Açıköğretim Ders Notları

Arkeolojik Alan Yönetimi Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Arkeolojik Alan Yönetimi Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Arkeolojik Alanlarda Mimari Koruma

Giriş

Arkeolojik alanlardaki kültür varlığı niteliği taşıyan yapılar, fiziksel ve işlevsel özellikleri nedeniyle ‘anıtsal’ yapı grubunda yer alırlar. Hem Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına dair Sözleşmesinde hem de Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi’nde anıtlar, tarihsel, arkeolojik, sanatsal, bilimsel, sosyal ve teknik bakımlardan önemleri nedeniyle dikkate değer binalar veya bina grupları olarak tanımlanmıştır. Erder, anıtların özellikle ilkel toplumlarda, geçmişin temsilcileri olmaktan çok birer simge olarak kabul edildiğini belirtmektedir.

Arkeolojik sit alanları, Efes Antik Kenti gibi antik bir kent dokusunu, İshak Paşa Sarayı ya da Seyitgazi Külliyesi gibi yapılar topluluğunu ya da Antakya Kalesi gibi büyük ölçekli bir yapıyı kapsar. Bu tür sit alanlarındaki kültür varlığı niteliği taşıyan yapıların işlevleri güncelliğini yitirmiş ve sona ermiştir. Diğer bir deyişle, kentte yaşam sürmemektedir ve yapılar kullanılmamaktadır. Sonuçta arkeolojik sit alanlarındaki bu yapılar, uzun bir süre terkedilmiş olmaktan kaynaklı olarak, doğa şartlarına yenik düşmüş, toprak altında kalmış ya da bitki örtüsünden etkilenmiştir.

Yapıların büyük bir bölümü yıkılmıştır. Arkeolojik sit alanlarına, Anadolu’daki iyi örneklerden biri Aspendos Antik Kenti’dir. Aspendos Antik Kenti, Köprüçayı’nın dağlık bölgesinden düzlüğe ulaştığı yerde MÖ X. yy’ da kurulmuştur. Buradaki antik tiyatro MS II. yy’ da Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Kent biri büyük, biri küçük iki tepe üzerine kurulmuştur.

Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve limana bağlandığı için Aspendos, her çağda önemli kentler arasında yer almıştır. Kentsel arkeolojik sit Alanlarında, çok eski dönemlerden itibaren farklı dönemlere ait, farklı toplumlara ait fiziksel kalıntı ve izlerin yatayda, düşeyde veya farklı açılarda bir arada bulundukları görülmektedir. Altınöz’ün de önemle vurguladığı bu çok katmanlı kent’ler, uzun bir tarihsel süreç boyunca yerleşim görmüş olup yer altında ve yer üstünde bu tarihsel sürecin izlerini barındırmaktadır.

Kentsel arkeoloji, ülkemizde yaşayan bir yerleşme içinde, artık yaşamayan bir kültüre ilişkin olarak izlenebilen ya da araştırmalar sonucunda ortaya çıkan arkeolojik değerlerin korunması, sunumu ve çağdaş yaşamla ilişkilerinin düzenlenmesi olarak anlaşılmaktadır. Kent içindeki ölçek ve nitelikleri farklı arkeolojik alanların korunmasının amacı, bir taraftan kentin geçmişini ortaya çıkarırken diğer taraftan da bu geçmişin izlerini kent ile onu rahatsız etmeden, onu zenginleştirerek bütünleşmesini sağlamak, gereken hâllerde ona çağdaş yaşam içerisinde yeni bir rol tanımlamak olarak açıklanabilir.

Arkeolojik ve doğal sit alanları, doğal sit alanlarının aynı zamanda arkeolojik sit özelliği gösterdiği örneklerdir ve ülkemizde sıkça görülmektedir. Bu sit alanları, arkeolojik dokunun ve mimari yapıların korunmasının yanı sıra doğal özellik ve güzellikleri nedeniyle bitki örtüsü ve topoğrafya da korunması gerekli olan alanlardır. Bu tür karmaşık sit alanları da arkeolojik sit alanları gibi genellikle yerleşim alanları dışında yer alırlar. Yerleşim alanları dışında kalmış olmasından dolayı, ulaşım/erişim sorunu yaşanabilir.

Mimari Koruma Tanımı

Kültürel miras olarak kabul edilen her türlü kültür varlığının korunması ve korunacak değerlerin sürekliliğinin sağlanması esastır. Bu kapsamdaki mimari miras da temel amaç olarak, kültürümüzün özgün yapısını ve zenginliğini kaybetmeden gelişime açık olması ve evrensel kültür birikimine katkıda bulunması, toplumsal değişim sürecinde kültürel zenginlik ve çeşitliliğimizin korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için korunmalıdır.

Kültür varlıklarının, zamana ve kullanıma bağlı olarak fiziksel, sosyal ve kültürel olarak değişmelerine karşın, doğru ve kapsamlı bir koruma sağlanabilmesi, ancak koruma sürecinin doğru ve etkin yönetilmesi ve projelendirilmesi ile mümkün olabilir. Bu kapsamda, kültürel ve fiziksel değerler mutlak biçimde korunmalıdır. Burra Tüzüğü’nde de vurgulandığı üzere, bir yerin ya da bir yapının korunması, doğal ve kültürel önemini her açıdan göz önünde bulundurarak hiçbir değer haksız yere diğerinin önüne çıkarılmadan sağlanabilir.

Koruma projelerinde, bu sürecin yönetilebilmesi ve işletilebilmesi, sonuçta korunması gerekli kültür varlığının, doğru kararlar ışığında ve doğru bir biçimde onarılarak korunmasını sağlayacaktır. Korumadaki en önemli girdi, kültür varlığı niteliği taşıyan ‘Mevcut Yapı’nın kendisidir. Ancak mevcut yapının zaman içinde uğradığı fiziksel ve sosyal değişimler ve karşı karşıya kaldığı yaşlanma gibi etmenler süreci doğrudan etkilemektedir. Oluşturulması gereken koruma kararlarında belirleyici olmaktadır.

Koruma süreci kapsamında oluşabilecek “risk” yüksektir. Bu riskler, yapı/çevreden gelen fiziksel duruma bağlı riskler, proje ve uygulama sürecindeki riskler, sürece dahil olan farklı meslek gruplarından ve yasal çerçeveden kaynaklı riskler olarak düşünülebilir. Riske bağlı olarak öne çıkan bileşenler; sonuç ürün, zaman ve maliyet olarak kabul edilebilir. Mimari ‘sonuç ürün’ün doğru tanımlanabilmesi önemlidir. Zamanın iyi kullanılabilmesi, en kısa zamanda, yeterli ve gerekli bilginin üretilebilmesi ile doğru orantılıdır. Tanımlı bir sonuç ürün ve iyi kullanılan zaman, maliyet hesaplarının öngörülen değerler içinde kalmasını sağlar.

Üst ölçek bağlamında koruma sürecinin yönetilmesi kapsamında koruma eylemleri kamu yararına gerçekleştirilen bir kalkınma faktörüdür. Mimari koruma kapsamında, tarihî, sosyal, kültürel, coğrafi, doğal, sanatsal bir bütünlük içinde etkileşim sahalarının sürekliliğini sağlamak mümkündür. Alanın değerini arttırarak uluslararası bir seviyeye çıkarmak için genel stratejiler, yöntemler ve araçların geliştirilmesi, mali kaynakların belirlenmesi ve yaratılması, koruma sürecinin yönetiminin önemli bir parçasıdır.

Arkeolojik Alanlardaki Kültür Varlıklarının Özellikleri

Arkeolojik alanlar geçmiş, bugün ve gelecek kuşaklar için estetik, tarihî, bilimsel, sosyal ve ruhani değerler içerirler. Bu bağlamda, arkeolojik alanlar ‘kültürel öneme sahip yerlerdir. Arkeolojik alanda bulunan ve kültür varlığı niteliği taşıyan bir yapı, taşıdığı fiziksel ve kültürel değerler bakımından, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir dünya mirası niteliğindedir. Bu tür yapılar, ‘tek olma değeri’ nin yanı sıra bünyesinde barındırdığı değerleri, bir dönemin mimarisini örneklediğinden, morfolojisi ve tipolojisi bakımından ve kullanılan inşaat tekniği nedeniyle ‘mimari ve estetik değeri’ ve ölçeği bakımından ‘anıtsallık değeri’ taşımaktadır.

Arkeolojik Alanlarda Koruma Yaklaşımları

Kültürel miras kapsamında neyin korunacağı, hangi kapsamda ve nasıl korunacağı sorusu, kültür varlıklarının önemi fark edildiğinden bu yana yanıt aranan sorulardır. Koruma çabaları, başlangıçta manevi ve sanatsal değeri yüksek anıt niteliğindeki tek yapılara yönelmiştir. Zaman içinde böyle bir korumanın yetersizliği, bir yapının ancak çevresiyle bir bütün olarak algılandığında anlam kazandığı fark edilmiştir.

Korunacak olanın tanımı, genişletilmiş ve sit alanlarına yönelmiştir. Zaman içinde, kültürün sadece maddi olan ögelerinin korunmasının yetersiz olduğu ve bunların maddi olmayan kültür ögeleriyle birlikte korunması gerektiği anlaşılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeolojik kazılar, 19.yy’ın ortalarında Mezopotamya’da başlamış ve kısa süre içinde Anadolu’ya yayılmıştır. Büyük çoğunluğu yabancı kurullarca başlatılan bu kazılar, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle bir süre yapılamamıştır. Arkeolojik bilimsel kazı ve araştırma çalışmalarının yeniden başlatılması da Cumhuriyet’in bir bilimsel projesi olarak görülmelidir. Türk bilim adamlarının yönetimindeki ilk bilimsel çalışmalar ise 1930’larda başlamıştır.

1951 yılında kurulan Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (GEAYYK), hem ilke koyan hem de uygulamaya yönelik karar alan ve yasayla oluşturulmuş ilk kurumdur. Kurul, 1956 yılında İmar Yasası ile kurumun çevre ölçeğinde yetkilendirilmesi ile giderek “sit” tanım ve kavramları ile ilgilenmeye başlamıştır.

Arkeolojik Alanlardaki Koruma Sürecinin Tanımı

Arkeolojik alanlardaki koruma süreci, diğer koruma alanlarındaki koruma sürecinden farklılaştığı için özelleşmektedir. Bu özelleşme, üst ölçek kapsamında, arkeolojik yerleşkeler üzerinden alt ölçek kapsamında ise Antik Dönem yapıları üzerinden açıklanabilir.

Antik kentlerin ve yapıların bulunduğu Arkeolojik, Kentsel Arkeolojik ile Doğal ve Arkeolojik Sit Alanları kapsamında ele alındığında, arkeolojik alanların taşıdığı nitelikler, konumlanışlarına ve bugünkü çağdaş yerleşim alanları ile ilişkilenişlerine bağlı olarak farklılaşmaktadır. Yerleşim alanları dışında yer alan arkeolojik sit alanları, çağdaş kent kullanımından zarar görmemiş, hatta doğal bitki örtüsü ve topoğrafya sayesinde korunmuş durumda bulunabilirler.

Arkeolojik alanlardaki koruma süreci, ağırlıklı olarak mimari ve arkeoloji disiplinlerinin bir arada çalıştığı ortamlardır. Bu iki disipline ek olarak, koruma sürecinin gerektirdiği diğer uzmanlar da sürece dahil olmaktadırlar. Bu kapsamda, farklı disiplinlerin bir arada ve eş zamanlı olarak üretim yaptığı bir zaman diliminin, en etkin biçimde değerlendirilmesi amacıyla bu sürecin doğru yönetilebilmesi önemlidir.

Restorasyon (koruma uygulaması) sonucunda ortaya çıkacak olan mimari sonuç ürünün iyi tanımlanması, arkeolojik alandaki risklerin öngörülebilmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi, öngörülemeyen bilinmezlere yönelik alternatif hamlelerin oluşturulması gereklidir.

Bir yerin kültürel değeri ve onun geleceğini etkileyen konular en iyi karar vermeden önce, bilgilerin toplanması ve analiz edilmesiyle anlaşılır. Öncelikle kültürel önemin anlaşılması gelir (Burra Tüzüğü), daha sonra politikalar geliştirilmeli ve bu politikalara uygun yönetim sağlanmalıdır.

Arkeolojik alanlarda Bütünleşik Mimari Belgeleme Süreci, projelendirme aşamasından önce öngörülmesi beklenen risklerin kapsamlı bir biçimde tanımlanabilmesi, belgelenecek yapı/alanın morfolojisi, topografyası, yakın çevresindeki bitki örtüsü ya da yapılanmış çevre ve iklimsel özelliklerinin üstesinden gelinebilmesi, ölçüm zorluklarını indirgemesi amacıyla ileri belgeleme teknolojilerinin geleneksel yöntemlerle bütünleştirilmesini kapsamaktadır.

Arkeolojik alanlardaki kültür varlıkları yıkıntı/harabe hâlinde olduğu için yapının bir kısma veya tamamı toprak altında kaldığı ve arkeolojik kazılar sonucunda yeryüzüne çıkarıldığı için, yapının tamamına ilişkin bir belgeleme çalışması yapılması mümkün olamamaktadır. Yapının ayakta kalabilmiş kısmının belgelenmesi mümkündür.

Restitüsyon önerisi, belgelenebilen ana yapı üzerinden geliştirilecektir.

Uygulama projesi kapsamında üretilecek onarım ya da tamamlama kararları da üretilen bu mimari belge üzerinden oluşturulacaktır. Mimari belgeleme çalışmaları, koruma proje sürecinin ilk temel adımıdır. Mimari belgeleme aşamasının da ilk temel adımı, yapının mevcut durumunun mimari bir ifade ile sayısal ortama aktarılması olarak belirmektedir.Mimari belgeleme süreci sonucu elde edilen tüm verilerle Antik Dönem yapısının onarım kararları oluşturulur. Restitüsyon önerisi ve mimari parça envanteri sonucunda, yapının evreleri ve ilk inşa edildiği dönemi ortaya çıkarılır. Bu aşamada, yapıdaki özgün yerleri bulunan mimari parça envanteri ile parçası olmayan kısımların mimari biçimlerine ilişkin bir güvenilirlik çalışması hazırlanması gereklidir. Güvenilirliği yüksek olan bir yapının tümleme, tamamlama ya da ayağa kaldırılmasına ilişkin kararları oluşturulur.

Sonuç/Değerlendirme

Bu tür kültür varlıklarının, geçmiş dönemlere ilişkin bilgi aktarması ve taşıdığı değerleri izleyenlere/ziyaretçilere aktarabilmesi amacıyla korunmalı, onarılmalı ve kamuoyuna ve dünyaya sunulmalıdır (Etki-Katkı Değeri). Arkeolojik bir alanın ve buradaki kültür varlıklarının taşıdığı kültürel değerler ve onun geleceğini etkileyen konular en iyi, karar vermeden önce, bilgilerin toplanması ve analiz edilmesiyle anlaşılır. Öncelikle kültürel önemin anlaşılması gelir, daha sonra politikalar geliştirilmeli ve bu politikalara uygun bir yönetim sağlanmalıdır. Böyle bir yer mutlaka amacına uygun kullanılmalıdır.

Giriş

Arkeolojik alanlardaki kültür varlığı niteliği taşıyan yapılar, fiziksel ve işlevsel özellikleri nedeniyle ‘anıtsal’ yapı grubunda yer alırlar. Hem Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına dair Sözleşmesinde hem de Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi’nde anıtlar, tarihsel, arkeolojik, sanatsal, bilimsel, sosyal ve teknik bakımlardan önemleri nedeniyle dikkate değer binalar veya bina grupları olarak tanımlanmıştır. Erder, anıtların özellikle ilkel toplumlarda, geçmişin temsilcileri olmaktan çok birer simge olarak kabul edildiğini belirtmektedir.

Arkeolojik sit alanları, Efes Antik Kenti gibi antik bir kent dokusunu, İshak Paşa Sarayı ya da Seyitgazi Külliyesi gibi yapılar topluluğunu ya da Antakya Kalesi gibi büyük ölçekli bir yapıyı kapsar. Bu tür sit alanlarındaki kültür varlığı niteliği taşıyan yapıların işlevleri güncelliğini yitirmiş ve sona ermiştir. Diğer bir deyişle, kentte yaşam sürmemektedir ve yapılar kullanılmamaktadır. Sonuçta arkeolojik sit alanlarındaki bu yapılar, uzun bir süre terkedilmiş olmaktan kaynaklı olarak, doğa şartlarına yenik düşmüş, toprak altında kalmış ya da bitki örtüsünden etkilenmiştir.

Yapıların büyük bir bölümü yıkılmıştır. Arkeolojik sit alanlarına, Anadolu’daki iyi örneklerden biri Aspendos Antik Kenti’dir. Aspendos Antik Kenti, Köprüçayı’nın dağlık bölgesinden düzlüğe ulaştığı yerde MÖ X. yy’ da kurulmuştur. Buradaki antik tiyatro MS II. yy’ da Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Kent biri büyük, biri küçük iki tepe üzerine kurulmuştur.

Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve limana bağlandığı için Aspendos, her çağda önemli kentler arasında yer almıştır. Kentsel arkeolojik sit Alanlarında, çok eski dönemlerden itibaren farklı dönemlere ait, farklı toplumlara ait fiziksel kalıntı ve izlerin yatayda, düşeyde veya farklı açılarda bir arada bulundukları görülmektedir. Altınöz’ün de önemle vurguladığı bu çok katmanlı kent’ler, uzun bir tarihsel süreç boyunca yerleşim görmüş olup yer altında ve yer üstünde bu tarihsel sürecin izlerini barındırmaktadır.

Kentsel arkeoloji, ülkemizde yaşayan bir yerleşme içinde, artık yaşamayan bir kültüre ilişkin olarak izlenebilen ya da araştırmalar sonucunda ortaya çıkan arkeolojik değerlerin korunması, sunumu ve çağdaş yaşamla ilişkilerinin düzenlenmesi olarak anlaşılmaktadır. Kent içindeki ölçek ve nitelikleri farklı arkeolojik alanların korunmasının amacı, bir taraftan kentin geçmişini ortaya çıkarırken diğer taraftan da bu geçmişin izlerini kent ile onu rahatsız etmeden, onu zenginleştirerek bütünleşmesini sağlamak, gereken hâllerde ona çağdaş yaşam içerisinde yeni bir rol tanımlamak olarak açıklanabilir.

Arkeolojik ve doğal sit alanları, doğal sit alanlarının aynı zamanda arkeolojik sit özelliği gösterdiği örneklerdir ve ülkemizde sıkça görülmektedir. Bu sit alanları, arkeolojik dokunun ve mimari yapıların korunmasının yanı sıra doğal özellik ve güzellikleri nedeniyle bitki örtüsü ve topoğrafya da korunması gerekli olan alanlardır. Bu tür karmaşık sit alanları da arkeolojik sit alanları gibi genellikle yerleşim alanları dışında yer alırlar. Yerleşim alanları dışında kalmış olmasından dolayı, ulaşım/erişim sorunu yaşanabilir.

Mimari Koruma Tanımı

Kültürel miras olarak kabul edilen her türlü kültür varlığının korunması ve korunacak değerlerin sürekliliğinin sağlanması esastır. Bu kapsamdaki mimari miras da temel amaç olarak, kültürümüzün özgün yapısını ve zenginliğini kaybetmeden gelişime açık olması ve evrensel kültür birikimine katkıda bulunması, toplumsal değişim sürecinde kültürel zenginlik ve çeşitliliğimizin korunması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için korunmalıdır.

Kültür varlıklarının, zamana ve kullanıma bağlı olarak fiziksel, sosyal ve kültürel olarak değişmelerine karşın, doğru ve kapsamlı bir koruma sağlanabilmesi, ancak koruma sürecinin doğru ve etkin yönetilmesi ve projelendirilmesi ile mümkün olabilir. Bu kapsamda, kültürel ve fiziksel değerler mutlak biçimde korunmalıdır. Burra Tüzüğü’nde de vurgulandığı üzere, bir yerin ya da bir yapının korunması, doğal ve kültürel önemini her açıdan göz önünde bulundurarak hiçbir değer haksız yere diğerinin önüne çıkarılmadan sağlanabilir.

Koruma projelerinde, bu sürecin yönetilebilmesi ve işletilebilmesi, sonuçta korunması gerekli kültür varlığının, doğru kararlar ışığında ve doğru bir biçimde onarılarak korunmasını sağlayacaktır. Korumadaki en önemli girdi, kültür varlığı niteliği taşıyan ‘Mevcut Yapı’nın kendisidir. Ancak mevcut yapının zaman içinde uğradığı fiziksel ve sosyal değişimler ve karşı karşıya kaldığı yaşlanma gibi etmenler süreci doğrudan etkilemektedir. Oluşturulması gereken koruma kararlarında belirleyici olmaktadır.

Koruma süreci kapsamında oluşabilecek “risk” yüksektir. Bu riskler, yapı/çevreden gelen fiziksel duruma bağlı riskler, proje ve uygulama sürecindeki riskler, sürece dahil olan farklı meslek gruplarından ve yasal çerçeveden kaynaklı riskler olarak düşünülebilir. Riske bağlı olarak öne çıkan bileşenler; sonuç ürün, zaman ve maliyet olarak kabul edilebilir. Mimari ‘sonuç ürün’ün doğru tanımlanabilmesi önemlidir. Zamanın iyi kullanılabilmesi, en kısa zamanda, yeterli ve gerekli bilginin üretilebilmesi ile doğru orantılıdır. Tanımlı bir sonuç ürün ve iyi kullanılan zaman, maliyet hesaplarının öngörülen değerler içinde kalmasını sağlar.

Üst ölçek bağlamında koruma sürecinin yönetilmesi kapsamında koruma eylemleri kamu yararına gerçekleştirilen bir kalkınma faktörüdür. Mimari koruma kapsamında, tarihî, sosyal, kültürel, coğrafi, doğal, sanatsal bir bütünlük içinde etkileşim sahalarının sürekliliğini sağlamak mümkündür. Alanın değerini arttırarak uluslararası bir seviyeye çıkarmak için genel stratejiler, yöntemler ve araçların geliştirilmesi, mali kaynakların belirlenmesi ve yaratılması, koruma sürecinin yönetiminin önemli bir parçasıdır.

Arkeolojik Alanlardaki Kültür Varlıklarının Özellikleri

Arkeolojik alanlar geçmiş, bugün ve gelecek kuşaklar için estetik, tarihî, bilimsel, sosyal ve ruhani değerler içerirler. Bu bağlamda, arkeolojik alanlar ‘kültürel öneme sahip yerlerdir. Arkeolojik alanda bulunan ve kültür varlığı niteliği taşıyan bir yapı, taşıdığı fiziksel ve kültürel değerler bakımından, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir dünya mirası niteliğindedir. Bu tür yapılar, ‘tek olma değeri’ nin yanı sıra bünyesinde barındırdığı değerleri, bir dönemin mimarisini örneklediğinden, morfolojisi ve tipolojisi bakımından ve kullanılan inşaat tekniği nedeniyle ‘mimari ve estetik değeri’ ve ölçeği bakımından ‘anıtsallık değeri’ taşımaktadır.

Arkeolojik Alanlarda Koruma Yaklaşımları

Kültürel miras kapsamında neyin korunacağı, hangi kapsamda ve nasıl korunacağı sorusu, kültür varlıklarının önemi fark edildiğinden bu yana yanıt aranan sorulardır. Koruma çabaları, başlangıçta manevi ve sanatsal değeri yüksek anıt niteliğindeki tek yapılara yönelmiştir. Zaman içinde böyle bir korumanın yetersizliği, bir yapının ancak çevresiyle bir bütün olarak algılandığında anlam kazandığı fark edilmiştir.

Korunacak olanın tanımı, genişletilmiş ve sit alanlarına yönelmiştir. Zaman içinde, kültürün sadece maddi olan ögelerinin korunmasının yetersiz olduğu ve bunların maddi olmayan kültür ögeleriyle birlikte korunması gerektiği anlaşılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeolojik kazılar, 19.yy’ın ortalarında Mezopotamya’da başlamış ve kısa süre içinde Anadolu’ya yayılmıştır. Büyük çoğunluğu yabancı kurullarca başlatılan bu kazılar, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle bir süre yapılamamıştır. Arkeolojik bilimsel kazı ve araştırma çalışmalarının yeniden başlatılması da Cumhuriyet’in bir bilimsel projesi olarak görülmelidir. Türk bilim adamlarının yönetimindeki ilk bilimsel çalışmalar ise 1930’larda başlamıştır.

1951 yılında kurulan Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (GEAYYK), hem ilke koyan hem de uygulamaya yönelik karar alan ve yasayla oluşturulmuş ilk kurumdur. Kurul, 1956 yılında İmar Yasası ile kurumun çevre ölçeğinde yetkilendirilmesi ile giderek “sit” tanım ve kavramları ile ilgilenmeye başlamıştır.

Arkeolojik Alanlardaki Koruma Sürecinin Tanımı

Arkeolojik alanlardaki koruma süreci, diğer koruma alanlarındaki koruma sürecinden farklılaştığı için özelleşmektedir. Bu özelleşme, üst ölçek kapsamında, arkeolojik yerleşkeler üzerinden alt ölçek kapsamında ise Antik Dönem yapıları üzerinden açıklanabilir.

Antik kentlerin ve yapıların bulunduğu Arkeolojik, Kentsel Arkeolojik ile Doğal ve Arkeolojik Sit Alanları kapsamında ele alındığında, arkeolojik alanların taşıdığı nitelikler, konumlanışlarına ve bugünkü çağdaş yerleşim alanları ile ilişkilenişlerine bağlı olarak farklılaşmaktadır. Yerleşim alanları dışında yer alan arkeolojik sit alanları, çağdaş kent kullanımından zarar görmemiş, hatta doğal bitki örtüsü ve topoğrafya sayesinde korunmuş durumda bulunabilirler.

Arkeolojik alanlardaki koruma süreci, ağırlıklı olarak mimari ve arkeoloji disiplinlerinin bir arada çalıştığı ortamlardır. Bu iki disipline ek olarak, koruma sürecinin gerektirdiği diğer uzmanlar da sürece dahil olmaktadırlar. Bu kapsamda, farklı disiplinlerin bir arada ve eş zamanlı olarak üretim yaptığı bir zaman diliminin, en etkin biçimde değerlendirilmesi amacıyla bu sürecin doğru yönetilebilmesi önemlidir.

Restorasyon (koruma uygulaması) sonucunda ortaya çıkacak olan mimari sonuç ürünün iyi tanımlanması, arkeolojik alandaki risklerin öngörülebilmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi, öngörülemeyen bilinmezlere yönelik alternatif hamlelerin oluşturulması gereklidir.

Bir yerin kültürel değeri ve onun geleceğini etkileyen konular en iyi karar vermeden önce, bilgilerin toplanması ve analiz edilmesiyle anlaşılır. Öncelikle kültürel önemin anlaşılması gelir (Burra Tüzüğü), daha sonra politikalar geliştirilmeli ve bu politikalara uygun yönetim sağlanmalıdır.

Arkeolojik alanlarda Bütünleşik Mimari Belgeleme Süreci, projelendirme aşamasından önce öngörülmesi beklenen risklerin kapsamlı bir biçimde tanımlanabilmesi, belgelenecek yapı/alanın morfolojisi, topografyası, yakın çevresindeki bitki örtüsü ya da yapılanmış çevre ve iklimsel özelliklerinin üstesinden gelinebilmesi, ölçüm zorluklarını indirgemesi amacıyla ileri belgeleme teknolojilerinin geleneksel yöntemlerle bütünleştirilmesini kapsamaktadır.

Arkeolojik alanlardaki kültür varlıkları yıkıntı/harabe hâlinde olduğu için yapının bir kısma veya tamamı toprak altında kaldığı ve arkeolojik kazılar sonucunda yeryüzüne çıkarıldığı için, yapının tamamına ilişkin bir belgeleme çalışması yapılması mümkün olamamaktadır. Yapının ayakta kalabilmiş kısmının belgelenmesi mümkündür.

Restitüsyon önerisi, belgelenebilen ana yapı üzerinden geliştirilecektir.

Uygulama projesi kapsamında üretilecek onarım ya da tamamlama kararları da üretilen bu mimari belge üzerinden oluşturulacaktır. Mimari belgeleme çalışmaları, koruma proje sürecinin ilk temel adımıdır. Mimari belgeleme aşamasının da ilk temel adımı, yapının mevcut durumunun mimari bir ifade ile sayısal ortama aktarılması olarak belirmektedir.Mimari belgeleme süreci sonucu elde edilen tüm verilerle Antik Dönem yapısının onarım kararları oluşturulur. Restitüsyon önerisi ve mimari parça envanteri sonucunda, yapının evreleri ve ilk inşa edildiği dönemi ortaya çıkarılır. Bu aşamada, yapıdaki özgün yerleri bulunan mimari parça envanteri ile parçası olmayan kısımların mimari biçimlerine ilişkin bir güvenilirlik çalışması hazırlanması gereklidir. Güvenilirliği yüksek olan bir yapının tümleme, tamamlama ya da ayağa kaldırılmasına ilişkin kararları oluşturulur.

Sonuç/Değerlendirme

Bu tür kültür varlıklarının, geçmiş dönemlere ilişkin bilgi aktarması ve taşıdığı değerleri izleyenlere/ziyaretçilere aktarabilmesi amacıyla korunmalı, onarılmalı ve kamuoyuna ve dünyaya sunulmalıdır (Etki-Katkı Değeri). Arkeolojik bir alanın ve buradaki kültür varlıklarının taşıdığı kültürel değerler ve onun geleceğini etkileyen konular en iyi, karar vermeden önce, bilgilerin toplanması ve analiz edilmesiyle anlaşılır. Öncelikle kültürel önemin anlaşılması gelir, daha sonra politikalar geliştirilmeli ve bu politikalara uygun bir yönetim sağlanmalıdır. Böyle bir yer mutlaka amacına uygun kullanılmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.