Açıköğretim Ders Notları

Batı Edebiyatında Akımlar 1 Dersi 6. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Batı Edebiyatında Akımlar 1 Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Realizm (Gerçekçilik)

Giriş

“Realizm” Fransızca “Réalité-Réalisme” sözcüklerinden dilimize geçen, “real-gerçek” kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Realizmi karşılamak için “Gerçekçilik” terimi de kullanılır. Felsefede “gerçek”, “düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan”dır. Varlığın insan bilincinin süzgecinden geçip deforme olmamış salt hâlidir.

Realizmin gerçeği ise gözle görülen, akılla kavranan ve yine akılla yansıtılan, kısacası beş duyu organı ile herkes tarafından aynı şekilde algılanan nesnelerdir. Doğanın idealize edilmemiş hâlidir.

Sanatta realizm, günlük yaşamı, toplumsal sorunları bireysel duygulara fazla yer vermeden, olduğu gibi, ayrıntılarıyla betimleme ve anlatma ilkesine dayanır.

Temellerini pozitivizme dayandıran realizm, natüralizmle hemen hemen aynı toplumsal, siyasi, felsefi ve estetik nedenlerin sonucudur ve bu iki akım pek çok yönden birbirlerine benzer. Natüralizmin pozitivizme ek olarak Darvinizm ilkesine daha fazla ağırlık vermesi, onun realizmle ayrışmasını sağlar. Dolayısıyla natüralizmi, realizmin bir üst katmanı olarak görmek mümkündür. Parnasizm ise realizm ve natüralizmin şiirdeki yansımasıdır. Her ne kadar ortak özellikleri fazla olsa da ayrıştıkları yönlerin de önemli olması, akımları ayrı ayrı değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.

Realizme Zemin Hazırlayan Toplumsal ve Siyasi Ortam

Rönesans’la birlikte skolastik düşünceyi yıkan Batı, Aydınlanma Dönemi’nden itibaren monarşik siyasi yapıyı sorgulamaya başlar. Henüz 17. Yüzyılda René Descartes (1596-1650) aklın ve eleştirel düşüncenin üstünlüğünü savunur. Montesquieu (Charles-Louis de Secondat,1689- 1755) siyasette güçler ayrılığı ilkesinin vazgeçilmezliğine işaret eder. Aydınlanmanın sembol ismi Voltaire (François Marie Arouet 1694-1778) parlamenter sistemin ipuçlarını verir. Rousseau (Jean Jack, 1712-1778) ise insanların yasalar karşısında eşit olması gerektiğini vurgular.

Fransa, zihniyet değişiminin ilk ve büyük siyasi dönüşümünü 1789 ihtilali ile gerçekleştirir. Mutlak monarşinin yıkılıp cumhuriyet rejiminin kurulması ile sonuçlanacak bu siyasi gelişmenin getirdiği değerler, yalnızca Fransa sınırlarında etkili olmakla kalmayacak, aşama aşama Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılacaktır.

1789 İhtilali’ni takiben Fransa, siyasi ve ekonomik olarak ciddi bir kaosun içine girer ve 1848’de bir başka ayaklanma ile sarsılır.

1848’den sonra Avrupa, başkaldıran milletlerin isyanına sahne olur. Ardı ardına bağımsızlığını ilan eden ülkeler, parlamenter sisteme geçip anayasalarını oluşturur.

Fransız İhtilali kadar önemli bir diğer gelişme de “Sanayi Devrimi”dir.

Sanayi Devrimi günümüz üretim ve tüketim alışkanlıklarının yanında dünyadaki ekonomik yapıların da temelinin atıldığı son derece önemli bir evredir.

Sanayileşme kömür odaklı olduğu için kömür yatakları fazla olan İngiltere, sanayileşmenin öncüsü konumundadır.

Petrol ve elektriğin kullanılmaya başlanması ise ikinci sanayi devrimi demektir. ABD’de ilk petrol kuyusu 1859 yılında Albay Edwin Drake (1819-1880) tarafından açılır. Sonra oyuna Rusya dâhil olur. İlkin aydınlatmada kullanılan petrol, patlamalı motorun icadıyla farklı alanlarda kullanılmaya başlar.

Teknolojik ilerleme karşılıklı birbirlerinin neden ve sonuçları olmak üzere bilişsel aydınlanma ile tam bir paralellik içindedir. Öyle ki aşamalı olarak tabuların yıkılması, zihinlerin açılması, fikirlerin hür biçimde dile getirilmeye başlanması “Aydınlanma”yı getirir. Aydınlanma felsefesi sanayi devriminin arkasındaki temel itici güçtür.

Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş 19. yüzyıl Avrupalısı rasyonalist, pozitivist ve kimi zaman materyalist bir dünya görüşünün içindedir. Edebiyatta realizm de bu felsefelerin bir uzantısı olacaktır.

Realizmin Felsefi ve Epistemolojik Temelleri

Realizmin felsefi temellerini rasyonalizm, pozitivizm ve determinizm oluşturur. Bunların kökleri ise 17. yüzyıl “Kartezyen felsefesi”ne dayanır. Onu takiben Aydınlanma Çağı ile birlikte Avrupa düşünce yapısında mistiğin ve dogmanın yerini akıl ve bilimsellik alacaktır.

Rönesans’la birlikte orta çağ düşünce yapısı sarsılmaya başlar. İtalya’da tohumları atılan bu radikal değişim, kısa sürede Avrupa’nın neredeyse tamamına yayılır. İtalya’da resim ve heykel sahasında ağırlık kazanan Rönesans, Almanya’da dinî resimler, İngiltere’de edebiyat ağırlıklı olarak yayılma alanını genişletir.

Rönesans, Avrupa insanında ortak bir Avrupa kültürü olduğuna dair bir şuur yaratır. Rönesans’ın yarattığı görece özgür düşünce ortamı onu takip eden 17. yüzyıl felsefesinin de zeminini oluşturur.

René Descartes, Thomas Hobbes (1588- 1679), Baruch Spinoza (1632-1677), Gottfried Leibniz (1646-1716)’in başı çektiği 17. yüzyıl felsefesinin ana dinamiği rasyonalizmdir. Rasyonel (Kartezyen) düşüncenin ardında ise bir önceki dönemin bilimsel gelişmeleri vardır.

Türkçe karşılığı “akılcılık” olan “rasyonalizm” (Latince ratio: akıl, us) aklı bilginin kaynağı olarak alan felsefi akımdır.

“Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) sözüyle tanınan Descartes, felsefe tarihçilerinin genel kanaatine göre modern çağ felsefesinin başlangıcıdır. Matematik, fizyoloji ve fizik gibi bilim alanlarında çalışmalar yapan filozofun öğretisi düalist bir nitelik taşır.

Antik Yunan filozoflarının şüpheciliğini yeniden bir yöntem olarak kullanmaya başlayan düşünür, analitik geometri adı verilen matematiksel kesinliklere varmaya çalışır.

Descartes kişinin kendini duyulara dayalı bir kavrayıştan sıyırıp daha nesnel olanı benimsemesi gerektiğine inanır. Bu da akılla mümkündür.

Aydınlanma felsefesinin temelini toplumdaki eksiklikleri gidermek, iyilik, adalet ve bilimsel bilgi düşüncesini yayarak gelenekleri, politikayı, yaşam koşullarını değiştirmeye çalışmak oluşturur. Bu felsefede bilincin toplumun gelişmesinde belirleyici rol oynadığı, toplumdaki kötülüklerin insanların cehaletinden ve kendi doğalarını anlama gücünden yoksun oluşlarından kaynaklandığı idealist sanısı hâkimdir.

Aydınlanmanın geçmişini belirlerken her şeyin maddeyle ve fizikle açıklanabileceğine inanan Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Locke (1632-1704)’a ayrı bir önem verilir. İnsanı boş bir levha (Tabula Rasa) olarak gören ve insanın deneyimlerle kendini var ettiğini düşünen Locke, ampirist felsefesi ile akıl çağının, aydınlanmanın öncülerindendir.

Aydınlanma düşüncesinin hızla yayılmasını sağlayan gelişmelerin başında Ansiklopedi (Encyclopédie)’nin yayımlanması gelir. Kilise’nin yasaklama çabalarına rağmen eseri yayımlayan Ansiklopedi’nin baş editörü Diderot olacaktır.

Aydınlanmayı belirleyen tavır ve eğilimler sırasıyla, hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil ulusal sınırlar tarafından çizilen, insani bir dünya olduğu, anlamına gelir.

19. yüzyılla birlikte romantikler tarafından ruhsuz; muhafazakârlar tarafından da geleneksel ahlâka ve dine karşı tavırlarıyla radikal olmakla suçlanmaya başlanan Aydınlanma, yine bu yüzyılla birlikte yerini Hegel, Charles Darwin (1809-1882) ve Karl Marx (1818-1883)’ın düşüncelerine bırakmaya başlayacaktır. Aydınlanmanın başat miraslarından biri pozitivizmdir.

Olguculuk olarak da bilinen pozitivizm en sağlam bilginin bilimsel bilgi olduğunu savunan felsefi sistemdir. Sosyolojinin babası sayılan August Comte’un sistemleştirdiği pozitivizme göre gerçek bilginin kaynağını doğa bilimleri oluşturur. Klasik Alman idealizminin bilimsel gelişmeler sonucu ortaya çıkan yeni felsefi problemleri çözemeyişi karşısında bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Klasik felsefenin varlık ve nedenler üzerindeki soyut çıkarımlarının yetersizliğine inandıkları için deney yoluyla edinilemeyecek, çözümlenip sınanamayacak kavram ve önermelerin anlamsız olduğunu düşünmüşlerdir.

Realizmin Doğuşu ve Temel İlkeleri

Realizm, dönemin akademik ve sosyokültürel sınırlamalarına karşı çıkışla başlar. Akademik sanatın sanatsal üretim sırasında sanatçıyı belirli sınırlar çerçevesinde faaliyet göstermeye zorlaması, yeni gerçeklik arayışlarını beraberinde getirir.

Realizm 1850’lerden itibaren önce resim alanında gelişmeye başlar. Gustave Courbet (1819-1877)’nin “Ornans’ta Cenaze” eseri realizmin çıkışı olarak kabul edilir. Bu resim etrafında gelişen tartışmalar yavaş yavaş realist kuramın da oluşmasına vesile olur. Tartışmanın ateşli ismi Champfleury (Jules François Felix Husson, 1821-1889)’nin Lettre a Mme Sand (Madam Sand’a Mektup) eseri gerçekçiliğin manifestosu niteliğindedir. Yazılarıyla Courbet’nin tanınmasını sağlayan da odur. Romanın günlük yaşamın fotoğrafı olması gerektiğine inanmıştır.

Barbizon Okulu 19. Yüzyılın ortalarında romantizmin doğaya kaçış ilkesinden filizlenen ancak onların melodramatik resimselliğine karşı çıkarak doğalcılığa yönelen bir sanat okuludur. Courbet gibi akademik geleneğe karşı çıkmışlardır.

Realizmin insanı çevreyle bir bütün hâlinde ele alan anlayışı kısa sürede edebiyatçılar arasında da yayılır. Courbet’nin resimdeki etkisini Gustave Flaubert (1821- 1880) roman sahasında bir adım öteye taşır. Fransız edebiyatıyla realizmi tanıştıran kişi olarak bilinen Flaubert’in başyapıtı Madam Bovary (1857), burjuva ahlâkını realist bir tutumla gözler önüne sermesiyle Fransız sanat çevrelerini derinden sarsar. Katı nesnelliği ile kadın doğasını ifşa etmeye çalışan bu roman, ahlak dışılık suçlamalarına maruz kalır.

Realizmin toplumsal geri planı olduğu gibi estetik bir geri planı da vardır. Stendhal ve Balzac romancılığının 1850 sonrası realist yazarlarına ve realizmin kuramlaşmasına katkısı büyüktür.

Stendhal, romanları için “Büyük bir yol üzerinde gezinen bir aynadır” ifadesini kullanırken gözleme verdiği öneme işaret eder.

İnsanlık Komedisi başlığında topladığı roman ve hikâyeleriyle klasik roman tekniğinin kurucuları arasında yer alan Balzac da realizmin ilk evresinde değerlendirilir. Balzac, eserlerini üç grupta toplama gayretindedir. Bunlardan ilki insan yaşamını ve toplumu oluşturan başat ilkeleri belirlemeye çalıştığı “çözümleyici-analitik” gruptur. İkincisi insan davranışlarını ve eylemlerini belirleyen sebepleri değerlendirme niyetinde olduğu “felsefi incelemeler”; sonuncusu ise insan davranışlarının bu defa sonuçlarına yönelen “töre incelemeleri”dir. Töre incelemelerini taşralı, askerî, kırsal gibi denek kişi, sahne ve mekânlar üzerinden yapacaktır.

Balzac toplumu ve insanı bir doğa bilgininin hayvan türlerini izah ettiği şekilde düşünür. Toplumsal ortamın insanın davranışları, karakteri üzerinde etki yaptığı düşüncesinden hareket eden Balzac, romanlarında geçecek olayların yaşanacağı yerlere, evlere, sokaklara gitmiş, görmüş ve notlar almıştır. İlgili dokümanları toplamak amacıyla Paris içinde uzun gezintiler, taşrada seyahatler düzenlemiştir. Ayrıca, gerektiğinde yetkili kişilere başvurmuş, onlardan roman konularıyla ilgili bilgiler almıştır. Gözleme verdiği önem nedeniyle Balzac’ın romanlarında, olayın geçtiği şehre, çevreye, yere ait tasvirler geniş yer tutar. Roman kahramanlarının yazar tarafından çizilen portreleri bir başka realist öğeyi oluşturur. Onların dış görünümleri uzun uzun tasvir edilir. Kısacası roman anlayışı ve kullandığı tekniklerle Balzac, realist yazarlar için bir çıkış noktası olmuştur.

Flaubert ve Goncourt Kardeşler’in romanlarını yazmadan önce ansiklopedilerden, kitaplardan, araştırma ve notlardan yararlandıkları, anlatacaklarının gerçekliğinden emin olmak için araştırma yaptıkları ve hatırı sayılır birer kütüphaneleri olduğu bilinir. Amaçladıkları nesnellik ve bilimselliktir. Bir bilim adamı titizliğinde, bilimsel yöntemler eşliğinde sağlam sonuçlara varmayı hedeflerler.

Realizmin çıkış eseri Madam Bovary’nin akım açısından önemi en küçük ayrıntısına kadar mantık silsilesini bozmadan karakterlerin ruh hâllerini ortaya koyması ve duyguya yer vermeyen sağlam nesnelliğidir. Realizmin ve tam anlamıyla natüralizmin ana temalarından biri olan burjuva eleştirisi ise hem bu romanın hem de Flaubert külliyatının vazgeçilmezleri arasındadır.

Flaubert bir romancının karakterlerini objektif bir şekilde müşahede etmesini, onların yaşadıkları ruh olaylarının içine girebilmesini ve objektif bir şekilde bu olayları tahlil etmesini istemiştir. Goncourt Kardeşler ise, romanı bilimsel terimlerle tanımlamışlar, onu tarih gibi düşünüp gerçek dokümanların kaydı olarak görmüşlerdir.

Realist edebiyata temel olan ilkeler:

  1. Gerçeğin temel olması: Realistlerin gerçeği ise yaşanmış, elle tutulan, gözle görülen nesnel gerçeklerdir. Bu, realizmin dayandığı pozitivizm ilkesi ile ilgili bir durumdur. Pozitivizmin ilgi alanı maddedir. Sınanabilen, deneyler yoluyla elde edilen bilgiyi önceler ve metafiziği reddeder.
  2. Nesnellik ilkesi: Pozitivizmin olay ve olguları nedensellik dairesi içinde, determinist bir yaklaşımla, bilimsel veriler doğrultusunda ele aldığı gibi realistler de malzeme olarak kullandığı toplumsal gerçekliklere bilim adamının nesnelliği ile yaklaşır.
  3. İnsan tabiatı: Realizm evrensel insan tabiatına yoğunlaşır. İnsanın benliğine ait ilkel özellikler ön plana çıkarılır. Maddeye düşkünlük, arzular, cinsellik, açlık vb. insandan insana değişmeyecek değerler, determinizmin, nedenselliğin uygulanması için birebirdir. Realist eserlerde insan, çevre ve toplum içinde sunulur ve yukarıdaki değerlerle sınanır.
  4. Gözlem ve betimleme: Realizm, edebi eserde anlatılacak olayların ve kahramanların gerçek hayatın birer yansıması olduklarını ortaya koymak ve sahihlik algısını güçlendirmek için insanı çevresiyle bir bütün içinde değerlendirir. Uzun ve ayrıntılı mekân tasvirleri realist romanın belirgin özelliklerindendir. Aynı şekilde insan mazisi, hâli ve geleceği yanında fiziksel ve sosyolojik tüm yönleriyle arada hiçbir bağlantı kopukluğuna izin verilmeksizin betimlenir.
  5. Dramatik roman ve olay örgüsü: Realist yazarların betimlemeye ağırlık vermesi aksiyonun düşmesine ve olay örgüsünün romantik edebiyata göre geri plana itilmesine neden olur. Romantik dönem romanlarındaki girift olay örgüsüne realist romanlarda rastlamak pek mümkün değildir. Aynı zamanda yaşanmış olaylardan yola çıktıkları ve nesnel gerçekliğe bütünüyle uymak zorunda oldukları için muhayyile de zayıflar. Bunun yanında realist romanda betimlemeler aracılığıyla sahneleme, gösterme ve kahramanı davranış içinde tanıtma esastır.
  6. Dil ve üslup: Realist yazarlar pozitivizmin bir neticesi olarak olayları ve kahramanlarını mantıksal bir boşluk bırakmadan ince ince işlerken dil işçiliğinde de titizlenir. Biçim ve içeriğin uyumlu olmasına dikkat eder.

Realizmin önemli temsilcileri; Stendhal (1783-1842), Honoré de Balzac (1799-1850), Gustave Flaubert (1821- 1880), Goncourt Kardeşler (Edmond, 1822-1896; Jules, 1830-1870), Charles Dickens (1812-1870), Turgenyev (İvan Sergeyeviç, 1818-1883), Nikolay Gogol (1809- 1852), Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910).

Giriş

“Realizm” Fransızca “Réalité-Réalisme” sözcüklerinden dilimize geçen, “real-gerçek” kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Realizmi karşılamak için “Gerçekçilik” terimi de kullanılır. Felsefede “gerçek”, “düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan”dır. Varlığın insan bilincinin süzgecinden geçip deforme olmamış salt hâlidir.

Realizmin gerçeği ise gözle görülen, akılla kavranan ve yine akılla yansıtılan, kısacası beş duyu organı ile herkes tarafından aynı şekilde algılanan nesnelerdir. Doğanın idealize edilmemiş hâlidir.

Sanatta realizm, günlük yaşamı, toplumsal sorunları bireysel duygulara fazla yer vermeden, olduğu gibi, ayrıntılarıyla betimleme ve anlatma ilkesine dayanır.

Temellerini pozitivizme dayandıran realizm, natüralizmle hemen hemen aynı toplumsal, siyasi, felsefi ve estetik nedenlerin sonucudur ve bu iki akım pek çok yönden birbirlerine benzer. Natüralizmin pozitivizme ek olarak Darvinizm ilkesine daha fazla ağırlık vermesi, onun realizmle ayrışmasını sağlar. Dolayısıyla natüralizmi, realizmin bir üst katmanı olarak görmek mümkündür. Parnasizm ise realizm ve natüralizmin şiirdeki yansımasıdır. Her ne kadar ortak özellikleri fazla olsa da ayrıştıkları yönlerin de önemli olması, akımları ayrı ayrı değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.

Realizme Zemin Hazırlayan Toplumsal ve Siyasi Ortam

Rönesans’la birlikte skolastik düşünceyi yıkan Batı, Aydınlanma Dönemi’nden itibaren monarşik siyasi yapıyı sorgulamaya başlar. Henüz 17. Yüzyılda René Descartes (1596-1650) aklın ve eleştirel düşüncenin üstünlüğünü savunur. Montesquieu (Charles-Louis de Secondat,1689- 1755) siyasette güçler ayrılığı ilkesinin vazgeçilmezliğine işaret eder. Aydınlanmanın sembol ismi Voltaire (François Marie Arouet 1694-1778) parlamenter sistemin ipuçlarını verir. Rousseau (Jean Jack, 1712-1778) ise insanların yasalar karşısında eşit olması gerektiğini vurgular.

Fransa, zihniyet değişiminin ilk ve büyük siyasi dönüşümünü 1789 ihtilali ile gerçekleştirir. Mutlak monarşinin yıkılıp cumhuriyet rejiminin kurulması ile sonuçlanacak bu siyasi gelişmenin getirdiği değerler, yalnızca Fransa sınırlarında etkili olmakla kalmayacak, aşama aşama Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılacaktır.

1789 İhtilali’ni takiben Fransa, siyasi ve ekonomik olarak ciddi bir kaosun içine girer ve 1848’de bir başka ayaklanma ile sarsılır.

1848’den sonra Avrupa, başkaldıran milletlerin isyanına sahne olur. Ardı ardına bağımsızlığını ilan eden ülkeler, parlamenter sisteme geçip anayasalarını oluşturur.

Fransız İhtilali kadar önemli bir diğer gelişme de “Sanayi Devrimi”dir.

Sanayi Devrimi günümüz üretim ve tüketim alışkanlıklarının yanında dünyadaki ekonomik yapıların da temelinin atıldığı son derece önemli bir evredir.

Sanayileşme kömür odaklı olduğu için kömür yatakları fazla olan İngiltere, sanayileşmenin öncüsü konumundadır.

Petrol ve elektriğin kullanılmaya başlanması ise ikinci sanayi devrimi demektir. ABD’de ilk petrol kuyusu 1859 yılında Albay Edwin Drake (1819-1880) tarafından açılır. Sonra oyuna Rusya dâhil olur. İlkin aydınlatmada kullanılan petrol, patlamalı motorun icadıyla farklı alanlarda kullanılmaya başlar.

Teknolojik ilerleme karşılıklı birbirlerinin neden ve sonuçları olmak üzere bilişsel aydınlanma ile tam bir paralellik içindedir. Öyle ki aşamalı olarak tabuların yıkılması, zihinlerin açılması, fikirlerin hür biçimde dile getirilmeye başlanması “Aydınlanma”yı getirir. Aydınlanma felsefesi sanayi devriminin arkasındaki temel itici güçtür.

Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş 19. yüzyıl Avrupalısı rasyonalist, pozitivist ve kimi zaman materyalist bir dünya görüşünün içindedir. Edebiyatta realizm de bu felsefelerin bir uzantısı olacaktır.

Realizmin Felsefi ve Epistemolojik Temelleri

Realizmin felsefi temellerini rasyonalizm, pozitivizm ve determinizm oluşturur. Bunların kökleri ise 17. yüzyıl “Kartezyen felsefesi”ne dayanır. Onu takiben Aydınlanma Çağı ile birlikte Avrupa düşünce yapısında mistiğin ve dogmanın yerini akıl ve bilimsellik alacaktır.

Rönesans’la birlikte orta çağ düşünce yapısı sarsılmaya başlar. İtalya’da tohumları atılan bu radikal değişim, kısa sürede Avrupa’nın neredeyse tamamına yayılır. İtalya’da resim ve heykel sahasında ağırlık kazanan Rönesans, Almanya’da dinî resimler, İngiltere’de edebiyat ağırlıklı olarak yayılma alanını genişletir.

Rönesans, Avrupa insanında ortak bir Avrupa kültürü olduğuna dair bir şuur yaratır. Rönesans’ın yarattığı görece özgür düşünce ortamı onu takip eden 17. yüzyıl felsefesinin de zeminini oluşturur.

René Descartes, Thomas Hobbes (1588- 1679), Baruch Spinoza (1632-1677), Gottfried Leibniz (1646-1716)’in başı çektiği 17. yüzyıl felsefesinin ana dinamiği rasyonalizmdir. Rasyonel (Kartezyen) düşüncenin ardında ise bir önceki dönemin bilimsel gelişmeleri vardır.

Türkçe karşılığı “akılcılık” olan “rasyonalizm” (Latince ratio: akıl, us) aklı bilginin kaynağı olarak alan felsefi akımdır.

“Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) sözüyle tanınan Descartes, felsefe tarihçilerinin genel kanaatine göre modern çağ felsefesinin başlangıcıdır. Matematik, fizyoloji ve fizik gibi bilim alanlarında çalışmalar yapan filozofun öğretisi düalist bir nitelik taşır.

Antik Yunan filozoflarının şüpheciliğini yeniden bir yöntem olarak kullanmaya başlayan düşünür, analitik geometri adı verilen matematiksel kesinliklere varmaya çalışır.

Descartes kişinin kendini duyulara dayalı bir kavrayıştan sıyırıp daha nesnel olanı benimsemesi gerektiğine inanır. Bu da akılla mümkündür.

Aydınlanma felsefesinin temelini toplumdaki eksiklikleri gidermek, iyilik, adalet ve bilimsel bilgi düşüncesini yayarak gelenekleri, politikayı, yaşam koşullarını değiştirmeye çalışmak oluşturur. Bu felsefede bilincin toplumun gelişmesinde belirleyici rol oynadığı, toplumdaki kötülüklerin insanların cehaletinden ve kendi doğalarını anlama gücünden yoksun oluşlarından kaynaklandığı idealist sanısı hâkimdir.

Aydınlanmanın geçmişini belirlerken her şeyin maddeyle ve fizikle açıklanabileceğine inanan Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Locke (1632-1704)’a ayrı bir önem verilir. İnsanı boş bir levha (Tabula Rasa) olarak gören ve insanın deneyimlerle kendini var ettiğini düşünen Locke, ampirist felsefesi ile akıl çağının, aydınlanmanın öncülerindendir.

Aydınlanma düşüncesinin hızla yayılmasını sağlayan gelişmelerin başında Ansiklopedi (Encyclopédie)’nin yayımlanması gelir. Kilise’nin yasaklama çabalarına rağmen eseri yayımlayan Ansiklopedi’nin baş editörü Diderot olacaktır.

Aydınlanmayı belirleyen tavır ve eğilimler sırasıyla, hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil ulusal sınırlar tarafından çizilen, insani bir dünya olduğu, anlamına gelir.

19. yüzyılla birlikte romantikler tarafından ruhsuz; muhafazakârlar tarafından da geleneksel ahlâka ve dine karşı tavırlarıyla radikal olmakla suçlanmaya başlanan Aydınlanma, yine bu yüzyılla birlikte yerini Hegel, Charles Darwin (1809-1882) ve Karl Marx (1818-1883)’ın düşüncelerine bırakmaya başlayacaktır. Aydınlanmanın başat miraslarından biri pozitivizmdir.

Olguculuk olarak da bilinen pozitivizm en sağlam bilginin bilimsel bilgi olduğunu savunan felsefi sistemdir. Sosyolojinin babası sayılan August Comte’un sistemleştirdiği pozitivizme göre gerçek bilginin kaynağını doğa bilimleri oluşturur. Klasik Alman idealizminin bilimsel gelişmeler sonucu ortaya çıkan yeni felsefi problemleri çözemeyişi karşısında bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Klasik felsefenin varlık ve nedenler üzerindeki soyut çıkarımlarının yetersizliğine inandıkları için deney yoluyla edinilemeyecek, çözümlenip sınanamayacak kavram ve önermelerin anlamsız olduğunu düşünmüşlerdir.

Realizmin Doğuşu ve Temel İlkeleri

Realizm, dönemin akademik ve sosyokültürel sınırlamalarına karşı çıkışla başlar. Akademik sanatın sanatsal üretim sırasında sanatçıyı belirli sınırlar çerçevesinde faaliyet göstermeye zorlaması, yeni gerçeklik arayışlarını beraberinde getirir.

Realizm 1850’lerden itibaren önce resim alanında gelişmeye başlar. Gustave Courbet (1819-1877)’nin “Ornans’ta Cenaze” eseri realizmin çıkışı olarak kabul edilir. Bu resim etrafında gelişen tartışmalar yavaş yavaş realist kuramın da oluşmasına vesile olur. Tartışmanın ateşli ismi Champfleury (Jules François Felix Husson, 1821-1889)’nin Lettre a Mme Sand (Madam Sand’a Mektup) eseri gerçekçiliğin manifestosu niteliğindedir. Yazılarıyla Courbet’nin tanınmasını sağlayan da odur. Romanın günlük yaşamın fotoğrafı olması gerektiğine inanmıştır.

Barbizon Okulu 19. Yüzyılın ortalarında romantizmin doğaya kaçış ilkesinden filizlenen ancak onların melodramatik resimselliğine karşı çıkarak doğalcılığa yönelen bir sanat okuludur. Courbet gibi akademik geleneğe karşı çıkmışlardır.

Realizmin insanı çevreyle bir bütün hâlinde ele alan anlayışı kısa sürede edebiyatçılar arasında da yayılır. Courbet’nin resimdeki etkisini Gustave Flaubert (1821- 1880) roman sahasında bir adım öteye taşır. Fransız edebiyatıyla realizmi tanıştıran kişi olarak bilinen Flaubert’in başyapıtı Madam Bovary (1857), burjuva ahlâkını realist bir tutumla gözler önüne sermesiyle Fransız sanat çevrelerini derinden sarsar. Katı nesnelliği ile kadın doğasını ifşa etmeye çalışan bu roman, ahlak dışılık suçlamalarına maruz kalır.

Realizmin toplumsal geri planı olduğu gibi estetik bir geri planı da vardır. Stendhal ve Balzac romancılığının 1850 sonrası realist yazarlarına ve realizmin kuramlaşmasına katkısı büyüktür.

Stendhal, romanları için “Büyük bir yol üzerinde gezinen bir aynadır” ifadesini kullanırken gözleme verdiği öneme işaret eder.

İnsanlık Komedisi başlığında topladığı roman ve hikâyeleriyle klasik roman tekniğinin kurucuları arasında yer alan Balzac da realizmin ilk evresinde değerlendirilir. Balzac, eserlerini üç grupta toplama gayretindedir. Bunlardan ilki insan yaşamını ve toplumu oluşturan başat ilkeleri belirlemeye çalıştığı “çözümleyici-analitik” gruptur. İkincisi insan davranışlarını ve eylemlerini belirleyen sebepleri değerlendirme niyetinde olduğu “felsefi incelemeler”; sonuncusu ise insan davranışlarının bu defa sonuçlarına yönelen “töre incelemeleri”dir. Töre incelemelerini taşralı, askerî, kırsal gibi denek kişi, sahne ve mekânlar üzerinden yapacaktır.

Balzac toplumu ve insanı bir doğa bilgininin hayvan türlerini izah ettiği şekilde düşünür. Toplumsal ortamın insanın davranışları, karakteri üzerinde etki yaptığı düşüncesinden hareket eden Balzac, romanlarında geçecek olayların yaşanacağı yerlere, evlere, sokaklara gitmiş, görmüş ve notlar almıştır. İlgili dokümanları toplamak amacıyla Paris içinde uzun gezintiler, taşrada seyahatler düzenlemiştir. Ayrıca, gerektiğinde yetkili kişilere başvurmuş, onlardan roman konularıyla ilgili bilgiler almıştır. Gözleme verdiği önem nedeniyle Balzac’ın romanlarında, olayın geçtiği şehre, çevreye, yere ait tasvirler geniş yer tutar. Roman kahramanlarının yazar tarafından çizilen portreleri bir başka realist öğeyi oluşturur. Onların dış görünümleri uzun uzun tasvir edilir. Kısacası roman anlayışı ve kullandığı tekniklerle Balzac, realist yazarlar için bir çıkış noktası olmuştur.

Flaubert ve Goncourt Kardeşler’in romanlarını yazmadan önce ansiklopedilerden, kitaplardan, araştırma ve notlardan yararlandıkları, anlatacaklarının gerçekliğinden emin olmak için araştırma yaptıkları ve hatırı sayılır birer kütüphaneleri olduğu bilinir. Amaçladıkları nesnellik ve bilimselliktir. Bir bilim adamı titizliğinde, bilimsel yöntemler eşliğinde sağlam sonuçlara varmayı hedeflerler.

Realizmin çıkış eseri Madam Bovary’nin akım açısından önemi en küçük ayrıntısına kadar mantık silsilesini bozmadan karakterlerin ruh hâllerini ortaya koyması ve duyguya yer vermeyen sağlam nesnelliğidir. Realizmin ve tam anlamıyla natüralizmin ana temalarından biri olan burjuva eleştirisi ise hem bu romanın hem de Flaubert külliyatının vazgeçilmezleri arasındadır.

Flaubert bir romancının karakterlerini objektif bir şekilde müşahede etmesini, onların yaşadıkları ruh olaylarının içine girebilmesini ve objektif bir şekilde bu olayları tahlil etmesini istemiştir. Goncourt Kardeşler ise, romanı bilimsel terimlerle tanımlamışlar, onu tarih gibi düşünüp gerçek dokümanların kaydı olarak görmüşlerdir.

Realist edebiyata temel olan ilkeler:

  1. Gerçeğin temel olması: Realistlerin gerçeği ise yaşanmış, elle tutulan, gözle görülen nesnel gerçeklerdir. Bu, realizmin dayandığı pozitivizm ilkesi ile ilgili bir durumdur. Pozitivizmin ilgi alanı maddedir. Sınanabilen, deneyler yoluyla elde edilen bilgiyi önceler ve metafiziği reddeder.
  2. Nesnellik ilkesi: Pozitivizmin olay ve olguları nedensellik dairesi içinde, determinist bir yaklaşımla, bilimsel veriler doğrultusunda ele aldığı gibi realistler de malzeme olarak kullandığı toplumsal gerçekliklere bilim adamının nesnelliği ile yaklaşır.
  3. İnsan tabiatı: Realizm evrensel insan tabiatına yoğunlaşır. İnsanın benliğine ait ilkel özellikler ön plana çıkarılır. Maddeye düşkünlük, arzular, cinsellik, açlık vb. insandan insana değişmeyecek değerler, determinizmin, nedenselliğin uygulanması için birebirdir. Realist eserlerde insan, çevre ve toplum içinde sunulur ve yukarıdaki değerlerle sınanır.
  4. Gözlem ve betimleme: Realizm, edebi eserde anlatılacak olayların ve kahramanların gerçek hayatın birer yansıması olduklarını ortaya koymak ve sahihlik algısını güçlendirmek için insanı çevresiyle bir bütün içinde değerlendirir. Uzun ve ayrıntılı mekân tasvirleri realist romanın belirgin özelliklerindendir. Aynı şekilde insan mazisi, hâli ve geleceği yanında fiziksel ve sosyolojik tüm yönleriyle arada hiçbir bağlantı kopukluğuna izin verilmeksizin betimlenir.
  5. Dramatik roman ve olay örgüsü: Realist yazarların betimlemeye ağırlık vermesi aksiyonun düşmesine ve olay örgüsünün romantik edebiyata göre geri plana itilmesine neden olur. Romantik dönem romanlarındaki girift olay örgüsüne realist romanlarda rastlamak pek mümkün değildir. Aynı zamanda yaşanmış olaylardan yola çıktıkları ve nesnel gerçekliğe bütünüyle uymak zorunda oldukları için muhayyile de zayıflar. Bunun yanında realist romanda betimlemeler aracılığıyla sahneleme, gösterme ve kahramanı davranış içinde tanıtma esastır.
  6. Dil ve üslup: Realist yazarlar pozitivizmin bir neticesi olarak olayları ve kahramanlarını mantıksal bir boşluk bırakmadan ince ince işlerken dil işçiliğinde de titizlenir. Biçim ve içeriğin uyumlu olmasına dikkat eder.

Realizmin önemli temsilcileri; Stendhal (1783-1842), Honoré de Balzac (1799-1850), Gustave Flaubert (1821- 1880), Goncourt Kardeşler (Edmond, 1822-1896; Jules, 1830-1870), Charles Dickens (1812-1870), Turgenyev (İvan Sergeyeviç, 1818-1883), Nikolay Gogol (1809- 1852), Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910).

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.