farklılıklar-Evrensel Kurallar: Üçüncü bir tartışma, kişilerin davranışlarının ne kadarının kendilerine has, özel vasıflarından dolayı, ne kadarının ise içlerinde yaşadıkları toplum ve kültürün sonucu olduğu üzerinedir. Özellikle nörobilim yaklaşımını benimsemiş araştırmacılar için evrensel kurallar geçerlidir. Buna karşılık insancıl yaklaşımı benimseyen kişilik psikologları bireyleri diğerlerinden farklı kılan özellikleri belirlemek üzerine çalışmalar yapmaktadırlar

Bu üç temel tartışma günümüzde hâlâ süregelmektedir.

Psikolojinin Tanımı

Psikoloji, davranışları ve zihinsel süreçleri inceleyen bir bilim dalıdır. Psikoloji Yunanca’da “Ruh” anlamına gelen Psiko (Psyche) ve “Bilim” anlamına gelen Loji (Logos) terimlerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. İnsanların yaptıkları, düşündükleri, hissettikleri ve hatta bedensel fonksiyonlarını sürdürmelerini sağlayan biyolojik aktiviteler bile psikoloji biliminin çalışma alanı içine girmektedir.

Davranışlar kişinin yaptığı ve gözlemlenebilen hareketlerdir. Zihinsel süreçler düşünme, hatırlama, hissetme gibi içsel olgulara işaret eder. Ancak davranışlara olan yansımaları ile dolaylı olarak ölçülebilirler. Bilim belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma sürecidir. Filozoflar, sanatçılar, edebiyatçılar tarih boyunca psikologların sorduğu sorulara benzer sorular sormuşlardır. Ancak psikoloji bir bilimdir ve bu soruların cevaplarını aramada sistematik, objektif ve ampirik verilere dayalı bilimsel yöntemler kullanır. Böylece öznel, sezgisel veya rastgele değil nesnel, doğrulanabilir ve genellenebilir cevaplar üretir.

Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji: Bilim de bilgiye ulaşma yöntemlerinden biridir. Bilim’in sözlük anlamı “Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”dir. Bilimsel yöntem; Ampirik, Sistematik, Nesnel, Sınanabilir/yanlışlanabilir, Genellenebilir ve Geçici’ dir.

Bilimsel yöntem ampirik bilgi sağlar. Sorulara cevap ararken, sezgiler veya sağduyu değil, duyularla algılanabilen, deneyime dayalı veriler toplanır. Sonra bu veriler analiz edilerek sonuçlara ulaşılır.

Bilimsel yöntem sistematiktir. Bilimsel metodun uygulanmasında önceden belirlenmiş, rasyonel ve sistematik bir işlemler dizisi izlenir. Bu diziye genel olarak “araştırma” denir

Bilimsel yöntem nesneldir. Araştırmacı kendi kişisel tercih veya yargılarından yola çıkarak değil, objektif bir şekilde ölçtüğü verilerin analizi ile sonuçlara ulaşır. Nesnelliği garanti etmek için araştırmacılar makalelerinde kavramları nasıl tanımlayıp ölçtüklerini çok açık bir şekilde anlatırlar.

Bilimsel yöntem sınanabilir, yanlışlanabilir. Var olan yöntemlerle ampirik veri toplanamayan ve test edilemeyen sorular bilimsel sorular değildir. Ayrıca araştırmacı bir çalışma sonunda verdiği cevapların her zaman için yanlışlanabileceğini kabul eder. Dolayısıyla bilimsel yöntemle elde edilen sonuçlar her zaman için geçicidir ve yeni bilgiler ışığında sürekli kendi hatalarını düzeltir.

Son olarak bilimsel yöntemle varılan bilgiler genelleştirilebilir. Bilimsel yöntem tek bir bireyi değil, bireyleri anlamaya çalışır. Ölçülen her kavram ve olgu için (bu kişilerin boyu gibi fiziksel bir özellik, veya kaygı durumları gibi soyut bir durum olabilir) kişisel farklılıklar olacaktır. Bilim ancak bu kişisel farklılıklardan yola çıkarak kavramları ve aralarındaki ilişkileri anlamaya çalışır.

Sonuç olarak, bilimsel yöntem, bir konu veya olay hakkında güvenilir ve genelleştirilebilir veri tabanı oluşturacak bilgiler üretmeye yarayan bir yöntemdir. Bilimsel yöntem eleştirel bir düşünce tarzı gerektirir. Eleştirel düşünce, verileri olduğu gibi kabul etmek yerine, dünyayı anlamada aktif bir rol edinilmesini esas alır. Sosyal bilimciler, bu yöntemi insan davranışı ve sosyal olguları anlamak, açıklamak ve sosyal problemleri çözmek için kullanırlar.

Bilimsel yöntemlerle yapılmış çeşitli araştırmaların sonuçları bir araya getirilerek psikolojik olguları açıklayan kuramlar oluşturulur.

Eleştirel düşünce; sürekli soru sorma, akıl yürütme, analiz ve değerlendirme gibi zihinsel süreçlerden oluşan bir düşünme biçimidir.

Bilimin Amaçları: Bilimin; Betimleme (tanımlama), Yordama (tahmin etme), Açıklama ve Değiştirme olmak üzere dört temel amacı vardır.

Betimleme en basit amaçtır; olguların ve olayların sadece tarif edilmesini gerektirir. İkinci hedef yordamadır . Olguların birbirleriyle olan sistematik ilişkilerini belirledikten sonra, meydana gelişleri hakkında tahmin yürütebilmeyi mümkün kılar. Üçüncü hedef açıklamadır , ve bir olgunun meydana gelmesinin sebeplerini belirlemeyi amaçlar. Son hedef ise değiştirmedir , ve olguların oluşmasını kontrol etme ve değiştirme anlamına gelir.

Doğal bilimler ; fizik, kimya, biyoloji gibi doğa olaylarını çalışan bilim dallarıdır. Sosyal bilimler ise psikoloji, sosyoloji, ekonomi gibi insan davranışlarını ve sosyal toplulukları çalışan bilim dallarıdır. Bu iki ana bilim dalının sadece çalıştıkları konuların içerikleri farklıdır, her ikisinin de yaklaşımları bilimseldir, benzer metotlar kullanırlar.

Psikoloji Biliminin Kökenleri ve Tarihçesi

Psikolojinin bilimsel bir disiplin olarak kurulması 19. yüzyılın başlarında insan davranışının laboratuvarlarda çalışılmaya başlaması ile olmuştur. Modern psikolojinin kökenleri Antik Yunan filozoflarına kadar uzanmaktadır.

Antik Yunan Filozofları ve Avrupalı Düşünürler: Sokrates, Plato ve Aristo gibi filozoflar zihnin, ruhun, vücudun ve insan deneyiminin doğası üzerine görüşler geliştirmiş, psikoloji bilimi için çok kritik olan bazı soruları ilk defa sorgulamışlardır. Bunlardan en önemlilerinden birisi “İnsanların bilişsel yetenekleri ve bilgileri doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı edinilir?” sorusudur. Plato bazı bilgilerin doğuştan geldiğini savunmaktadır. Plato çocukların dil ile ilgili bir bilgiyle doğduklarını savunur.

Öte yandan, Aristo’ya göre doğduğunda insan beyni “tabula rasa” yani boş bir levhadır ve sonradan yaşanan deneyimlerle şekillenir. Aristo’nun bakış açısından dil öğrenimi, çocuğun deneyimleri çerçevesinde gelişmektedir. Günümüzde bilgilerin ya da yeteneklerin tamamen doğuştan geldiğine ya da tamamen deneyimle oluştuğuna pek ihtimal verilmemektedir.

Psikolojinin temelini oluşturan sorularla ilgilenen filozoflardan bir diğeri de 17. yüzyılda yaşamış olan Fransız düşünür René Descartes’a göre beyin ve zihin birbirinden farklıdır. Beyin somut maddeden oluşmaktadır, zihin ise ruhani bir varlıktır. Beyin ve zihinin birbirlerinden ayrı ancak etkileşimde oldukları fikrine dualizm (ikicilik) denmektedir.

Franz Joseph Gall frenoloji (kafatası bilimi) adlı bir teori ortaya attı. Frenolojiye göre beynin farklı kısımları farklı görevler üstlenmektedir. Frenoloji kafatasının üzerindeki girinti ve çıkıntılardan bir kişinin özellik ve yeteneklerini anlamanın mümkün olduğunu iddia etmektedir. Bu teori bugünkü bilişsel psikolojinin temelini oluşturur. Ancak frenolojinin modern psikolojide bir geçerliliği kalmamıştır.

Psikolojinin Tarihindeki Akımlar: İnsan doğası ile ilgili sorulara cevap ararken bilimsel yöntemlerin kullanılması 19. yüzyılda başlamıştır. Bu dönemde psikolojide çeşitli düşünce okulları etkili olmuştur.

Yapısalcılık : 1879’da Leipzig Üniversitesi’nde ilk psikoloji laboratuvarını açan Wundt, bilimsel psikolojinin kurucusu sayılmaktadır. Wundt’a göre psikoloji “bilinç” kavramına odaklanmalıdır. Bilinç, bir insanın tüm öznel deneyimlerini içerir. Wundt öznel deneyimlere odaklanırken içgözlem metodunu benimsemiştir. İçgözlem, bir kişinin kendi öznel deneyimlerine bakışı anlamına gelmektedir. Wundt bilinci anlamaya çalışırken bir bütünü parçalarına ayırarak incelemek gerektiğini savunmuştur. Bu yaklaşım Wundt’un öğrencisi olan Edward Titchener tarafından bilincin yapısını tanımlamaya çalıştıklarından ötürü “yapısalcılık” olarak adlandırılmıştır.

Wundt ile aynı zaman diliminde Hermann von Helmholtz ve Gustav Fechner gibi diğer Alman psikologlar da görme ve diğer algılar üzerinde önemli çalışmalar yapmaktalardı.

Gestalt Psikolojisi: 1912’de Max Wertheimer, Kurt Koffka, Wolfgang Köhler gibi diğer Alman psikologlar Wundt’un insan deneyimlerini ve bilincini parçalara bölerek inceleme fikrine karşı çıkmışlardır. Almancada bütün anlamına gelen Gestalt kelimesi bu psikologların oluşturduğu akımın ismi olmuştur. Gestalt akımına göre, bir deneyimin bütünü onun parçalarının toplamıyla aynı değildir. Bilinci anlamanın yolu, parçaları değil, tüm deneyimi bir bütün olarak çalışmaktan geçmektedir.

Psikanaliz : Wundt Almanya’da bilinci araştırırken Sigmund Freud da Avusturya’da bilinçaltını araştırmaktaydı. Freud, bir tıp doktoru olarak tüm davranışların ve akılsal süreçlerin sinir sisteminde fiziksel bir temele dayandığına inanmıştı. Fakat 1800’lerin sonlarında, birkaç hastasının etkisiyle fikrini değiştirdi. Bu hastaların ortak özelliği, hastalık semptomları göstermelerine karşın, hastalıklarının hiçbir fiziksel sebebinin olmamasıydı.

Hipnoz gibi metotlarla bu hastalarla görüşen Freud, bu görüşmelerden sonra, tüm davranışların ve hatta ciddi zihinsel sorunların bile sebebinin tek olduğuna kanaat getirdi. Ona göre, sebep, bilinçaltımızdaki çatışmalardı. Freud elli yıla yakın süren çalışmalarını ve fikirlerini psikanaliz adı altında topladı. Psikanaliz, hem bir kişilik teorisi, hem bir akıl hastalıkları teorisi, hem de bir seri tedavi yöntemini içermektedir.

Freud’un teorisi geniş laboratuvar çalışmaları üzerine değil, sınırlı sayıda vaka çalışması üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla günümüzde tamamen bilimsel ve geçerli kabul edilmemektedir. Fakat, Freud yenilikleriyle psikolojideki birçok teoriye temel oluşturmuştur.

İşlevselcilik: William James hem Wundt’un hem de yapısalcıların yaklaşımlarını reddetmiştir. James’e göre bilinci kendi başına çalışamayacak parçalara bölmenin bir anlamı yoktur. Bunun yerine, Darwin’in evrim teorisine paralel olarak James algıların, hafızanın, ya da diğer akılsal süreçlerin insanların ortamlarına adapte olmalarını nasıl kolaylaştırdığına odaklanmıştır. Bu akıma “işlevselcilik” denmektedir ve bu akım bilincin insanların karar verme ve problem çözme gibi becerilerinde nasıl rol oynadığını anlamaya yönelmiştir.

Davranışçılık: Davranışçılık 1920-1960 arasında psikoloji bilimini domine etmiş önemli bir akımdır. Bu akım Darwin’in fikirlerine dayanır. 1900’lerden sonra Darwin’in evrim teorisi, psikologları, insanları anlamak için hayvanları incelemeye yöneltti. Bu dönemde psikologlar, hayvanları gözlemleyerek öğrenme, hafıza, problem çözme ve başka akılsal süreçlerle ilgili birçok bilgi edindi.

Aynı dönem içinde, John B. Watson, psikolojinin en önemli bilgi kaynağının gözlemlenebilen davranışlar olduğunu iddia etti. Watson’a göre, ne bilince ne de bilinçaltına odaklanmak anlamlıydı. Önemli olan, gözlemlenebilen davranışlara odaklanmaktı. Watson, en önemli sürecin öğrenme olduğunu, ve hem hayvanların hem de insanların öğrenme sonucunda çevrelerine uyum sağlayabildiklerini öne sürmüştür. B. F. Skinner da şartlanmayı çalışarak davranışçı akımın bir başka öncüsü olmuştur.

Modern Psikoloji: 1960’larda bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile beyindeki süreçlerin yeni teknolojilerle izlenmesi mümkün olmuştur. Bu da davranışsal akımın etkisini azaltmıştır. Bu akımın yerini bilişsel psikoloji almıştır. Bugün, ana akım psikoloji hem davranışları hem de zihinsel süreçleri araştıran bir bilim dalı hâline gelmiştir. 1960’larda bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile beyindeki süreçlerin yeni teknolojilerle izlenmesi mümkün olmuştur. Bu da davranışsal akımın etkisini azaltmıştır. Bu akımın yerini bilişsel psikoloji almıştır. Bugün, ana akım psikoloji hem davranışları hem de zihinsel süreçleri araştıran bir bilim dalı hâline gelmiştir.

Psikolojinin başlangıcı Avrupa’da olsa da çalışmaların ilerlemesi ve hızlanması 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Amerika’ya göç eden bilimciler sayesinde Amerika’da olmuştur. Günümüzde hâlen psikologların çoğu Amerika’dadır, ancak psikoloji hızla evrenselleşmektedir.

Modern psikolojide, bir önceki bölümde anlatılmış olan yapısalcılık veya işlevselcilik gibi düşünce okulları ortadan kaybolmuş, yerini biyolojik, davranışsal, bilişsel gibi çeşitli yaklaşımlara bırakmıştır.

Psikolojide Yaklaşımlar

Psikolojide yaklaşımlar bir davranışın veya zihinsel sürecin ele alınış şeklini etkiler. Her bir yaklaşım bireylerin neden belirli bir biçimde davrandıklarına ilişkin farklı açıklamalar getirir. Çeşitli yaklaşımlar bir araya geldiğinde bir bütün olarak insanı anlamamıza katkıda bulunurlar.

Biyolojik Yaklaşım: Biyolojik yaklaşım, zihinsel süreçler ve davranışların büyük oranda biyolojik süreçlerle belirlendiğini varsayar. Bu yaklaşım, genetik faktörler, hormonlar ve beyin gibi biyolojik öğelerin psikolojik süreçleri etkilemesi üzerine kuruludur.

Nörobilimsel Yaklaşım: Nörobilim, insan davranışlarının açıklamalarını beyin, sinir sistemi ve biyolojik faktörlerde arar. Biyolojik ve evrimsel perspektiflere yakın duran bu yaklaşımın en belirgin odağı, davranışların nörolojik temellerini araştırmak üzerinedir.

Evrimsel Yaklaşım: Psikolojiye evrimsel yaklaşım, Charles Darwin’in evrim teorisi üzerine kuruludur. Buna göre, insan ve hayvanların günümüzde sergilediği davranışlar, doğal seleksiyonun bir sonucudur. Dolayısıyla kişilerarası ilişkilerin dinamikleri, eş seçimi, yardım etme gibi olumlu davranışlar gibi birçok davranışın insanlar tarafından gösterilmesi evrimsel süreç boyunca yaşananların bir sonucu olarak açıklanabilir.

Psikodinamik Yaklaşım: Freud’un psikanalizine dayanan bu yaklaşım, insanların kendi içlerindeki bilinçdışı psikolojik çatışmaları üzerine yoğunlaşır. Freud’a göre, içsel mücadelelerin çoğu insanların doğal ihtiyaçlarının peşinden gitme isteğiyle toplumsal kurallar arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır.

Davranışsal Yaklaşım: Davranışsal yaklaşım, tamamen insanların gözlenebilir hareket ve davranışlarına ve bunların nasıl öğrenildiğine yoğunlaşır. Watson ve Skinner’ın perspektifine dayanan bu yaklaşım, psikolojinin insan zihni içinde geçen ve gözlemlenemeyen süreçlere değil, objektif olarak gözlenebilen davranışlara odaklanmasını savunur. Bu yaklaşımın önemli bir yönü, davranışların insanların doğuştan getirdikleri özellik ve yapılarından doğmaktan ziyade çevre etkisiyle sonradan öğrenildiğini vurgulaması ve bu nedenle öğrenme süreçlerinin nasıl gerçekleştiğini incelemesidir.

İnsancıl Yaklaşım: Biyolojik, bilişsel ve davranışsal yaklaşımlardan farklı olarak, insancıl yaklaşım çerçevesinde insan davranışları biyolojik etkenler, zihinsel süreçler ve çevreden öğrenilenlerin değil, her insanın kendine has dünyayı algılayış şekliyle ilişkilendirilir. Bu perspektifin temelleri, Rogers ve Maslow’un çalışmalarına dayanmaktadır. Bu perspektife göre, insanlar hayatlarının ve davranışlarının kontrolünü ellerinde tutar; herkes kendini geliştirmek ve potansiyeline erişmek amacıyla hareket etmektedir.

Bilişsel Yaklaşım: Bilişsel yaklaşım, yalnızca gözlemlenebilir davranışlara odaklanan davranışsal yaklaşımın tam aksine, insanların zihinlerinde olup biten ve direk olarak gözlemlenemeyen süreçlerle ilgilenir. Bu yaklaşım, bilginin algılanış ve işleniş süreçlerinin davranışlara olan etkisine yoğunlaşır. Bu süreçlerin çoğu otomatik olarak ve bilinçdışında gerçekleşmektedir.

Sosyokültürel Yaklaşım: Sosyokültürel yaklaşım, sosyal ve kültürel etkilerin insan davranışlarına olan önemli etkisine yoğunlaşır. Bu yaklaşıma göre, insan davranışlarını açıklarken sosyal ve kültürel çevrenin etkisini değerlendirmek büyük önem taşımaktadır. Bu perspektif, genetik ve biyolojik faktörlerin yanı sıra, sosyokültürel etkenlerin insanların tutum ve davranışlarının oluşmasında etkili olduğu düşüncesine dayanır.

Eklektisizm: Eklektisizm, insan davranışlarını açıklarken birçok yaklaşımı harmanlamak anlamına gelir. Eklektisizm sayesinde farklı bakış açıları birleştirilerek daha kapsamlı ve gelişmiş kuramlar üretilip araştırmalar gerçekleştirilebilmektedir

Psikolojinin Çalışma Konuları ve Diğer Bilimlerle İlişkisi

Psikologların çalışma konuları çok çeşitlidir; sinir sistemi, duyular ve algılar, öğrenme ve hafıza, zeka, dil, düşünce, gelişim, kişilik, sosyal topluluklar içinde normal davranışlar, psikolojik hastalıklar ve tedavi yöntemleri sıklıkla çalışılan başlıklardır

Aslında insanı çalışan bir çok bilim dalının özünde, insan davranışını anlama çabası vardır. Dolayısıyla psikoloji bilimi, insan davranışını çeşitli yönlerden çalışan biyoloji, tıp, sosyoloji ve ekonomi, gibi bir çok temel ve sosyal bilim dalıyla yakından ilişkilidir.

Örneğin sosyoloji ile psikoloji birbirinden beslenen ve birçok kesişme alanı olan bilim dallarıdır. Sosyoloji, veya toplum bilim, toplumsal yapıyı inceler. Toplumu oluşturan bireyler ise psikolojinin araştırma konusudur. Bireylerin toplum içindeki davranışlarını inceleyen sosyal psikoloji, sosyoloji ve psikolojinin kesişimiyle oluşan bir alt daldır.

İnsan bedeni ve sinir sisteminin insanın davranışlarına olan etkisi hem tıpçıların, hem de psikologların ortak konusudur. Zaten zihinsel hastalıkları tedavi etmede bir tıp uzmanı olan psikiyatristler ile klinik psikologlar birlikte çalışabilmektedirler.

Ekonomistler çeşitli insan davranışlarını ekonomik bağlamlarda anlamaya çalışırlar. Mesela sıklıkla çalıştıkları “karar verme süreçleri” sosyal ve bilişsel psikoloji alanlarındaki bir çok çalışma ve teoriden faydalanmaktadır.

Psikoloji araştırmalarının temelinde istatistik bilimi vardır. Psikologlar topladıkları verilerin analizi ve yorumlanması için çeşitli istatistiksel yöntemler kullanılır.

Psikolojinin Alt Dalları: Psikologlar, insan zihni ve davranışlarının birçok yanına odaklanabilirler. Bu farklı odaklar, psikolojinin alt dallarını oluşturmaktadır.

Biyolojik psikoloji , ya da diğer bir adıyla fizyolojik psikoloji, bedendeki fizyolojik süreçler, hormonal sistemler ve beynin işleyişini, davranışlar ve zihinsel süreçleri açıklamakta kullanan alt daldır.

Bilişsel Psikoloji : Bilişsel psikologlar, algılama, öğrenme, hafıza, zekâ, bilinç gibi zihinsel süreçler ve yetilerle ilgilenirler. Bu alanda çalışan psikologların yoğunlaştıkları ilginç konulardan biri de insanların çevrelerindeki bilgileri algılarken birtakım yanılsamalar yaşamalarıdır.

Gelişimsel Psikoloji: Gelişim psikologları insanların zihinsel süreç ve davranışlarının hayat boyu nasıl değiştiğini incelerler. Doğumdan ileri yaşlara kadar insanların zihinsel yetilerinin hangi sebeplerle ne şekilde değiştiğini ve bu değişimlerin nasıl sonuçlara yol açtığını anlamaya çalışırlar.

Kişilik psikolojisi, bireyleri birbirinden ayıran kişilik özellikleri üzerine yoğunlaşır. Kişilik psikologları, insanların karakter özelliklerini anlayabilmek için çeşitli kişilik testleri geliştirirler.

Klinik Psikoloji: Klinik psikologlar, zihinsel hastalıkların nedenleri ve tedavileri üzerine araştırmalar yaparlar ve hastalara sorunlarının üstesinden gelmelerinde yardımcı olurlar.

Eğitim psikolojisi , psikolojinin öğretme ve öğrenme süreçleri üzerine yoğunlaşan alt dalıdır. Eğitim psikologları, özellikle öğretim tekniklerinin geliştirilmesi, okul terk oranlarının düşürülmesi, öğrenimin en etkili şekilde gerçekleşmesi gibi önemli uygulamaları olan konular üzerinde çalışırlar

Sosyal psikoloji, insanların birbirlerini nasıl etkilediklerini, birbirleriyle olan ilişkileri ve grup içindeki davranışlarını inceler. Sosyal psikologların ilgilendiği konular grupların insanların tutum ve davranışlarına etkisinden, önyargı, kişiler arası ilişkiler ve iknaya kadar uzanır

Kültürel psikoloji , kültürün insanları nasıl şekillendirdiğini ve düşünce ve davranışlarına nasıl yansıdığını ele alır. Kültürel psikolojinin ortaya çıkışıyla kültür ve psikoloji ilişkisi önemsenmeye başlanmış, Amerika ve Avrupa kültürlerinden farklı kültürlerde yetişen insanların psikolojik olguları üzerine çalışılmaya başlanmıştır.

Endüstri ve Örgüt Psikolojisi: Endüstri ve örgüt psikologları insanları iş ortamında inceler. Liderlik, verim, performans, işten alınan tatmin, motivasyon, ekip çalışması gibi konularda araştırmalar yürütürler

Nöropsikoloji , beyin ve davranış ilişkisine yoğunlaşarak, beynin ve genel olarak sinir sisteminin insan davranışında rolünü araştırır

Kantitatif psikoloji/psikometri, ölçümleme, araştırma dizaynı ve istatistiksel analiz gibi konulara yoğunlaşır. Kantitatif psikologlar yeni ve etkin araştırma metotları geliştirilmesi üzerine de çalışırlar.

Psikolojinin Uygulamalı Alt Dalları : Psikolojinin uygulamalı alt dalları arasında psikolojik danışmanlık, adalet, sağlık gibi alanlar sayılabilir.

Psikolojik danışmanlık , klinik psikolojiye yakın bir alan olup, insanlarla terapi çerçevesinde ilgilenmeyi kapsar. Adalet alanında çalışan psikologlar, adli süreçlerin psikolojik yönüyle ilgilenir. Sağlık psikologları ise toplum sağlığını desteklemek ve sağlıksız davranışların azaltılmasını sağlamak üzerine çalışır.

Psikologlar Ne İş Yapar?

Psikoloji üzerine lisans derecesi alan psikologlar, psikolojinin alt dallarından birinde yüksek lisanslarını tamamlayarak, bu alanda uzmanlaşabilirler.

Bir bilim dalı olarak psikolojinin iki temel amacı vardır: İnsanın davranışını açıklayan, genel kabul edilebilir bir bilgi tabanı oluşturmak ve Ulaşılan bu bilgileri günlük hayata uygulamak, pratik sorunları çözmede kullanmak. Bu şekilde psikoloji aslında; Temel (basic) bir bilim ve Uygulamalı (applied) bir bilim olarak ikiye ayrılabilir

Amacı temel bilim yaparak sadece oluşan bilgi tabanına katkıda bulunmak olan bilim insanları daha çok akademik ortamlarda veya çeşitli araştırma merkezlerinde çalışırlar. Uygulamalı alanlarda çalışan psikologlar ise bu bilgi tabanından ve var olan kuramlardan yola çıkarak günlük hayattaki pratik sorunlara çözümler bulmayı amaçlar. Psikolojinin uygulamaları günümüzde özellikle sağlık, trafik, eğitim, iş, hukuk, politika, mühendislik, ve spor gibi alanlarda yapılmaktadır

Aslında iki alanı birbirinden tamamen ayırmak doğru değildir. Araştırma yapan psikologlar bu iki alandan birisine odaklanıp çalışmalarını o alanda yürütebileceği gibi, iki alanda ortak çalışmalar da yapabilirler. Sadece uygulamacı olarak çalışan kişiler ise araştırma yapmadan, var olan kuramları ve araştırma sonuçlarını kullanarak da psikoloji bilgi tabanından faydalanabilirler.

Psikolojide Önemli Sorunlar ve Tartışmalar

Antik Yunan filozoflarından beri insan davranışını anlamaya çalışanların tartışmakta olduğu bazı kritik sorunlar vardır. Geleneksel olarak bilim insanları, bağlı bulundukları yaklaşımlar ışığında bu tartışmalarda iki kampa bölünmüşlerdir. Bugün gelinen noktada psikologlar bu tartışmaların tek bir cevabı olmadığı, aslında tartışmalarda savunulan her iki görüşün de önemli olduğunu ve insanların davranış ve zihin süreçlerini anlamada faydalı olacağı konusunda hemfikirdirler.

1. Sorun: Doğa-Çevre Tartışması (Nature vs. Nurture Controversy): Kişilerin davranışlarının ne kadarı kalıtsal ve yapısal etkenlerden (doğa), ne kadarı ise çevresel etkenlerden (çevre) kaynaklanmaktadır? Doğacılar kalıtımın rolünü vurgularken, çevreciler aile içi tutumlar, çocuk yetiştirme uygulamaları, sosyoekonomik statü vb. gibi sosyal-kültürel ve sosyolojik etkenlerin belirleyici olduğunu savunmaktadır.

2. Sorun: Davranışların Sebepleri Bilinçli mi Bilinçdışı mıdır? İkinci önemli tartışma davranışların sebeplerinin bilinçli mi bilinçdışı mı olduğudur. Herhangi bir davranışın ne kadarını kişinin farkında olduğu, ne kadarını ise bilinçaltı süreçler belirler? Günümüzde çok önem kazanmakta olan sosyal-bilişsel yaklaşım, kişilerin herhangi bir anda maruz kaldıkları çok miktarda uyaranla ancak hem otomatikleşmiş, bilinçaltı süreçlerle hem de aynı zamanda daha fazla dikkat ve çaba gerektiren bilinçli süreçlerle ortak bir şekilde baş edebildiğini öngörmektedir.

3. Sorun: Bireysel Farklılıklar-Evrensel Kurallar: Üçüncü bir tartışma, kişilerin davranışlarının ne kadarının kendilerine has, özel vasıflarından dolayı, ne kadarının ise içlerinde yaşadıkları toplum ve kültürün sonucu olduğu üzerinedir. Özellikle nörobilim yaklaşımını benimsemiş araştırmacılar için evrensel kurallar geçerlidir. Buna karşılık insancıl yaklaşımı benimseyen kişilik psikologları bireyleri diğerlerinden farklı kılan özellikleri belirlemek üzerine çalışmalar yapmaktadırlar

Bu üç temel tartışma günümüzde hâlâ süregelmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.