Açıköğretim Ders Notları

Batı Edebiyatında Akımlar 2 Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Batı Edebiyatında Akımlar 2 Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Sürrealizm

1. Soru

Sürrealizm ne demektir? 

Cevap

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.


2. Soru

Sürrealizmin kuramlaştırılma süreci nasıldır? Açıklayınız. 

Cevap

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.


3. Soru

Sürrealizmin ortaya çıktığı dönemdeki siyasal ve kültürel ortam nasıldır? Bilgi veriniz. 

Cevap

19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında Birinci Dünya Savaşı ile yeni devletler kurulmuş ancak Avrupa yeniden bir nizam almış gibi görünse de yaklaşık yirmi sene sonra patlak verecek olan II. Dünya Savaşı’nın sebepleri bertaraf edilmemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nı yaratan sebeplere artan milliyetçilik cereyanları ve 1917 Rus Devrimi’nin etkileri de eklenince bu defa 50 milyondan fazla insanın yaşamını yitirdiği tarihin en büyük savaşının patlak vermesi kaçınılmaz olacaktır.

Sürrealizm işte tam bu iki savaşın arasında, milliyetçiliğin ırkçılık boyutuna uzandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945)’in, İtalya’da Mussolini (Benito Amilcare Andrea, 1883-1945)’nin başı çektiği faşist rejimler, Avrupa’yı ve o güne kadar savundukları değerleri allak bullak etmiştir. Sürrealizm insanoğlunu bu kötü duruma getiren değerlerden, bu gerçeklerden kaçıştır.


4. Soru

Sürrealizmin etkilendiği psikanalitik kuram nedir? Kısaca açıklayınız. 

Cevap

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.


5. Soru

Freud nevroz ve yaratma eylemi arasında nasıl bir ilişki kurar? Açıklayınız.

Cevap

Freud, yaratma eylemi ile nevroz arasında bir ilişki kurar. İnsanların birtakım istekleri, itileri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak (süperego) zorunluluğunu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin edemez, aksine bastırmaya örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda ister başka bir alanda olsun bu itilerden, isteklerden vazgeçmek çok zordur. Bundan ötürü insan gerçek hayatta kavuşamadığı bu zevkleri, hayal kurma yoluyla elde etmeye çalışır. Böylece gerçeklik ilkesinin sözünü geçiremediği bir hayal dünyasında insan en gizli arzularını tatmin eder. Çoğunlukla cinsel ya da kendini başarılı, kuvvetli ve yüksek görmekle ilgili isteklerdir bunlar. Bu hayal kurma eylemi aşırı kaçar, normal sınırları aşarsa ruh hastalığı için ortam hazırlanmış demektir. Freud’un sanat kuramında, bu hayal kurma eylemi ile sanatçının yakın ilişkisi vardır. Sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır. O da gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle doludur. Onur, zenginlik, ün kazanmak, yükselmek ve kadınların sevgisini elde etmek ister ama bu zevklere ulaşma araçlarından yoksundur. Böylece o da özlemi yerine getirilmemiş herhangi biri gibi gerçeklikten uzaklaşarak bütün ilgisini ve libidosunu isteklerinin hayal dünyasında yaratılmasına aktarır. Bu da kolayca nevroza yol açabilir.

Sürrealizmin geliştiği ortam ve Freud’un sanatın bir kaçış alanı olduğu tezi düşünüldüğünde, sürrealistlerin kaçmak istedikleri o kadar çok şey vardır ki kaçtıkları yer de olabildiğince gerçeklik duvarının ön tarafı olacaktır.


6. Soru

Sürrealizmi etkileyen Dadaizm ideolojisi nedir? Açıklayınız. 

Cevap

Dadaizmin felsefesini belirleyen temel çıkış noktası burjuva ideolojisine ve milliyetçiliğe karşı olmalarıdır. Breton bunlara daha çok özgürlük talebini ekler. Sosyalizmin, anarşizmin ve tam da bu sıralarda gerçekleşen (Ekim 1917) Rus Devrimi’nin Breton üzerinde etkisi olmuştur. Yine yozlaşmış ve çürümüş mevcudun karşısında Marksizm, yükselen bir değer olarak iki cihan harbi arasında ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Hatta dönemin pek çok muhalifinin Marksizmi ilk seçenek olarak gördüğü bilinen bir şeydir. Dada dinamiklerinin başında, Batı uygarlığının idealleştirdiği vatan vb. kurumların bir yana bırakılıp özgürlüğün ve başkaldırının şarkısını söylemek vardır. Düşüncenin ağızda oluştuğuna inanan ve her türlü geleneksel sanat biçimine karşı olan Tzara’nın akımı, modern sanata frotaj, fotomontaj, kolaj gibi teknikler armağan etmiştir. Tzara ve Breton’un araları 1922 senesinde açılır ve yolları ayrılır. Breton, Tzara’nın anarşist nihilizmini temelsiz bulur. Bu nihilizmin dolayısıyla Dadaizmin sonunun olmadığına inanmaya başlar ve yapıcı başkaldırıyı tercih eder.


7. Soru

Sürrealizmi etkileyen oneirizm kavramı nedir? Açıklayınız. 

Cevap

Oneirizm: Uyanıkken düş görme; oneirik ise rüyalarla ilgili olan anlamındadır.


8. Soru

Freud’un ortaya koyduğu ruhsal otomatizm tekniği sürrealizmde nasıl kullanılmıştır?

Cevap

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.


9. Soru

Sürrealist sanatçıların temel amacı nedir?

Cevap

Gerçeküstücü sanatçılar için temel amaç, bilincin ötesine bir yolculuğa çıkarak bilinç ötesini keşfetmek ve insanın asıl gerçekleri olan arzuların, korkuların, kaygıların, endişelerin dünyasını imajlara dönüştürmektir. 1924 yılına gelindiğinde akımın sözcüsü konumundaki Andre Breton, -daha önce Apollinaire’in kullandığı terimi ödünç alarak- “Manifeste du Surre´alisme” (Gerçeküstücülük Bildirgesi)’ni hazırlar.


10. Soru

Gerçeküstücülük bildirgesi hakkında bilgi veriniz. 

Cevap

Andre Breton 1924 tarihli ilk bildirgeye mevcut insan zihniyetini tahlille işe başlar. Toplumun kendi değerleri çerçevesinde bireyi ne şekilde sınırladığından bahseder. Buna göre çocukluğunu geçirdikten sonra insan artık ruhen ve bedenen sürekli dikkatini vermesini talep eden zorunlu bir pratik gerekliliğe aittir. Hareketlerinden hiçbiri taşkın, fikirlerinden ise hiçbiri cömert veya ileriye yönelik olmayacaktır. Breton’un, insanın çevreyle iletişime geçince kendisini de sınırlamaya başladığına dair görüşü, Freud’un süperego olgusudur aslında. O zaman insan bu sınırları, duvarları nasıl yıkabilir? Breton, manifestoda bunun için insanın elindeki en büyük silahın hayal gücü (muhayyile) olduğunu öne sürer.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.


11. Soru

İkinci sürrealist manifestonun 9 maddesi nelerdir?

Cevap

  1. Bizim edebiyatla ilgimiz yoktur; ancak gerektiğinde, herkes kadar edebiyattan ya- rarlanmasını biliriz.

  2. Gerçeküstücülük yeni ya da daha kolay bir ifade biçimi değildir, bir şiir metafiziği bile değildir. Gerçeküstücülük ustan ve ussallığa benzer her şeyden tümüyle ba- ğımsızlaşmanın bir yoludur.

  3. Bizler bir Devrim yapmaya kararlıyız.

  4. Devrim sözcüğüyle gerçeküstücülük sözcüğünü birleştirmemizin nedeni, bu dev-

    rimin ilgisiz, tarafsız ve hatta umutsuz karakterini ortaya koyabilmektir.

  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktur, amacımız düşünce- nin ne kadar kırılgan olduğunu ve titrek yuvalarımızı ne denli değişken temeller ne

    denli büyük mağaralar üzerine inşa ettiğimizi gösterebilmektir.

  6. Topluma şu resmî uyarıyı fırlatmak istiyoruz: Sapkınlıklarınıza ve falsolarınıza

    dikkat edin, bir tanesi bile gözümüzden kaçmaz.

  7. Her düşünce dönüşümünde, toplum bizimle karşılaşacaktır.

  8. Bizler, Başkaldırı’nın uzmanlarıyız. Gerektiğinde elimizden gelmeyecek hiçbir ey-

    lem biçimi yoktur.

  9. Özellikle Batı dünyasına sesleniyoruz: gerçeküstücülük diye bir şey vardır. Ya bi-

    zimle özdeşleştirilen bu yeni “izm” nedir? Gerçeküstücülük şiirsel bir üslûp değil- dir. Aklın kendi içine dönük çığlığıdır ve her türlü engelden, gerekirse baltalarla parçalayarak da olsa, kurtulmaya azmetmiştir (Antmen, 2008, 140).


12. Soru

Sürrealizmin getirdikleri nelerdir? Örneklerle açıklayınız. 

Cevap

Gerçeküstücülük kendisine kadar büyük ölçüde nesnel dünyanın sınırlarında kalan sa- natın tematik evrenini genişletmiş ve insanın iç dünyasını keşfetmiştir. Sürekli bir deği- şimden yana olan sürrealizm, her defasında, her sanatsal üründe kendisini ifade edecek bir biçim geliştirmiştir ve hatta bu yüzden genellikle amorf (biçimsiz) bir yapıya sahip olmuştur. Sıra dışının, garibin, tuhafın, aykırının, “kitsch”in peşinde olmuş ve amacı ken- disinden öncekilere ve çağdaşlarına belki de hiçbir şeye benzememek olmuştur. Gelenek- sel sanatta bizden örnek verecek olursak Divan Şiirinde ilk kıstas yeni şairin aruzu yani biçimi doğru kullanabilmesidir- biçime uymak önemsenirken sürrealizm geleneksel es- tetik kurallarını alt üst etmiş ve reddetmiştir. Biçimin güzelliğini bir kenara bırakmıştır. Çünkü süperegonun uzantısı olan kuralların gerçekleri yok ettiğini, düzene ve denetime girdiği anda bilinçaltında yatan gerçekliklerin ortadan kaybolacağını ve başka bir şeye dönüşeceğine inanmışlardır. Onlar için sanatçı kendisini arzunun rüzgârına bırakan ve bu rüzgâr karşısında direnmeyen ve asla rüzgârla beraber salınmaktan kaçmayan kişidir. Dönüştürücü bir güç olarak arzu ve tutkunun olduğu yerde cinsellik de vardır ve bunun için erotizm de sanatın vazgeçilmez bir yönü olmalıdır. 

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.


13. Soru

Sürrealizmin ilke ve nitelikleri nelerdir?

Cevap

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk
  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş
  3. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk
  4. Bilinçaltının Kaynağı Düşler
  5. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş
  6. Alaycılık ve ironi
  7. Gerçeküstü nesneler, görüntüler
  8. Çılgınlık
  9. Otomatizm
  10. Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)
     


14. Soru

Sürrealizm ilkelerinden başkaldırı ve uyumsuzluk; Akla ve düzene karşı oluş ilkelerini açıklayınız. 

Cevap

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk: Gerçeküstücülük her şeyden evvel geleneksel, alışıl- dık, sıradan olana karşıdır. Çünkü o günün dünyasını (İki Dünya Savaşı arasının kaotik yapısı) yaratan ideolojik araçlar bütünüyle bu durumdan dolayı suçludur, sanat da bu araçlardan biri olduğuna göre mevcut sanat anlayışı da yıkılmalıdır. Bu yüzden mevcut toplumsal kurallara uymak istemez ve sürekli değişimden (dina- mizm) yana bir tavır sergilerler. Başkaldırma felsefelerinin çekirdeğini oluştur.

  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş: Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam aslında gerçeküstücülerin sanat eserlerinde icra ettikleri sahnelerden bile daha akıl dışıdır. Akıl insanoğlunu bu kadar acımasız bir hâle getiriyor ve kendine yaşama alanı bile bırakmıyorsa, ondan (akıldan) kaçmalıdır. Yüzyılın başında, dünyada tutunacak bir dalın kalmaması, Dadacılarda nihilizme yol açmışken Sürrealistlerde de benzer bir şekilde akıldan ve düzenden kaçış olarak belirir. Son tahlilde aklın yarattığı dünyanın durumu ortada olduğuna göre, bu yıkılmalı ve artık kendini yenileyen yeni bir dünya kurulmalıdır. Oysa başta klasizm olmak üzere gerçeküstücülüğe kadar sanatın çok zaman belirleyicisi “akıl” olmuştur.


15. Soru

Sürrealizmin niteliklerinden “Freud’un psikanaliz yöntemi ve bilinçaltına yolculuk” “bilinçaltının kaynağı düşler” ilkelerini açıklayınız. 

Cevap

  1. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk: Sürrealistler gerçeklerin bozulmadan, tabii hâlleriyle insanın bilinçaltında var olduğuna inanır. Bilinçaltı insanın arzularının ve korkularının değişmeden, başka bir şeye dönüşmeden saf bir hâlde bulunduğu değerli bir kaynaktır. Bu kısmı metnin girişinde uzun uzadıya anlattığımız için diğer tekniklere bakmaya devam edelim.

  2. Bilinçaltının Kaynağı Düşler: Sürrealistler düşlerin, rüyaların insanın kendini kavramasına ve en yüce bilgiyi edinmesine imkân verdiğini düşünür. Zihin kendi hâline bırakılınca, varlıkların ve eşyaların daha önce göremediğimiz tarzda gö- ründükleri, düş renkleriyle süslendikleri bir hayal oyunu dünyasında dolaşmaya başlar. Pratik zekâdan, akıldan kurtulup, gözlerimizi kapatırsak, bizi her çeşit usa- vurmanın ve mantığın dışına sürükleyen bastırılmış anıların ve görüntülerin dün- yasına geçtiğimizi görürüz. Bu bakımdan Sürrealistler, Freud’un asıl olan “bilinçsiz arzuların, açığa vurulmamış eğilimlerin dünyasıdır” tezini ilke olarak benimserler ve rüyaların insana verdiği kaynağı temel alırlar.


16. Soru

Sürrealizm ilkelerinden “çocukluk özlemi, çocukluğa dönüş” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

  1. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş: Çocuk henüz toplum tarafından şekillen- dirilmemiş bir varlıktır. Toplumsal denetimin mekanizmasının ağır biçimde yansı- maması, çocuğu özgür kılar. Çocuk pek çok şeyden sorumlu tutulamaz. Bu yüzden çocukluk günleri genellikle iyi, güzel olarak özlemle hatırlanır. Sürrealistler için de çocukluk otantik bir kaçış alanıdır. Çocukluğa dönmek isterler. Diğer taraftan çocuklar için oyun ne denli önemliyse, yetişkinler için de sanat bir oyundur. Sanatı bir oyuna dönüştüren sürrealistler, böylelikle çocukluk günlerinin coşkunluğunu yeniden yaşamaya çalışırlar.


17. Soru

Sürrealizmin “alaycılık ve ironi” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Alaycılık ve İroni (Humour): Gerçeküstücüler “gülme”yi ikiyüzlülüğün boyun- duruğunu kırmakta kullanılabilecek en önemli araç olarak görür. Alaycı bir gülü- şe yaslanarak toplumsal güçlüklerden ya da engellerden kendini sıyırabilmelerini bir ayrıcalık olarak görürler. Duplessis’in ifadesiyle “Humourcu”, hayatı bir seyirci olarak görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır ve o bu kuklaların davranışlarındaki ağırbaşlılığın ne kadar boş ne kadar asılsız ol- duğunu daha iyi görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Günlük yaşayış, kaygısızca bakmasını bilenin gözünde ağırbaşlı görünüşünü yitirir, bir alay konusu olur. Böylece humour, dış gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği de dile getirir. Gülünç- lükleri göstermek, göreneklerle alay etmek işi, ister istemez kurulu düzene başkal- dırma düşüncesinin, toplumsal ön yargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. Humour, umutsuzluğun maskesidir. Kısacası mizah de- ğiştiremeyeceğini tahmin ettiği makro düzen karşısında sanatçının kendi varlığını ortaya koyabildiği bir kaçış alanıdır. Sürrealistler de bu alanı olabildiğince kullanır ve mevcudu oluşturan bütün değerleri alaya alabilir.


18. Soru

Sürrealizmin “gerçeküstü nesneler, görüntüler” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Gerçeküstücü Nesneler, Görüntüler: Bir gerçeküstücü sanatkâr olan Yvonne Duplessis, zihnî yabancılaşmanın insan bilgisinin sınırlarını genişleterek gerçek- liğin gözden düşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Gerçeküstü faaliyet ve üretim noktasında paranoyak ile humourcu arasında önce bir benzerlik sonra da ayrım bulur. Benzerlik, humourcunun nesnelere gülünç bir görünüş katarak gerçeküstü bir görünüm ortaya koyarken, paranoyağın her halükarda farklı, sürreel bir görün- tü oluşturmasıdır. Ancak alaycı alayından sonra normal konuma, yasal sınırlara çekilirken, paronayak sürekli yasak sınırlardadır. Bunun için Salvador Dali’nin akıl hastalığının kendisi için avantaj olması örnek olarak gösterilebilir. Ressamın daha önce de belirttiğimiz “La metode paranoiaque-critique” (Paranoyak Eleştiri Meto- du) tam da budur. Ona göre bu yöntem aynı anda resimde, şiirde, sinemada tipik gerçeküstü nesnelerin yapılmasında, modada, heykelde, sanat tarihinde, kısacası her çeşit yorum alanında kullanılmaya elverişlidir.


19. Soru

Sürrealizmin ilkelerinden “çılgınlık” ve “otomatizm” kavramlarını açıklayınız. 

Cevap

Çılgınlık: Breton’un akıl hastaları ile olan deneyimleri sonucunda akıl hastalarının nesnel bağlılaşıklık olmaksızın kavramları bir araya getirebilme becerilerini gör- mesi, sürrealistlerin hem ilgisini bu hastalara yöneltmiş hem de yapay yollarla akıl hastaları gibi olmayı denemişlerdir. Çünkü Freud’a göre akıl hastaları iç gerçekler konusunda akıllılardan daha çok şey bilirler ve bizlerin göremediği şeyleri görebi- lirler. Onların dünyasında hayal gücü egemendir. Zihinleri, sokaktaki adama tu- tarsızlıklar, çelişmelerle doluymuş gibi gelen bir ortamda dolaşır. Günlük varoluşa kendilerini uyduramazlar ama dünyaları kendilerine bizimki kadar kesin görünür. Birçok akıl hastalıkları arasında paranoya, hayali olanla gerçek olanı uzlaştırarak, gerçeküstücülükle aynı amacı paylaşır. Bu yüzden de gerçeküstücüler akıl hastalı- ğını aratmayacak bir durumun yaratılmasını amaçlar. Bu sarhoşluk, uyuşturucu kullanımı vb. olabilir.

Otomatizm: Sürrealist Manifesto’yu değerlendirirken Andre Breton’un otoma- tizm/otomatik yazımdan ne anladığına dair bilgi verdiysek de burada ilkeler ara- sında yeniden görmek ve kısaca hatırlamak gerekir. Şüphesiz Otomatik Yazım gerçeküstücülerin kullandıkları en önemli yazım tekniğidir. Bu yazım tekniğinin amacı insanı olduğu gibi ilkel doğası içinde gösterebilmek için, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmaktır. Bu yolla insan bütün ruhsal gücünü yeniden kaza- nacak ve gerçek anlamda özgür olacaktır. Çılgınlık ve düş durumlarında her türlü denetimden arındırılan bilinçdışı kendiliğinden belirir ve otomatik yazı bilinçdışı- nın bildirilerini yazıya dönüştürür. Kısacası hiçbir denetime tabi tutmadan akla ilk gelen şeylerin kâğıda dökülmesidir.


20. Soru

Sürrealizmin “Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra): İsmini -daha sonra- yazılan ilk cümleden ala- cak bir gerçeküstücü oyundur. Duplessis “Gerçeküstücü Teknikler”de oyunu şöyle anlatır: Birkaç kişi toplanır. Üzerine her bireyin bir sözcük yazdığı ya da çizdiği bir kâğıt elden ele dolaşır. Sonunda gerçeğe uygun olmayan bir dizi cümle ya da her türlü gerçeğe meydan okuyan bir resim elde edilir. Bu yolla ilk olarak oluşturulmuş olan cümle oyuna adını vermiştir: “Le Cadavre-Exquis-boira le vin nouveau”, yani Nefis Kadavra –yeni şarabı içecek.” Katıksız ve güçlü gerçeküstü imgeler üretmeye özel bir uygunluk gösteren bu yolla şöyle cümleler elde edilmiştir: Kanatlı buhar kilitlenmiş kuşu baştan çıkarıyor… Senegal istiridyesi üç renkli ekmeği yiyecek… ya da yengeç başlı bir adamı gösteren resimler.


21. Soru

Sürrealizmde kullanılan frotaj tekniği nedir?

Cevap

Frotaj: Ahşap, taş, dokuma vb. dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kâğıda, kalem ya da sert bir cisim sürtülerek dokunun kâğıda geçmesinin sağlandığı bir tekniktir. Böylelikle rastlantısal desenler elde edilir.


22. Soru

Sürrealizmde kullanılan dekalkomani tekniği nedir?

Cevap

Dekalkomani: Boyalı bir yüzeyin üstüne yine bir kâğıt bastırılarak bilinmeyen bir imge üremesini sağlayan tekniktir.


1. Soru

Sürrealizm ne demektir? 

Cevap

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.

Sürrealizm (Fr. surre´alisme) kelimesi dilimize “gerçeküstücülük” olarak çevrilmiş ve genel kabul görmüştür. Bazı edebiyat bilimcileri ise “üst-gerçekçilik” ya da “gerçekötecilik” karşılıklarını önerirler. Gerçeküstü çevirisinin, morfolojisinden dolayı gerçek dışılık, saçmalık gibi anlamlara geldiğini; oysa sürrealizmin, gerçeğin bir başka biçimi olarak bir başka gerçekliği ifade ettiğini öne sürerler.

2. Soru

Sürrealizmin kuramlaştırılma süreci nasıldır? Açıklayınız. 

Cevap

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.

Sürrealizm, salt aklın, rasyonalizmin boğduğu insanlığın bir haykırışı olarak kendisi de bir psikiyatrist olan Andre´ Breton (1896-1966) tarafından kuramlaştırılır. Yakından takip ettiği Sigmund Freud (1856-1939)’un psikanalitik kuramını ve görüşlerini benim- seyen Breton, Freud’un özellikle bilinçaltına dair görüşlerinden beslenir ve bu kaynağı edebiyata aktarmak ister. Breton geleneksel sanat ve onun statükocu yapısına bir başkaldırı niteliğinde 1924’te ilkini, 1930’da ikincisini yayımladığı sürrealist manifesto ile birlikte sanatla yapmak istediği, sürrealizmin ne olduğu, sanatın toplum hayatı içindeki işlevi gibi konuları ortaya koyar.

3. Soru

Sürrealizmin ortaya çıktığı dönemdeki siyasal ve kültürel ortam nasıldır? Bilgi veriniz. 

Cevap

19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında Birinci Dünya Savaşı ile yeni devletler kurulmuş ancak Avrupa yeniden bir nizam almış gibi görünse de yaklaşık yirmi sene sonra patlak verecek olan II. Dünya Savaşı’nın sebepleri bertaraf edilmemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nı yaratan sebeplere artan milliyetçilik cereyanları ve 1917 Rus Devrimi’nin etkileri de eklenince bu defa 50 milyondan fazla insanın yaşamını yitirdiği tarihin en büyük savaşının patlak vermesi kaçınılmaz olacaktır.

Sürrealizm işte tam bu iki savaşın arasında, milliyetçiliğin ırkçılık boyutuna uzandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945)’in, İtalya’da Mussolini (Benito Amilcare Andrea, 1883-1945)’nin başı çektiği faşist rejimler, Avrupa’yı ve o güne kadar savundukları değerleri allak bullak etmiştir. Sürrealizm insanoğlunu bu kötü duruma getiren değerlerden, bu gerçeklerden kaçıştır.

Sürrealizm işte tam bu iki savaşın arasında, milliyetçiliğin ırkçılık boyutuna uzandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945)’in, İtalya’da Mussolini (Benito Amilcare Andrea, 1883-1945)’nin başı çektiği faşist rejimler, Avrupa’yı ve o güne kadar savundukları değerleri allak bullak etmiştir. Sürrealizm insanoğlunu bu kötü duruma getiren değerlerden, bu gerçeklerden kaçıştır.

Sürrealizm işte tam bu iki savaşın arasında, milliyetçiliğin ırkçılık boyutuna uzandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945)’in, İtalya’da Mussolini (Benito Amilcare Andrea, 1883-1945)’nin başı çektiği faşist rejimler, Avrupa’yı ve o güne kadar savundukları değerleri allak bullak etmiştir. Sürrealizm insanoğlunu bu kötü duruma getiren değerlerden, bu gerçeklerden kaçıştır.

Sürrealizm işte tam bu iki savaşın arasında, milliyetçiliğin ırkçılık boyutuna uzandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945)’in, İtalya’da Mussolini (Benito Amilcare Andrea, 1883-1945)’nin başı çektiği faşist rejimler, Avrupa’yı ve o güne kadar savundukları değerleri allak bullak etmiştir. Sürrealizm insanoğlunu bu kötü duruma getiren değerlerden, bu gerçeklerden kaçıştır.

4. Soru

Sürrealizmin etkilendiği psikanalitik kuram nedir? Kısaca açıklayınız. 

Cevap

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un din, aşk, cinsellik, insanın gelişimi, ölüm vb. hakkındaki kuramsal görüşleri, kendisinden sonra psikiyatrinin yanı sıra diğer disiplinleri de derinden etkilemiştir. Sanat ve edebiyat da bu etkiden payını almıştır. Freud, nevroz kökenli bozuklularda cinsellikle ilgili kaygıların yattığı tezi ile ilgilenir. Geleneksel hipnozla tedaviyi de bırakarak psikanalize geçer ve serbest çağrışım yöntemiyle hastalarını keşfe çalışır.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Serbest çağrışım, hastanın kendi hâline bırakılıp aklından geçenleri anlamlı ya da anlamsız, uygun ya da değil, önemli ya da önemsiz fark etmeksizin sıralamasını sağlamaktır. Böylelikle problem ortaya çıkacaktır. (İleride sürrealistlerin buna benzer bir yöntemi kullandıklarını bir anlamda Freud’un hastaları gibi davrandıklarını göreceğiz.) Freud, kişiliğin gelişiminde çok önemli rol oynayan hatta ruhsal bozukluklara sebebiyet veren bu unutulmuş anıların bilince çıkmasını engelleyen gücü “direnme”, sarsıntının ardından olayın unutulma sürecini ise “bastırma” olarak adlandırır. Bu bakımdan bastırılan şeyler insanın ahlâkla bağdaşmayan arzularıdır ama her ne kadar bastırılırlarsa bastırılsınlar yanlış davranış, unutkanlık ya da düşler vasıtasıyla bir şekilde bilinç düzeyine çıkarlar. 

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Freud, ruhsal aygıtı, üçe ayırır: İd, ego ve süperego. İd kısaca dürtüsel ilkel benliktir. Bilinçdışı alanı ifade eder ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Yüzbinlerce yıldır, insan var oldukça değişmeyen birtakım dürtüleri vardır. Kişiden kişiye değişmeyen cinsel arzuları, libidoyu, hayatta kalma, tehlikeden kaçınma ve şiddet dürtüsünü kapsayan “id”, insan ruhunun en ilkel parçasıdır. Her ne kadar insanların bir içgüdüsünün olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da “id” insandan insana değişmeyen arzuları içerdiği için, içgüdüsel bir mekanizma olarak değerlendirilebilir. İd, dürtüsel istekleri doğrultusunda hazza hemen ulaşmak ister. Bilinçdışı bir alan olduğu için, dış dünyanın “ahlâk, töre, normlar, günahlar vb.” baskıları onu etkilemez. Dürtülerin tatmin edilmesi temel amaçtır ve amacına ulaşmak için “ego”yu zorlar. Fakat doyumsuz ve sonsuz arzuları frenleyen bir mekanizma vardır: o da “süperego”dur. Süperegoya toplumsallaşan egonun bir parçasıdır. Bir diğer ifadeyle üst- benliktir.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

Bilinç, algıların ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci olarak tarif edilebilir. Bilinçaltı ise insanın -bilincinde olmadığı hâlde- davranışlarını etkileyen ruhsal durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi Freud’a kadar insan, “bilinç” düzeyinde kavranmıştır. Oysa Freud, davranışlarımızı belirleyen temel dinamiklerin bilinçaltında yattığını iddia eder.

5. Soru

Freud nevroz ve yaratma eylemi arasında nasıl bir ilişki kurar? Açıklayınız.

Cevap

Freud, yaratma eylemi ile nevroz arasında bir ilişki kurar. İnsanların birtakım istekleri, itileri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak (süperego) zorunluluğunu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin edemez, aksine bastırmaya örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda ister başka bir alanda olsun bu itilerden, isteklerden vazgeçmek çok zordur. Bundan ötürü insan gerçek hayatta kavuşamadığı bu zevkleri, hayal kurma yoluyla elde etmeye çalışır. Böylece gerçeklik ilkesinin sözünü geçiremediği bir hayal dünyasında insan en gizli arzularını tatmin eder. Çoğunlukla cinsel ya da kendini başarılı, kuvvetli ve yüksek görmekle ilgili isteklerdir bunlar. Bu hayal kurma eylemi aşırı kaçar, normal sınırları aşarsa ruh hastalığı için ortam hazırlanmış demektir. Freud’un sanat kuramında, bu hayal kurma eylemi ile sanatçının yakın ilişkisi vardır. Sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır. O da gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle doludur. Onur, zenginlik, ün kazanmak, yükselmek ve kadınların sevgisini elde etmek ister ama bu zevklere ulaşma araçlarından yoksundur. Böylece o da özlemi yerine getirilmemiş herhangi biri gibi gerçeklikten uzaklaşarak bütün ilgisini ve libidosunu isteklerinin hayal dünyasında yaratılmasına aktarır. Bu da kolayca nevroza yol açabilir.

Sürrealizmin geliştiği ortam ve Freud’un sanatın bir kaçış alanı olduğu tezi düşünüldüğünde, sürrealistlerin kaçmak istedikleri o kadar çok şey vardır ki kaçtıkları yer de olabildiğince gerçeklik duvarının ön tarafı olacaktır.

Freud, yaratma eylemi ile nevroz arasında bir ilişki kurar. İnsanların birtakım istekleri, itileri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak (süperego) zorunluluğunu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin edemez, aksine bastırmaya örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda ister başka bir alanda olsun bu itilerden, isteklerden vazgeçmek çok zordur. Bundan ötürü insan gerçek hayatta kavuşamadığı bu zevkleri, hayal kurma yoluyla elde etmeye çalışır. Böylece gerçeklik ilkesinin sözünü geçiremediği bir hayal dünyasında insan en gizli arzularını tatmin eder. Çoğunlukla cinsel ya da kendini başarılı, kuvvetli ve yüksek görmekle ilgili isteklerdir bunlar. Bu hayal kurma eylemi aşırı kaçar, normal sınırları aşarsa ruh hastalığı için ortam hazırlanmış demektir. Freud’un sanat kuramında, bu hayal kurma eylemi ile sanatçının yakın ilişkisi vardır. Sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır. O da gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle doludur. Onur, zenginlik, ün kazanmak, yükselmek ve kadınların sevgisini elde etmek ister ama bu zevklere ulaşma araçlarından yoksundur. Böylece o da özlemi yerine getirilmemiş herhangi biri gibi gerçeklikten uzaklaşarak bütün ilgisini ve libidosunu isteklerinin hayal dünyasında yaratılmasına aktarır. Bu da kolayca nevroza yol açabilir.

Sürrealizmin geliştiği ortam ve Freud’un sanatın bir kaçış alanı olduğu tezi düşünüldüğünde, sürrealistlerin kaçmak istedikleri o kadar çok şey vardır ki kaçtıkları yer de olabildiğince gerçeklik duvarının ön tarafı olacaktır.

Freud, yaratma eylemi ile nevroz arasında bir ilişki kurar. İnsanların birtakım istekleri, itileri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak (süperego) zorunluluğunu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin edemez, aksine bastırmaya örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda ister başka bir alanda olsun bu itilerden, isteklerden vazgeçmek çok zordur. Bundan ötürü insan gerçek hayatta kavuşamadığı bu zevkleri, hayal kurma yoluyla elde etmeye çalışır. Böylece gerçeklik ilkesinin sözünü geçiremediği bir hayal dünyasında insan en gizli arzularını tatmin eder. Çoğunlukla cinsel ya da kendini başarılı, kuvvetli ve yüksek görmekle ilgili isteklerdir bunlar. Bu hayal kurma eylemi aşırı kaçar, normal sınırları aşarsa ruh hastalığı için ortam hazırlanmış demektir. Freud’un sanat kuramında, bu hayal kurma eylemi ile sanatçının yakın ilişkisi vardır. Sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır. O da gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle doludur. Onur, zenginlik, ün kazanmak, yükselmek ve kadınların sevgisini elde etmek ister ama bu zevklere ulaşma araçlarından yoksundur. Böylece o da özlemi yerine getirilmemiş herhangi biri gibi gerçeklikten uzaklaşarak bütün ilgisini ve libidosunu isteklerinin hayal dünyasında yaratılmasına aktarır. Bu da kolayca nevroza yol açabilir.

Sürrealizmin geliştiği ortam ve Freud’un sanatın bir kaçış alanı olduğu tezi düşünüldüğünde, sürrealistlerin kaçmak istedikleri o kadar çok şey vardır ki kaçtıkları yer de olabildiğince gerçeklik duvarının ön tarafı olacaktır.

Freud, yaratma eylemi ile nevroz arasında bir ilişki kurar. İnsanların birtakım istekleri, itileri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak (süperego) zorunluluğunu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin edemez, aksine bastırmaya örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda ister başka bir alanda olsun bu itilerden, isteklerden vazgeçmek çok zordur. Bundan ötürü insan gerçek hayatta kavuşamadığı bu zevkleri, hayal kurma yoluyla elde etmeye çalışır. Böylece gerçeklik ilkesinin sözünü geçiremediği bir hayal dünyasında insan en gizli arzularını tatmin eder. Çoğunlukla cinsel ya da kendini başarılı, kuvvetli ve yüksek görmekle ilgili isteklerdir bunlar. Bu hayal kurma eylemi aşırı kaçar, normal sınırları aşarsa ruh hastalığı için ortam hazırlanmış demektir. Freud’un sanat kuramında, bu hayal kurma eylemi ile sanatçının yakın ilişkisi vardır. Sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır. O da gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle doludur. Onur, zenginlik, ün kazanmak, yükselmek ve kadınların sevgisini elde etmek ister ama bu zevklere ulaşma araçlarından yoksundur. Böylece o da özlemi yerine getirilmemiş herhangi biri gibi gerçeklikten uzaklaşarak bütün ilgisini ve libidosunu isteklerinin hayal dünyasında yaratılmasına aktarır. Bu da kolayca nevroza yol açabilir.

Sürrealizmin geliştiği ortam ve Freud’un sanatın bir kaçış alanı olduğu tezi düşünüldüğünde, sürrealistlerin kaçmak istedikleri o kadar çok şey vardır ki kaçtıkları yer de olabildiğince gerçeklik duvarının ön tarafı olacaktır.

6. Soru

Sürrealizmi etkileyen Dadaizm ideolojisi nedir? Açıklayınız. 

Cevap

Dadaizmin felsefesini belirleyen temel çıkış noktası burjuva ideolojisine ve milliyetçiliğe karşı olmalarıdır. Breton bunlara daha çok özgürlük talebini ekler. Sosyalizmin, anarşizmin ve tam da bu sıralarda gerçekleşen (Ekim 1917) Rus Devrimi’nin Breton üzerinde etkisi olmuştur. Yine yozlaşmış ve çürümüş mevcudun karşısında Marksizm, yükselen bir değer olarak iki cihan harbi arasında ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Hatta dönemin pek çok muhalifinin Marksizmi ilk seçenek olarak gördüğü bilinen bir şeydir. Dada dinamiklerinin başında, Batı uygarlığının idealleştirdiği vatan vb. kurumların bir yana bırakılıp özgürlüğün ve başkaldırının şarkısını söylemek vardır. Düşüncenin ağızda oluştuğuna inanan ve her türlü geleneksel sanat biçimine karşı olan Tzara’nın akımı, modern sanata frotaj, fotomontaj, kolaj gibi teknikler armağan etmiştir. Tzara ve Breton’un araları 1922 senesinde açılır ve yolları ayrılır. Breton, Tzara’nın anarşist nihilizmini temelsiz bulur. Bu nihilizmin dolayısıyla Dadaizmin sonunun olmadığına inanmaya başlar ve yapıcı başkaldırıyı tercih eder.

Dadaizmin felsefesini belirleyen temel çıkış noktası burjuva ideolojisine ve milliyetçiliğe karşı olmalarıdır. Breton bunlara daha çok özgürlük talebini ekler. Sosyalizmin, anarşizmin ve tam da bu sıralarda gerçekleşen (Ekim 1917) Rus Devrimi’nin Breton üzerinde etkisi olmuştur. Yine yozlaşmış ve çürümüş mevcudun karşısında Marksizm, yükselen bir değer olarak iki cihan harbi arasında ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Hatta dönemin pek çok muhalifinin Marksizmi ilk seçenek olarak gördüğü bilinen bir şeydir. Dada dinamiklerinin başında, Batı uygarlığının idealleştirdiği vatan vb. kurumların bir yana bırakılıp özgürlüğün ve başkaldırının şarkısını söylemek vardır. Düşüncenin ağızda oluştuğuna inanan ve her türlü geleneksel sanat biçimine karşı olan Tzara’nın akımı, modern sanata frotaj, fotomontaj, kolaj gibi teknikler armağan etmiştir. Tzara ve Breton’un araları 1922 senesinde açılır ve yolları ayrılır. Breton, Tzara’nın anarşist nihilizmini temelsiz bulur. Bu nihilizmin dolayısıyla Dadaizmin sonunun olmadığına inanmaya başlar ve yapıcı başkaldırıyı tercih eder.

Dadaizmin felsefesini belirleyen temel çıkış noktası burjuva ideolojisine ve milliyetçiliğe karşı olmalarıdır. Breton bunlara daha çok özgürlük talebini ekler. Sosyalizmin, anarşizmin ve tam da bu sıralarda gerçekleşen (Ekim 1917) Rus Devrimi’nin Breton üzerinde etkisi olmuştur. Yine yozlaşmış ve çürümüş mevcudun karşısında Marksizm, yükselen bir değer olarak iki cihan harbi arasında ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Hatta dönemin pek çok muhalifinin Marksizmi ilk seçenek olarak gördüğü bilinen bir şeydir. Dada dinamiklerinin başında, Batı uygarlığının idealleştirdiği vatan vb. kurumların bir yana bırakılıp özgürlüğün ve başkaldırının şarkısını söylemek vardır. Düşüncenin ağızda oluştuğuna inanan ve her türlü geleneksel sanat biçimine karşı olan Tzara’nın akımı, modern sanata frotaj, fotomontaj, kolaj gibi teknikler armağan etmiştir. Tzara ve Breton’un araları 1922 senesinde açılır ve yolları ayrılır. Breton, Tzara’nın anarşist nihilizmini temelsiz bulur. Bu nihilizmin dolayısıyla Dadaizmin sonunun olmadığına inanmaya başlar ve yapıcı başkaldırıyı tercih eder.

Dadaizmin felsefesini belirleyen temel çıkış noktası burjuva ideolojisine ve milliyetçiliğe karşı olmalarıdır. Breton bunlara daha çok özgürlük talebini ekler. Sosyalizmin, anarşizmin ve tam da bu sıralarda gerçekleşen (Ekim 1917) Rus Devrimi’nin Breton üzerinde etkisi olmuştur. Yine yozlaşmış ve çürümüş mevcudun karşısında Marksizm, yükselen bir değer olarak iki cihan harbi arasında ciddi bir alternatif oluşturmaktadır. Hatta dönemin pek çok muhalifinin Marksizmi ilk seçenek olarak gördüğü bilinen bir şeydir. Dada dinamiklerinin başında, Batı uygarlığının idealleştirdiği vatan vb. kurumların bir yana bırakılıp özgürlüğün ve başkaldırının şarkısını söylemek vardır. Düşüncenin ağızda oluştuğuna inanan ve her türlü geleneksel sanat biçimine karşı olan Tzara’nın akımı, modern sanata frotaj, fotomontaj, kolaj gibi teknikler armağan etmiştir. Tzara ve Breton’un araları 1922 senesinde açılır ve yolları ayrılır. Breton, Tzara’nın anarşist nihilizmini temelsiz bulur. Bu nihilizmin dolayısıyla Dadaizmin sonunun olmadığına inanmaya başlar ve yapıcı başkaldırıyı tercih eder.

7. Soru

Sürrealizmi etkileyen oneirizm kavramı nedir? Açıklayınız. 

Cevap

Oneirizm: Uyanıkken düş görme; oneirik ise rüyalarla ilgili olan anlamındadır.

Oneirizm: Uyanıkken düş görme; oneirik ise rüyalarla ilgili olan anlamındadır.

Oneirizm: Uyanıkken düş görme; oneirik ise rüyalarla ilgili olan anlamındadır.

Oneirizm: Uyanıkken düş görme; oneirik ise rüyalarla ilgili olan anlamındadır.

8. Soru

Freud’un ortaya koyduğu ruhsal otomatizm tekniği sürrealizmde nasıl kullanılmıştır?

Cevap

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

Dada etkisiyle sanatsal faaliyetlerine başlayan ve gelenek dışı bir edebiyatla tanışan, hemen hepsi yirmili yaşlardaki bu gençler, Freud kuramınında yer alan “ruhsal otomatizm” tekniğinden yola çıkarak otomatik yazı yöntemleriyle deneysel çalışmalar yapmaya başlar. Rüyaların, düşlerin, fantezilerin ve en temelde bilinçaltının gerçeküstü dünyasının imgesini oluşturma çabasındadırlar. Geleneksel edebiyatta her ne kadar şiir tarafından bozulsa da söz dizimi kurallarına belirli ölçüde uyma durumu vardır. Oysa bu genç şairlerin mısralarında sözcükler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş gibiydi ve dolayısıyla her defasında okuyucusunu şaşırtmaktaydı. Bu da ruhsal otomatizmin bir sonucu olarak âdeta akla gelenin kaleme alınması gibi bir şeydi.

9. Soru

Sürrealist sanatçıların temel amacı nedir?

Cevap

Gerçeküstücü sanatçılar için temel amaç, bilincin ötesine bir yolculuğa çıkarak bilinç ötesini keşfetmek ve insanın asıl gerçekleri olan arzuların, korkuların, kaygıların, endişelerin dünyasını imajlara dönüştürmektir. 1924 yılına gelindiğinde akımın sözcüsü konumundaki Andre Breton, -daha önce Apollinaire’in kullandığı terimi ödünç alarak- “Manifeste du Surre´alisme” (Gerçeküstücülük Bildirgesi)’ni hazırlar.

Gerçeküstücü sanatçılar için temel amaç, bilincin ötesine bir yolculuğa çıkarak bilinç ötesini keşfetmek ve insanın asıl gerçekleri olan arzuların, korkuların, kaygıların, endişelerin dünyasını imajlara dönüştürmektir. 1924 yılına gelindiğinde akımın sözcüsü konumundaki Andre Breton, -daha önce Apollinaire’in kullandığı terimi ödünç alarak- “Manifeste du Surre´alisme” (Gerçeküstücülük Bildirgesi)’ni hazırlar.

Gerçeküstücü sanatçılar için temel amaç, bilincin ötesine bir yolculuğa çıkarak bilinç ötesini keşfetmek ve insanın asıl gerçekleri olan arzuların, korkuların, kaygıların, endişelerin dünyasını imajlara dönüştürmektir. 1924 yılına gelindiğinde akımın sözcüsü konumundaki Andre Breton, -daha önce Apollinaire’in kullandığı terimi ödünç alarak- “Manifeste du Surre´alisme” (Gerçeküstücülük Bildirgesi)’ni hazırlar.

Gerçeküstücü sanatçılar için temel amaç, bilincin ötesine bir yolculuğa çıkarak bilinç ötesini keşfetmek ve insanın asıl gerçekleri olan arzuların, korkuların, kaygıların, endişelerin dünyasını imajlara dönüştürmektir. 1924 yılına gelindiğinde akımın sözcüsü konumundaki Andre Breton, -daha önce Apollinaire’in kullandığı terimi ödünç alarak- “Manifeste du Surre´alisme” (Gerçeküstücülük Bildirgesi)’ni hazırlar.

10. Soru

Gerçeküstücülük bildirgesi hakkında bilgi veriniz. 

Cevap

Andre Breton 1924 tarihli ilk bildirgeye mevcut insan zihniyetini tahlille işe başlar. Toplumun kendi değerleri çerçevesinde bireyi ne şekilde sınırladığından bahseder. Buna göre çocukluğunu geçirdikten sonra insan artık ruhen ve bedenen sürekli dikkatini vermesini talep eden zorunlu bir pratik gerekliliğe aittir. Hareketlerinden hiçbiri taşkın, fikirlerinden ise hiçbiri cömert veya ileriye yönelik olmayacaktır. Breton’un, insanın çevreyle iletişime geçince kendisini de sınırlamaya başladığına dair görüşü, Freud’un süperego olgusudur aslında. O zaman insan bu sınırları, duvarları nasıl yıkabilir? Breton, manifestoda bunun için insanın elindeki en büyük silahın hayal gücü (muhayyile) olduğunu öne sürer.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Andre Breton 1924 tarihli ilk bildirgeye mevcut insan zihniyetini tahlille işe başlar. Toplumun kendi değerleri çerçevesinde bireyi ne şekilde sınırladığından bahseder. Buna göre çocukluğunu geçirdikten sonra insan artık ruhen ve bedenen sürekli dikkatini vermesini talep eden zorunlu bir pratik gerekliliğe aittir. Hareketlerinden hiçbiri taşkın, fikirlerinden ise hiçbiri cömert veya ileriye yönelik olmayacaktır. Breton’un, insanın çevreyle iletişime geçince kendisini de sınırlamaya başladığına dair görüşü, Freud’un süperego olgusudur aslında. O zaman insan bu sınırları, duvarları nasıl yıkabilir? Breton, manifestoda bunun için insanın elindeki en büyük silahın hayal gücü (muhayyile) olduğunu öne sürer.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Andre Breton 1924 tarihli ilk bildirgeye mevcut insan zihniyetini tahlille işe başlar. Toplumun kendi değerleri çerçevesinde bireyi ne şekilde sınırladığından bahseder. Buna göre çocukluğunu geçirdikten sonra insan artık ruhen ve bedenen sürekli dikkatini vermesini talep eden zorunlu bir pratik gerekliliğe aittir. Hareketlerinden hiçbiri taşkın, fikirlerinden ise hiçbiri cömert veya ileriye yönelik olmayacaktır. Breton’un, insanın çevreyle iletişime geçince kendisini de sınırlamaya başladığına dair görüşü, Freud’un süperego olgusudur aslında. O zaman insan bu sınırları, duvarları nasıl yıkabilir? Breton, manifestoda bunun için insanın elindeki en büyük silahın hayal gücü (muhayyile) olduğunu öne sürer.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Andre Breton 1924 tarihli ilk bildirgeye mevcut insan zihniyetini tahlille işe başlar. Toplumun kendi değerleri çerçevesinde bireyi ne şekilde sınırladığından bahseder. Buna göre çocukluğunu geçirdikten sonra insan artık ruhen ve bedenen sürekli dikkatini vermesini talep eden zorunlu bir pratik gerekliliğe aittir. Hareketlerinden hiçbiri taşkın, fikirlerinden ise hiçbiri cömert veya ileriye yönelik olmayacaktır. Breton’un, insanın çevreyle iletişime geçince kendisini de sınırlamaya başladığına dair görüşü, Freud’un süperego olgusudur aslında. O zaman insan bu sınırları, duvarları nasıl yıkabilir? Breton, manifestoda bunun için insanın elindeki en büyük silahın hayal gücü (muhayyile) olduğunu öne sürer.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Manifestonun ilerleyen bölümlerinde günümüzde (maalesef) hâlâ ve her şeye rağmen mantığın saltanatı altında yaşadığımızı, oysa bu çağda mantıksal yöntemlerin ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılabileceğini dile getiren Breton, rasyonalizmin yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin vereceğini belirtir.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton rüyanın önemine dair görüşler ileri sürerken, rüyanın insandaki potansiyeli ortaya çıkardığını özellikle vurgular. İnsan rüyada öldürebilir, daha hızlı uçabilir ve canının istediği gibi sevebilir. Ölse bile ölülerin arasında tekrar dirilebilir. Bu yüzden bu potansiyele eğilmek gerekir. Rüya ve gerçeğin birbirinin zıttıymış gibi görünmesine rağmen gelecekte her ikisinin de sürreellikte birleşeceğine inanan Breton, masalsı olan her şeyin hatta sadece masalsı olan şeylerin güzel olabileceğini iddia eder.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Metnin devamında Breton, düşüncelerinin öylesine çabuk ve kendiliğinden geldiğini, bütün gücünü harcamasına rağmen yeterince çabuk yazamadığını ve bir sürü ayrıntıyı ise unuttuğunu belirtir.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Breton Isidore Ducasse (Comte de Lautreaumont), Dante ve Shakespeare’nin de kendilerinden önce sürrealist birtakım ögeler kullandıklarını ekler ve bir anlamda böylelikle köksüz olmadıklarına da işaret etmiş olur.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

Şair Birinci Manifesto’yu kendini ruh hâlini ortaya koyduğu sürrealist bir betimlemenin ardından “Varoluş başka bir yerde” ifadesiyle sonlandırır. 1924 sonrası başta Andre Breton olmak üzere sürrealist sanatçılar, “aydın züppeliği”, “zihin sapıklığı”, “insanları şaşırtma saplantısı içindeki kimi sanatçıların bir şakası” gibi değerlendirmeler bir yana akıl hastalarına benzetilmek gibi pek çok eleştiri ile mücadele etmek zorunda kalır.

11. Soru

İkinci sürrealist manifestonun 9 maddesi nelerdir?

Cevap

  1. Bizim edebiyatla ilgimiz yoktur; ancak gerektiğinde, herkes kadar edebiyattan ya- rarlanmasını biliriz.

  2. Gerçeküstücülük yeni ya da daha kolay bir ifade biçimi değildir, bir şiir metafiziği bile değildir. Gerçeküstücülük ustan ve ussallığa benzer her şeyden tümüyle ba- ğımsızlaşmanın bir yoludur.

  3. Bizler bir Devrim yapmaya kararlıyız.

  4. Devrim sözcüğüyle gerçeküstücülük sözcüğünü birleştirmemizin nedeni, bu dev-

    rimin ilgisiz, tarafsız ve hatta umutsuz karakterini ortaya koyabilmektir.

  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktur, amacımız düşünce- nin ne kadar kırılgan olduğunu ve titrek yuvalarımızı ne denli değişken temeller ne

    denli büyük mağaralar üzerine inşa ettiğimizi gösterebilmektir.

  6. Topluma şu resmî uyarıyı fırlatmak istiyoruz: Sapkınlıklarınıza ve falsolarınıza

    dikkat edin, bir tanesi bile gözümüzden kaçmaz.

  7. Her düşünce dönüşümünde, toplum bizimle karşılaşacaktır.

  8. Bizler, Başkaldırı’nın uzmanlarıyız. Gerektiğinde elimizden gelmeyecek hiçbir ey-

    lem biçimi yoktur.

  9. Özellikle Batı dünyasına sesleniyoruz: gerçeküstücülük diye bir şey vardır. Ya bi-

    zimle özdeşleştirilen bu yeni “izm” nedir? Gerçeküstücülük şiirsel bir üslûp değil- dir. Aklın kendi içine dönük çığlığıdır ve her türlü engelden, gerekirse baltalarla parçalayarak da olsa, kurtulmaya azmetmiştir (Antmen, 2008, 140).

  1. Bizim edebiyatla ilgimiz yoktur; ancak gerektiğinde, herkes kadar edebiyattan ya- rarlanmasını biliriz.

  2. Gerçeküstücülük yeni ya da daha kolay bir ifade biçimi değildir, bir şiir metafiziği bile değildir. Gerçeküstücülük ustan ve ussallığa benzer her şeyden tümüyle ba- ğımsızlaşmanın bir yoludur.

  3. Bizler bir Devrim yapmaya kararlıyız.

  4. Devrim sözcüğüyle gerçeküstücülük sözcüğünü birleştirmemizin nedeni, bu dev-

    rimin ilgisiz, tarafsız ve hatta umutsuz karakterini ortaya koyabilmektir.

  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktur, amacımız düşünce- nin ne kadar kırılgan olduğunu ve titrek yuvalarımızı ne denli değişken temeller ne

    denli büyük mağaralar üzerine inşa ettiğimizi gösterebilmektir.

  6. Topluma şu resmî uyarıyı fırlatmak istiyoruz: Sapkınlıklarınıza ve falsolarınıza

    dikkat edin, bir tanesi bile gözümüzden kaçmaz.

  7. Her düşünce dönüşümünde, toplum bizimle karşılaşacaktır.

  8. Bizler, Başkaldırı’nın uzmanlarıyız. Gerektiğinde elimizden gelmeyecek hiçbir ey-

    lem biçimi yoktur.

  9. Özellikle Batı dünyasına sesleniyoruz: gerçeküstücülük diye bir şey vardır. Ya bi-

    zimle özdeşleştirilen bu yeni “izm” nedir? Gerçeküstücülük şiirsel bir üslûp değil- dir. Aklın kendi içine dönük çığlığıdır ve her türlü engelden, gerekirse baltalarla parçalayarak da olsa, kurtulmaya azmetmiştir (Antmen, 2008, 140).

  1. Bizim edebiyatla ilgimiz yoktur; ancak gerektiğinde, herkes kadar edebiyattan ya- rarlanmasını biliriz.

  2. Gerçeküstücülük yeni ya da daha kolay bir ifade biçimi değildir, bir şiir metafiziği bile değildir. Gerçeküstücülük ustan ve ussallığa benzer her şeyden tümüyle ba- ğımsızlaşmanın bir yoludur.

  3. Bizler bir Devrim yapmaya kararlıyız.

  4. Devrim sözcüğüyle gerçeküstücülük sözcüğünü birleştirmemizin nedeni, bu dev-

    rimin ilgisiz, tarafsız ve hatta umutsuz karakterini ortaya koyabilmektir.

  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktur, amacımız düşünce- nin ne kadar kırılgan olduğunu ve titrek yuvalarımızı ne denli değişken temeller ne

    denli büyük mağaralar üzerine inşa ettiğimizi gösterebilmektir.

  6. Topluma şu resmî uyarıyı fırlatmak istiyoruz: Sapkınlıklarınıza ve falsolarınıza

    dikkat edin, bir tanesi bile gözümüzden kaçmaz.

  7. Her düşünce dönüşümünde, toplum bizimle karşılaşacaktır.

  8. Bizler, Başkaldırı’nın uzmanlarıyız. Gerektiğinde elimizden gelmeyecek hiçbir ey-

    lem biçimi yoktur.

  9. Özellikle Batı dünyasına sesleniyoruz: gerçeküstücülük diye bir şey vardır. Ya bi-

    zimle özdeşleştirilen bu yeni “izm” nedir? Gerçeküstücülük şiirsel bir üslûp değil- dir. Aklın kendi içine dönük çığlığıdır ve her türlü engelden, gerekirse baltalarla parçalayarak da olsa, kurtulmaya azmetmiştir (Antmen, 2008, 140).

  1. Bizim edebiyatla ilgimiz yoktur; ancak gerektiğinde, herkes kadar edebiyattan ya- rarlanmasını biliriz.

  2. Gerçeküstücülük yeni ya da daha kolay bir ifade biçimi değildir, bir şiir metafiziği bile değildir. Gerçeküstücülük ustan ve ussallığa benzer her şeyden tümüyle ba- ğımsızlaşmanın bir yoludur.

  3. Bizler bir Devrim yapmaya kararlıyız.

  4. Devrim sözcüğüyle gerçeküstücülük sözcüğünü birleştirmemizin nedeni, bu dev-

    rimin ilgisiz, tarafsız ve hatta umutsuz karakterini ortaya koyabilmektir.

  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirmek gibi bir iddiamız yoktur, amacımız düşünce- nin ne kadar kırılgan olduğunu ve titrek yuvalarımızı ne denli değişken temeller ne

    denli büyük mağaralar üzerine inşa ettiğimizi gösterebilmektir.

  6. Topluma şu resmî uyarıyı fırlatmak istiyoruz: Sapkınlıklarınıza ve falsolarınıza

    dikkat edin, bir tanesi bile gözümüzden kaçmaz.

  7. Her düşünce dönüşümünde, toplum bizimle karşılaşacaktır.

  8. Bizler, Başkaldırı’nın uzmanlarıyız. Gerektiğinde elimizden gelmeyecek hiçbir ey-

    lem biçimi yoktur.

  9. Özellikle Batı dünyasına sesleniyoruz: gerçeküstücülük diye bir şey vardır. Ya bi-

    zimle özdeşleştirilen bu yeni “izm” nedir? Gerçeküstücülük şiirsel bir üslûp değil- dir. Aklın kendi içine dönük çığlığıdır ve her türlü engelden, gerekirse baltalarla parçalayarak da olsa, kurtulmaya azmetmiştir (Antmen, 2008, 140).

12. Soru

Sürrealizmin getirdikleri nelerdir? Örneklerle açıklayınız. 

Cevap

Gerçeküstücülük kendisine kadar büyük ölçüde nesnel dünyanın sınırlarında kalan sa- natın tematik evrenini genişletmiş ve insanın iç dünyasını keşfetmiştir. Sürekli bir deği- şimden yana olan sürrealizm, her defasında, her sanatsal üründe kendisini ifade edecek bir biçim geliştirmiştir ve hatta bu yüzden genellikle amorf (biçimsiz) bir yapıya sahip olmuştur. Sıra dışının, garibin, tuhafın, aykırının, “kitsch”in peşinde olmuş ve amacı ken- disinden öncekilere ve çağdaşlarına belki de hiçbir şeye benzememek olmuştur. Gelenek- sel sanatta bizden örnek verecek olursak Divan Şiirinde ilk kıstas yeni şairin aruzu yani biçimi doğru kullanabilmesidir- biçime uymak önemsenirken sürrealizm geleneksel es- tetik kurallarını alt üst etmiş ve reddetmiştir. Biçimin güzelliğini bir kenara bırakmıştır. Çünkü süperegonun uzantısı olan kuralların gerçekleri yok ettiğini, düzene ve denetime girdiği anda bilinçaltında yatan gerçekliklerin ortadan kaybolacağını ve başka bir şeye dönüşeceğine inanmışlardır. Onlar için sanatçı kendisini arzunun rüzgârına bırakan ve bu rüzgâr karşısında direnmeyen ve asla rüzgârla beraber salınmaktan kaçmayan kişidir. Dönüştürücü bir güç olarak arzu ve tutkunun olduğu yerde cinsellik de vardır ve bunun için erotizm de sanatın vazgeçilmez bir yönü olmalıdır. 

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücülük kendisine kadar büyük ölçüde nesnel dünyanın sınırlarında kalan sa- natın tematik evrenini genişletmiş ve insanın iç dünyasını keşfetmiştir. Sürekli bir deği- şimden yana olan sürrealizm, her defasında, her sanatsal üründe kendisini ifade edecek bir biçim geliştirmiştir ve hatta bu yüzden genellikle amorf (biçimsiz) bir yapıya sahip olmuştur. Sıra dışının, garibin, tuhafın, aykırının, “kitsch”in peşinde olmuş ve amacı ken- disinden öncekilere ve çağdaşlarına belki de hiçbir şeye benzememek olmuştur. Gelenek- sel sanatta bizden örnek verecek olursak Divan Şiirinde ilk kıstas yeni şairin aruzu yani biçimi doğru kullanabilmesidir- biçime uymak önemsenirken sürrealizm geleneksel es- tetik kurallarını alt üst etmiş ve reddetmiştir. Biçimin güzelliğini bir kenara bırakmıştır. Çünkü süperegonun uzantısı olan kuralların gerçekleri yok ettiğini, düzene ve denetime girdiği anda bilinçaltında yatan gerçekliklerin ortadan kaybolacağını ve başka bir şeye dönüşeceğine inanmışlardır. Onlar için sanatçı kendisini arzunun rüzgârına bırakan ve bu rüzgâr karşısında direnmeyen ve asla rüzgârla beraber salınmaktan kaçmayan kişidir. Dönüştürücü bir güç olarak arzu ve tutkunun olduğu yerde cinsellik de vardır ve bunun için erotizm de sanatın vazgeçilmez bir yönü olmalıdır. 

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücülük kendisine kadar büyük ölçüde nesnel dünyanın sınırlarında kalan sa- natın tematik evrenini genişletmiş ve insanın iç dünyasını keşfetmiştir. Sürekli bir deği- şimden yana olan sürrealizm, her defasında, her sanatsal üründe kendisini ifade edecek bir biçim geliştirmiştir ve hatta bu yüzden genellikle amorf (biçimsiz) bir yapıya sahip olmuştur. Sıra dışının, garibin, tuhafın, aykırının, “kitsch”in peşinde olmuş ve amacı ken- disinden öncekilere ve çağdaşlarına belki de hiçbir şeye benzememek olmuştur. Gelenek- sel sanatta bizden örnek verecek olursak Divan Şiirinde ilk kıstas yeni şairin aruzu yani biçimi doğru kullanabilmesidir- biçime uymak önemsenirken sürrealizm geleneksel es- tetik kurallarını alt üst etmiş ve reddetmiştir. Biçimin güzelliğini bir kenara bırakmıştır. Çünkü süperegonun uzantısı olan kuralların gerçekleri yok ettiğini, düzene ve denetime girdiği anda bilinçaltında yatan gerçekliklerin ortadan kaybolacağını ve başka bir şeye dönüşeceğine inanmışlardır. Onlar için sanatçı kendisini arzunun rüzgârına bırakan ve bu rüzgâr karşısında direnmeyen ve asla rüzgârla beraber salınmaktan kaçmayan kişidir. Dönüştürücü bir güç olarak arzu ve tutkunun olduğu yerde cinsellik de vardır ve bunun için erotizm de sanatın vazgeçilmez bir yönü olmalıdır. 

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücülük kendisine kadar büyük ölçüde nesnel dünyanın sınırlarında kalan sa- natın tematik evrenini genişletmiş ve insanın iç dünyasını keşfetmiştir. Sürekli bir deği- şimden yana olan sürrealizm, her defasında, her sanatsal üründe kendisini ifade edecek bir biçim geliştirmiştir ve hatta bu yüzden genellikle amorf (biçimsiz) bir yapıya sahip olmuştur. Sıra dışının, garibin, tuhafın, aykırının, “kitsch”in peşinde olmuş ve amacı ken- disinden öncekilere ve çağdaşlarına belki de hiçbir şeye benzememek olmuştur. Gelenek- sel sanatta bizden örnek verecek olursak Divan Şiirinde ilk kıstas yeni şairin aruzu yani biçimi doğru kullanabilmesidir- biçime uymak önemsenirken sürrealizm geleneksel es- tetik kurallarını alt üst etmiş ve reddetmiştir. Biçimin güzelliğini bir kenara bırakmıştır. Çünkü süperegonun uzantısı olan kuralların gerçekleri yok ettiğini, düzene ve denetime girdiği anda bilinçaltında yatan gerçekliklerin ortadan kaybolacağını ve başka bir şeye dönüşeceğine inanmışlardır. Onlar için sanatçı kendisini arzunun rüzgârına bırakan ve bu rüzgâr karşısında direnmeyen ve asla rüzgârla beraber salınmaktan kaçmayan kişidir. Dönüştürücü bir güç olarak arzu ve tutkunun olduğu yerde cinsellik de vardır ve bunun için erotizm de sanatın vazgeçilmez bir yönü olmalıdır. 

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

Gerçeküstücüler estetik arayışlarında marjinal anlatım biçimlerine ayrı bir yer verir- ler. Akıl hastalarının eserlerinin tuhaf güzelliğini, çocuk resimlerinin garipliğini, bitpazarında veya sadece gündelik hayatta keşfettik- leri bazen tamamen anlamsız nesnelerin büyüleyici gücünü gösterirler.

13. Soru

Sürrealizmin ilke ve nitelikleri nelerdir?

Cevap

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk
  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş
  3. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk
  4. Bilinçaltının Kaynağı Düşler
  5. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş
  6. Alaycılık ve ironi
  7. Gerçeküstü nesneler, görüntüler
  8. Çılgınlık
  9. Otomatizm
  10. Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)
     

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk
  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş
  3. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk
  4. Bilinçaltının Kaynağı Düşler
  5. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş
  6. Alaycılık ve ironi
  7. Gerçeküstü nesneler, görüntüler
  8. Çılgınlık
  9. Otomatizm
  10. Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)
     

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk
  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş
  3. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk
  4. Bilinçaltının Kaynağı Düşler
  5. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş
  6. Alaycılık ve ironi
  7. Gerçeküstü nesneler, görüntüler
  8. Çılgınlık
  9. Otomatizm
  10. Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)
     

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk
  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş
  3. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk
  4. Bilinçaltının Kaynağı Düşler
  5. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş
  6. Alaycılık ve ironi
  7. Gerçeküstü nesneler, görüntüler
  8. Çılgınlık
  9. Otomatizm
  10. Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)
     
 

14. Soru

Sürrealizm ilkelerinden başkaldırı ve uyumsuzluk; Akla ve düzene karşı oluş ilkelerini açıklayınız. 

Cevap

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk: Gerçeküstücülük her şeyden evvel geleneksel, alışıl- dık, sıradan olana karşıdır. Çünkü o günün dünyasını (İki Dünya Savaşı arasının kaotik yapısı) yaratan ideolojik araçlar bütünüyle bu durumdan dolayı suçludur, sanat da bu araçlardan biri olduğuna göre mevcut sanat anlayışı da yıkılmalıdır. Bu yüzden mevcut toplumsal kurallara uymak istemez ve sürekli değişimden (dina- mizm) yana bir tavır sergilerler. Başkaldırma felsefelerinin çekirdeğini oluştur.

  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş: Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam aslında gerçeküstücülerin sanat eserlerinde icra ettikleri sahnelerden bile daha akıl dışıdır. Akıl insanoğlunu bu kadar acımasız bir hâle getiriyor ve kendine yaşama alanı bile bırakmıyorsa, ondan (akıldan) kaçmalıdır. Yüzyılın başında, dünyada tutunacak bir dalın kalmaması, Dadacılarda nihilizme yol açmışken Sürrealistlerde de benzer bir şekilde akıldan ve düzenden kaçış olarak belirir. Son tahlilde aklın yarattığı dünyanın durumu ortada olduğuna göre, bu yıkılmalı ve artık kendini yenileyen yeni bir dünya kurulmalıdır. Oysa başta klasizm olmak üzere gerçeküstücülüğe kadar sanatın çok zaman belirleyicisi “akıl” olmuştur.

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk: Gerçeküstücülük her şeyden evvel geleneksel, alışıl- dık, sıradan olana karşıdır. Çünkü o günün dünyasını (İki Dünya Savaşı arasının kaotik yapısı) yaratan ideolojik araçlar bütünüyle bu durumdan dolayı suçludur, sanat da bu araçlardan biri olduğuna göre mevcut sanat anlayışı da yıkılmalıdır. Bu yüzden mevcut toplumsal kurallara uymak istemez ve sürekli değişimden (dina- mizm) yana bir tavır sergilerler. Başkaldırma felsefelerinin çekirdeğini oluştur.

  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş: Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam aslında gerçeküstücülerin sanat eserlerinde icra ettikleri sahnelerden bile daha akıl dışıdır. Akıl insanoğlunu bu kadar acımasız bir hâle getiriyor ve kendine yaşama alanı bile bırakmıyorsa, ondan (akıldan) kaçmalıdır. Yüzyılın başında, dünyada tutunacak bir dalın kalmaması, Dadacılarda nihilizme yol açmışken Sürrealistlerde de benzer bir şekilde akıldan ve düzenden kaçış olarak belirir. Son tahlilde aklın yarattığı dünyanın durumu ortada olduğuna göre, bu yıkılmalı ve artık kendini yenileyen yeni bir dünya kurulmalıdır. Oysa başta klasizm olmak üzere gerçeküstücülüğe kadar sanatın çok zaman belirleyicisi “akıl” olmuştur.

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk: Gerçeküstücülük her şeyden evvel geleneksel, alışıl- dık, sıradan olana karşıdır. Çünkü o günün dünyasını (İki Dünya Savaşı arasının kaotik yapısı) yaratan ideolojik araçlar bütünüyle bu durumdan dolayı suçludur, sanat da bu araçlardan biri olduğuna göre mevcut sanat anlayışı da yıkılmalıdır. Bu yüzden mevcut toplumsal kurallara uymak istemez ve sürekli değişimden (dina- mizm) yana bir tavır sergilerler. Başkaldırma felsefelerinin çekirdeğini oluştur.

  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş: Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam aslında gerçeküstücülerin sanat eserlerinde icra ettikleri sahnelerden bile daha akıl dışıdır. Akıl insanoğlunu bu kadar acımasız bir hâle getiriyor ve kendine yaşama alanı bile bırakmıyorsa, ondan (akıldan) kaçmalıdır. Yüzyılın başında, dünyada tutunacak bir dalın kalmaması, Dadacılarda nihilizme yol açmışken Sürrealistlerde de benzer bir şekilde akıldan ve düzenden kaçış olarak belirir. Son tahlilde aklın yarattığı dünyanın durumu ortada olduğuna göre, bu yıkılmalı ve artık kendini yenileyen yeni bir dünya kurulmalıdır. Oysa başta klasizm olmak üzere gerçeküstücülüğe kadar sanatın çok zaman belirleyicisi “akıl” olmuştur.

  1. Başkaldırı ve Uyumsuzluk: Gerçeküstücülük her şeyden evvel geleneksel, alışıl- dık, sıradan olana karşıdır. Çünkü o günün dünyasını (İki Dünya Savaşı arasının kaotik yapısı) yaratan ideolojik araçlar bütünüyle bu durumdan dolayı suçludur, sanat da bu araçlardan biri olduğuna göre mevcut sanat anlayışı da yıkılmalıdır. Bu yüzden mevcut toplumsal kurallara uymak istemez ve sürekli değişimden (dina- mizm) yana bir tavır sergilerler. Başkaldırma felsefelerinin çekirdeğini oluştur.

  2. Akla ve Düzene Karşı Oluş: Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam aslında gerçeküstücülerin sanat eserlerinde icra ettikleri sahnelerden bile daha akıl dışıdır. Akıl insanoğlunu bu kadar acımasız bir hâle getiriyor ve kendine yaşama alanı bile bırakmıyorsa, ondan (akıldan) kaçmalıdır. Yüzyılın başında, dünyada tutunacak bir dalın kalmaması, Dadacılarda nihilizme yol açmışken Sürrealistlerde de benzer bir şekilde akıldan ve düzenden kaçış olarak belirir. Son tahlilde aklın yarattığı dünyanın durumu ortada olduğuna göre, bu yıkılmalı ve artık kendini yenileyen yeni bir dünya kurulmalıdır. Oysa başta klasizm olmak üzere gerçeküstücülüğe kadar sanatın çok zaman belirleyicisi “akıl” olmuştur.

15. Soru

Sürrealizmin niteliklerinden “Freud’un psikanaliz yöntemi ve bilinçaltına yolculuk” “bilinçaltının kaynağı düşler” ilkelerini açıklayınız. 

Cevap

  1. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk: Sürrealistler gerçeklerin bozulmadan, tabii hâlleriyle insanın bilinçaltında var olduğuna inanır. Bilinçaltı insanın arzularının ve korkularının değişmeden, başka bir şeye dönüşmeden saf bir hâlde bulunduğu değerli bir kaynaktır. Bu kısmı metnin girişinde uzun uzadıya anlattığımız için diğer tekniklere bakmaya devam edelim.

  2. Bilinçaltının Kaynağı Düşler: Sürrealistler düşlerin, rüyaların insanın kendini kavramasına ve en yüce bilgiyi edinmesine imkân verdiğini düşünür. Zihin kendi hâline bırakılınca, varlıkların ve eşyaların daha önce göremediğimiz tarzda gö- ründükleri, düş renkleriyle süslendikleri bir hayal oyunu dünyasında dolaşmaya başlar. Pratik zekâdan, akıldan kurtulup, gözlerimizi kapatırsak, bizi her çeşit usa- vurmanın ve mantığın dışına sürükleyen bastırılmış anıların ve görüntülerin dün- yasına geçtiğimizi görürüz. Bu bakımdan Sürrealistler, Freud’un asıl olan “bilinçsiz arzuların, açığa vurulmamış eğilimlerin dünyasıdır” tezini ilke olarak benimserler ve rüyaların insana verdiği kaynağı temel alırlar.

  1. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk: Sürrealistler gerçeklerin bozulmadan, tabii hâlleriyle insanın bilinçaltında var olduğuna inanır. Bilinçaltı insanın arzularının ve korkularının değişmeden, başka bir şeye dönüşmeden saf bir hâlde bulunduğu değerli bir kaynaktır. Bu kısmı metnin girişinde uzun uzadıya anlattığımız için diğer tekniklere bakmaya devam edelim.

  2. Bilinçaltının Kaynağı Düşler: Sürrealistler düşlerin, rüyaların insanın kendini kavramasına ve en yüce bilgiyi edinmesine imkân verdiğini düşünür. Zihin kendi hâline bırakılınca, varlıkların ve eşyaların daha önce göremediğimiz tarzda gö- ründükleri, düş renkleriyle süslendikleri bir hayal oyunu dünyasında dolaşmaya başlar. Pratik zekâdan, akıldan kurtulup, gözlerimizi kapatırsak, bizi her çeşit usa- vurmanın ve mantığın dışına sürükleyen bastırılmış anıların ve görüntülerin dün- yasına geçtiğimizi görürüz. Bu bakımdan Sürrealistler, Freud’un asıl olan “bilinçsiz arzuların, açığa vurulmamış eğilimlerin dünyasıdır” tezini ilke olarak benimserler ve rüyaların insana verdiği kaynağı temel alırlar.

  1. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk: Sürrealistler gerçeklerin bozulmadan, tabii hâlleriyle insanın bilinçaltında var olduğuna inanır. Bilinçaltı insanın arzularının ve korkularının değişmeden, başka bir şeye dönüşmeden saf bir hâlde bulunduğu değerli bir kaynaktır. Bu kısmı metnin girişinde uzun uzadıya anlattığımız için diğer tekniklere bakmaya devam edelim.

  2. Bilinçaltının Kaynağı Düşler: Sürrealistler düşlerin, rüyaların insanın kendini kavramasına ve en yüce bilgiyi edinmesine imkân verdiğini düşünür. Zihin kendi hâline bırakılınca, varlıkların ve eşyaların daha önce göremediğimiz tarzda gö- ründükleri, düş renkleriyle süslendikleri bir hayal oyunu dünyasında dolaşmaya başlar. Pratik zekâdan, akıldan kurtulup, gözlerimizi kapatırsak, bizi her çeşit usa- vurmanın ve mantığın dışına sürükleyen bastırılmış anıların ve görüntülerin dün- yasına geçtiğimizi görürüz. Bu bakımdan Sürrealistler, Freud’un asıl olan “bilinçsiz arzuların, açığa vurulmamış eğilimlerin dünyasıdır” tezini ilke olarak benimserler ve rüyaların insana verdiği kaynağı temel alırlar.

  1. Freud’un Psikanaliz Yöntemi ve Bilinçaltına Yolculuk: Sürrealistler gerçeklerin bozulmadan, tabii hâlleriyle insanın bilinçaltında var olduğuna inanır. Bilinçaltı insanın arzularının ve korkularının değişmeden, başka bir şeye dönüşmeden saf bir hâlde bulunduğu değerli bir kaynaktır. Bu kısmı metnin girişinde uzun uzadıya anlattığımız için diğer tekniklere bakmaya devam edelim.

  2. Bilinçaltının Kaynağı Düşler: Sürrealistler düşlerin, rüyaların insanın kendini kavramasına ve en yüce bilgiyi edinmesine imkân verdiğini düşünür. Zihin kendi hâline bırakılınca, varlıkların ve eşyaların daha önce göremediğimiz tarzda gö- ründükleri, düş renkleriyle süslendikleri bir hayal oyunu dünyasında dolaşmaya başlar. Pratik zekâdan, akıldan kurtulup, gözlerimizi kapatırsak, bizi her çeşit usa- vurmanın ve mantığın dışına sürükleyen bastırılmış anıların ve görüntülerin dün- yasına geçtiğimizi görürüz. Bu bakımdan Sürrealistler, Freud’un asıl olan “bilinçsiz arzuların, açığa vurulmamış eğilimlerin dünyasıdır” tezini ilke olarak benimserler ve rüyaların insana verdiği kaynağı temel alırlar.

16. Soru

Sürrealizm ilkelerinden “çocukluk özlemi, çocukluğa dönüş” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

  1. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş: Çocuk henüz toplum tarafından şekillen- dirilmemiş bir varlıktır. Toplumsal denetimin mekanizmasının ağır biçimde yansı- maması, çocuğu özgür kılar. Çocuk pek çok şeyden sorumlu tutulamaz. Bu yüzden çocukluk günleri genellikle iyi, güzel olarak özlemle hatırlanır. Sürrealistler için de çocukluk otantik bir kaçış alanıdır. Çocukluğa dönmek isterler. Diğer taraftan çocuklar için oyun ne denli önemliyse, yetişkinler için de sanat bir oyundur. Sanatı bir oyuna dönüştüren sürrealistler, böylelikle çocukluk günlerinin coşkunluğunu yeniden yaşamaya çalışırlar.

  1. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş: Çocuk henüz toplum tarafından şekillen- dirilmemiş bir varlıktır. Toplumsal denetimin mekanizmasının ağır biçimde yansı- maması, çocuğu özgür kılar. Çocuk pek çok şeyden sorumlu tutulamaz. Bu yüzden çocukluk günleri genellikle iyi, güzel olarak özlemle hatırlanır. Sürrealistler için de çocukluk otantik bir kaçış alanıdır. Çocukluğa dönmek isterler. Diğer taraftan çocuklar için oyun ne denli önemliyse, yetişkinler için de sanat bir oyundur. Sanatı bir oyuna dönüştüren sürrealistler, böylelikle çocukluk günlerinin coşkunluğunu yeniden yaşamaya çalışırlar.

  1. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş: Çocuk henüz toplum tarafından şekillen- dirilmemiş bir varlıktır. Toplumsal denetimin mekanizmasının ağır biçimde yansı- maması, çocuğu özgür kılar. Çocuk pek çok şeyden sorumlu tutulamaz. Bu yüzden çocukluk günleri genellikle iyi, güzel olarak özlemle hatırlanır. Sürrealistler için de çocukluk otantik bir kaçış alanıdır. Çocukluğa dönmek isterler. Diğer taraftan çocuklar için oyun ne denli önemliyse, yetişkinler için de sanat bir oyundur. Sanatı bir oyuna dönüştüren sürrealistler, böylelikle çocukluk günlerinin coşkunluğunu yeniden yaşamaya çalışırlar.

  1. Çocukluk Özlemi, Çocukluğa Dönüş: Çocuk henüz toplum tarafından şekillen- dirilmemiş bir varlıktır. Toplumsal denetimin mekanizmasının ağır biçimde yansı- maması, çocuğu özgür kılar. Çocuk pek çok şeyden sorumlu tutulamaz. Bu yüzden çocukluk günleri genellikle iyi, güzel olarak özlemle hatırlanır. Sürrealistler için de çocukluk otantik bir kaçış alanıdır. Çocukluğa dönmek isterler. Diğer taraftan çocuklar için oyun ne denli önemliyse, yetişkinler için de sanat bir oyundur. Sanatı bir oyuna dönüştüren sürrealistler, böylelikle çocukluk günlerinin coşkunluğunu yeniden yaşamaya çalışırlar.

17. Soru

Sürrealizmin “alaycılık ve ironi” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Alaycılık ve İroni (Humour): Gerçeküstücüler “gülme”yi ikiyüzlülüğün boyun- duruğunu kırmakta kullanılabilecek en önemli araç olarak görür. Alaycı bir gülü- şe yaslanarak toplumsal güçlüklerden ya da engellerden kendini sıyırabilmelerini bir ayrıcalık olarak görürler. Duplessis’in ifadesiyle “Humourcu”, hayatı bir seyirci olarak görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır ve o bu kuklaların davranışlarındaki ağırbaşlılığın ne kadar boş ne kadar asılsız ol- duğunu daha iyi görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Günlük yaşayış, kaygısızca bakmasını bilenin gözünde ağırbaşlı görünüşünü yitirir, bir alay konusu olur. Böylece humour, dış gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği de dile getirir. Gülünç- lükleri göstermek, göreneklerle alay etmek işi, ister istemez kurulu düzene başkal- dırma düşüncesinin, toplumsal ön yargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. Humour, umutsuzluğun maskesidir. Kısacası mizah de- ğiştiremeyeceğini tahmin ettiği makro düzen karşısında sanatçının kendi varlığını ortaya koyabildiği bir kaçış alanıdır. Sürrealistler de bu alanı olabildiğince kullanır ve mevcudu oluşturan bütün değerleri alaya alabilir.

Alaycılık ve İroni (Humour): Gerçeküstücüler “gülme”yi ikiyüzlülüğün boyun- duruğunu kırmakta kullanılabilecek en önemli araç olarak görür. Alaycı bir gülü- şe yaslanarak toplumsal güçlüklerden ya da engellerden kendini sıyırabilmelerini bir ayrıcalık olarak görürler. Duplessis’in ifadesiyle “Humourcu”, hayatı bir seyirci olarak görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır ve o bu kuklaların davranışlarındaki ağırbaşlılığın ne kadar boş ne kadar asılsız ol- duğunu daha iyi görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Günlük yaşayış, kaygısızca bakmasını bilenin gözünde ağırbaşlı görünüşünü yitirir, bir alay konusu olur. Böylece humour, dış gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği de dile getirir. Gülünç- lükleri göstermek, göreneklerle alay etmek işi, ister istemez kurulu düzene başkal- dırma düşüncesinin, toplumsal ön yargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. Humour, umutsuzluğun maskesidir. Kısacası mizah de- ğiştiremeyeceğini tahmin ettiği makro düzen karşısında sanatçının kendi varlığını ortaya koyabildiği bir kaçış alanıdır. Sürrealistler de bu alanı olabildiğince kullanır ve mevcudu oluşturan bütün değerleri alaya alabilir.

Alaycılık ve İroni (Humour): Gerçeküstücüler “gülme”yi ikiyüzlülüğün boyun- duruğunu kırmakta kullanılabilecek en önemli araç olarak görür. Alaycı bir gülü- şe yaslanarak toplumsal güçlüklerden ya da engellerden kendini sıyırabilmelerini bir ayrıcalık olarak görürler. Duplessis’in ifadesiyle “Humourcu”, hayatı bir seyirci olarak görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır ve o bu kuklaların davranışlarındaki ağırbaşlılığın ne kadar boş ne kadar asılsız ol- duğunu daha iyi görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Günlük yaşayış, kaygısızca bakmasını bilenin gözünde ağırbaşlı görünüşünü yitirir, bir alay konusu olur. Böylece humour, dış gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği de dile getirir. Gülünç- lükleri göstermek, göreneklerle alay etmek işi, ister istemez kurulu düzene başkal- dırma düşüncesinin, toplumsal ön yargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. Humour, umutsuzluğun maskesidir. Kısacası mizah de- ğiştiremeyeceğini tahmin ettiği makro düzen karşısında sanatçının kendi varlığını ortaya koyabildiği bir kaçış alanıdır. Sürrealistler de bu alanı olabildiğince kullanır ve mevcudu oluşturan bütün değerleri alaya alabilir.

Alaycılık ve İroni (Humour): Gerçeküstücüler “gülme”yi ikiyüzlülüğün boyun- duruğunu kırmakta kullanılabilecek en önemli araç olarak görür. Alaycı bir gülü- şe yaslanarak toplumsal güçlüklerden ya da engellerden kendini sıyırabilmelerini bir ayrıcalık olarak görürler. Duplessis’in ifadesiyle “Humourcu”, hayatı bir seyirci olarak görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır ve o bu kuklaların davranışlarındaki ağırbaşlılığın ne kadar boş ne kadar asılsız ol- duğunu daha iyi görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Günlük yaşayış, kaygısızca bakmasını bilenin gözünde ağırbaşlı görünüşünü yitirir, bir alay konusu olur. Böylece humour, dış gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği de dile getirir. Gülünç- lükleri göstermek, göreneklerle alay etmek işi, ister istemez kurulu düzene başkal- dırma düşüncesinin, toplumsal ön yargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. Humour, umutsuzluğun maskesidir. Kısacası mizah de- ğiştiremeyeceğini tahmin ettiği makro düzen karşısında sanatçının kendi varlığını ortaya koyabildiği bir kaçış alanıdır. Sürrealistler de bu alanı olabildiğince kullanır ve mevcudu oluşturan bütün değerleri alaya alabilir.

18. Soru

Sürrealizmin “gerçeküstü nesneler, görüntüler” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Gerçeküstücü Nesneler, Görüntüler: Bir gerçeküstücü sanatkâr olan Yvonne Duplessis, zihnî yabancılaşmanın insan bilgisinin sınırlarını genişleterek gerçek- liğin gözden düşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Gerçeküstü faaliyet ve üretim noktasında paranoyak ile humourcu arasında önce bir benzerlik sonra da ayrım bulur. Benzerlik, humourcunun nesnelere gülünç bir görünüş katarak gerçeküstü bir görünüm ortaya koyarken, paranoyağın her halükarda farklı, sürreel bir görün- tü oluşturmasıdır. Ancak alaycı alayından sonra normal konuma, yasal sınırlara çekilirken, paronayak sürekli yasak sınırlardadır. Bunun için Salvador Dali’nin akıl hastalığının kendisi için avantaj olması örnek olarak gösterilebilir. Ressamın daha önce de belirttiğimiz “La metode paranoiaque-critique” (Paranoyak Eleştiri Meto- du) tam da budur. Ona göre bu yöntem aynı anda resimde, şiirde, sinemada tipik gerçeküstü nesnelerin yapılmasında, modada, heykelde, sanat tarihinde, kısacası her çeşit yorum alanında kullanılmaya elverişlidir.

Gerçeküstücü Nesneler, Görüntüler: Bir gerçeküstücü sanatkâr olan Yvonne Duplessis, zihnî yabancılaşmanın insan bilgisinin sınırlarını genişleterek gerçek- liğin gözden düşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Gerçeküstü faaliyet ve üretim noktasında paranoyak ile humourcu arasında önce bir benzerlik sonra da ayrım bulur. Benzerlik, humourcunun nesnelere gülünç bir görünüş katarak gerçeküstü bir görünüm ortaya koyarken, paranoyağın her halükarda farklı, sürreel bir görün- tü oluşturmasıdır. Ancak alaycı alayından sonra normal konuma, yasal sınırlara çekilirken, paronayak sürekli yasak sınırlardadır. Bunun için Salvador Dali’nin akıl hastalığının kendisi için avantaj olması örnek olarak gösterilebilir. Ressamın daha önce de belirttiğimiz “La metode paranoiaque-critique” (Paranoyak Eleştiri Meto- du) tam da budur. Ona göre bu yöntem aynı anda resimde, şiirde, sinemada tipik gerçeküstü nesnelerin yapılmasında, modada, heykelde, sanat tarihinde, kısacası her çeşit yorum alanında kullanılmaya elverişlidir.

Gerçeküstücü Nesneler, Görüntüler: Bir gerçeküstücü sanatkâr olan Yvonne Duplessis, zihnî yabancılaşmanın insan bilgisinin sınırlarını genişleterek gerçek- liğin gözden düşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Gerçeküstü faaliyet ve üretim noktasında paranoyak ile humourcu arasında önce bir benzerlik sonra da ayrım bulur. Benzerlik, humourcunun nesnelere gülünç bir görünüş katarak gerçeküstü bir görünüm ortaya koyarken, paranoyağın her halükarda farklı, sürreel bir görün- tü oluşturmasıdır. Ancak alaycı alayından sonra normal konuma, yasal sınırlara çekilirken, paronayak sürekli yasak sınırlardadır. Bunun için Salvador Dali’nin akıl hastalığının kendisi için avantaj olması örnek olarak gösterilebilir. Ressamın daha önce de belirttiğimiz “La metode paranoiaque-critique” (Paranoyak Eleştiri Meto- du) tam da budur. Ona göre bu yöntem aynı anda resimde, şiirde, sinemada tipik gerçeküstü nesnelerin yapılmasında, modada, heykelde, sanat tarihinde, kısacası her çeşit yorum alanında kullanılmaya elverişlidir.

Gerçeküstücü Nesneler, Görüntüler: Bir gerçeküstücü sanatkâr olan Yvonne Duplessis, zihnî yabancılaşmanın insan bilgisinin sınırlarını genişleterek gerçek- liğin gözden düşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Gerçeküstü faaliyet ve üretim noktasında paranoyak ile humourcu arasında önce bir benzerlik sonra da ayrım bulur. Benzerlik, humourcunun nesnelere gülünç bir görünüş katarak gerçeküstü bir görünüm ortaya koyarken, paranoyağın her halükarda farklı, sürreel bir görün- tü oluşturmasıdır. Ancak alaycı alayından sonra normal konuma, yasal sınırlara çekilirken, paronayak sürekli yasak sınırlardadır. Bunun için Salvador Dali’nin akıl hastalığının kendisi için avantaj olması örnek olarak gösterilebilir. Ressamın daha önce de belirttiğimiz “La metode paranoiaque-critique” (Paranoyak Eleştiri Meto- du) tam da budur. Ona göre bu yöntem aynı anda resimde, şiirde, sinemada tipik gerçeküstü nesnelerin yapılmasında, modada, heykelde, sanat tarihinde, kısacası her çeşit yorum alanında kullanılmaya elverişlidir.

19. Soru

Sürrealizmin ilkelerinden “çılgınlık” ve “otomatizm” kavramlarını açıklayınız. 

Cevap

Çılgınlık: Breton’un akıl hastaları ile olan deneyimleri sonucunda akıl hastalarının nesnel bağlılaşıklık olmaksızın kavramları bir araya getirebilme becerilerini gör- mesi, sürrealistlerin hem ilgisini bu hastalara yöneltmiş hem de yapay yollarla akıl hastaları gibi olmayı denemişlerdir. Çünkü Freud’a göre akıl hastaları iç gerçekler konusunda akıllılardan daha çok şey bilirler ve bizlerin göremediği şeyleri görebi- lirler. Onların dünyasında hayal gücü egemendir. Zihinleri, sokaktaki adama tu- tarsızlıklar, çelişmelerle doluymuş gibi gelen bir ortamda dolaşır. Günlük varoluşa kendilerini uyduramazlar ama dünyaları kendilerine bizimki kadar kesin görünür. Birçok akıl hastalıkları arasında paranoya, hayali olanla gerçek olanı uzlaştırarak, gerçeküstücülükle aynı amacı paylaşır. Bu yüzden de gerçeküstücüler akıl hastalı- ğını aratmayacak bir durumun yaratılmasını amaçlar. Bu sarhoşluk, uyuşturucu kullanımı vb. olabilir.

Otomatizm: Sürrealist Manifesto’yu değerlendirirken Andre Breton’un otoma- tizm/otomatik yazımdan ne anladığına dair bilgi verdiysek de burada ilkeler ara- sında yeniden görmek ve kısaca hatırlamak gerekir. Şüphesiz Otomatik Yazım gerçeküstücülerin kullandıkları en önemli yazım tekniğidir. Bu yazım tekniğinin amacı insanı olduğu gibi ilkel doğası içinde gösterebilmek için, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmaktır. Bu yolla insan bütün ruhsal gücünü yeniden kaza- nacak ve gerçek anlamda özgür olacaktır. Çılgınlık ve düş durumlarında her türlü denetimden arındırılan bilinçdışı kendiliğinden belirir ve otomatik yazı bilinçdışı- nın bildirilerini yazıya dönüştürür. Kısacası hiçbir denetime tabi tutmadan akla ilk gelen şeylerin kâğıda dökülmesidir.

Çılgınlık: Breton’un akıl hastaları ile olan deneyimleri sonucunda akıl hastalarının nesnel bağlılaşıklık olmaksızın kavramları bir araya getirebilme becerilerini gör- mesi, sürrealistlerin hem ilgisini bu hastalara yöneltmiş hem de yapay yollarla akıl hastaları gibi olmayı denemişlerdir. Çünkü Freud’a göre akıl hastaları iç gerçekler konusunda akıllılardan daha çok şey bilirler ve bizlerin göremediği şeyleri görebi- lirler. Onların dünyasında hayal gücü egemendir. Zihinleri, sokaktaki adama tu- tarsızlıklar, çelişmelerle doluymuş gibi gelen bir ortamda dolaşır. Günlük varoluşa kendilerini uyduramazlar ama dünyaları kendilerine bizimki kadar kesin görünür. Birçok akıl hastalıkları arasında paranoya, hayali olanla gerçek olanı uzlaştırarak, gerçeküstücülükle aynı amacı paylaşır. Bu yüzden de gerçeküstücüler akıl hastalı- ğını aratmayacak bir durumun yaratılmasını amaçlar. Bu sarhoşluk, uyuşturucu kullanımı vb. olabilir.

Otomatizm: Sürrealist Manifesto’yu değerlendirirken Andre Breton’un otoma- tizm/otomatik yazımdan ne anladığına dair bilgi verdiysek de burada ilkeler ara- sında yeniden görmek ve kısaca hatırlamak gerekir. Şüphesiz Otomatik Yazım gerçeküstücülerin kullandıkları en önemli yazım tekniğidir. Bu yazım tekniğinin amacı insanı olduğu gibi ilkel doğası içinde gösterebilmek için, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmaktır. Bu yolla insan bütün ruhsal gücünü yeniden kaza- nacak ve gerçek anlamda özgür olacaktır. Çılgınlık ve düş durumlarında her türlü denetimden arındırılan bilinçdışı kendiliğinden belirir ve otomatik yazı bilinçdışı- nın bildirilerini yazıya dönüştürür. Kısacası hiçbir denetime tabi tutmadan akla ilk gelen şeylerin kâğıda dökülmesidir.

Çılgınlık: Breton’un akıl hastaları ile olan deneyimleri sonucunda akıl hastalarının nesnel bağlılaşıklık olmaksızın kavramları bir araya getirebilme becerilerini gör- mesi, sürrealistlerin hem ilgisini bu hastalara yöneltmiş hem de yapay yollarla akıl hastaları gibi olmayı denemişlerdir. Çünkü Freud’a göre akıl hastaları iç gerçekler konusunda akıllılardan daha çok şey bilirler ve bizlerin göremediği şeyleri görebi- lirler. Onların dünyasında hayal gücü egemendir. Zihinleri, sokaktaki adama tu- tarsızlıklar, çelişmelerle doluymuş gibi gelen bir ortamda dolaşır. Günlük varoluşa kendilerini uyduramazlar ama dünyaları kendilerine bizimki kadar kesin görünür. Birçok akıl hastalıkları arasında paranoya, hayali olanla gerçek olanı uzlaştırarak, gerçeküstücülükle aynı amacı paylaşır. Bu yüzden de gerçeküstücüler akıl hastalı- ğını aratmayacak bir durumun yaratılmasını amaçlar. Bu sarhoşluk, uyuşturucu kullanımı vb. olabilir.

Otomatizm: Sürrealist Manifesto’yu değerlendirirken Andre Breton’un otoma- tizm/otomatik yazımdan ne anladığına dair bilgi verdiysek de burada ilkeler ara- sında yeniden görmek ve kısaca hatırlamak gerekir. Şüphesiz Otomatik Yazım gerçeküstücülerin kullandıkları en önemli yazım tekniğidir. Bu yazım tekniğinin amacı insanı olduğu gibi ilkel doğası içinde gösterebilmek için, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmaktır. Bu yolla insan bütün ruhsal gücünü yeniden kaza- nacak ve gerçek anlamda özgür olacaktır. Çılgınlık ve düş durumlarında her türlü denetimden arındırılan bilinçdışı kendiliğinden belirir ve otomatik yazı bilinçdışı- nın bildirilerini yazıya dönüştürür. Kısacası hiçbir denetime tabi tutmadan akla ilk gelen şeylerin kâğıda dökülmesidir.

Çılgınlık: Breton’un akıl hastaları ile olan deneyimleri sonucunda akıl hastalarının nesnel bağlılaşıklık olmaksızın kavramları bir araya getirebilme becerilerini gör- mesi, sürrealistlerin hem ilgisini bu hastalara yöneltmiş hem de yapay yollarla akıl hastaları gibi olmayı denemişlerdir. Çünkü Freud’a göre akıl hastaları iç gerçekler konusunda akıllılardan daha çok şey bilirler ve bizlerin göremediği şeyleri görebi- lirler. Onların dünyasında hayal gücü egemendir. Zihinleri, sokaktaki adama tu- tarsızlıklar, çelişmelerle doluymuş gibi gelen bir ortamda dolaşır. Günlük varoluşa kendilerini uyduramazlar ama dünyaları kendilerine bizimki kadar kesin görünür. Birçok akıl hastalıkları arasında paranoya, hayali olanla gerçek olanı uzlaştırarak, gerçeküstücülükle aynı amacı paylaşır. Bu yüzden de gerçeküstücüler akıl hastalı- ğını aratmayacak bir durumun yaratılmasını amaçlar. Bu sarhoşluk, uyuşturucu kullanımı vb. olabilir.

Otomatizm: Sürrealist Manifesto’yu değerlendirirken Andre Breton’un otoma- tizm/otomatik yazımdan ne anladığına dair bilgi verdiysek de burada ilkeler ara- sında yeniden görmek ve kısaca hatırlamak gerekir. Şüphesiz Otomatik Yazım gerçeküstücülerin kullandıkları en önemli yazım tekniğidir. Bu yazım tekniğinin amacı insanı olduğu gibi ilkel doğası içinde gösterebilmek için, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmaktır. Bu yolla insan bütün ruhsal gücünü yeniden kaza- nacak ve gerçek anlamda özgür olacaktır. Çılgınlık ve düş durumlarında her türlü denetimden arındırılan bilinçdışı kendiliğinden belirir ve otomatik yazı bilinçdışı- nın bildirilerini yazıya dönüştürür. Kısacası hiçbir denetime tabi tutmadan akla ilk gelen şeylerin kâğıda dökülmesidir.

20. Soru

Sürrealizmin “Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra)” ilkesini açıklayınız. 

Cevap

Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra): İsmini -daha sonra- yazılan ilk cümleden ala- cak bir gerçeküstücü oyundur. Duplessis “Gerçeküstücü Teknikler”de oyunu şöyle anlatır: Birkaç kişi toplanır. Üzerine her bireyin bir sözcük yazdığı ya da çizdiği bir kâğıt elden ele dolaşır. Sonunda gerçeğe uygun olmayan bir dizi cümle ya da her türlü gerçeğe meydan okuyan bir resim elde edilir. Bu yolla ilk olarak oluşturulmuş olan cümle oyuna adını vermiştir: “Le Cadavre-Exquis-boira le vin nouveau”, yani Nefis Kadavra –yeni şarabı içecek.” Katıksız ve güçlü gerçeküstü imgeler üretmeye özel bir uygunluk gösteren bu yolla şöyle cümleler elde edilmiştir: Kanatlı buhar kilitlenmiş kuşu baştan çıkarıyor… Senegal istiridyesi üç renkli ekmeği yiyecek… ya da yengeç başlı bir adamı gösteren resimler.

Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra): İsmini -daha sonra- yazılan ilk cümleden ala- cak bir gerçeküstücü oyundur. Duplessis “Gerçeküstücü Teknikler”de oyunu şöyle anlatır: Birkaç kişi toplanır. Üzerine her bireyin bir sözcük yazdığı ya da çizdiği bir kâğıt elden ele dolaşır. Sonunda gerçeğe uygun olmayan bir dizi cümle ya da her türlü gerçeğe meydan okuyan bir resim elde edilir. Bu yolla ilk olarak oluşturulmuş olan cümle oyuna adını vermiştir: “Le Cadavre-Exquis-boira le vin nouveau”, yani Nefis Kadavra –yeni şarabı içecek.” Katıksız ve güçlü gerçeküstü imgeler üretmeye özel bir uygunluk gösteren bu yolla şöyle cümleler elde edilmiştir: Kanatlı buhar kilitlenmiş kuşu baştan çıkarıyor… Senegal istiridyesi üç renkli ekmeği yiyecek… ya da yengeç başlı bir adamı gösteren resimler.

Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra): İsmini -daha sonra- yazılan ilk cümleden ala- cak bir gerçeküstücü oyundur. Duplessis “Gerçeküstücü Teknikler”de oyunu şöyle anlatır: Birkaç kişi toplanır. Üzerine her bireyin bir sözcük yazdığı ya da çizdiği bir kâğıt elden ele dolaşır. Sonunda gerçeğe uygun olmayan bir dizi cümle ya da her türlü gerçeğe meydan okuyan bir resim elde edilir. Bu yolla ilk olarak oluşturulmuş olan cümle oyuna adını vermiştir: “Le Cadavre-Exquis-boira le vin nouveau”, yani Nefis Kadavra –yeni şarabı içecek.” Katıksız ve güçlü gerçeküstü imgeler üretmeye özel bir uygunluk gösteren bu yolla şöyle cümleler elde edilmiştir: Kanatlı buhar kilitlenmiş kuşu baştan çıkarıyor… Senegal istiridyesi üç renkli ekmeği yiyecek… ya da yengeç başlı bir adamı gösteren resimler.

Le Cadavre Exquis (Nefis Kadavra): İsmini -daha sonra- yazılan ilk cümleden ala- cak bir gerçeküstücü oyundur. Duplessis “Gerçeküstücü Teknikler”de oyunu şöyle anlatır: Birkaç kişi toplanır. Üzerine her bireyin bir sözcük yazdığı ya da çizdiği bir kâğıt elden ele dolaşır. Sonunda gerçeğe uygun olmayan bir dizi cümle ya da her türlü gerçeğe meydan okuyan bir resim elde edilir. Bu yolla ilk olarak oluşturulmuş olan cümle oyuna adını vermiştir: “Le Cadavre-Exquis-boira le vin nouveau”, yani Nefis Kadavra –yeni şarabı içecek.” Katıksız ve güçlü gerçeküstü imgeler üretmeye özel bir uygunluk gösteren bu yolla şöyle cümleler elde edilmiştir: Kanatlı buhar kilitlenmiş kuşu baştan çıkarıyor… Senegal istiridyesi üç renkli ekmeği yiyecek… ya da yengeç başlı bir adamı gösteren resimler.

21. Soru

Sürrealizmde kullanılan frotaj tekniği nedir?

Cevap

Frotaj: Ahşap, taş, dokuma vb. dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kâğıda, kalem ya da sert bir cisim sürtülerek dokunun kâğıda geçmesinin sağlandığı bir tekniktir. Böylelikle rastlantısal desenler elde edilir.

Frotaj: Ahşap, taş, dokuma vb. dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kâğıda, kalem ya da sert bir cisim sürtülerek dokunun kâğıda geçmesinin sağlandığı bir tekniktir. Böylelikle rastlantısal desenler elde edilir.

Frotaj: Ahşap, taş, dokuma vb. dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kâğıda, kalem ya da sert bir cisim sürtülerek dokunun kâğıda geçmesinin sağlandığı bir tekniktir. Böylelikle rastlantısal desenler elde edilir.

Frotaj: Ahşap, taş, dokuma vb. dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kâğıda, kalem ya da sert bir cisim sürtülerek dokunun kâğıda geçmesinin sağlandığı bir tekniktir. Böylelikle rastlantısal desenler elde edilir.

22. Soru

Sürrealizmde kullanılan dekalkomani tekniği nedir?

Cevap

Dekalkomani: Boyalı bir yüzeyin üstüne yine bir kâğıt bastırılarak bilinmeyen bir imge üremesini sağlayan tekniktir.

Dekalkomani: Boyalı bir yüzeyin üstüne yine bir kâğıt bastırılarak bilinmeyen bir imge üremesini sağlayan tekniktir.

Dekalkomani: Boyalı bir yüzeyin üstüne yine bir kâğıt bastırılarak bilinmeyen bir imge üremesini sağlayan tekniktir.

Dekalkomani: Boyalı bir yüzeyin üstüne yine bir kâğıt bastırılarak bilinmeyen bir imge üremesini sağlayan tekniktir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.