Açıköğretim Ders Notları

Anayasa 2 Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Anayasa 2 Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Anayasa Yargısının Rolü Ve Anayasaya Uygunluk Denetiminin Türleri

Anayasa Yargısının Demokratik Meşruiyeti

Anayasa yargısının konusu, kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapmaktır. Bu denetimi yapan yargı kuruluşu, bir normun anayasaya aykırılığını tespit ettiği takdirde ya ABD modeli anayasa yargısında olduğu gibi o normun ihmaline hükmedecek veya Kıta Avrupa’sı modelinde olduğu gibi o normun iptali kararını verecektir. Bu iki model arasındaki farkların ayrıntıları aşağıda incelenecektir. Burada üzerinde durulması gereken asıl nokta, anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı kuruluşunun, bir normun hukuki geçersizliğini saptamasıyla beraber o normun ABD modelinde olduğu gibi uygulama kabiliyetini; Kıta Avrupa’sı modelinde olduğu gibi hukuki varlığını kaybedecek olmasıdır. Her iki durumda da anayasaya uygunluk denetimi yapan organın, normun hukuken geçersizliğini ilan eden kararı, kanun koyucu organın kanun yapma faaliyetinin zıddını oluşturmaktadır. Yasama organı kanun koyarken pozitif bir yasama faaliyetinde bulunduğu halde, anayasaya uygunluk denetimi yapan organ, normun hukuken geçersizliğine hükmettiği kararıyla adeta, negatif bir yasama faaliyetinde bulunmaktadır. Yasama organı, kanun koyma yetkisini halkın iradesinden kazanmakta; bu nedenle demokratik bir meşruiyete dayanmaktadır. Şu halde, negatif yasama faaliyeti anlamına gelen anayasaya uygunluk denetimi yapan organın da sahip olduğu yetkiyi halkın iradesinden kazanması, tıpkı parlamentolar gibi demokratik meşruiyete dayanması gerekmektedir. Bu nedenle, anayasa yargısına yer veren örneklerin hemen hemen hepsinde anayasaya uygunluk denetimi yapan organın üyelerinin tümü veya önemli bir kısmını seçme yetkisi parlamentolara ve/veya seçim esasına dayanan diğer makamlara tanınarak bu yargı kuruluşunun halkın iradesiyle ilişkilendirilmesi sağlanmış; üyelerin görev süreleri de sınırlanmıştır.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Farklı Modelleri

Kanunların anayasaya uygunluk denetimi ya genel yetkili bir mahkeme tarafından veya özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılmaktadır. Anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sistemlere Amerikan modeli, bu denetimin özel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sistemlere ise Avrupa modeli denmektedir. Bu iki modelin ayrıntıları aşağıda incelenecektir.

ABD Modeli

Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sisteme ABD modeli denmektedir. Bunun nedeni, sözü geçen denetimin ilk kez ABD’de, genel yetkili mahkemeler tarafından yapılmış olmasıdır. ABD modelinin, adem-i merkeziyetçi anayasaya uygunluk denetimi, genel yetkili mahkeme sistemi ve yaygın anayasa yargısı olarak adlandırıldığı da görülmektedir. Bu sistemin adem-i merkeziyetçi anayasaya uygunluk denetimi olarak da adlandırılmasının nedeni, denetimi yapacak merkezi nitelikte özel yetkili bir mahkemenin olmaması, anayasaya uygunluk denetiminin yargı yetkisini haiz tüm mahkemeler tarafından yapılabilmesidir. Nitekim sistem, bu özelliği itibariyle aynı zamanda genel mahkeme sistemi olarak da ifade edilmektedir. Bu modelde, kanunların anayasaya uygunluk denetimi, tek bir mahkeme tarafından değil, yargı sisteminin farklı basamaklarında yer alan tüm mahkemeler tarafından yapılabilmektedir. Bu nedenle ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve temyiz mahkemesi bu denetimi yapma yetkisine sahiptir. Bu modelde anayasaya uygunluk denetiminin tüm mahkemeler tarafından yapılabilmesi, yargı kuruluşlarının kendilerine intikal eden uyuşmazlıkları çözerken, o uyuşmazlığa uygulayacakları normun hukuken geçerli olup olmadığını tespit etmekle yükümlü olmalarından kaynaklanmaktadır. Eğer bir mahkeme, uyuşmazlığa uygulayacağı normun anayasaya aykırılığını tespit ederse, bu tespit o normun hukuken geçersiz olduğu anlamına gelecektir. Böylece tespiti yapan mahkeme, uyuşmazlığı bir üst norm olan anayasa hükümlerine göre çözmek durumunda kalacaktır. Bu model, hukukun temel prensiplerinden olan üst normun kendisinden sonraki normu bertaraf edeceği anlamına gelen lex superior derogat legi inferiori kuralına dayanmaktadır. Eğer ilk derece mahkemesi, uyuşmazlığa uygulaması gereken normun, anayasaya aykırılığını tespit ederse, sözü geçen normu ihmal ederek uyuşmazlığı bir üst norm olan anayasa hükümlerini uygulayarak çözecektir. Ne var ki ilk derece mahkemelerinin tüm kararları temyiz denetimine tâbi olduğundan, anayasaya uygunluk denetimi konusundaki nihai kararı da temyiz mahkemesi verecektir.

ABD modelinde, anayasaya aykırılığı tespit edilen norm, iptal edilerek yürürlükten kaldırılmaz. Anayasaya aykırılık tespiti ile birlikte norm ihmal edilir; uyuşmazlık, anayasa hükümleri doğrudan doğruya uygulanarak çözüme bağlanır. Bu nedenle mahkemeler anayasaya aykırılığa hükmeden kararlarından vazgeçtikleri takdirde, norm tekrar uygulamaya girer. Böyle olmakla beraber mahkemeler anayasaya aykırılığı tespit edilen normu stare decisis (emsallere bağlılık) ilkesi gereğince uygulamama eğilimindedir. Böylece hakkında anayasaya aykırılık hükmü olan norm, açık olarak ilga edilmese de uygulanmamak suretiyle hukuki gücünü kaybeder.

İlk kez ABD’de ortaya çıkan, bu nedenle ABD modeli olarak adlandırılan bu sistemde, kanunların anayasaya uygunluğu, ancak somut norm denetimi yoluyla gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, ABD modelinde somut bir uyuşmazlık olmaksızın herhangi bir kişi veya makam bir normun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle soyut norm denetimine yani iptal davasına başvuramamaktadır. Aşağıda görüleceği gibi somut norm denetimi, bir uyuşmazlık nedeniyle o uyuşmazlığa uygulanacak normun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle harekete geçirilebilmektedir. ABD modelinin ancak somut norm denetimine olanak tanıması, bu denetimi harekete geçirecek kişilerin hukuki bir uyuşmazlığın taraflarından biri, yani davalı veya davacı olmasını gerektirmektedir. Herhangi bir uyuşmazlığa taraf olmayan, davalı veya davacı sıfatı taşımayan kişiler, anayasaya uygunluk denetimini harekete geçirememektedir. Öte yandan bu model, önleyici değil düzeltici denetim türüne tekabül etmektedir. Hatırlanacağı gibi önleyici denetim, bir normun yürürlüğe girmesinden önce o normun yürürlüğe girmesini önlemek üzere başvurulan bir denetim türüdür. Düzeltici denetim ise, bir normun yürürlüğe girmesinden sonra o normun yol açtığı anayasaya aykırılık sorununu çözmek üzere başvurulan bir yöntemdir. Bir uyuşmazlığa uygulanacak norm nedeniyle anayasaya uygunluk denetimine olanak tanıyan ABD modeli ise düzeltici denetim niteliğini taşımaktadır. Genel yetkili mahkeme yöntemi, ABD dışında Avustralya, Kanada, Arjantin, Hindistan ve Japonya gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Bundan başka Kıta Avrupasında da Finlandiya, Norveç, İsveç, Yunanistan’da da uygulandığı görülmektedir.

Avrupa Modeli

Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından değil; ancak, bu amaca özgü olarak kurulan özel yetkili bir mahkeme tarafından yapıldığı sisteme Avrupa modeli, merkezi anayasa yargısı veya anayasa mahkemesi modeli denmektedir. Sistemin Avrupa modeli olarak adlandırılmasının nedeni, Kıta Avrupasında yer alan geniş sayılabilecek bir coğrafyada uygulanmasıdır. Bu modelin aynı zamanda merkezi anayasa yargısı olarak tanımlanması ise anayasaya uygunluk denetiminin merkezi nitelik taşıyan özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılmasıdır. Bu model, ilk kez 1 Ekim 1920 tarihli Avusturya Anayasasıyla benimsendiği için Avusturya modeli olarak adlandırıldığı da görülmektedir. Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılması, ilk kez Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen tarafından öne sürülmüştür. Kelsen’e göre, hukuk normları arasında bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi içinde anayasa metni en üst normu, diğer bir deyişle, ülkenin temel normunu oluşturmaktadır. Bu sistem içinde anayasadan sonra gelen kanunların anayasaya aykırı olması düşünülemez. Kanunların anayasaya aykırı hükümler içermesi halinde, bu aykırılığı tespit ederek sorunu çözme yetkisi, özel yetkili bir mahkemeye ait olmalıdır. İşte bu nedenle, özel yetkili mahkeme modeli, Kelsen modeli olarak da adlandırılmaktadır. Avrupa modeli, yukarıda işaret edildiği gibi ilk kez 1920 Avusturya Anayasasıyla kabul edilmiş; İkinci Dünya Savaşından sonra kabul edilen anayasalarla yaygınlaşmıştır. 1947 İtalyan, 1949 Alman, 1958 Fransız, 1961 TC Anayasaları, Avrupa modelini kabul eden; bu nedenle, kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapmak üzere özel yetkili mahkemelerin kurulmasını sağlayan anayasalardır. Bu özel yetkili mahkemelerin yaygın olarak anayasa mahkemesi şeklinde adlandırıldıkları görülmektedir. Böyle olmakla beraber, Fransa’da anayasa yargısı, Anayasa Konseyi tarafından yerine getirilen bir fonksiyondur. Sovyetler Birliğine bağlı Doğu Bloku’nun çöküşünü takiben 1990’lardan başlayarak demokrasiye geçen Orta ve Doğu Avrupa devletlerinde merkezî anayasa yargısı modeli benimsenmiştir. Arnavutluk, Azerbaycan, Beyazrusya, Bosna ve Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Ermenistan, Estonya, Hırvatistan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Moldova, Polonya, Romanya, Rusya, Slovakya, Slovenya ve Ukrayna gibi devletler, kanunların anayasaya uygunluk denetimi yetkisini, özel yetkili mahkemelere sunmuşlardır.

Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluk denetimi yetkisi, sadece bu amaç için kurulan özel yetkili mahkemelere aittir. Bu yüzden, Avrupa modelini kabul eden anayasa düzenlerinde genel yetkili mahkemeler, kendilerine intikal eden uyuşmazlıkları çözerken bu uyuşmazlığa uygulayacakları normun anayasaya aykırılığını tespit ederlerse, sözü geçen normu ihmal ederek ABD modelinde olduğu gibi anayasa normlarını uygulamak suretiyle uyuşmazlığı karara bağlayamazlar. Genel yetkili mahkemelere tanınan yetki, koşulları mevcut ise anayasaya uygunluğu konusunda şüphe duydukları norm üzerinde yargısal denetim yapması için anayasa mahkemesini harekete geçirmekten ibarettir. Çünkü Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapma yetkisi, çoğu kez anayasa mahkemesi olarak adlandırılan özel yetkili mahkemeye aittir. Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluğunu sağlamak için soyut norm denetimi yöntemine başvurulmaktadır. Bu nedenle Avrupa modelinde bir normun anayasaya uygunluk denetiminin yapılabilmesi için o normun uygulanmasını gerektiren somut bir uyuşmazlığın mevcut olması gerekmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak, kanunların anayasaya uygunluk denetimini harekete geçirme yetkisi, devlet başkanı, belirli sayıdaki parlamento üyesi gibi siyasal nitelik taşıyan organlara sunulmaktadır. Elbette bu tespit, Avrupa modelinde sadece soyut norm denetiminin mümkün olduğu, bu modelde aynı zamanda somut norm denetiminin uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim Avrupa modelini benimseyen anayasalarda soyut norm denetimi yanında somut norm denetimine de olanak tanınmaktadır.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Türleri

Anayasaya uygunluk denetimi, denetimi yapan organ, denetimin yapılma zamanı ve bu denetimin harekete geçirilmesinde izlenen yöntem dikkate alındığında, çeşitli türlere ayrılmaktadır. Bunlar sırasıyla, siyasal ve yargısal denetim, önleyici ve düzeltici denetim, soyut ve somut norm denetimi ve nihayet anayasa şikâyetidir. Bu denetim türlerinin niteliği, anayasaya uygunluğun korunmasındaki etki ve sonuçları aşağıda incelenecektir.

Anayasaya Uygunluk Denetimini Yapan Organa Göre

  • Siyasal denetim
  • Yargısal denetim

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Yapıldığı Zamana Göre

  • Önleyici denetim
  • Düzeltici denetim

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Harekete Geçirilmesinde İzlenen Yönteme Göre

  • Soyut norm denetimi
  • Somut norm denetimi
  • Anayasa şikayeti

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Kapsamı

Kanunların anayasaya uygunluğunun şekil ve esas yönünden uygunluk olmak üzere iki boyutu mevcuttur. Gerçekten bir kanunun anayasaya uygun olabilmesi için her şeyden önce, o kanunun yapımında izlenen yöntemin anayasada öngörülen usul kurallarına uygun olması gerekir. Öte yandan, kanunun yer verdiği düzenlemelerin içerik yönünden de anayasa hükümlerine uygun olması gerekir. Aksi halde anayasanın temel norm olmasının hiçbir hukuki değeri kalmaz. Bu nedenle kanunların anayasaya uygunluk denetimi de şekil ve esas denetimi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Şekil denetiminin konusu, kanunun yapımında izlenen yöntemin anayasada öngörülen usul kurallarına uygun olup olmadığının araştırılmasıdır. Esas denetiminin konusu ise kanunun yer verdiği hükümlerin içeriği yönünden anayasaya uygun olup olmadığının tespit edilmesidir. Anayasa yargısını benimseyen sistemlerde, genellikle kanunların anayasaya uygunluk denetiminin bu iki boyutunun da kabul edildiği görülmektedir. Nitekim 1949 Alman Anayasası 93. maddesinde, kanunların hem şekil hem de esas yönünden anayasaya uygunluk denetimine tabi olduğunu düzenlemektedir.

Anayasa Yargısının Demokratik Meşruiyeti

Anayasa yargısının konusu, kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapmaktır. Bu denetimi yapan yargı kuruluşu, bir normun anayasaya aykırılığını tespit ettiği takdirde ya ABD modeli anayasa yargısında olduğu gibi o normun ihmaline hükmedecek veya Kıta Avrupa’sı modelinde olduğu gibi o normun iptali kararını verecektir. Bu iki model arasındaki farkların ayrıntıları aşağıda incelenecektir. Burada üzerinde durulması gereken asıl nokta, anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı kuruluşunun, bir normun hukuki geçersizliğini saptamasıyla beraber o normun ABD modelinde olduğu gibi uygulama kabiliyetini; Kıta Avrupa’sı modelinde olduğu gibi hukuki varlığını kaybedecek olmasıdır. Her iki durumda da anayasaya uygunluk denetimi yapan organın, normun hukuken geçersizliğini ilan eden kararı, kanun koyucu organın kanun yapma faaliyetinin zıddını oluşturmaktadır. Yasama organı kanun koyarken pozitif bir yasama faaliyetinde bulunduğu halde, anayasaya uygunluk denetimi yapan organ, normun hukuken geçersizliğine hükmettiği kararıyla adeta, negatif bir yasama faaliyetinde bulunmaktadır. Yasama organı, kanun koyma yetkisini halkın iradesinden kazanmakta; bu nedenle demokratik bir meşruiyete dayanmaktadır. Şu halde, negatif yasama faaliyeti anlamına gelen anayasaya uygunluk denetimi yapan organın da sahip olduğu yetkiyi halkın iradesinden kazanması, tıpkı parlamentolar gibi demokratik meşruiyete dayanması gerekmektedir. Bu nedenle, anayasa yargısına yer veren örneklerin hemen hemen hepsinde anayasaya uygunluk denetimi yapan organın üyelerinin tümü veya önemli bir kısmını seçme yetkisi parlamentolara ve/veya seçim esasına dayanan diğer makamlara tanınarak bu yargı kuruluşunun halkın iradesiyle ilişkilendirilmesi sağlanmış; üyelerin görev süreleri de sınırlanmıştır.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Farklı Modelleri

Kanunların anayasaya uygunluk denetimi ya genel yetkili bir mahkeme tarafından veya özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılmaktadır. Anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sistemlere Amerikan modeli, bu denetimin özel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sistemlere ise Avrupa modeli denmektedir. Bu iki modelin ayrıntıları aşağıda incelenecektir.

ABD Modeli

Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından yapıldığı sisteme ABD modeli denmektedir. Bunun nedeni, sözü geçen denetimin ilk kez ABD’de, genel yetkili mahkemeler tarafından yapılmış olmasıdır. ABD modelinin, adem-i merkeziyetçi anayasaya uygunluk denetimi, genel yetkili mahkeme sistemi ve yaygın anayasa yargısı olarak adlandırıldığı da görülmektedir. Bu sistemin adem-i merkeziyetçi anayasaya uygunluk denetimi olarak da adlandırılmasının nedeni, denetimi yapacak merkezi nitelikte özel yetkili bir mahkemenin olmaması, anayasaya uygunluk denetiminin yargı yetkisini haiz tüm mahkemeler tarafından yapılabilmesidir. Nitekim sistem, bu özelliği itibariyle aynı zamanda genel mahkeme sistemi olarak da ifade edilmektedir. Bu modelde, kanunların anayasaya uygunluk denetimi, tek bir mahkeme tarafından değil, yargı sisteminin farklı basamaklarında yer alan tüm mahkemeler tarafından yapılabilmektedir. Bu nedenle ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve temyiz mahkemesi bu denetimi yapma yetkisine sahiptir. Bu modelde anayasaya uygunluk denetiminin tüm mahkemeler tarafından yapılabilmesi, yargı kuruluşlarının kendilerine intikal eden uyuşmazlıkları çözerken, o uyuşmazlığa uygulayacakları normun hukuken geçerli olup olmadığını tespit etmekle yükümlü olmalarından kaynaklanmaktadır. Eğer bir mahkeme, uyuşmazlığa uygulayacağı normun anayasaya aykırılığını tespit ederse, bu tespit o normun hukuken geçersiz olduğu anlamına gelecektir. Böylece tespiti yapan mahkeme, uyuşmazlığı bir üst norm olan anayasa hükümlerine göre çözmek durumunda kalacaktır. Bu model, hukukun temel prensiplerinden olan üst normun kendisinden sonraki normu bertaraf edeceği anlamına gelen lex superior derogat legi inferiori kuralına dayanmaktadır. Eğer ilk derece mahkemesi, uyuşmazlığa uygulaması gereken normun, anayasaya aykırılığını tespit ederse, sözü geçen normu ihmal ederek uyuşmazlığı bir üst norm olan anayasa hükümlerini uygulayarak çözecektir. Ne var ki ilk derece mahkemelerinin tüm kararları temyiz denetimine tâbi olduğundan, anayasaya uygunluk denetimi konusundaki nihai kararı da temyiz mahkemesi verecektir.

ABD modelinde, anayasaya aykırılığı tespit edilen norm, iptal edilerek yürürlükten kaldırılmaz. Anayasaya aykırılık tespiti ile birlikte norm ihmal edilir; uyuşmazlık, anayasa hükümleri doğrudan doğruya uygulanarak çözüme bağlanır. Bu nedenle mahkemeler anayasaya aykırılığa hükmeden kararlarından vazgeçtikleri takdirde, norm tekrar uygulamaya girer. Böyle olmakla beraber mahkemeler anayasaya aykırılığı tespit edilen normu stare decisis (emsallere bağlılık) ilkesi gereğince uygulamama eğilimindedir. Böylece hakkında anayasaya aykırılık hükmü olan norm, açık olarak ilga edilmese de uygulanmamak suretiyle hukuki gücünü kaybeder.

İlk kez ABD’de ortaya çıkan, bu nedenle ABD modeli olarak adlandırılan bu sistemde, kanunların anayasaya uygunluğu, ancak somut norm denetimi yoluyla gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, ABD modelinde somut bir uyuşmazlık olmaksızın herhangi bir kişi veya makam bir normun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle soyut norm denetimine yani iptal davasına başvuramamaktadır. Aşağıda görüleceği gibi somut norm denetimi, bir uyuşmazlık nedeniyle o uyuşmazlığa uygulanacak normun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle harekete geçirilebilmektedir. ABD modelinin ancak somut norm denetimine olanak tanıması, bu denetimi harekete geçirecek kişilerin hukuki bir uyuşmazlığın taraflarından biri, yani davalı veya davacı olmasını gerektirmektedir. Herhangi bir uyuşmazlığa taraf olmayan, davalı veya davacı sıfatı taşımayan kişiler, anayasaya uygunluk denetimini harekete geçirememektedir. Öte yandan bu model, önleyici değil düzeltici denetim türüne tekabül etmektedir. Hatırlanacağı gibi önleyici denetim, bir normun yürürlüğe girmesinden önce o normun yürürlüğe girmesini önlemek üzere başvurulan bir denetim türüdür. Düzeltici denetim ise, bir normun yürürlüğe girmesinden sonra o normun yol açtığı anayasaya aykırılık sorununu çözmek üzere başvurulan bir yöntemdir. Bir uyuşmazlığa uygulanacak norm nedeniyle anayasaya uygunluk denetimine olanak tanıyan ABD modeli ise düzeltici denetim niteliğini taşımaktadır. Genel yetkili mahkeme yöntemi, ABD dışında Avustralya, Kanada, Arjantin, Hindistan ve Japonya gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Bundan başka Kıta Avrupasında da Finlandiya, Norveç, İsveç, Yunanistan’da da uygulandığı görülmektedir.

Avrupa Modeli

Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin genel yetkili mahkemeler tarafından değil; ancak, bu amaca özgü olarak kurulan özel yetkili bir mahkeme tarafından yapıldığı sisteme Avrupa modeli, merkezi anayasa yargısı veya anayasa mahkemesi modeli denmektedir. Sistemin Avrupa modeli olarak adlandırılmasının nedeni, Kıta Avrupasında yer alan geniş sayılabilecek bir coğrafyada uygulanmasıdır. Bu modelin aynı zamanda merkezi anayasa yargısı olarak tanımlanması ise anayasaya uygunluk denetiminin merkezi nitelik taşıyan özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılmasıdır. Bu model, ilk kez 1 Ekim 1920 tarihli Avusturya Anayasasıyla benimsendiği için Avusturya modeli olarak adlandırıldığı da görülmektedir. Kanunların anayasaya uygunluk denetiminin özel yetkili bir mahkeme tarafından yapılması, ilk kez Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen tarafından öne sürülmüştür. Kelsen’e göre, hukuk normları arasında bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi içinde anayasa metni en üst normu, diğer bir deyişle, ülkenin temel normunu oluşturmaktadır. Bu sistem içinde anayasadan sonra gelen kanunların anayasaya aykırı olması düşünülemez. Kanunların anayasaya aykırı hükümler içermesi halinde, bu aykırılığı tespit ederek sorunu çözme yetkisi, özel yetkili bir mahkemeye ait olmalıdır. İşte bu nedenle, özel yetkili mahkeme modeli, Kelsen modeli olarak da adlandırılmaktadır. Avrupa modeli, yukarıda işaret edildiği gibi ilk kez 1920 Avusturya Anayasasıyla kabul edilmiş; İkinci Dünya Savaşından sonra kabul edilen anayasalarla yaygınlaşmıştır. 1947 İtalyan, 1949 Alman, 1958 Fransız, 1961 TC Anayasaları, Avrupa modelini kabul eden; bu nedenle, kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapmak üzere özel yetkili mahkemelerin kurulmasını sağlayan anayasalardır. Bu özel yetkili mahkemelerin yaygın olarak anayasa mahkemesi şeklinde adlandırıldıkları görülmektedir. Böyle olmakla beraber, Fransa’da anayasa yargısı, Anayasa Konseyi tarafından yerine getirilen bir fonksiyondur. Sovyetler Birliğine bağlı Doğu Bloku’nun çöküşünü takiben 1990’lardan başlayarak demokrasiye geçen Orta ve Doğu Avrupa devletlerinde merkezî anayasa yargısı modeli benimsenmiştir. Arnavutluk, Azerbaycan, Beyazrusya, Bosna ve Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Ermenistan, Estonya, Hırvatistan, Kazakistan, Kırgızistan, Letonya, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Moldova, Polonya, Romanya, Rusya, Slovakya, Slovenya ve Ukrayna gibi devletler, kanunların anayasaya uygunluk denetimi yetkisini, özel yetkili mahkemelere sunmuşlardır.

Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluk denetimi yetkisi, sadece bu amaç için kurulan özel yetkili mahkemelere aittir. Bu yüzden, Avrupa modelini kabul eden anayasa düzenlerinde genel yetkili mahkemeler, kendilerine intikal eden uyuşmazlıkları çözerken bu uyuşmazlığa uygulayacakları normun anayasaya aykırılığını tespit ederlerse, sözü geçen normu ihmal ederek ABD modelinde olduğu gibi anayasa normlarını uygulamak suretiyle uyuşmazlığı karara bağlayamazlar. Genel yetkili mahkemelere tanınan yetki, koşulları mevcut ise anayasaya uygunluğu konusunda şüphe duydukları norm üzerinde yargısal denetim yapması için anayasa mahkemesini harekete geçirmekten ibarettir. Çünkü Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapma yetkisi, çoğu kez anayasa mahkemesi olarak adlandırılan özel yetkili mahkemeye aittir. Avrupa modelinde kanunların anayasaya uygunluğunu sağlamak için soyut norm denetimi yöntemine başvurulmaktadır. Bu nedenle Avrupa modelinde bir normun anayasaya uygunluk denetiminin yapılabilmesi için o normun uygulanmasını gerektiren somut bir uyuşmazlığın mevcut olması gerekmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak, kanunların anayasaya uygunluk denetimini harekete geçirme yetkisi, devlet başkanı, belirli sayıdaki parlamento üyesi gibi siyasal nitelik taşıyan organlara sunulmaktadır. Elbette bu tespit, Avrupa modelinde sadece soyut norm denetiminin mümkün olduğu, bu modelde aynı zamanda somut norm denetiminin uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim Avrupa modelini benimseyen anayasalarda soyut norm denetimi yanında somut norm denetimine de olanak tanınmaktadır.

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Türleri

Anayasaya uygunluk denetimi, denetimi yapan organ, denetimin yapılma zamanı ve bu denetimin harekete geçirilmesinde izlenen yöntem dikkate alındığında, çeşitli türlere ayrılmaktadır. Bunlar sırasıyla, siyasal ve yargısal denetim, önleyici ve düzeltici denetim, soyut ve somut norm denetimi ve nihayet anayasa şikâyetidir. Bu denetim türlerinin niteliği, anayasaya uygunluğun korunmasındaki etki ve sonuçları aşağıda incelenecektir.

Anayasaya Uygunluk Denetimini Yapan Organa Göre

  • Siyasal denetim
  • Yargısal denetim

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Yapıldığı Zamana Göre

  • Önleyici denetim
  • Düzeltici denetim

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Harekete Geçirilmesinde İzlenen Yönteme Göre

  • Soyut norm denetimi
  • Somut norm denetimi
  • Anayasa şikayeti

Anayasaya Uygunluk Denetiminin Kapsamı

Kanunların anayasaya uygunluğunun şekil ve esas yönünden uygunluk olmak üzere iki boyutu mevcuttur. Gerçekten bir kanunun anayasaya uygun olabilmesi için her şeyden önce, o kanunun yapımında izlenen yöntemin anayasada öngörülen usul kurallarına uygun olması gerekir. Öte yandan, kanunun yer verdiği düzenlemelerin içerik yönünden de anayasa hükümlerine uygun olması gerekir. Aksi halde anayasanın temel norm olmasının hiçbir hukuki değeri kalmaz. Bu nedenle kanunların anayasaya uygunluk denetimi de şekil ve esas denetimi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Şekil denetiminin konusu, kanunun yapımında izlenen yöntemin anayasada öngörülen usul kurallarına uygun olup olmadığının araştırılmasıdır. Esas denetiminin konusu ise kanunun yer verdiği hükümlerin içeriği yönünden anayasaya uygun olup olmadığının tespit edilmesidir. Anayasa yargısını benimseyen sistemlerde, genellikle kanunların anayasaya uygunluk denetiminin bu iki boyutunun da kabul edildiği görülmektedir. Nitekim 1949 Alman Anayasası 93. maddesinde, kanunların hem şekil hem de esas yönünden anayasaya uygunluk denetimine tabi olduğunu düzenlemektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.