Açıköğretim Ders Notları

Balkanlar´da Siyaset Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Balkanlar´da Siyaset Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Balkanlar’In Ekonomisi, Ticari Ve Finansal Yapısı

Ekonomik Altyapı

Balkan ülkelerinin dünya GSYH’si payının gittikçe daralmasının nedeni son iki yüzyıldır Batı Avrupa ile Balkanlar arasındaki refah farkının gittikçe büyümesidir.

1912-1913’te yaşanan Balkan Savaşları ve ardından 1914- 1918 ile 1939-1945 yılları arasında yaşanan dünya savaşları, Balkanlar’daki sosyoekonomik durumu daha da fazla kötüleştirmiştir. Balkan devletleri borçlanmış, ekonomileri zarar görmüş ve büyük nüfus kayıpları yaşanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Balkan ülkeleri tarımsal ekonomiler olmaya devam etmiş ve ticaret yönüyle Batılı ülkelere bağımlı kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Sovyetler Birliği, merkezi planlama olarak bilinen ekonomik sistemi Yunanistan hariç, Balkan ülkelerine de ihraç etmeyi başarmıştır. Sovyet askeri gücü yardımıyla iktidara gelen komünist yönetimler, Sovyet ekonomik modeline daha sıkı bir şekilde bağlı kalmıştır. Arnavutluk, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, Çin, Kuzey Vietnam ve Küba’daki komünistler, kendi çabalarıyla iktidarı ele geçirmiş ve Sovyet hâkimiyetinden bağımsız hareket ederek, önemli ölçüde kendilerine özgü merkezi planı ekonomi yapılarını belirlemişlerdir.

Millileştirme ve kollektifleştirme alanında Balkan ülkeleri içinden en hızlı davranmış olan YSFC’de, zamanla “toplumsal mülkiyet” baskın bir mülkiyet biçimine dönüşmüştür. Burada işletmeler kamu mülkiyetinde olmasına rağmen, işçilerin yönetimi altındaydı. Ancak söz konusu işletmelerin genel ekonomik planlara uymalarını sağlamak amacıyla, yöneticiler bazı araçlara başvurmuştur.

YSFC sadece toplumsal mülkiyetle değil, 1953 yılında tarımda sınırlı özel mülkiyete izin vermeye başlamış olmakla da diğer merkezi planlı ekonomilerden ayrışmaktaydı.

Yugoslavya’nın aksine, Bulgaristan ekonomisinin Sovyetler Birliği’ne olan bağımlılığı hep yüksek seviyelerdeydi. Bulgaristan baştan beri hızlı sanayileşme hamlelerini Sovyetlerden gelen teknik ve finansal yardımlar ve makineler sayesinde gerçekleştirmiştir.

1960’ların başlarından sonra Romanya, yavaş yavaş “kayıtsız şartsız Sovyetler Birliği’ne itaat eden ülke” olma sıfatını yitirmeye başlamıştır. Sovyet planlarında Romanya öncellikle besin maddesi üreticisi olarak tasarlanıyordu. Böyle bir yaklaşım nedeniyle, ülkenin yöneticileri Doğu Bloku ile olan ticareti azaltmaya ve Romanya’yı bağımsız bir şekilde sanayileştirmeye çalışmıştır. Romanya lideri Nikolay Çavuşesku, bütün üretim alanlarında kendi kendine yeterliliği hedeflemiş, döviz kurlarına sıkı kontroller uygulamış, ithalata sınırlı bir şekilde izin vermiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’nın en çok içine kapanmış ülkesi Arnavutluk’tur. 41 yıl iktidarda kalan Enver Hoca ve Komünist Partisi, ülkeyi tam bir ekonomik ve siyasi izolasyona doğru sürüklemiş, bu nedenle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ciddi gıda kıtlıklarıyla karşı karşıya kalan Arnavutluk’a, zaman zaman dış ülkelerden gıda yardımları yapılmıştır. Hammadde açısından Arnavutluk kendi kendine yetmiştir. 1985’te Enver Hoca’nın ölümüyle iktidarı devralan Ramiz Alia, rejimin baskıcı unsurlarını kısmen hafifletmiş, uzun izolasyoncu politikadan ilk tavizleri vermiştir. 1989 yılına gelindiğinde, Arnavutluk Balkan ülkeleri içinde en düşük kişi başına düşen gelire sahipti.

Merkezi planlı ekonomilere katılmayan Yunanistan, 1963- 1973 arasında yıllık reel büyüme oranlarıyla altın çağını yaşamıştır. 1979 yılında ise Yunanistan, yaklaşık on yıl sürecek bir ekonomik durgunluk dönemine girmiştir. 1981’de AB üyeliğine kabul edilmiş olmasına rağmen, Yunanistan ekonomisi canlanamamış, bu nedenle izlenen maliye politikaları kontrolden çıkmaya başlamıştır.

Genel olarak Balkan ülkeleri merkezi planlamadan piyasa ekonomisine geçiş sürecini olumsuz koşullarda başlamıştır. 1990’lı yıllarda bölgede yaşanan savaş ve diğer çatışmalar, Balkanlar’da iktisadi dönüşüm sürecinin normal bir gidişat içinde yaşanmasını engellemiştir. Bulgaristan ve Romanya’da savaş gibi siyasi nedenlerle reformlar önemli ölçüde geciktirilmiştir. Balkanlar’da siyasi hedefler hep ekonomik hedeflerin önünde olmuştur. Yunanistan’ın yanı sıra, geri kalan ülkelerde de ekonomik ve toplumsal sorunlar önemli gündem maddesi olarak kalmaya devam etmektedir.

Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’da gerçekleştirilen “Balkan Barometresi 2016” adlı bir anket çalışmasının sonuçları, işsizlik ve genel ekonomik durumun Balkan ülkelerinin ana sorunları olduğunu ortaya koymuştur.

Halkın beklentileri doğrultusunda son yıllarda Balkan ülkelerinin liderlerini meşgul eden konuların başında ekonomi yer alıyor. Bütün Balkan ülkeleri, yıllardır devam eden ekonomik durgunluktan kurtulmanın yollarını arıyor. Üretim kapasitelerini iyileştirmek ve istihdamı artırmak, bütün Balkan ülkelerinin ulaşmaya çalıştığı temel hedefler arasındadır. Ancak bu hedeflere nasıl ulaşılabileceği konusunda bölgede görüş birliği yoktur.

Balkan ülkelerindeki ulaştırma altyapısına ilişkin yapılan çalışmalar bölgedeki ulaştırma altyapısının yeterince gelişmemiş olduğuna işaret ediyor. Sadece fiziki altyapı değil, ulaştırma sektörüne ilişkin kurumlar ve izlenen politikalar da zayıf olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle, bölgedeki bütün ulaşım türlerine, özellikle de onlarca yıl ihmal edilmiş olan demiryollarına yönelik yatırım, bakım ve onarım çalışmalarının gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyuluyor. 1990’lardan bu yana Balkan ülkelerinden sadece Yunanistan ve Hırvatistan ulaşım altyapısına kayda değer yatırımlar yapabildi.

Balkanlar’ın enerji durumunda göze çarpan husus, petrol ve doğal gaz rezervlerinin çok az olması ve bölgenin bununla ilgili ihtiyacının çok büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılıyor olmasıdır. Doğalgazın neredeyse tamamı Rusya’dan ithal ediliyor. Balkanlar bir tek kömür üretimi ve tüketimi açısından bölge olarak neredeyse kendi kendine yetiyor. Bölgede sadece Romanya petrol ve doğal gaz rezervleri açısından daha zengindir.

İktisadi Dönüşüm

1980’li yılların sonunda sosyalist anlayışın iflas etmesinin ardından Balkanlar’da planlı ekonomik yapı tasfiye edilerek piyasa ekonomisine doğru dönüşüm süreci yaşanmaya başlamıştır. Bölge ülkelerinde yeni yönetimlerin temel görevleri, sosyalist yönetimi ortadan kaldırmak ve yeni toplum yapısını inşa etmek olmuştur. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sırbistan ve Kosova’da savaş yılları sadece iktisadi dönüşüm sürecini geciktirmemiş, yolların, köprülerin, elektrik şebekelerinin, okul ve hastanelerin onarılması veya yeniden inşa edilmesi gibi yeniden yapılanma çalışmalarını da zorunlu kılmıştır.

Dönüşüm kavramı birbiriyle ilişkili üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi iktisadi dönüşüm unsurudur. Ekonomik sistemin dönüşümünü sağlamaya çalışan ülke ekonomileri de genel olarak geçiş ekonomileri olarak adlandırılmıştır. Dönüşüm kavramının ikinci unsuru siyasi dönüşümdür. Üçüncü unsuru ise güvenlik dönüşümüdür.

İktisadi dönüşüm sürecinin şartlarını dört temel maddede özetlemek mümkündür. Birincisi, piyasa ekonomisini destekleyen para ve maliye politikalarıyla makroekonomik istikrar sağlanmalıdır. İkincisi; ekonomik faaliyetler, fiyatlar ve piyasa işlemleri serbestleştirilmelidir. Üçüncüsü, kamu şirketleri yeniden yapılandırılmalı ve özelleştirilmelidir. Dördüncüsü, gerekli yasal ve kurumsal reformlar gerçekleştirilmelidir. Bu kapsamda, piyasaların işleyişine güven kazandırılmalı ve devletin ekonomideki yeri yeniden tanımlanmalıdır. Beşeri sermaye yatırımlarıyla ise piyasa ekonomisinin gereklerine uygun kamu personeli yetiştirilmelidir. Bunun dışında ticari ilişkileri ve mülkiyet haklarını düzenleyen yasal çerçeve belirlenmeli, vergi sisteminde reform gerçekleştirilmeli ve sosyal güvenlik ağları geliştirilmelidir.

İktisadi dönüşümün ilk başlarda beraberinde getirdiği yüksek işsizlik ve enflasyon ile düşen millî gelir yüzünden, 1990’ların ilk yarısında Balkan ülkelerinde genel olarak eski rejime yönelik “nostalji sendromu” yaşanmıştır. Bunun bir neticesi olarak ülkeden ülkeye dozu değişen bir şekilde, ekonomik reformlarda gecikmeler yaşanmıştır. Savaşa bulaşmamış Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’da bile ancak 1990’ların ikinci yarısından itibaren ekonomiye daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Savaştan savaşa sürüklenen Sırbistan’da ise 2000 yılına kadar ekonomik hedeflerden çok, siyasi hedefler ağır basmıştır.

Balkanlar’da merkezi planlı dönemden piyasa ekonomisine geçiş sürecinde yaşanan fenomenlerden birisi, durup dururken güçlü sermaye sahiplerinin ortaya çıkmış olmasıdır. Daha önce isimleri pek bilinmeyen bazı şahıslar aniden zengin işadamlarına dönüşmeyi başarabilmiştir. İlk zenginler genel olarak eski komünist elitler içinden, özellikle önceki sistemde ekonomik yaşamda yönetici konumda olanlar arasından çıkmıştır. Nitekim kontrolsüz özelleştirmeler nedeniyle kamu işletmelerinin bazıları ve kimi gayrimenkuller neredeyse geceden sabaha uygun fiyatlardan eski komünistlerin özel mülkiyetine geçmiştir.

1990’larda yaşanan savaşlar da bazı şahısların kriminal faaliyetler üzerinden zenginliğe kavuşmasını sağlamıştır. Bunun dışında, Balkanlar’da yaşanan hiper enflasyon dönemlerinde de siyasi destek sayesinde sermayelerini büyütenler olmuştur. Bazı şahıslara kamu bankalarından döviz kuruna endekslenmeden büyük krediler çekmelerine izin verilmiş, ardından değerini iyice yitirmiş ulusal para üzerinden kredi geri ödemesi yapılarak, var olan servetlere büyük meblağlar eklenmiştir.

Balkanlar’da Genel Refah Seviyesi

1990’lı yıllarda eski YSFC coğrafyasında yaşanan savaşlar bölgede önemli ekonomik tahribatlara ve yatırımlarda kullanılabilecek kaynakların önemli ölçüde tüketilmesine neden olmuştur.

1990’lı yıllarda eski YSFC coğrafyasında yaşanan savaşların, bölge ülkelerindeki nüfus yapısına da büyük etkileri olmuştur. Savaşlar yüz binlerce kişinin ölümüne yol açtığı gibi, 3 milyona yakın insanın mülteci veya zorla yerinden edilen kişi haline gelmesine neden olmuştur.

Savaş ve çatışmalar dışında, 1990’lı yıllarda piyasa ekonomisinin çalışmasını sağlayacak olan kurumların yeterince geliştirilmemesi, ekonomik özgürlüğün kısıtlı kalması, tasarruf ve doğrudan yabancı yatırım oranlarının düşük olması ve özelleştirmelerin geciktirilmesi gibi faktörler yüzünden de Balkan ülkelerinin iktisadi kalkınma süreci olumsuz etkilenmiştir.

Merkezi planlı ekonomilerin ortadan kalkması da başlı başına istihdam ve reel millî gelirde daralma gibi zorlukları ortaya çıkarmıştır. 1980’li yıllar boyunca Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın reel GSYH oranları yükselme eğilimi göstermiştir. İktisadi dönüşüm sürecinin yaşanmaya başlamasıyla birlikte, bu ülkelerin reel GSYH seviyeleri daralmıştır. 1994 yılına gelindiğinde, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH düzeyi, 1989’dakinin ancak % 59,6’sı kadardı.

Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı 1996-1999 dönemi içinde de gerilemeye devam etmiştir. Dolayısıyla Balkan ülkeleri iktisadi dönüşüm sürecinin ilk on yılını büyük bir refah kaybıyla kapatmışlardır. İktisadi dönüşüm sürecini yaşamayan Yunanistan’ın büyüme açısından durumu ise 2000 yılına kadar göreceli olarak daha iyi olmuştur.

2000-2008 arası dönem Balkan ülkelerinin ekonomide canlanmanın yaşandığı yıllardır. Bu dönemde Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı % 5’in üzerinde seyretmiştir. Küresel ekonomik krizin olumsuz etkilerinin dünyada yoğun bir şekilde hissedildiği 2008 yılında, Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı % 6,5 olarak gerçekleşmiştir. 2000- 2008 yılları arasında Balkan ekonomileri yüksek oranlarda büyümüş olmasına rağmen, 2008 yılında bölge ülkelerinden Sırbistan, Bosna-Hersek ve Karada¤, 1989’daki reel GSYH düzeyine henüz ulaşmış değillerdi. Makedonya, Hırvatistan ve Bulgaristan ise aynı yıl içinde 1989’daki reel GSYH düzeylerini küçük farklarla aşabilmişlerdi.

2009 yılından itibaren küresel ekonomik krizin etkileri Balkan ülkelerinin makroekonomik değişkenlerine de yansımıştır.

Yunanistan’dan sonra, kişi başına düşen GSYH’si en yüksek Balkan ülkeleri Romanya ve Hırvatistan’dır. Bu ülkeleri ise sırasıyla Bulgaristan, Karada¤, Makedonya ve Sırbistan izlemektedir. Balkan ülkeleri içinde BosnaHersek, 28 AB ülkesine ait ortalama kişi başına düşen gelirin % 31’ine, Arnavutluk ise % 30’una sahiptir.

Balkan ülkelerindeki GSYH’lerin sektörel dağılımına bakıldığında, hizmetler sektörünün GSYH içindeki payının, 28 AB ülkesindeki ortalamanın gerisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Dünya Bankası verilerine göre, 2016 yılında bölge ülkelerinden sadece Yunanistan’da GSYH’nin % 80’ine karşılık gelen hizmetler sektörü, 28 AB ülkesindeki hizmetler sektörü ortalamasından daha çok katma değer üretmiştir. 28 AB ülkesindeki ortalamayla kıyaslandığı zaman, başta Arnavutluk, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan olmak üzere, tarım sektörünün Balkanlar’daki göreceli öneminin daha büyük olduğu görülmektedir.

2016 yılı içinde Balkan ülkelerindeki sanayi sektörünün GSYH içindeki payının ortalaması, 28 AB ülkesindeki aynı ortalamaya oldukça yakındı. Balkanlar’da sanayi üretimi 2009-2010 yıllarında reel anlamda daha da gerilemiş, bu tarihten sonra ise canlanmaya başlamıştır.

Refah düşüklüğüyle birlikte, bazı Balkan ülkelerinde işsizliğin ciddi bir sorun olduğu da belirtilmelidir. Yüksek işsizlik oranları, bölgeden göç eğilimini sürekli canlı tutmaktadır.

Balkan ülkelerindeki işsizlikten bahsederken kayıt dışı ekonominin yaygınlığı ve işsiz olarak gözüken bir kesimin kayıt dışı istihdamı göz ardı edilmemelidir. Diğer taraftan, iş gücünün bir kısmının çalışıyor gözükmesine rağmen, düzenli olarak maaşını/ücretini alamadığı da belirtilmelidir.

Enflasyon, Bütçe Dengesi ve Dış Borç

1990’ların ilk yarısında Yunanistan dışındaki bütün Balkan ülkeleri hiper enflasyon deneyiminden geçmiştir.

EBRD’nin verilerine göre 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin TÜFE olarak enflasyon oranlarında düşüşler olmuştur. 1999-2016 döneminde ise Balkan ülkelerindeki ortalama enflasyonun yıllık değerleri hep tek haneli olarak gerçekleşmiştir. İktisadi dönüşüm sürecini yaşamayan Yunanistan ise hiper enflasyon sorununu tecrübe etmemiş ve 1990’lı yılların başlarından beri daha ılımlı enflasyon oranlarına sahip olmuştur.

Enflasyonun aksine, Balkan ülkeleri sıkıntılı oranlara varabilen dış ticaret açıkları sorunundan kurtulmuş değildir. Söz konusu dış açıkların başlıca sebebi, bölgede eskimiş teknoloji ile üretilen ve uluslararası piyasalarda pek fazla rekabet edemeyen mallar olarak görülebilir. Birkaç yıl öncesine kadar kamu sektörünün payının çok büyük olması nedeniyle de rekabet ortamının gelişemediği, bunun ise ithalat hacmini büyüttüğü belirtilmelidir. Cari işlemlerdeki açıkları yüzünden, geçmiş yıllarda bölge ülkelerinde değişik döviz kuru krizleri yaşanmıştır.

Balkan ülkelerindeki cari işlemler açığının yıllarca sağlıklı sınırlar dışında kalmıştır. 2009-2016 yılları arasında Balkan ülkelerinde cari işlemler dengesi aşamalı olarak azalma eğilimine girmiştir. Ancak bu azalma büyük oranda, özellikle Yunanistan’da, ekonomik kriz nedeniyle düşen iç talebin ithalatı daraltmış olmasından kaynaklanmıştır.

1998-2016 yılları arasında Yunanistan’da cari işlemler dengesinin trendi, diğer Balkan ülkelerine ait ortalamaya benzerlik göstermiştir. Kamu bütçesinin dengesi bakımından ise 2004 yılından itibaren Yunanistan Balkan ülkelerindeki ortalamadan daha kötü durumda olmaya başlamış, bu ülkede 2008 sonrası açığa çıkan ekonomik krizin en önemli sebeplerinden biri de budur.

Gelişmiş AB ülkeleri dikkate alınarak hesaplanan Maastricht kriterlerine göre, kamu bütçesi açığının GSYH’ya oranı % -3’ü aşmamalıdır. 1997-2016 yılları arasında Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinde ortalama kamu bütçe dengesi yüzde olarak 0,5 ile -4,1 arasında değerler alarak ciddi boyutlarda sorun teşkil etmemiştir. Yunanistan’da ise 1997-2002 yılları arasında kamu dengesi hep pozitif olmuştur. Ardından 2007 yılına kadar kritik olmayan negatif değerler yer almış, 2009- 2011 yılları arasında ise Yunanistan’ın kamu bütçesi açığında büyük artışlar olmuştur. Yunanistan’ın bütçe açığında gözlenen bu ani artışlar kısmen küresel ekonomik krizin negatif etkileri ile açıklanabilir.

2011-2016 döneminde Yunanistan, mali hedeflerin karşılanması ve maliye politikasının iyileştirilmesi konusunda övgüye değer ilerleme kaydetmiştir.

Kamu bütçesi açıklarının giderilmesi için sıklıkla başvurulan yollardan birisi, dış borçlanmadır. 2016 yılı itibariyle, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin toplam dış borç stoku 243,7 milyar dolar civarındaydı. Tek başına sahip olduğu dış borç stokuyla ise Yunanistan Balkanlar’ın en borçlu ülkesiydi. Romanya ise ikinci sırada yer almıştır. 2016’da dış borcu en düşük bölge ülkesi 1,4 milyar dolar ile Kosova olmuştur.

Balkanlar’da Finansal Sistem

Balkanlar’da bankacılık sektörünün güvenini daha fazla sarsan bazı gelişmeler de yaşanmıştır. Eski YSFC Cumhuriyetlerinde 1990’lı yılların başlarında halkın döviz tasarrufları devlet tarafından dondurulmuştur. Bu nedenle halk döviz tasarruflarını ulusal banka sistemine aktarmaktansa, uzun süre “yastık altında” tutmayı tercih etmiştir. Sırbistan’da bankacılık sektörünün gelişmesini geciktiren diğer bir etken ise Sırbistan halkını dolandıran yeni bankaların belirmesiydi. Arnavutluk’ta 1990’lı yıllarda bankalardan daha yüksek faiz veren, piramit sistemiyle çalışan şirketler ortaya çıkmıştır. Hızlı zengin olmanın kaynağı olarak tanıtılan piramit yatırım şirketlerinden bazılarının Ocak 1997’de iflas etmesi, kısa zamanda polis ve askerlerin kontrolünden çıkacak olan isyanların ülke çapında yayılmasına sebep olmuştur. Halk piramit şirketlerine Arnavutluk’un o döneme ait toplam GSYH’sinin yaklaşık yarısı kadar değerde para yatırmıştı.

İlk başlarda Balkan ülkeleri finansal sektöre yönelik radikal reformlarda bulunmayı reddetmişlerdir. Bölgede söz konusu sektörün çalışmasını ve yapısını etkileyen esaslı değişiklikler ancak 1990’ların sonlarına doğru uygulanmaya başlamıştır. Bölgedeki bankacılık sektörüne istikrarın kazandırılması için ciddi çabalar sarf edilmiş ve bu kapsamda bankacılık sektörünü düzenleyen yasal çerçeve geliştirilmiş, ayrıca finansal denetleme güçlendirilmiştir. Sektöre yönelik kısıtlamaların kaldırılması, sektöre girişlerin serbestleştirilmesi, devlet bankalarının özelleştirilmeleri yoluyla ise Balkan ülkeleri bankacılık sektörüne yönelik yabancı yatırımlar çekmeye başlamışlardır.

İktisadi dönüşüm sürecini yaşayan Balkan ülkelerinde 1990’lı yıllar boyunca finansal sistemin varlıklarının % 90’ından fazlası bankalara ait olmuştur.

Sigortacılık, emekli fonları gibi diğer finansal faaliyetler düşük düzeyde kalmaya devam ediyor olmakla birlikte, son zamanlarda hızla büyümeye başlamışlardır.

Yabancı bankaların varlığı, bir bakımdan finansal piyasalar için güvenli, şeffaf ve uygun düzenlemelerin geliştirildiğine işaret etmektedir. Beraberinde önemli teknik bilgi ve finansal yenilikler getiren yabancı bankalar, Balkan ülkelerinin bankacılık sektörünün güçlendirilmesi yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Ne var ki yabancı sermayenin ağırlığı yüzünden, Balkan ülkelerinin bankacılık sektörü uluslararası ekonomik krizlerden daha çok etkilenir hale gelmiştir.

Dış Ekonomik İlişkiler

Balkan ülkeleri Soğuk Savaş döneminde sadece siyasi ilişkilerini değil, kendi aralarındaki ticareti de düşük düzeyde tutmuşlardır. 1990 yılında YSFC’nin Romanya ve Bulgaristan ile olan dış ticareti, toplam dış ticaret hacminin çok küçük payını oluşturuyordu. Benzer şekilde Bulgaristan ve Romanya’nın da bölgedeki ülkelerle olan dış ticareti düşük seviyelerde kalmıştır.

1990 yılında Sovyetler Birliği Balkan ülkelerinin dış ticaretinde önemli bir ortaktı. Bulgaristan’daki üretim, ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği pazarına ve özellikle Rusya’ya yönelikti.

1990 sonrası dönemde, Balkan ülkeleri Batılı ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye öncellik vermeye başlamıştır. Günümüzde bütün Balkan ülkelerinin en önemli dış ticaret ortağı AB’dir. 2016 yılına ait veriler dikkate alındığında, bölge ülkelerinin mal ticaretinin ortalama % 65’inin AB ülkeleriyle gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.

Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan’ın dış ticaretinde serbestleşme, AB’ye üyelik süreciyle ileri düzeye çıkmıştır. Geri kalan Balkan ekonomilerinde ise dış ticaret, AB’yle imzalanan serbest ticaret anlaşmaları ve 19 Aralık 2006’da Bükreş’te imzalanan Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması’na Katılım sözleşmesinin etkisiyle, 2008 sonrası dönemde daha fazla önem kazanmıştır. Batı Balkan ekonomileri dış ticarette daha açık hale gelmiş, dış talebin etkisiyle ihracat hacimlerinde artış olmuştur. 2008-2015 döneminde Kosova ve Makedonya hariç, bölge ülkelerinde ithalat artışları durmuş ya da ılımlı olmuştur.

Balkan ülkelerinin çoğunun ihraç ettikleri ürünler genel olarak ham maddeler ve niteliksiz iş gücüyle üretilen sanayi mallarından oluşmaktadır. Çoğunlukla eskimiş teknoloji ile üretilen bu malların dış piyasalardaki rekabet gücü düşüktür. Bölgenin ithalata bağımlılığı ise normal koşullarda oldukça yüksektir. Teknolojik iyileşme yaşanmadan ve teknoloji içeriği yoğun olan ithal ürünlere bağımlılık azalmadan, Balkan ülkelerindeki dış ticaret açığı sorunu kolayca çözülemeyecektir. Diğer bir çözüm ise Balkan ülkelerinin bölgesel ekonomik işbirliğini daha fazla yoğunlaştırabilme olanaklarına bağlıdır.

Uygulanan ekonomik kurallar bakımından Balkan ülkeleri iki alt kategoriye ayrılmaktadır. Birinci kategoride AB üyesi Yunanistan, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan bulunmaktadır. Bu beş ülkenin piyasalarında iş yapmayı düzenleyen, AB kurallarıdır. Bu ülkelerde iş yapabilmek, değişik standartların sağlanmasına ve belirli izinlerin alınmasına bağlıdır. İkinci kategoride Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan bulunmaktadır. Arnavutluk hariç, ikinci kategorideki Balkan ülkeleri 1990’ların başlarına kadar aynı devletin çatısı altında bulunmuş, bu yüzden piyasalarında aynı kurallar, aynı kanunlar ve aynı standartlar uygulanmıştır.

Türkiye İle Ekonomik İlişkiler

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve Balkan ülkelerinde piyasa ekonomisine geçiş sürecinin yaşanmaya başlamasıyla birlikte, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkileri de gelişim göstermeye başlamıştır. Ekonomik ilişkiler artmasına rağmen, arzu edilen seviyeye ulaşamamıştır. Eski Yugoslavya’da yaşanan savaşlar, Türk işadamlarının daha çok Romanya ve Bulgaristan’a odaklanmasına neden olmuştur. Balkan ülkelerindeki kalkınma ve özelleştirme çabaları, Türk iş dünyasına ekonomik fırsatlar sunmaya devam etmektedir. Türkiye ile Balkan ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli gelişme potansiyeline sahip olduğu bilinciyle, Ekonomi Bakanlığı bünyesinde Balkan Ülkeleri Çalışma Grubu oluşturulmuştur. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu bünyesinde faaliyet gösteren İş Konseyleri de düzenli aralıklarla toplanarak, Balkan ülkelerinde ortaya çıkan yeni iş imkânları hakkında görüş teatisinde bulunmaktadır. TOBB’da Balkan ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için düzenli temaslar sürdürmektedir. Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticari ilişkilerinin geliştirilmesi için Türk Eximbank kredilerinin bölge ülkelerine kullandırılması üzerine çalışmalar da yapılmaktadır.

Türkiye’nin bütün Balkan ülkeleriyle ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmaları vardır. Türkiye ile Balkan ülkeleri arasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları ve Kosova hariç, serbest ticaret anlaşmaları da vardır.

AB ile Gümrük Birliği Türkiye’ye, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme ve AB’nin tercihli ticaret düzenlemelerine uyum sağlama yükümlülüğünü getirmiş, bu kapsamda, Türkiye Balkan ülkeleri ile serbest ticaret anlaşmaları imzalamaya başlamıştır.

STA’ların temel özellikleri, sanayi ürünlerinde gümrük vergilerinin anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kaldırılmasıdır. Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile dış ticaretinin 2000 sonrasında büyük bir canlanma yaşadığı görülmektedir. Böyle bir olumlu trendin gelişiminde her şeyden önce Romanya ve Bulgaristan ile imzalanan STA’ların katkısı olmuştur. Bununla birlikte, 2000’li yıllardan itibaren “Komşu ve Çevre Ülkeler ile Ticaretin Geliştirilmesi Stratejisi” kapsamında, Türkiye Balkanlar’a yönelik daha sistemli bir yaklaşım geliştirmiştir.

2008 yılında ortaya çıkan küresel ekonomik krizin etkisiyle ise 2009 yılında Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bir önceki yıla göre % 34 oranında daralmıştır. 2010 yılında, Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticareti bir önceki yıla göre % 19 oranında artmış ise de 2008 yılına ait ticaret hacmine ancak 2013- 2014 yıllarında ulaşılabilmiştir. 2015-2016 yıllarında Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticaret hacmi yeniden daralmaya başlamış, ancak Türk Lirası’ndaki değer kaybı Türk ihracatını avantajlı hale getirdiği için, 2010-2015 döneminde Balkan ülkeleriyle ticarette gerçekleşen dış ticaret açığı 2016 yılında ortadan kalkmıştır.

T.C. Ekonomi Bakanlığı’ndan elde edilen verilere göre 2016’nın sonu itibariyle Türkiye’nin Balkan ülkelerindeki doğrudan yabancı yatırımlarının kümülatif değeri yaklaşık 10 milyar dolar civarında olmuştur. Bu durum Türkiye’nin son on yıl içinde yatırımlar yönünden Balkan ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etmektedir.

Romanya ve Bulgaristan, Türk firmalarının yurtdışında yatırım amacıyla gittikleri ilk bölge ülkeleri arasında yer almıştır. Günümüzde yatırımlar açısından Türk firmalarının en yoğun faaliyet gösterdiği Balkan ülkesi Romanya’dır.

Romanya dışında bölge ülkeleri içinden Bulgaristan ve Arnavutluk Türk sermayesini göreceli olarak daha çok çekebilmiştir.

Son on yılda Makedonya, Hırvatistan ve Kosova’daki Türk yatırımlarında da kayda değer bir artışı olmuştur. Nitekim 2011 yılında bu üç ülkede toplam 235 milyon dolar değerinde olan Türk doğrudan yatırımları, 2016 sonu itibariyle yaklaşık 1,3 milyar dolara çıkmıştır.

Balkan ülkelerinin Türkiye’deki yatırımlarına bakıldığı zaman, Yunanistan hariç, bölge ülkelerinin Türkiye’de ciddi sayılabilecek yatırımlarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Balkan ülkelerinde müteahhitlik sektöründe de etkinliği bulunmaktadır. Türk firmaları bölgede, otoyollardan konuta kadar geniş bir yelpaze içinde projeler üstlenmektedir.

Ekonomik Altyapı

Balkan ülkelerinin dünya GSYH’si payının gittikçe daralmasının nedeni son iki yüzyıldır Batı Avrupa ile Balkanlar arasındaki refah farkının gittikçe büyümesidir.

1912-1913’te yaşanan Balkan Savaşları ve ardından 1914- 1918 ile 1939-1945 yılları arasında yaşanan dünya savaşları, Balkanlar’daki sosyoekonomik durumu daha da fazla kötüleştirmiştir. Balkan devletleri borçlanmış, ekonomileri zarar görmüş ve büyük nüfus kayıpları yaşanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Balkan ülkeleri tarımsal ekonomiler olmaya devam etmiş ve ticaret yönüyle Batılı ülkelere bağımlı kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Sovyetler Birliği, merkezi planlama olarak bilinen ekonomik sistemi Yunanistan hariç, Balkan ülkelerine de ihraç etmeyi başarmıştır. Sovyet askeri gücü yardımıyla iktidara gelen komünist yönetimler, Sovyet ekonomik modeline daha sıkı bir şekilde bağlı kalmıştır. Arnavutluk, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, Çin, Kuzey Vietnam ve Küba’daki komünistler, kendi çabalarıyla iktidarı ele geçirmiş ve Sovyet hâkimiyetinden bağımsız hareket ederek, önemli ölçüde kendilerine özgü merkezi planı ekonomi yapılarını belirlemişlerdir.

Millileştirme ve kollektifleştirme alanında Balkan ülkeleri içinden en hızlı davranmış olan YSFC’de, zamanla “toplumsal mülkiyet” baskın bir mülkiyet biçimine dönüşmüştür. Burada işletmeler kamu mülkiyetinde olmasına rağmen, işçilerin yönetimi altındaydı. Ancak söz konusu işletmelerin genel ekonomik planlara uymalarını sağlamak amacıyla, yöneticiler bazı araçlara başvurmuştur.

YSFC sadece toplumsal mülkiyetle değil, 1953 yılında tarımda sınırlı özel mülkiyete izin vermeye başlamış olmakla da diğer merkezi planlı ekonomilerden ayrışmaktaydı.

Yugoslavya’nın aksine, Bulgaristan ekonomisinin Sovyetler Birliği’ne olan bağımlılığı hep yüksek seviyelerdeydi. Bulgaristan baştan beri hızlı sanayileşme hamlelerini Sovyetlerden gelen teknik ve finansal yardımlar ve makineler sayesinde gerçekleştirmiştir.

1960’ların başlarından sonra Romanya, yavaş yavaş “kayıtsız şartsız Sovyetler Birliği’ne itaat eden ülke” olma sıfatını yitirmeye başlamıştır. Sovyet planlarında Romanya öncellikle besin maddesi üreticisi olarak tasarlanıyordu. Böyle bir yaklaşım nedeniyle, ülkenin yöneticileri Doğu Bloku ile olan ticareti azaltmaya ve Romanya’yı bağımsız bir şekilde sanayileştirmeye çalışmıştır. Romanya lideri Nikolay Çavuşesku, bütün üretim alanlarında kendi kendine yeterliliği hedeflemiş, döviz kurlarına sıkı kontroller uygulamış, ithalata sınırlı bir şekilde izin vermiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’nın en çok içine kapanmış ülkesi Arnavutluk’tur. 41 yıl iktidarda kalan Enver Hoca ve Komünist Partisi, ülkeyi tam bir ekonomik ve siyasi izolasyona doğru sürüklemiş, bu nedenle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ciddi gıda kıtlıklarıyla karşı karşıya kalan Arnavutluk’a, zaman zaman dış ülkelerden gıda yardımları yapılmıştır. Hammadde açısından Arnavutluk kendi kendine yetmiştir. 1985’te Enver Hoca’nın ölümüyle iktidarı devralan Ramiz Alia, rejimin baskıcı unsurlarını kısmen hafifletmiş, uzun izolasyoncu politikadan ilk tavizleri vermiştir. 1989 yılına gelindiğinde, Arnavutluk Balkan ülkeleri içinde en düşük kişi başına düşen gelire sahipti.

Merkezi planlı ekonomilere katılmayan Yunanistan, 1963- 1973 arasında yıllık reel büyüme oranlarıyla altın çağını yaşamıştır. 1979 yılında ise Yunanistan, yaklaşık on yıl sürecek bir ekonomik durgunluk dönemine girmiştir. 1981’de AB üyeliğine kabul edilmiş olmasına rağmen, Yunanistan ekonomisi canlanamamış, bu nedenle izlenen maliye politikaları kontrolden çıkmaya başlamıştır.

Genel olarak Balkan ülkeleri merkezi planlamadan piyasa ekonomisine geçiş sürecini olumsuz koşullarda başlamıştır. 1990’lı yıllarda bölgede yaşanan savaş ve diğer çatışmalar, Balkanlar’da iktisadi dönüşüm sürecinin normal bir gidişat içinde yaşanmasını engellemiştir. Bulgaristan ve Romanya’da savaş gibi siyasi nedenlerle reformlar önemli ölçüde geciktirilmiştir. Balkanlar’da siyasi hedefler hep ekonomik hedeflerin önünde olmuştur. Yunanistan’ın yanı sıra, geri kalan ülkelerde de ekonomik ve toplumsal sorunlar önemli gündem maddesi olarak kalmaya devam etmektedir.

Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’da gerçekleştirilen “Balkan Barometresi 2016” adlı bir anket çalışmasının sonuçları, işsizlik ve genel ekonomik durumun Balkan ülkelerinin ana sorunları olduğunu ortaya koymuştur.

Halkın beklentileri doğrultusunda son yıllarda Balkan ülkelerinin liderlerini meşgul eden konuların başında ekonomi yer alıyor. Bütün Balkan ülkeleri, yıllardır devam eden ekonomik durgunluktan kurtulmanın yollarını arıyor. Üretim kapasitelerini iyileştirmek ve istihdamı artırmak, bütün Balkan ülkelerinin ulaşmaya çalıştığı temel hedefler arasındadır. Ancak bu hedeflere nasıl ulaşılabileceği konusunda bölgede görüş birliği yoktur.

Balkan ülkelerindeki ulaştırma altyapısına ilişkin yapılan çalışmalar bölgedeki ulaştırma altyapısının yeterince gelişmemiş olduğuna işaret ediyor. Sadece fiziki altyapı değil, ulaştırma sektörüne ilişkin kurumlar ve izlenen politikalar da zayıf olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle, bölgedeki bütün ulaşım türlerine, özellikle de onlarca yıl ihmal edilmiş olan demiryollarına yönelik yatırım, bakım ve onarım çalışmalarının gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyuluyor. 1990’lardan bu yana Balkan ülkelerinden sadece Yunanistan ve Hırvatistan ulaşım altyapısına kayda değer yatırımlar yapabildi.

Balkanlar’ın enerji durumunda göze çarpan husus, petrol ve doğal gaz rezervlerinin çok az olması ve bölgenin bununla ilgili ihtiyacının çok büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılıyor olmasıdır. Doğalgazın neredeyse tamamı Rusya’dan ithal ediliyor. Balkanlar bir tek kömür üretimi ve tüketimi açısından bölge olarak neredeyse kendi kendine yetiyor. Bölgede sadece Romanya petrol ve doğal gaz rezervleri açısından daha zengindir.

İktisadi Dönüşüm

1980’li yılların sonunda sosyalist anlayışın iflas etmesinin ardından Balkanlar’da planlı ekonomik yapı tasfiye edilerek piyasa ekonomisine doğru dönüşüm süreci yaşanmaya başlamıştır. Bölge ülkelerinde yeni yönetimlerin temel görevleri, sosyalist yönetimi ortadan kaldırmak ve yeni toplum yapısını inşa etmek olmuştur. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sırbistan ve Kosova’da savaş yılları sadece iktisadi dönüşüm sürecini geciktirmemiş, yolların, köprülerin, elektrik şebekelerinin, okul ve hastanelerin onarılması veya yeniden inşa edilmesi gibi yeniden yapılanma çalışmalarını da zorunlu kılmıştır.

Dönüşüm kavramı birbiriyle ilişkili üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi iktisadi dönüşüm unsurudur. Ekonomik sistemin dönüşümünü sağlamaya çalışan ülke ekonomileri de genel olarak geçiş ekonomileri olarak adlandırılmıştır. Dönüşüm kavramının ikinci unsuru siyasi dönüşümdür. Üçüncü unsuru ise güvenlik dönüşümüdür.

İktisadi dönüşüm sürecinin şartlarını dört temel maddede özetlemek mümkündür. Birincisi, piyasa ekonomisini destekleyen para ve maliye politikalarıyla makroekonomik istikrar sağlanmalıdır. İkincisi; ekonomik faaliyetler, fiyatlar ve piyasa işlemleri serbestleştirilmelidir. Üçüncüsü, kamu şirketleri yeniden yapılandırılmalı ve özelleştirilmelidir. Dördüncüsü, gerekli yasal ve kurumsal reformlar gerçekleştirilmelidir. Bu kapsamda, piyasaların işleyişine güven kazandırılmalı ve devletin ekonomideki yeri yeniden tanımlanmalıdır. Beşeri sermaye yatırımlarıyla ise piyasa ekonomisinin gereklerine uygun kamu personeli yetiştirilmelidir. Bunun dışında ticari ilişkileri ve mülkiyet haklarını düzenleyen yasal çerçeve belirlenmeli, vergi sisteminde reform gerçekleştirilmeli ve sosyal güvenlik ağları geliştirilmelidir.

İktisadi dönüşümün ilk başlarda beraberinde getirdiği yüksek işsizlik ve enflasyon ile düşen millî gelir yüzünden, 1990’ların ilk yarısında Balkan ülkelerinde genel olarak eski rejime yönelik “nostalji sendromu” yaşanmıştır. Bunun bir neticesi olarak ülkeden ülkeye dozu değişen bir şekilde, ekonomik reformlarda gecikmeler yaşanmıştır. Savaşa bulaşmamış Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’da bile ancak 1990’ların ikinci yarısından itibaren ekonomiye daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Savaştan savaşa sürüklenen Sırbistan’da ise 2000 yılına kadar ekonomik hedeflerden çok, siyasi hedefler ağır basmıştır.

Balkanlar’da merkezi planlı dönemden piyasa ekonomisine geçiş sürecinde yaşanan fenomenlerden birisi, durup dururken güçlü sermaye sahiplerinin ortaya çıkmış olmasıdır. Daha önce isimleri pek bilinmeyen bazı şahıslar aniden zengin işadamlarına dönüşmeyi başarabilmiştir. İlk zenginler genel olarak eski komünist elitler içinden, özellikle önceki sistemde ekonomik yaşamda yönetici konumda olanlar arasından çıkmıştır. Nitekim kontrolsüz özelleştirmeler nedeniyle kamu işletmelerinin bazıları ve kimi gayrimenkuller neredeyse geceden sabaha uygun fiyatlardan eski komünistlerin özel mülkiyetine geçmiştir.

1990’larda yaşanan savaşlar da bazı şahısların kriminal faaliyetler üzerinden zenginliğe kavuşmasını sağlamıştır. Bunun dışında, Balkanlar’da yaşanan hiper enflasyon dönemlerinde de siyasi destek sayesinde sermayelerini büyütenler olmuştur. Bazı şahıslara kamu bankalarından döviz kuruna endekslenmeden büyük krediler çekmelerine izin verilmiş, ardından değerini iyice yitirmiş ulusal para üzerinden kredi geri ödemesi yapılarak, var olan servetlere büyük meblağlar eklenmiştir.

Balkanlar’da Genel Refah Seviyesi

1990’lı yıllarda eski YSFC coğrafyasında yaşanan savaşlar bölgede önemli ekonomik tahribatlara ve yatırımlarda kullanılabilecek kaynakların önemli ölçüde tüketilmesine neden olmuştur.

1990’lı yıllarda eski YSFC coğrafyasında yaşanan savaşların, bölge ülkelerindeki nüfus yapısına da büyük etkileri olmuştur. Savaşlar yüz binlerce kişinin ölümüne yol açtığı gibi, 3 milyona yakın insanın mülteci veya zorla yerinden edilen kişi haline gelmesine neden olmuştur.

Savaş ve çatışmalar dışında, 1990’lı yıllarda piyasa ekonomisinin çalışmasını sağlayacak olan kurumların yeterince geliştirilmemesi, ekonomik özgürlüğün kısıtlı kalması, tasarruf ve doğrudan yabancı yatırım oranlarının düşük olması ve özelleştirmelerin geciktirilmesi gibi faktörler yüzünden de Balkan ülkelerinin iktisadi kalkınma süreci olumsuz etkilenmiştir.

Merkezi planlı ekonomilerin ortadan kalkması da başlı başına istihdam ve reel millî gelirde daralma gibi zorlukları ortaya çıkarmıştır. 1980’li yıllar boyunca Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın reel GSYH oranları yükselme eğilimi göstermiştir. İktisadi dönüşüm sürecinin yaşanmaya başlamasıyla birlikte, bu ülkelerin reel GSYH seviyeleri daralmıştır. 1994 yılına gelindiğinde, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH düzeyi, 1989’dakinin ancak % 59,6’sı kadardı.

Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı 1996-1999 dönemi içinde de gerilemeye devam etmiştir. Dolayısıyla Balkan ülkeleri iktisadi dönüşüm sürecinin ilk on yılını büyük bir refah kaybıyla kapatmışlardır. İktisadi dönüşüm sürecini yaşamayan Yunanistan’ın büyüme açısından durumu ise 2000 yılına kadar göreceli olarak daha iyi olmuştur.

2000-2008 arası dönem Balkan ülkelerinin ekonomide canlanmanın yaşandığı yıllardır. Bu dönemde Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı % 5’in üzerinde seyretmiştir. Küresel ekonomik krizin olumsuz etkilerinin dünyada yoğun bir şekilde hissedildiği 2008 yılında, Balkan ülkelerinin ortalama reel GSYH büyüme oranı % 6,5 olarak gerçekleşmiştir. 2000- 2008 yılları arasında Balkan ekonomileri yüksek oranlarda büyümüş olmasına rağmen, 2008 yılında bölge ülkelerinden Sırbistan, Bosna-Hersek ve Karada¤, 1989’daki reel GSYH düzeyine henüz ulaşmış değillerdi. Makedonya, Hırvatistan ve Bulgaristan ise aynı yıl içinde 1989’daki reel GSYH düzeylerini küçük farklarla aşabilmişlerdi.

2009 yılından itibaren küresel ekonomik krizin etkileri Balkan ülkelerinin makroekonomik değişkenlerine de yansımıştır.

Yunanistan’dan sonra, kişi başına düşen GSYH’si en yüksek Balkan ülkeleri Romanya ve Hırvatistan’dır. Bu ülkeleri ise sırasıyla Bulgaristan, Karada¤, Makedonya ve Sırbistan izlemektedir. Balkan ülkeleri içinde BosnaHersek, 28 AB ülkesine ait ortalama kişi başına düşen gelirin % 31’ine, Arnavutluk ise % 30’una sahiptir.

Balkan ülkelerindeki GSYH’lerin sektörel dağılımına bakıldığında, hizmetler sektörünün GSYH içindeki payının, 28 AB ülkesindeki ortalamanın gerisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Dünya Bankası verilerine göre, 2016 yılında bölge ülkelerinden sadece Yunanistan’da GSYH’nin % 80’ine karşılık gelen hizmetler sektörü, 28 AB ülkesindeki hizmetler sektörü ortalamasından daha çok katma değer üretmiştir. 28 AB ülkesindeki ortalamayla kıyaslandığı zaman, başta Arnavutluk, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan olmak üzere, tarım sektörünün Balkanlar’daki göreceli öneminin daha büyük olduğu görülmektedir.

2016 yılı içinde Balkan ülkelerindeki sanayi sektörünün GSYH içindeki payının ortalaması, 28 AB ülkesindeki aynı ortalamaya oldukça yakındı. Balkanlar’da sanayi üretimi 2009-2010 yıllarında reel anlamda daha da gerilemiş, bu tarihten sonra ise canlanmaya başlamıştır.

Refah düşüklüğüyle birlikte, bazı Balkan ülkelerinde işsizliğin ciddi bir sorun olduğu da belirtilmelidir. Yüksek işsizlik oranları, bölgeden göç eğilimini sürekli canlı tutmaktadır.

Balkan ülkelerindeki işsizlikten bahsederken kayıt dışı ekonominin yaygınlığı ve işsiz olarak gözüken bir kesimin kayıt dışı istihdamı göz ardı edilmemelidir. Diğer taraftan, iş gücünün bir kısmının çalışıyor gözükmesine rağmen, düzenli olarak maaşını/ücretini alamadığı da belirtilmelidir.

Enflasyon, Bütçe Dengesi ve Dış Borç

1990’ların ilk yarısında Yunanistan dışındaki bütün Balkan ülkeleri hiper enflasyon deneyiminden geçmiştir.

EBRD’nin verilerine göre 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin TÜFE olarak enflasyon oranlarında düşüşler olmuştur. 1999-2016 döneminde ise Balkan ülkelerindeki ortalama enflasyonun yıllık değerleri hep tek haneli olarak gerçekleşmiştir. İktisadi dönüşüm sürecini yaşamayan Yunanistan ise hiper enflasyon sorununu tecrübe etmemiş ve 1990’lı yılların başlarından beri daha ılımlı enflasyon oranlarına sahip olmuştur.

Enflasyonun aksine, Balkan ülkeleri sıkıntılı oranlara varabilen dış ticaret açıkları sorunundan kurtulmuş değildir. Söz konusu dış açıkların başlıca sebebi, bölgede eskimiş teknoloji ile üretilen ve uluslararası piyasalarda pek fazla rekabet edemeyen mallar olarak görülebilir. Birkaç yıl öncesine kadar kamu sektörünün payının çok büyük olması nedeniyle de rekabet ortamının gelişemediği, bunun ise ithalat hacmini büyüttüğü belirtilmelidir. Cari işlemlerdeki açıkları yüzünden, geçmiş yıllarda bölge ülkelerinde değişik döviz kuru krizleri yaşanmıştır.

Balkan ülkelerindeki cari işlemler açığının yıllarca sağlıklı sınırlar dışında kalmıştır. 2009-2016 yılları arasında Balkan ülkelerinde cari işlemler dengesi aşamalı olarak azalma eğilimine girmiştir. Ancak bu azalma büyük oranda, özellikle Yunanistan’da, ekonomik kriz nedeniyle düşen iç talebin ithalatı daraltmış olmasından kaynaklanmıştır.

1998-2016 yılları arasında Yunanistan’da cari işlemler dengesinin trendi, diğer Balkan ülkelerine ait ortalamaya benzerlik göstermiştir. Kamu bütçesinin dengesi bakımından ise 2004 yılından itibaren Yunanistan Balkan ülkelerindeki ortalamadan daha kötü durumda olmaya başlamış, bu ülkede 2008 sonrası açığa çıkan ekonomik krizin en önemli sebeplerinden biri de budur.

Gelişmiş AB ülkeleri dikkate alınarak hesaplanan Maastricht kriterlerine göre, kamu bütçesi açığının GSYH’ya oranı % -3’ü aşmamalıdır. 1997-2016 yılları arasında Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinde ortalama kamu bütçe dengesi yüzde olarak 0,5 ile -4,1 arasında değerler alarak ciddi boyutlarda sorun teşkil etmemiştir. Yunanistan’da ise 1997-2002 yılları arasında kamu dengesi hep pozitif olmuştur. Ardından 2007 yılına kadar kritik olmayan negatif değerler yer almış, 2009- 2011 yılları arasında ise Yunanistan’ın kamu bütçesi açığında büyük artışlar olmuştur. Yunanistan’ın bütçe açığında gözlenen bu ani artışlar kısmen küresel ekonomik krizin negatif etkileri ile açıklanabilir.

2011-2016 döneminde Yunanistan, mali hedeflerin karşılanması ve maliye politikasının iyileştirilmesi konusunda övgüye değer ilerleme kaydetmiştir.

Kamu bütçesi açıklarının giderilmesi için sıklıkla başvurulan yollardan birisi, dış borçlanmadır. 2016 yılı itibariyle, Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerinin toplam dış borç stoku 243,7 milyar dolar civarındaydı. Tek başına sahip olduğu dış borç stokuyla ise Yunanistan Balkanlar’ın en borçlu ülkesiydi. Romanya ise ikinci sırada yer almıştır. 2016’da dış borcu en düşük bölge ülkesi 1,4 milyar dolar ile Kosova olmuştur.

Balkanlar’da Finansal Sistem

Balkanlar’da bankacılık sektörünün güvenini daha fazla sarsan bazı gelişmeler de yaşanmıştır. Eski YSFC Cumhuriyetlerinde 1990’lı yılların başlarında halkın döviz tasarrufları devlet tarafından dondurulmuştur. Bu nedenle halk döviz tasarruflarını ulusal banka sistemine aktarmaktansa, uzun süre “yastık altında” tutmayı tercih etmiştir. Sırbistan’da bankacılık sektörünün gelişmesini geciktiren diğer bir etken ise Sırbistan halkını dolandıran yeni bankaların belirmesiydi. Arnavutluk’ta 1990’lı yıllarda bankalardan daha yüksek faiz veren, piramit sistemiyle çalışan şirketler ortaya çıkmıştır. Hızlı zengin olmanın kaynağı olarak tanıtılan piramit yatırım şirketlerinden bazılarının Ocak 1997’de iflas etmesi, kısa zamanda polis ve askerlerin kontrolünden çıkacak olan isyanların ülke çapında yayılmasına sebep olmuştur. Halk piramit şirketlerine Arnavutluk’un o döneme ait toplam GSYH’sinin yaklaşık yarısı kadar değerde para yatırmıştı.

İlk başlarda Balkan ülkeleri finansal sektöre yönelik radikal reformlarda bulunmayı reddetmişlerdir. Bölgede söz konusu sektörün çalışmasını ve yapısını etkileyen esaslı değişiklikler ancak 1990’ların sonlarına doğru uygulanmaya başlamıştır. Bölgedeki bankacılık sektörüne istikrarın kazandırılması için ciddi çabalar sarf edilmiş ve bu kapsamda bankacılık sektörünü düzenleyen yasal çerçeve geliştirilmiş, ayrıca finansal denetleme güçlendirilmiştir. Sektöre yönelik kısıtlamaların kaldırılması, sektöre girişlerin serbestleştirilmesi, devlet bankalarının özelleştirilmeleri yoluyla ise Balkan ülkeleri bankacılık sektörüne yönelik yabancı yatırımlar çekmeye başlamışlardır.

İktisadi dönüşüm sürecini yaşayan Balkan ülkelerinde 1990’lı yıllar boyunca finansal sistemin varlıklarının % 90’ından fazlası bankalara ait olmuştur.

Sigortacılık, emekli fonları gibi diğer finansal faaliyetler düşük düzeyde kalmaya devam ediyor olmakla birlikte, son zamanlarda hızla büyümeye başlamışlardır.

Yabancı bankaların varlığı, bir bakımdan finansal piyasalar için güvenli, şeffaf ve uygun düzenlemelerin geliştirildiğine işaret etmektedir. Beraberinde önemli teknik bilgi ve finansal yenilikler getiren yabancı bankalar, Balkan ülkelerinin bankacılık sektörünün güçlendirilmesi yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Ne var ki yabancı sermayenin ağırlığı yüzünden, Balkan ülkelerinin bankacılık sektörü uluslararası ekonomik krizlerden daha çok etkilenir hale gelmiştir.

Dış Ekonomik İlişkiler

Balkan ülkeleri Soğuk Savaş döneminde sadece siyasi ilişkilerini değil, kendi aralarındaki ticareti de düşük düzeyde tutmuşlardır. 1990 yılında YSFC’nin Romanya ve Bulgaristan ile olan dış ticareti, toplam dış ticaret hacminin çok küçük payını oluşturuyordu. Benzer şekilde Bulgaristan ve Romanya’nın da bölgedeki ülkelerle olan dış ticareti düşük seviyelerde kalmıştır.

1990 yılında Sovyetler Birliği Balkan ülkelerinin dış ticaretinde önemli bir ortaktı. Bulgaristan’daki üretim, ağırlıklı olarak Sovyetler Birliği pazarına ve özellikle Rusya’ya yönelikti.

1990 sonrası dönemde, Balkan ülkeleri Batılı ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye öncellik vermeye başlamıştır. Günümüzde bütün Balkan ülkelerinin en önemli dış ticaret ortağı AB’dir. 2016 yılına ait veriler dikkate alındığında, bölge ülkelerinin mal ticaretinin ortalama % 65’inin AB ülkeleriyle gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.

Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan’ın dış ticaretinde serbestleşme, AB’ye üyelik süreciyle ileri düzeye çıkmıştır. Geri kalan Balkan ekonomilerinde ise dış ticaret, AB’yle imzalanan serbest ticaret anlaşmaları ve 19 Aralık 2006’da Bükreş’te imzalanan Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması’na Katılım sözleşmesinin etkisiyle, 2008 sonrası dönemde daha fazla önem kazanmıştır. Batı Balkan ekonomileri dış ticarette daha açık hale gelmiş, dış talebin etkisiyle ihracat hacimlerinde artış olmuştur. 2008-2015 döneminde Kosova ve Makedonya hariç, bölge ülkelerinde ithalat artışları durmuş ya da ılımlı olmuştur.

Balkan ülkelerinin çoğunun ihraç ettikleri ürünler genel olarak ham maddeler ve niteliksiz iş gücüyle üretilen sanayi mallarından oluşmaktadır. Çoğunlukla eskimiş teknoloji ile üretilen bu malların dış piyasalardaki rekabet gücü düşüktür. Bölgenin ithalata bağımlılığı ise normal koşullarda oldukça yüksektir. Teknolojik iyileşme yaşanmadan ve teknoloji içeriği yoğun olan ithal ürünlere bağımlılık azalmadan, Balkan ülkelerindeki dış ticaret açığı sorunu kolayca çözülemeyecektir. Diğer bir çözüm ise Balkan ülkelerinin bölgesel ekonomik işbirliğini daha fazla yoğunlaştırabilme olanaklarına bağlıdır.

Uygulanan ekonomik kurallar bakımından Balkan ülkeleri iki alt kategoriye ayrılmaktadır. Birinci kategoride AB üyesi Yunanistan, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan bulunmaktadır. Bu beş ülkenin piyasalarında iş yapmayı düzenleyen, AB kurallarıdır. Bu ülkelerde iş yapabilmek, değişik standartların sağlanmasına ve belirli izinlerin alınmasına bağlıdır. İkinci kategoride Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan bulunmaktadır. Arnavutluk hariç, ikinci kategorideki Balkan ülkeleri 1990’ların başlarına kadar aynı devletin çatısı altında bulunmuş, bu yüzden piyasalarında aynı kurallar, aynı kanunlar ve aynı standartlar uygulanmıştır.

Türkiye İle Ekonomik İlişkiler

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve Balkan ülkelerinde piyasa ekonomisine geçiş sürecinin yaşanmaya başlamasıyla birlikte, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkileri de gelişim göstermeye başlamıştır. Ekonomik ilişkiler artmasına rağmen, arzu edilen seviyeye ulaşamamıştır. Eski Yugoslavya’da yaşanan savaşlar, Türk işadamlarının daha çok Romanya ve Bulgaristan’a odaklanmasına neden olmuştur. Balkan ülkelerindeki kalkınma ve özelleştirme çabaları, Türk iş dünyasına ekonomik fırsatlar sunmaya devam etmektedir. Türkiye ile Balkan ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli gelişme potansiyeline sahip olduğu bilinciyle, Ekonomi Bakanlığı bünyesinde Balkan Ülkeleri Çalışma Grubu oluşturulmuştur. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu bünyesinde faaliyet gösteren İş Konseyleri de düzenli aralıklarla toplanarak, Balkan ülkelerinde ortaya çıkan yeni iş imkânları hakkında görüş teatisinde bulunmaktadır. TOBB’da Balkan ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için düzenli temaslar sürdürmektedir. Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticari ilişkilerinin geliştirilmesi için Türk Eximbank kredilerinin bölge ülkelerine kullandırılması üzerine çalışmalar da yapılmaktadır.

Türkiye’nin bütün Balkan ülkeleriyle ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmaları vardır. Türkiye ile Balkan ülkeleri arasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları ve Kosova hariç, serbest ticaret anlaşmaları da vardır.

AB ile Gümrük Birliği Türkiye’ye, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme ve AB’nin tercihli ticaret düzenlemelerine uyum sağlama yükümlülüğünü getirmiş, bu kapsamda, Türkiye Balkan ülkeleri ile serbest ticaret anlaşmaları imzalamaya başlamıştır.

STA’ların temel özellikleri, sanayi ürünlerinde gümrük vergilerinin anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kaldırılmasıdır. Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile dış ticaretinin 2000 sonrasında büyük bir canlanma yaşadığı görülmektedir. Böyle bir olumlu trendin gelişiminde her şeyden önce Romanya ve Bulgaristan ile imzalanan STA’ların katkısı olmuştur. Bununla birlikte, 2000’li yıllardan itibaren “Komşu ve Çevre Ülkeler ile Ticaretin Geliştirilmesi Stratejisi” kapsamında, Türkiye Balkanlar’a yönelik daha sistemli bir yaklaşım geliştirmiştir.

2008 yılında ortaya çıkan küresel ekonomik krizin etkisiyle ise 2009 yılında Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bir önceki yıla göre % 34 oranında daralmıştır. 2010 yılında, Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticareti bir önceki yıla göre % 19 oranında artmış ise de 2008 yılına ait ticaret hacmine ancak 2013- 2014 yıllarında ulaşılabilmiştir. 2015-2016 yıllarında Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ticaret hacmi yeniden daralmaya başlamış, ancak Türk Lirası’ndaki değer kaybı Türk ihracatını avantajlı hale getirdiği için, 2010-2015 döneminde Balkan ülkeleriyle ticarette gerçekleşen dış ticaret açığı 2016 yılında ortadan kalkmıştır.

T.C. Ekonomi Bakanlığı’ndan elde edilen verilere göre 2016’nın sonu itibariyle Türkiye’nin Balkan ülkelerindeki doğrudan yabancı yatırımlarının kümülatif değeri yaklaşık 10 milyar dolar civarında olmuştur. Bu durum Türkiye’nin son on yıl içinde yatırımlar yönünden Balkan ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etmektedir.

Romanya ve Bulgaristan, Türk firmalarının yurtdışında yatırım amacıyla gittikleri ilk bölge ülkeleri arasında yer almıştır. Günümüzde yatırımlar açısından Türk firmalarının en yoğun faaliyet gösterdiği Balkan ülkesi Romanya’dır.

Romanya dışında bölge ülkeleri içinden Bulgaristan ve Arnavutluk Türk sermayesini göreceli olarak daha çok çekebilmiştir.

Son on yılda Makedonya, Hırvatistan ve Kosova’daki Türk yatırımlarında da kayda değer bir artışı olmuştur. Nitekim 2011 yılında bu üç ülkede toplam 235 milyon dolar değerinde olan Türk doğrudan yatırımları, 2016 sonu itibariyle yaklaşık 1,3 milyar dolara çıkmıştır.

Balkan ülkelerinin Türkiye’deki yatırımlarına bakıldığı zaman, Yunanistan hariç, bölge ülkelerinin Türkiye’de ciddi sayılabilecek yatırımlarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Balkan ülkelerinde müteahhitlik sektöründe de etkinliği bulunmaktadır. Türk firmaları bölgede, otoyollardan konuta kadar geniş bir yelpaze içinde projeler üstlenmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.