Açıköğretim Ders Notları

Çevre Sosyolojisi Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Çevre Sosyolojisi Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Kentleşme, Çevre, Yerel Politika Ve Sürdürülebilirlik

Kentin Tanımı ve Türleri

Kent, mekan üzerine yapılaşmış ve belirli bir nüfus yoğunluğuna erişmiş, ekonomik, teknolojik, yönetsel, sosyal ve kültürel olarak örgütlenmiş, kırsal alanlardan ayırt edilebilen temel kentsel hizmetlerin ve kent bilincinin oluştuğu, yerleşik ve bütünleşik bir yerleşim birimidir, bir sistemdir. Çağdaş anlamıyla kent, sanayi devriminin, tarımda makineleşmenin, ticaretin, kapitalizmin ve kapitalist sınıfın gelişimine ve feodal düzenin yıkılmasına paralel olarak Avrupa’da ortaya çıkmıştır.

Nüfusu belirli bir büyüklüğe (2004 tarihli büyükşehir belediye yasasına göre en az 750 bin) ulaşmış, ekonomik, siyasi, ticari, kültürel açılardan geniş hinterlanda sahip bir merkez olmuş, eski kent merkezi yanında bu merkeze bağlı yörekentleri (banliyöleri) bulunan kentsel alana anakent (büyükşehir) denilmektedir. Demografik, ekonomik ve mekânsal açıdan büyüyen kentler, sadece kent mekanı değil bölgesel, ulusal ve küresel boyutlarda ilişkileri organize eden bir etkiye sahip olmaktadır. Ulus devletler çok uluslu şirketler için pazar oluşturma açısından çok güçlü olduğundan, daha alt birimler olan kentler, özellikle uluslararası ticaret ve finans açısından stratejik konumu olan kentler, iş ilişkileri açısından küresel sermaye için daha çekici gelmiştir. Günümüzde küresel kentler, kapitalizmin komuta, ticaret ve finans merkezleri rolünü üstlenmiş, bilgi ve gelişmiş bilgi teknolojilerinin üretildiği, etkin olarak kullanıldığı ve kontrol edildiği, uzmanlaşmış hizmetlerin yoğunlaştığı (stratejik mekanlardır.

Kentsel yapı, bir kentin değişik fiziki unsurlarının mekansal olarak nasıl konumlandığını ve fiziksel unsurların biçim ve türlerini anlatan bir kavramdır. Kentsel yapının unsurları ise; kentsel yerleşim biçimi ve türleri, ulaşım ağı ve diğer kentsel altyapı, yoğunluk, kamusal açık alanlar ve parklar, mekan ve kentsel arazi kullanımı, fiziksel büyüklük ve ölçek unsurlarından oluştur. Kentleşme sonucu geleneksel ekonomik, kültürel ve toplumsal yapıların önemi azalırken; hoşgörü, özgürlük, demokrasi, birey, bilimsel ve laik düşünce önem kazanmış ve göç edenler zamanla kentlileşmiştir.

Kentleşme ve Özellikleri

Kentleşme öncelikle, nüfusun büyük bir oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve köy dışı alanlarda, yani kentlerde geçimlerini sağlamaya ve hayatlarını sürdürmeye başlamaları anlamına gelmektedir. . İtici nedenler, çekici nedenler, iletici nedenler ve sosyo-psikolojik nedenler kentleşmeye neden olmaktadır. Kentleşmenin temel olarak, nüfus, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel boyutları vardır.

Gelişmekte olan ülkelerin en belirgin özelliklerinden biri, bu ülkelerde görülen nüfus artış hızının, gelişmiş ülkelere oranla çok yüksek olmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde kentleşme, ağırlıkla kırda yaşanan yüksek nüfus artış hızına bağlı olarak kente doğru yaşanan yoğun nüfus akınlarıyla gerçekleşir. Bu nüfus akını, çoğu kez sanayileşmenin ya da kentlerde artan işgücü ihtiyacının çok üstündedir. Bunun yanında, kente göç edenler beraberinde kırsal özelliklerini ve sorunlarını getirirken, en büyük tahribi çevre üzerinde yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde eski kent merkezlerinden kentin dışına ya da çeperlerine yaşanan göç sonucunda, daha sakin, kırsal özellikler gösteren, kentin karmaşasından, gürültüsünden ve artan çevre sorunlarından uzak ama kentsel hizmetlere sahip yeni kent semtleri ya da mahalleleri oluşumu süreci olan yörekentleşme, orta sınıfların tersine göçüdür. Gelişmekte olan ülkelerde ise kent merkezleri ise üst-orta sınıfların yaşadığı ve çekici yerleşim ve pahalı iş yerleri olmaya devam etmektedir.

Türkiye’de 1940’lı yıllara kadar kente göç ve kentleşme oranı düşüktü. Nüfusun % 83,5’i köylerde yaşayan ülke, tarım ve hayvancılıkla uğraşan kırsal bir topluma ve kapalı bir ekonomiye sahipti. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile yabancı krediler artmış, 1960 sonrasında planlı kalkınma dönemine girilmiş ve sanayileşme artmıştır, bu dönemlerde kentleşme ilgi görmüştür. 1970-1980 arası kötü siyasi koşullarda kentleşme düşmüştür. 1980-1990 döneminde sahil kentleri de kentleşmeye katılmıştır. 2000’lerden sonra ise yürütülen kentsel dönüşüm projeleri ile çarpık kentleşmenin önüne geçilmeye çalışılmış ve kentleşme oranı %65’e ulaşılmıştır.

Türkiye’de Yerinden Yönetim ve Kent Yönetimi

Osmanlı İmparatorluğumda Batılı anlamda ilk modern yerel yönetimlerin ortaya çıkışı, 1850’lerin ortalarından itibaren, kentlerde modern hizmetleri görecek ve azınlıkların ya da yerel toplulukların kendi kendilerini yönetebilmelerini sağlayacak belediyelerin kurulması şeklinde olmuştur. İlk belediye (şehremaneti) 1854 yılında İstanbul’da kurul-muştur. 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi ile İstanbul dışındaki vilayet (il), sancak ve kaza (ilçe) merkezlerinde birer belediye örgütü kurulması da zorunlu kılınmıştır.

Cumhuriyet döneminde belediyeler 1930 tarihli 1580 sayılı Belediye Yasası ile düzenlenmiştir, yasa ile il ve ilçe merkezlerinde belediye kurulması zorunlu kılınmış ve nüfusu iki bin ve üzeri olan yerleşim yerlerinde de belediye kurulabileceği hükme bağlanmıştı. Belediyelerin farklı büyüklükte olmalarına rağmen tek bir yasa ile düzenlenmesi ve sadece gelire bağlı olarak zorunlu ve isteğe bağlı görevler ayrımına gidilmesi hızlı kentleşme ve enflasyon gibi nedenlerle zaman içinde yasanın uygulamada yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bunun sonucu, ilk olarak 1984 yılında 3030 sayılı yasa ile büyük kentlerde kentsel alanın tümünün yönetimine olanak sağlayacak büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Daha büyük kentlerin daha iyi yönetilebilmesi için 2005 yılında yasa yenilenmiştir.

Yerinden yönetim, ülkenin değişik coğrafi alanlarında farklılık gösteren yerel ortak istemlerin karşılanması, hizmetlerin sunulması ve sorunların çözülmesi için yerel özerkliğe sahip, karar organları seçimle oluşan, halkın yerel kararların oluşumuna katılımının ve denetimin öngörüldüğü bir yerel örgütsel yapıyı içeren yönetim anlayışıdır. Yerel özerklik ise, yerel yönetim anlayışını tamamlayan, yerel halkın kendi sorunlarını kendi eliyle çözebilmesi için geliştirilmiş bir ilkedir. Yerinden yönetim birimleri, yerel özerklik çerçevesinde işlerler. Türkiye’de belediyelerin de değişik türlerinden bahsedilebilir. Bunlar; büyük- şehir belediyeleri, il merkezi belediyeleri, ilçe merkezi belediyeleri ve belde belediyeleridir. Bunun yanında, büyükşehir belediyesi sınırları içinde de alt kademe ilçe ve belde belediyeleri bulunmaktadır. Belediyeler yerel özerklik ilkesi çerçevesinde çalışır ve halk tarafından seçilen bir belediye başkanı ile genel karar organı olan bir meclise sahiptir.

Politika, Yönetişim ve Yerel Yönetişim

Politika, bir sorunu çözmek, bir gereksinimi ya da gereksinimleri gidermek ve/veya belirli amaçları gerçekleştirmek için bir aktör ya da aktörler tarafından planlı bir şekilde oluşturulan ve yürütülen, gerekli kaynakların eşgüdümlü bir şekilde harekete geçirilmesini ve yönetimini gerektiren bir dizi eylemler bütünüdür. Yönetişim ise, bir topluluğun ya da toplumun sorunlarının, ilgili aktörlerin katılımı ile müzakere edilme ve siyasal, toplumsal, ekonomik ve yönetsel etki ve güç kullanma sürecidir. Gerek ulusal gerekse yerel politika oluşturma, uygulama ve denetim süreçlerine katılım, kamu yönetimi ya da kent yönetimi ile vatandaş ya da kenttaş ilişkilerinin düzenlenmesi, demokratikleşme ve özellikle yerel düzeyde iyi yönetişim açılarından önemlidir.

Yerel politikalar, belediyeler ya da diğer kent yönetimleri yanında, tüm yerel nitelikli yönetim birimlerince uygulanan, coğrafi olarak belirli bir yerel alanla sınırlı, toplumsal, ekonomik, çevresel, altyapısal ya da mekansal politikalardır. Örnek olarak yoksulluk ve yoksunluklarla mücadele ederek sosyal sürdürülebilirliği sağlamayı hedefleyen belediyelerin, meslek ve beceri kazandırma hizmetlerini yapmak, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açmak, dar gelirli, yaşlı, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere sosyal destek ve hizmet sunmak, engelliler merkezi oluşturmak gibi görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Kentsel politikalar ise, yerel sürdürülebilir çevre ve gelişmeyi destekleyerek, kentsel mekanı ve hizmetleri planlayarak ve kentsel hizmetleri çevresel sürdürülebilirlik temelinde sunarak kenttaşların refahını ve yaşam kalitesini sağlamayı amaçlayan ve kentsel alanlarda yürütülen politikalardır.

Yerel Politikalara Yön Veren İlkeler

Politikalara yön veren bazı önemli genel ilkeler olarak; etkililik, yerinde ve zamanında hizmet sunumu, özgürlük, eşitlik, yerindenlik, yerel özerklik, katılım ve kalite sıralanabilir.

Etkililik , uygulanan bir politikanın ya da yapılan bir işin etkili olması, o politikanın hedefine varması, yapılmak istenen işin gerçekleştirilmesi ya da bir hizmetin hedef kitleye ulaştırılmasıdır.

Yerinde ve zamanında hizmet sunumu , ihtiyaç duyulan hizmetin ya da malın yerinde ve zamanında, yani ihtiyaç duyulduğu anda ve yerde verilmesini ifade eder.

Hizmette yerellik ya da subsidiarite ilkesi olarak da bilinen yerindenlik ilkesi, Kamu hizmetlerinin bu hizmetten yararlanan halk kitlesine en yakın yönetim birimince yerine getirilmesini belirtir.

Özgürlük , bir kişinin, başkalarının zorlaması ve karışımı olmadan kendi kararlarını verebilmesi ve eylemde bulunabilmesidir. Bu anlamda özgürlük negatif özgürlük ya da bireysel özgürlük olarak adlandırılır. Ancak, kaynakları ve kişisel donanımı yetersiz olan bir kişi, kararları doğrultusunda eylemde bulunamayacaktır. Bu nedenle, kişisel ya da negatif özgürlük yanında bir de pozitif özgürlükten bahsedilir. Pozitif özgürlük, kişisel özgürlüğün yanı sıra, kişinin seçtiği yönde eylemde bulunabilme yeteneğinin, kaynağının ya da gücünün de olmasını ifade eder.

En temel anlamıyla eşitlik , bireylerin belirli olanaklardan yararlanmalarında herhangi bir ayrıma tabi tutulmaması ve yasalar önünde eşit olmasıdır. Başka bir deyişle yasaların; toplum içindeki yeri, dini, cinsiyeti, ekonomik gücü ya da toplum- sal/etnik kökeni ne olursa olsun herkese aynı biçimde uygulanmasıdır.

Adalet , toplumun kaynaklarının dağıtımına ilişkin bir kavramdır. Piyasa temelli, hak etme temelli ve ihtiyaç temelli olarak üç farklı biçimi olduğu söylenebilir.

Katılım , kamu politikası oluşturma ve kamusal karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde genel olarak vatandaşların, kenttaşların, ana aktörlerin, özel sektör temsilcilerinin ve sivil toplum örgütlerinin yer almasını, kararlara ve uygulama biçimlerine etkide bulunabilmesini ve bunun için gerekli mekanizmaların oluşturulmasını öngören ilkedir.

Yerel Sürdürülebilir Çevre ve Büyüme Politikaları

Kentsel çevre ve büyüme politikalarına da yön veren en temel ilke ise sürdürülebilirliktir. Bunun yanında; önleme, kaynağında önleme, ihtiyatlılık, kirleten öder, bütünleşik yaklaşım, kuşaklararası adalet ve yerindenlik gibi ilkeler de kentsel büyüme ve çevre politikaları geliştirilirken dikkate alınan ilkelerdir.

Kentsel politikalar, kentsel mekanın kullanımını ve yapılaşmasını, kentlerde kullanılan enerji miktarını ve türünü, insanların tüketim davranışlarını, ekonomik etkinlikleri, kentsel ulaşımı, atık ayrıştırmayı ve geri dönüşümü vb. düzenleyerek sürdürülebilir kentsel büyümeye ve çevreye önemli katkı sağlarlar. Kentler mekanı daha yoğun kullanarak doğal ya da çevresel kaynakların daha bilinçli kullanımına katkı sağlarlar. Yaya ve bisiklet kullanımını özendirecek, özel araç kullanımını caydıracak teşvikler ve uygulamalar geliştirebilirler. Yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmayı özendirebilirler, bu amaçla enerji tasarrufu sağlayacak cadde ve sokak ışıklandırmasına ve sıcak su sağlanmasına gidebilirler ve yeni yapılara ısı yalıtımı konması konularında düzenlemeler yapabilirler.

Zenginlik yaratma konusunda körüklenen rasyonel insan arzusu ve rekabet, ekonomik büyümeye katkı sağlarken, çevre üzerindeki baskıların artmasına ve doğal kaynakların aşırı kullanımına yol açmıştır. İnsanoğlunun ekosistem ve dolayısıyla kendi sağlıklı ve sürdürülebilir varlığı için oluşturduğu en büyük tehdit atmosfere bırakılan ve küresel ısınmaya neden olan sera gazları ve ozon tabakasının incelmesine yol açan kloroflorokarbon gazlardır. Akaryakıt ve doğalgaz gibi yenilenemeyen ve kirletici fosil yakıtların kullanımı çevre kirliliğinde en büyük nedendir. Güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir ve çevreye zarar vermeyen kaynakların kullanımı çok az düzeydedir.

Sürdürülebilir çevre ve büyüme anlayışının uzantısı olarak, sürdürülebilir kent kavramı ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir kent , çevresel değerleri ve kaynakları yok etmeden mevcut sakinlerine gönençli, esenlikli ve kaliteli bir yaşam ve gelecek nesillere de benzer bir yaşam şansı sunabilen kent olarak tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kent kavramıyla eş anlamlı olarak, yaşanabilir kent, yaşanabilir topluluk, sürdürülebilir topluluk, yavaş kent (cittaslou) ve yoğun kent gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Kente ilişkin bu yaklaşımlarda koruyarak geliştirme; toplumsal yaşam kalitesinin gelişmesi için ve kentsel hizmet sunumunda ödün verilmemesi gereken bir ilke olarak kabul edilir. Bu anlayışları benimseyen yerleşimlerin, her geçen gün daha çok birbirine benzeyen dünya kentleri arasında, kendi özgün kimlikleriyle ortaya çıkabilme konusunda daha şanslı oldukları belirtilir. Kentsel büyümede turizmin önemli bir yer tuttuğu ülkemiz için bu yaklaşımlar, tarihi, kültürel ve çevresel değerlerimizi ve doğal kaynaklarımızı korumaya önemli katkılar sağlayabilecektir.

Kentin Tanımı ve Türleri

Kent, mekan üzerine yapılaşmış ve belirli bir nüfus yoğunluğuna erişmiş, ekonomik, teknolojik, yönetsel, sosyal ve kültürel olarak örgütlenmiş, kırsal alanlardan ayırt edilebilen temel kentsel hizmetlerin ve kent bilincinin oluştuğu, yerleşik ve bütünleşik bir yerleşim birimidir, bir sistemdir. Çağdaş anlamıyla kent, sanayi devriminin, tarımda makineleşmenin, ticaretin, kapitalizmin ve kapitalist sınıfın gelişimine ve feodal düzenin yıkılmasına paralel olarak Avrupa’da ortaya çıkmıştır.

Nüfusu belirli bir büyüklüğe (2004 tarihli büyükşehir belediye yasasına göre en az 750 bin) ulaşmış, ekonomik, siyasi, ticari, kültürel açılardan geniş hinterlanda sahip bir merkez olmuş, eski kent merkezi yanında bu merkeze bağlı yörekentleri (banliyöleri) bulunan kentsel alana anakent (büyükşehir) denilmektedir. Demografik, ekonomik ve mekânsal açıdan büyüyen kentler, sadece kent mekanı değil bölgesel, ulusal ve küresel boyutlarda ilişkileri organize eden bir etkiye sahip olmaktadır. Ulus devletler çok uluslu şirketler için pazar oluşturma açısından çok güçlü olduğundan, daha alt birimler olan kentler, özellikle uluslararası ticaret ve finans açısından stratejik konumu olan kentler, iş ilişkileri açısından küresel sermaye için daha çekici gelmiştir. Günümüzde küresel kentler, kapitalizmin komuta, ticaret ve finans merkezleri rolünü üstlenmiş, bilgi ve gelişmiş bilgi teknolojilerinin üretildiği, etkin olarak kullanıldığı ve kontrol edildiği, uzmanlaşmış hizmetlerin yoğunlaştığı (stratejik mekanlardır.

Kentsel yapı, bir kentin değişik fiziki unsurlarının mekansal olarak nasıl konumlandığını ve fiziksel unsurların biçim ve türlerini anlatan bir kavramdır. Kentsel yapının unsurları ise; kentsel yerleşim biçimi ve türleri, ulaşım ağı ve diğer kentsel altyapı, yoğunluk, kamusal açık alanlar ve parklar, mekan ve kentsel arazi kullanımı, fiziksel büyüklük ve ölçek unsurlarından oluştur. Kentleşme sonucu geleneksel ekonomik, kültürel ve toplumsal yapıların önemi azalırken; hoşgörü, özgürlük, demokrasi, birey, bilimsel ve laik düşünce önem kazanmış ve göç edenler zamanla kentlileşmiştir.

Kentleşme ve Özellikleri

Kentleşme öncelikle, nüfusun büyük bir oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve köy dışı alanlarda, yani kentlerde geçimlerini sağlamaya ve hayatlarını sürdürmeye başlamaları anlamına gelmektedir. . İtici nedenler, çekici nedenler, iletici nedenler ve sosyo-psikolojik nedenler kentleşmeye neden olmaktadır. Kentleşmenin temel olarak, nüfus, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel boyutları vardır.

Gelişmekte olan ülkelerin en belirgin özelliklerinden biri, bu ülkelerde görülen nüfus artış hızının, gelişmiş ülkelere oranla çok yüksek olmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde kentleşme, ağırlıkla kırda yaşanan yüksek nüfus artış hızına bağlı olarak kente doğru yaşanan yoğun nüfus akınlarıyla gerçekleşir. Bu nüfus akını, çoğu kez sanayileşmenin ya da kentlerde artan işgücü ihtiyacının çok üstündedir. Bunun yanında, kente göç edenler beraberinde kırsal özelliklerini ve sorunlarını getirirken, en büyük tahribi çevre üzerinde yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde eski kent merkezlerinden kentin dışına ya da çeperlerine yaşanan göç sonucunda, daha sakin, kırsal özellikler gösteren, kentin karmaşasından, gürültüsünden ve artan çevre sorunlarından uzak ama kentsel hizmetlere sahip yeni kent semtleri ya da mahalleleri oluşumu süreci olan yörekentleşme, orta sınıfların tersine göçüdür. Gelişmekte olan ülkelerde ise kent merkezleri ise üst-orta sınıfların yaşadığı ve çekici yerleşim ve pahalı iş yerleri olmaya devam etmektedir.

Türkiye’de 1940’lı yıllara kadar kente göç ve kentleşme oranı düşüktü. Nüfusun % 83,5’i köylerde yaşayan ülke, tarım ve hayvancılıkla uğraşan kırsal bir topluma ve kapalı bir ekonomiye sahipti. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile yabancı krediler artmış, 1960 sonrasında planlı kalkınma dönemine girilmiş ve sanayileşme artmıştır, bu dönemlerde kentleşme ilgi görmüştür. 1970-1980 arası kötü siyasi koşullarda kentleşme düşmüştür. 1980-1990 döneminde sahil kentleri de kentleşmeye katılmıştır. 2000’lerden sonra ise yürütülen kentsel dönüşüm projeleri ile çarpık kentleşmenin önüne geçilmeye çalışılmış ve kentleşme oranı %65’e ulaşılmıştır.

Türkiye’de Yerinden Yönetim ve Kent Yönetimi

Osmanlı İmparatorluğumda Batılı anlamda ilk modern yerel yönetimlerin ortaya çıkışı, 1850’lerin ortalarından itibaren, kentlerde modern hizmetleri görecek ve azınlıkların ya da yerel toplulukların kendi kendilerini yönetebilmelerini sağlayacak belediyelerin kurulması şeklinde olmuştur. İlk belediye (şehremaneti) 1854 yılında İstanbul’da kurul-muştur. 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi ile İstanbul dışındaki vilayet (il), sancak ve kaza (ilçe) merkezlerinde birer belediye örgütü kurulması da zorunlu kılınmıştır.

Cumhuriyet döneminde belediyeler 1930 tarihli 1580 sayılı Belediye Yasası ile düzenlenmiştir, yasa ile il ve ilçe merkezlerinde belediye kurulması zorunlu kılınmış ve nüfusu iki bin ve üzeri olan yerleşim yerlerinde de belediye kurulabileceği hükme bağlanmıştı. Belediyelerin farklı büyüklükte olmalarına rağmen tek bir yasa ile düzenlenmesi ve sadece gelire bağlı olarak zorunlu ve isteğe bağlı görevler ayrımına gidilmesi hızlı kentleşme ve enflasyon gibi nedenlerle zaman içinde yasanın uygulamada yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bunun sonucu, ilk olarak 1984 yılında 3030 sayılı yasa ile büyük kentlerde kentsel alanın tümünün yönetimine olanak sağlayacak büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Daha büyük kentlerin daha iyi yönetilebilmesi için 2005 yılında yasa yenilenmiştir.

Yerinden yönetim, ülkenin değişik coğrafi alanlarında farklılık gösteren yerel ortak istemlerin karşılanması, hizmetlerin sunulması ve sorunların çözülmesi için yerel özerkliğe sahip, karar organları seçimle oluşan, halkın yerel kararların oluşumuna katılımının ve denetimin öngörüldüğü bir yerel örgütsel yapıyı içeren yönetim anlayışıdır. Yerel özerklik ise, yerel yönetim anlayışını tamamlayan, yerel halkın kendi sorunlarını kendi eliyle çözebilmesi için geliştirilmiş bir ilkedir. Yerinden yönetim birimleri, yerel özerklik çerçevesinde işlerler. Türkiye’de belediyelerin de değişik türlerinden bahsedilebilir. Bunlar; büyük- şehir belediyeleri, il merkezi belediyeleri, ilçe merkezi belediyeleri ve belde belediyeleridir. Bunun yanında, büyükşehir belediyesi sınırları içinde de alt kademe ilçe ve belde belediyeleri bulunmaktadır. Belediyeler yerel özerklik ilkesi çerçevesinde çalışır ve halk tarafından seçilen bir belediye başkanı ile genel karar organı olan bir meclise sahiptir.

Politika, Yönetişim ve Yerel Yönetişim

Politika, bir sorunu çözmek, bir gereksinimi ya da gereksinimleri gidermek ve/veya belirli amaçları gerçekleştirmek için bir aktör ya da aktörler tarafından planlı bir şekilde oluşturulan ve yürütülen, gerekli kaynakların eşgüdümlü bir şekilde harekete geçirilmesini ve yönetimini gerektiren bir dizi eylemler bütünüdür. Yönetişim ise, bir topluluğun ya da toplumun sorunlarının, ilgili aktörlerin katılımı ile müzakere edilme ve siyasal, toplumsal, ekonomik ve yönetsel etki ve güç kullanma sürecidir. Gerek ulusal gerekse yerel politika oluşturma, uygulama ve denetim süreçlerine katılım, kamu yönetimi ya da kent yönetimi ile vatandaş ya da kenttaş ilişkilerinin düzenlenmesi, demokratikleşme ve özellikle yerel düzeyde iyi yönetişim açılarından önemlidir.

Yerel politikalar, belediyeler ya da diğer kent yönetimleri yanında, tüm yerel nitelikli yönetim birimlerince uygulanan, coğrafi olarak belirli bir yerel alanla sınırlı, toplumsal, ekonomik, çevresel, altyapısal ya da mekansal politikalardır. Örnek olarak yoksulluk ve yoksunluklarla mücadele ederek sosyal sürdürülebilirliği sağlamayı hedefleyen belediyelerin, meslek ve beceri kazandırma hizmetlerini yapmak, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açmak, dar gelirli, yaşlı, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere sosyal destek ve hizmet sunmak, engelliler merkezi oluşturmak gibi görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Kentsel politikalar ise, yerel sürdürülebilir çevre ve gelişmeyi destekleyerek, kentsel mekanı ve hizmetleri planlayarak ve kentsel hizmetleri çevresel sürdürülebilirlik temelinde sunarak kenttaşların refahını ve yaşam kalitesini sağlamayı amaçlayan ve kentsel alanlarda yürütülen politikalardır.

Yerel Politikalara Yön Veren İlkeler

Politikalara yön veren bazı önemli genel ilkeler olarak; etkililik, yerinde ve zamanında hizmet sunumu, özgürlük, eşitlik, yerindenlik, yerel özerklik, katılım ve kalite sıralanabilir.

Etkililik , uygulanan bir politikanın ya da yapılan bir işin etkili olması, o politikanın hedefine varması, yapılmak istenen işin gerçekleştirilmesi ya da bir hizmetin hedef kitleye ulaştırılmasıdır.

Yerinde ve zamanında hizmet sunumu , ihtiyaç duyulan hizmetin ya da malın yerinde ve zamanında, yani ihtiyaç duyulduğu anda ve yerde verilmesini ifade eder.

Hizmette yerellik ya da subsidiarite ilkesi olarak da bilinen yerindenlik ilkesi, Kamu hizmetlerinin bu hizmetten yararlanan halk kitlesine en yakın yönetim birimince yerine getirilmesini belirtir.

Özgürlük , bir kişinin, başkalarının zorlaması ve karışımı olmadan kendi kararlarını verebilmesi ve eylemde bulunabilmesidir. Bu anlamda özgürlük negatif özgürlük ya da bireysel özgürlük olarak adlandırılır. Ancak, kaynakları ve kişisel donanımı yetersiz olan bir kişi, kararları doğrultusunda eylemde bulunamayacaktır. Bu nedenle, kişisel ya da negatif özgürlük yanında bir de pozitif özgürlükten bahsedilir. Pozitif özgürlük, kişisel özgürlüğün yanı sıra, kişinin seçtiği yönde eylemde bulunabilme yeteneğinin, kaynağının ya da gücünün de olmasını ifade eder.

En temel anlamıyla eşitlik , bireylerin belirli olanaklardan yararlanmalarında herhangi bir ayrıma tabi tutulmaması ve yasalar önünde eşit olmasıdır. Başka bir deyişle yasaların; toplum içindeki yeri, dini, cinsiyeti, ekonomik gücü ya da toplum- sal/etnik kökeni ne olursa olsun herkese aynı biçimde uygulanmasıdır.

Adalet , toplumun kaynaklarının dağıtımına ilişkin bir kavramdır. Piyasa temelli, hak etme temelli ve ihtiyaç temelli olarak üç farklı biçimi olduğu söylenebilir.

Katılım , kamu politikası oluşturma ve kamusal karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde genel olarak vatandaşların, kenttaşların, ana aktörlerin, özel sektör temsilcilerinin ve sivil toplum örgütlerinin yer almasını, kararlara ve uygulama biçimlerine etkide bulunabilmesini ve bunun için gerekli mekanizmaların oluşturulmasını öngören ilkedir.

Yerel Sürdürülebilir Çevre ve Büyüme Politikaları

Kentsel çevre ve büyüme politikalarına da yön veren en temel ilke ise sürdürülebilirliktir. Bunun yanında; önleme, kaynağında önleme, ihtiyatlılık, kirleten öder, bütünleşik yaklaşım, kuşaklararası adalet ve yerindenlik gibi ilkeler de kentsel büyüme ve çevre politikaları geliştirilirken dikkate alınan ilkelerdir.

Kentsel politikalar, kentsel mekanın kullanımını ve yapılaşmasını, kentlerde kullanılan enerji miktarını ve türünü, insanların tüketim davranışlarını, ekonomik etkinlikleri, kentsel ulaşımı, atık ayrıştırmayı ve geri dönüşümü vb. düzenleyerek sürdürülebilir kentsel büyümeye ve çevreye önemli katkı sağlarlar. Kentler mekanı daha yoğun kullanarak doğal ya da çevresel kaynakların daha bilinçli kullanımına katkı sağlarlar. Yaya ve bisiklet kullanımını özendirecek, özel araç kullanımını caydıracak teşvikler ve uygulamalar geliştirebilirler. Yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmayı özendirebilirler, bu amaçla enerji tasarrufu sağlayacak cadde ve sokak ışıklandırmasına ve sıcak su sağlanmasına gidebilirler ve yeni yapılara ısı yalıtımı konması konularında düzenlemeler yapabilirler.

Zenginlik yaratma konusunda körüklenen rasyonel insan arzusu ve rekabet, ekonomik büyümeye katkı sağlarken, çevre üzerindeki baskıların artmasına ve doğal kaynakların aşırı kullanımına yol açmıştır. İnsanoğlunun ekosistem ve dolayısıyla kendi sağlıklı ve sürdürülebilir varlığı için oluşturduğu en büyük tehdit atmosfere bırakılan ve küresel ısınmaya neden olan sera gazları ve ozon tabakasının incelmesine yol açan kloroflorokarbon gazlardır. Akaryakıt ve doğalgaz gibi yenilenemeyen ve kirletici fosil yakıtların kullanımı çevre kirliliğinde en büyük nedendir. Güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir ve çevreye zarar vermeyen kaynakların kullanımı çok az düzeydedir.

Sürdürülebilir çevre ve büyüme anlayışının uzantısı olarak, sürdürülebilir kent kavramı ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir kent , çevresel değerleri ve kaynakları yok etmeden mevcut sakinlerine gönençli, esenlikli ve kaliteli bir yaşam ve gelecek nesillere de benzer bir yaşam şansı sunabilen kent olarak tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kent kavramıyla eş anlamlı olarak, yaşanabilir kent, yaşanabilir topluluk, sürdürülebilir topluluk, yavaş kent (cittaslou) ve yoğun kent gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Kente ilişkin bu yaklaşımlarda koruyarak geliştirme; toplumsal yaşam kalitesinin gelişmesi için ve kentsel hizmet sunumunda ödün verilmemesi gereken bir ilke olarak kabul edilir. Bu anlayışları benimseyen yerleşimlerin, her geçen gün daha çok birbirine benzeyen dünya kentleri arasında, kendi özgün kimlikleriyle ortaya çıkabilme konusunda daha şanslı oldukları belirtilir. Kentsel büyümede turizmin önemli bir yer tuttuğu ülkemiz için bu yaklaşımlar, tarihi, kültürel ve çevresel değerlerimizi ve doğal kaynaklarımızı korumaya önemli katkılar sağlayabilecektir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.