Açıköğretim Ders Notları

Akdeniz Uygarlıkları Sanatı Dersi 7. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Akdeniz Uygarlıkları Sanatı Dersi 7. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Modern Öncesi Dönemde Akdeniz Uygarlıkları Sanatı

Giriş

Modern öncesi dönemin başlangıcı için, 1453 ve 1492 olmak üzere genellikle kabul gören iki tarihtir. Ancak esas olan 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir dönemin başlamasıdır. Erken modern dönemde Akdeniz’de yaşanan ekonomik ve toplumsal değişim, üstyapının değişimini de sağlayacak ve yeni bir düşünsel yapı şekillenecektir. Bu dönem, modern dönemin hazırlık evresini oluşturmuştur. Orta Çağ’ın feodal dinsel ideolojisine karşı tepki olarak, erken modern dönemde bilimsel siyasal düşünüş gelişmeye başlayacak, din merkezli düşüncenin yerini, insan merkezli, aklı ve bilimi esas alan, deney ve gözleme dayalı olan bilimsel düşünce alacaktır. Akdeniz, coğrafi keşiflerin öncesinde Orta Çağ’ın siyasi ve ekonomik çehresini bütünüyle değiştirecek bir sürece girer. Feodalite siyasi bir sistem olmaktan çıkar ve Avrupa’da milli monarşiler kurulur. Modern öncesi dönemde ortaya çıkan tüm bu ekonomik, sosyal, bilimsel ve politik değişimler, Akdeniz çevresindeki bölgelerde yeni sanat akımlarının oluşmasına neden olmuştur. Böylece tarihsel olarak daha önceki dönemlerde Akdeniz’de kurulmuş olan ticaret ilişkilerini İtalyan şehir devletleri devam ettirirken Venedik, İspanya Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’deki güçlerini korumaya ve daha etkin kılmaya çalışacaktır.

Erken Modern Dönem Başında Akdeniz: Uyanış

Hümanizm: Erken Modern dönemde düşünsel yapıya insanı merkez alan hümanizm (insancıllık ) akımı hâkim olmuştur. Orta Çağ’daki feodal-dinsel ideolojiyi esas alan skolastik düşünceye karşı, bu dönemde insanı temel alan akla dayalı bilimsel düşünce gelişmeye başlayacaktır. Döneme damgasını vuran Rönesans’ın ideolojisini hümanizm akımı oluşturacaktır. Hümanizm, İtalya’da antik dönem yazarlarının eserlerine ilgi duyan, bu eserleri araştırarak genel kütüphaneler, edebiyat dernekleri kuran fikir adamlarının bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunmaları sonucu ortaya çıktı. Bu araştırmacı yazarlara hümanist denildi. Petrarch, Bacon, Boccaio ve Erasmus gibi isimler hümanizmin önemli temsilcilerindendir.

Bilim, teknoloji, ticaret ve keşifler : Bu dönemde düşünsel etkilerin yanı sıra sorgulayan düşünce sisteminin değişikliği sonucu birey önem kazanmıştır. Bilimsel ilerlemeler bireyin dünya ile ilişkilerine yeni bir boyut getirmiştir. Ateşli silahların kullanımı da feodalitenin sembolü olan şatoların sonu oldu. Ulusal devletlerarasında düzenli ordularında ateşli silah kullananlar diğerlerinden daha başarılı oldular.

Akdeniz’de 15. yüzyılın ikinci yarısında başlayan değişiklikler sonucunda Avrupa kıtasında bulunan ulusal devletler sınırlarını birbirinin zararına genişletmeye başladılar. 15. yüzyılın başından itibaren coğrafya alanında başlayan bilimsel ve teknik gelişmeler coğrafi buluşlarda yönlendirici oldu.

İspanya’dan Orta Asya’ya kadar yayılmış olan İslam devletleri arasında gereken iletişimin sağlanabilmesi için yollar kadar coğrafya bilgisine de ihtiyaç vardı. Hac ziyareti yapacak Müslümanların Mekke ve Medine yollarını tanıması ayrı bir gereksinimdi. Yapılan haritalar üzerinde denizlerdeki akıntılar, rüzgârlar, yıldızlara bakarak yapılabilen yön bulma işlemleri ve yolculuğun sonunda ulaşılacak limanların özellikleri ayrıntılı olarak gösterilmişti. Gelişen bu ortamda Avrupalı bilim adamları ve tüccarlar doğu dünyasına ve coğrafi keşifler sırasında önemi daha da artan Hint okyanusundaki deniz yollarına ve limanlarına ait bilgileri öğrenme olanağına ulaştılar.

15. yüzyılda Akdeniz coğrafyacıları ve denizcileri İlk Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Ptolemaios’ un “Bütün dünyayı çeviren bir tek okyanus vardır, Afrika’yı güneyden dolaşarak Hindistan’a varmak mümkündür. Dünya yuvarlaktır, o halde hep batıya doğru yol alacak bir denizci Asya’nın doğusuna varabilecek ve hareket ettiği noktaya geri dönebilecektir.” sözlerini daha sık düşünmeye başladılar. Haçlı seferlerinden beri doğudan gelen bilgilerle de desteklenen bu görüşler batılı denizcilerin olaya güvenle yaklaşmasına neden oldu.

Arap denizcileri başarılarını uzun süreden beri kullandıkları usturlap ve pusulaya borçluydular. Usturlapla yıldızların durumunu gözleyerek bulundukları yerin coğrafi konumunu tayin ediyorlar, pusula ile de açık denizde kolaylıkla yönlerini tespit edebiliyorlardı. Ayrıca okyanus dalgalarına dayanabilecek, yüksek kenarlı ve uzun gemiler inşa edilmeye başlandı.

Bu dönemde Akdeniz’in batı yakasında, 15. yüzyılda İspanya ‘da Gırnata Devleti , Aragon ve Kastilya devletleri bulunuyordu. Aragon Kralı II. Ferdinand (1479-1516) ile Kastilya Kraliçesi I. İzabella 1479’da evlenerek siyasi bir birlik kurdular. Bu tarihte İspanya’dan kovulan Müslümanlar ve Yahudiler Kuzey Afrika ile Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettiler. Kısa bir süre sonra uzak denizlerdeki rekabetleri nedeniyle İspanya ve Portekiz karşı karşıya geldi. Marco Polo’nun seyahatnamesinden çok etkilenen Kristof Colomb, seferlerin sonunda Amerika kıtasını keşfetti. Kısa bir zaman dilimi içinde İspanya, Orta ve Güney Amerika kıtasında büyük toprak parçalarına sahip oldu ve İspanya modern öncesi dönemin tartışmasız en zengin ülkesi durumuna geldi.

Portekiz’deki gelişmelere gelince; 1385’de Portekiz’de Burgond hanedanının yerine Avis hanedanı geçti. Avis hanedanının kurucusu olan I. Johann (1385-1433), 1385’de İspanya’daki Kastilya Krallığına karşı kesin bir zafer kazandı. Avis hanedanı 1451 ‘de Kuzey Afrika’da Fas bölgesinde bulunan Kral Henri’nin çok büyük çabasıyla Cuta’yı ele geçirdi. Kral Henri sayesinde kısa zamanda aşama kaydeden Portekiz, denizcilik ve coğrafya alanında dünyada en fazla bilgi birikimine sahip devlet durumuna geldi. Bunun sonucu olarak da coğrafi keşiflerin öncülüğünü yaptı. 15. yüzyıla değin Portekiz, Akdeniz ve Avrupa’nın batı kıyılarında, belli başlı ticaret yollarının uzağında, az gelişmiş bir ülkeydi. 1442 de Portekizliler denizle yaptıkları mücadelenin kazancını elde etmeye başladılar. Afrika kıyılarından toplayarak gemilere doldurdukları köleleri Lizbon’a doğru yola çıkardılar. Portekizliler, Afrika ‘da Nijer ırmağı boyunca ilerleyerek kaynağına kadar uzanıp altın madeni ocaklarını ele geçirdiler. Portekizliler köle ticaretinden sonra altını da kaynağından elde ederek çok büyük kazançlar sağladılar. 471’de Portekizliler Ekvator çizgisini aştılar. 1488’de kaptan Bartholomeu Diaz , Afrika’nın güneyindeki en son burnu dönüp Hint Okyanusuna çıktı. Portekizliler Batı Avrupa ile Hint Okyanusu’nun kıyı ülkeleri arasında doğrudan ilişki kurmayı başardılar. Devam eden seferler sonucunda Portekizliler Hindistan’da ticaret merkezleri kurarak hâkimiyetlerini kabul ettirdiler. Modern öncesi dönemdeki deniz keşifleri Akdeniz bölgesini zenginleştirdi ve o zamana kadar geçerli olan ekonomik düzene kimi farklılıklar getirdi. Denizaşırı ülkelerden gelen altın ve gümüş, Akdeniz’e akmaya başladı.

Rönesans Dönemi ve Sanatı : Rönesans, Orta Çağ kültürü ve sanatının reddedilmesi ve antik dönem sanat ve kültürünün yeniden diriltilmesi anlayışından dolayı Yeniden Doğuş olarak nitelendirilmiştir. Rönesans, antik dönem eserlerinin modern öncesi dönemde yeni bir yorumla ele alınması esasına dayanır. İtalya’da Floransa merkezli olarak ortaya çıkmıştır.

14. yüzyıl sonunda Apulia’lı Nicola Pisano oluşturduğu yeni heykel anlayışı ve Floransalı ressam Giotto ’nun kiliselerdeki fresklerinde görülen yeni mekân anlayışı Rönesans sanatının başlangıcı olarak kabul edilir. 15. yüzyıl Floransası Rönesans sanatının merkezi olur. Bu dönemde sanatçılar, edebiyatçılar, hümanist düşünürler ve bilim insanları ile beraber dünyayı yeniden keşfetmektedirler. Bu da bilim ve sanatın henüz ayrılmadığını ve uzmanlık alanlarının belirginleşmediğini gösterir.

Resim sanatı İtalya/Floransa’da gelişmişti, ancak Venedik’te de kendine özgü bir resim anlayışı hâkimdi. Venedik mimarisi Doğu Akdeniz’den gelen etkiler ve mimari öğelerle gelişmişti. Ayrıca, Bizans mimarisi yanı sıra, Kuzey Afrika İslam Mimarisi ve Gotik mimari özellikleri 14. yüzyılda Venedik’teki Dodg e’lar sarayında görmek olasıdır. Venedik’te ortaya çıkan bu mimari özelikler Akdeniz’de Venedik yönetiminde bulunan Girit gibi adalarda da görülmekteydi.

Venedikli ressamların resim sanatına katkıları ise çok önemliydi. Resme ışık kattılar. Resim sanatının yanı sıra heykel ve mimaride de yeni gelişmeler oldu. Rönesans’ta en güçlü ifadelere sahip heykelleri ise hem heykeltıraş hem de ressam olan Michelangelo yapmıştır. Resim sanatında Leonardo da Vinci’nin tuttuğu yeri heykel sanatında Michelangelo tutar. Brunelleschi, Leone Battista Alberti, Palladio gibi isimler bu dönemin önemli sanatçılarındadır. İtalya’da başlayan ve gelişen Rönesans düşüncesi ve sanatı Fransa ve İspanya’da da etkili olmuştur.

On Altıncı Yüzyılda Akdeniz

Hristiyan Akdeniz’in büyük limanları tehdit altında olmakla birlikte, açık ekonomik üstünlüğü hâlâ elinde tutmaktaydı. Portekiz’in Hindistan’a varışıyla sarsılmaya yüz tutmasına rağmen, Venedik zengin Levant ticaretine egemendi. Atlas Okyanusu ötesi büyük keşiflere katılacak olan Cenova kenti İspanya’nın bankeri olarak öne çıkarken, Katalonya da V. Carlos yönetimindeki Kastilya karşısında gerilemekteydi. Akdeniz artık 1000 yılında olduğu gibi dünyanın merkezi değildi, bununla birlikte içinde modern devletlerin biçimleneceği pota olma özelliğini korudu. Fransa’nın durumu da diğer Akdeniz devletlerinden farklı değildi. Fransa Krallığı feodallerin arasındaki çekişmeler nedeniyle dağılma tehlikesi ile yüz yüze gelmişti.

Öte yandan dünyanın en eski imparatorluğu olan Bizans da 1453’de Konstantinopolis’in düşmesi ile yıkılmış, doğuda iktidar Osmanlı Devletine geçmişti. İlk aşamada Osmanlı devleti Avrupa devletlerinin yayılma siyasetine engel teşkil etmiyordu. Ancak 15. yüzyılın sonunda Avrupa içlerine kadar fütuhat alanını genişleten Türklerle Batılılar çıkar çatışmasına girdiler.

Akdeniz’de uluslararası ticaretin en kârlı maddeleri uzak doğudan getirilen baharat, ipek, inci, fildişi, porselen, kumaş gibi lüks tüketim maddeleri idi. Özellikle yiyecek ve içecek maddelerinde kullanılan baharat ve ipek çok önemliydi. Arap ve Venedikli tüccarlar İpek Yolu ve Baharat Yolu’nu kullanarak iş yapmak isteyen hiç kimseye bu olanağı tanımıyor, kârı paylaşmak istemiyorlardı.

Avrupa’da ticaret ve sanayinin gelişmesi ile birlikte yeni pazar ve hammadde kaynaklarına ihtiyaç doğdu. 15. yüzyılda Akdeniz havzasında yaşanan nüfus patlaması nedeniyle yiyecek maddelerine, buğdaya, şekere duyulan ihtiyaç arttı. Portekiz başta olmak üzere çok sayıda Avrupa ülkesi kurtuluşu Doğu’da aramaya karar verdiler ve bunu başarabilmek için her türlü çareye başvurdular.

1450 yılında Alman Jean Gutenberg uzun çalışmalar sonucunda kurşun harfler dökerek ve uygun kalitede kâğıt kullanarak kitap basmayı ve seri üretime geçebilmeyi başardı. Bundan sonra herkesin ulaşabileceği ürün haline gelen kitap sayesinde bilgi alışverişi hızlandı ve kolaylaştı.

Doğudan gelen büyük güç: Osmanlılar: Doğu Akdeniz’de en önemli siyasal değişim Osmanlı Türklerinin atılımıydı. Balkanlar’a ilk kez 1354’te giren Türklerin ilerleyişi, Timur karşısında uğradıkları yenilgiyle bir süre durdu. Ama 1421’den sonra Bizans İmparatorluğu kalıntılarını silip süpürmeye bir kez daha koyuldular.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Güney ve Batı Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra Akdeniz dünyasıyla karşılaşan Türkler, önceleri sadece kendi sahillerinde faaliyet gösterebildiler. Osmanlılar bir kara devleti olarak ortaya çıkmıştır fakat sahillere ulaştıktan sonra denizle tanışıp bunları elinde bulunduran devletlerden almış, Akdeniz ve Karadeniz’e sahip olmuşlardır. Osmanlıların Akdeniz kıyılarına ulaşmasından sonra beyliklerden kalan donanmalardan istifade edilmiş, boğazı ve sahilleri Venediklilere karşı koruyabilmek için Gelibolu’ da bir tersane oluşturulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla beraber Osmanlı Devleti’nin Beylik düzeyinden İmparatorluk kurumsallaşmasına girdiği kabul edilir. Fatih’in bilgisi kişiliği, eski Doğu ve Batı Roma topraklarını birleştirme isteği, kültüre verdiği önem ve oluşturmaya çalıştığı yeni imparatorluk imgesi bu dönemi daha sonraki dönemlere oranla farklı kılacaktır.

Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra günümüzde Beyazıt Meydanı olarak bilinen yerde bir Saray inşa ettirdi. Ancak kısa süre sonra, yeni bir sarayı Sarayburnu’nda, bir bölümü eski Bizans Sarayı’nın da üstüne gelen bölgede inşa ettirdi. Üç avlu ve kendi adına yaptırdığı Fatih Köşkü ile ilk çekirdeği atılan yeni yönetim yeri, 19. yüzyıldan sonra Topkapı Sarayı adı ile özdeşleşti. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u almadan önce Venediklilerin Bizans’a yapabilecekleri yardımı engellemek için gözetleme amacıyla Rumeli Hisarı ’nı inşa ettirmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Akdeniz dünyasında elde ettiği hâkimiyet ve gücü görsel olarak ifade etmek için ise İtalyan sanatçıları kullanmıştır . Gentile Bellini (1429–1507) Rönesans Dönemi’nde Venedik’te yaşamış İtalyan bir ressamdır. 1478 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, Akdeniz dünyasının alışık olduğu görsel bir dil kullanmak istemiş ve imgesinin Akdeniz bölgesinde dolaşmasını sağlamak için portresinin olduğu madalyonlar döktürmüştür.

Fatih Dönemi’nde yeni sarayda oluşmaya başlayan atölyelerde sanatçıların kökenleri bakımından zengin bir çeşitlilik vardı. Tüm iktidar sahibi sultan ve kralların yaptığı gibi Fatih Sultan Mehmet de sanatçıları sarayında toplama girişiminde bulundu. Genişlemeyle birlikte kentlerin kurulması ve var olan kentlerin değişimiyle adım adım bu politika mimari alanda da kendini gösterir.

Osmanlılar ve Akdeniz

1516 ve 1517 yıllarında Memlukları yenilgiye uğratmalarından birkaç yıl sonra Rodos, Sultan Süleyman’a teslim edildi ve 1570’te Kıbrıs düştü ve Girit Adası dışındaki Akdeniz Osmanlı denizi haline geldi. Osmanlılar kazandıkları deniz zaferleriyle Latin gücünün son kalıntılarını temizlemekle kalmadılar, Romalılar tarafından kurulan ve yedinci yüzyıldaki Arap fetihlerinin güneydoğu kıyılarını Konstantinapol denetiminden söküp çıkartmasına kadar Bizans tarafından sürdürülen eski emperyal Doğu Akdeniz birliğini yeniden yarattılar ve hatta daha da genişlettiler. İspanyol Habsburgları ve Osmanlılar, dikkat çekici bir benzerlik göstererek, emperyal projelerini on altıncı yüzyılın başında sağlamlaştırdılar. Daha sonra ikisi de dikkatlerini iç denizin karşıt uçlarından birbirlerine çevirdiler ve Akdeniz dünyasını tek başına egemen olmak için bir dizi deniz savaşına giriştiler. İki güç artık gerek insan gerek malzeme açısından muazzam kaynaklara sahip olduğu için büyük kadırgalardan oluşan filolar oluşturabiliyor ve bunları çok sayıda insanla doldurabiliyordu.

1532’de V. Charles , Yunanistan’ın güneyinde bir Osmanlı şehri olan Koron’ a saldırdı. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, Balkan seferlerine son verdi ve bu saldırı Sultan Süleyman’ı Akdeniz’i yeniden ele geçirme konusunda tahrik etti. Barbaros Hayreddin Paşa Cezayir’den çağrıldı ve Osmanlı donanmasının başına geçirildi. Osmanlı 1570 yılında Kıbrıs’ı fethettikten sonra İspanya mevcut tüm kuvvetleriyle dikkatini Akdeniz’e verdi. Osmanlılar ve İspanyollar, Orta ve Batı Akdeniz’deki en iyi limanları ele geçirmek için birbirleriyle çarpıştılar. Bu limanlar, kadırgaların kendilerini yenilemiş bir şekilde ortaya çıkıp düşmanla yeniden karşılaşmadan önce sığınabilecekleri ve erzak depolayacakları yerlerdi. İnebahtı Savaşı’nda Hristiyan müttefik kuvvetleri Müslüman düşmanlarına karşı muazzam bir zafer kazandılar. Osmanlıların İnebahtı yenilgisinden sonra Doğu Akdeniz’de korsanlık faaliyetleri artmaya başladı. Akdeniz Avrupa’sının korsanları Doğu Akdeniz’i doldurdu. Çok geçmeden İngilizler ve Hollandalılar da onlara katıldılar.

1453’te İstanbul’un fethi, İtalyan kent-devletlerinin Doğu Akdeniz’deki ve çevre limanlarındaki üstünlüğüne son vermişti. 15. yüzyılın sonuna gelindiğinde ise Venedik, Ege’deki hemen hemen tüm topraklarını yitirdi. Böylece Batı Avrupa’nın bu ilk denizaşırı imparatorluğu Türkler tarafından yıkılmış oldu.

Kuruluş döneminde Venedik ile sıkı dostane ilişkiler kuran Osmanlı Devleti, 16. yüzyıla gelindiğinde söz konusu şehir devletiyle sürekli savaş halindedir. Venedik savaşlarının bir nedeni de Akdeniz’de ticaret yollarının kontrolü ile ilgilidir.

Osmanlılar önce Bizanslıları, ardından Memlûkler’i yenilgiye uğratarak, Doğu Akdeniz’deki çok uzun bir siyasal parçalanmışlık dönemine son vermişlerdi. İslam dünyasına önderlik etmede sağlam bir konuma sahip olan 15. ve 16. yüzyıl padişahları yüksek kültürel yaşamda parlak bir canlanmaya destek vermenin yanı sıra, Akdeniz havzasında Islâm uygarlığına güç kattılar. Artık İstanbul’dan yayılarak Balkanlar’ın derin ırmak vadilerine ve deniz yoluyla Arap dünyasının kadim kentlerine ulaşan atılgan bir emperyal Islâm gücü vardı.

Klasik Dönem Osmanlı sanatı bir saray sanatıdır. Osmanlı padişahları şair, bilgin, müzisyen ve diğer sanatçıları çevrelerinde toplayarak, saraya bağlı aylıklı sanatçılar, mimarlar çalıştırmışlardır. 16. yüzyılın diğer bir özelliği de minyatürlü el yazmaların artmaya başlamasıdır. Kanuni’nin neredeyse tüm seferleri ile ilgili elyazmaları bulunmaktadır. Bunların içerisinde Nakkaş Matrakçı Nasuh tarafından resimlenmiş olanlar özellikle imparatorlukta kentleri betimlemesi bakımından son derece önemlidir. Ayrıca ordunun katıldığı seferlere katılan Matrakçı Avrupa kentlerini de elyazmalarında resmetmişti. Arap dünyasında ise Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla Kudüs’ün surları yeniden inşa edildi ve yine vakıflar aracılığıyla yürütülen düzenli bir imar projesi Müslüman-Arap dünyasındaki kadim kentlerin gelişmesini sağladı.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Tarihi coğrafyası içinde günümüzde bağımsız devlet olmuş yaklaşık otuzdan fazla ülke vardır. Bu çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve farklı etnik gruplardan oluşan İmparatorluk’ta Osmanlı mimarisi ve sanatı ortak bir dil oluşturuyordu. Sarayda çalışan sanatçılar ve mimar gruplarının oluşturduğu Ehl-i Hiref teşkilatı sayesinde Başkent’e ve saraya özgü modeller yaratılırken, bu örnekler merkezden eyaletlere atanan paşaların ve diğer yöneticilerin aracılığıyla başkent zevkini yaygınlaştırıyordu.

On Yedinci Yüzyılda Akdeniz

17. yüzyıl Akdeniz’i, daha önceki Osmanlı yayılması ile 18. yüzyılın Avrupa güdümlü ticari patlaması arasında kararsız bir duruşu yansıtır. Korsanların, başına buyruk konsolosların ve kimliği belirsiz dönmelerin cirit attığı bir dönem gibidir. Bu dönemin büyük bir bölümünde, hiçbir güç tek başına denizlere egemen olamadı. İtalyan kent devletleri üstün konumlarını yitirmiş ve Venedik’in ticaret filosunun gücü 1550–90 arasında yarı yarıya azalmıştı. Buna karşılık Fransa iç kargaşa yüzünden İtalyanların yerini dolduracak konumda değildi.

Korsanlık : Kuzey Afrika kıyı şeridi Osmanlı himayesi altındaki Müslüman korsanların merkezine dönüşürken, küçük Malta adası en ürkütücü Hristiyan yağmacıların, eskiden Rodos’u ve ondan önce de Kudüs’ü üs olarak kullanmış olan St. Jan Hospitalier Şövalyeleri’nin barınağı haline geldi. Cezayir en güçlü Kuzey Afrika kenti ve köle pazarıydı. Pizza’daki Santo Stefano Şövalyeleri gibi az tanınan diğer Hristiyan korsan çetesiyle birlikte Malta Şövalyeleri’nin faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları yer ise Doğu Akdeniz’di. Berberi Korsanları’nın 17. yüzyılda Avrupa gemiciliğine yönelik saldırıları, Akdeniz dünyasının en çok bilinen özelliklerinden biri haline geldi.

Bir Osmanlı gezgini ve bir Osmanlı bilgini : Bu dönemde Osmanlı dünyasını bize anlatan en önemli yazar Evliya Çelebi ‘dir. 17. yüzyılda seyahat etmeye başlayan Evliya Çelebi, Anadolu’yu ve Osmanlının Balkan ve Orta Doğu eyaletlerini dolaşır ve sonunda Mısır’a yerleşerek yaşamının sonuna kadar Kahire’de kalır. Evliya Çelebi tek kişilik bir ansiklopedi yazarı gibidir. Gittiği yerlerin halkını, dilini, yapılarını, adetlerini, yiyeceklerini tüm maddi ve manevi değerlerini kaydetmiş bir kültür antropoloğu gibidir. Bu dönemin Osmanlı dünyasının diğer önemli bir bilgini ise Kâtip Çelebi ‘ dir. Onun tarih ve coğrafya kitapları, Cihannuma adlı eseri döneminin önemli eserleri arasındadır.

XIV. Louis ve Versailles Sarayı

Akdeniz bölgesinde tarih boyunca yönetim merkezi olmuş saraylar, politik güçleri ve merkezi yönetimleri kadar çevrelerinde oluşan sanatsal birikim ve üretim ile de etkin olmuşlardır. Yabancıların içine girmesi çok zor olan İstanbul’daki Topkapı Sarayı ise politik gücünün çevresindeki gizemi ve geliştirdiği saray üslûpları ile kendi tarihi coğrafyası içindeki ülkelerde örnek oluşturmuştur. On yedinci yüzyıl ikinci yarısında Fransa Kralı XIV. Louis ’in inşa ettirdiği Versailles sarayının ise bu tarihten sonra birçok ülkede benzeri yapılacaktır. XIV. Louis’in Versailles’da belirlediği saray adabı Avrupa saray geleneğini oluşturacak ve birçok sarayda artık sadece Fransızca konuşulacaktır.

Barok Sanat

Hellenistik Dönem sanat anlayışının Roma dönemi sanat anlayışa getirdiği farklılık gibi Barok Dönem sanatı da akılcılıktan çok duygulara ve algılara yönelik bir sanat akımı oldu. İtalya’da 17. yüzyıl başında ortaya çıkan bu akım tüm Akdeniz dünyası ve Avrupa’yı etkiledi. İspanyol ve Portekiz sömürgeleri aracılığıyla Orta ve Güney Amerika ülkelerine de yayıldı. O nedenle aslında Barok sanatı tek bir tiplemeye indirgemek zordur, bir değil birçok barok sanat vardır, buna Osmanlı Barok sanatı da dâhildir.

Giriş

Modern öncesi dönemin başlangıcı için, 1453 ve 1492 olmak üzere genellikle kabul gören iki tarihtir. Ancak esas olan 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir dönemin başlamasıdır. Erken modern dönemde Akdeniz’de yaşanan ekonomik ve toplumsal değişim, üstyapının değişimini de sağlayacak ve yeni bir düşünsel yapı şekillenecektir. Bu dönem, modern dönemin hazırlık evresini oluşturmuştur. Orta Çağ’ın feodal dinsel ideolojisine karşı tepki olarak, erken modern dönemde bilimsel siyasal düşünüş gelişmeye başlayacak, din merkezli düşüncenin yerini, insan merkezli, aklı ve bilimi esas alan, deney ve gözleme dayalı olan bilimsel düşünce alacaktır. Akdeniz, coğrafi keşiflerin öncesinde Orta Çağ’ın siyasi ve ekonomik çehresini bütünüyle değiştirecek bir sürece girer. Feodalite siyasi bir sistem olmaktan çıkar ve Avrupa’da milli monarşiler kurulur. Modern öncesi dönemde ortaya çıkan tüm bu ekonomik, sosyal, bilimsel ve politik değişimler, Akdeniz çevresindeki bölgelerde yeni sanat akımlarının oluşmasına neden olmuştur. Böylece tarihsel olarak daha önceki dönemlerde Akdeniz’de kurulmuş olan ticaret ilişkilerini İtalyan şehir devletleri devam ettirirken Venedik, İspanya Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’deki güçlerini korumaya ve daha etkin kılmaya çalışacaktır.

Erken Modern Dönem Başında Akdeniz: Uyanış

Hümanizm: Erken Modern dönemde düşünsel yapıya insanı merkez alan hümanizm (insancıllık ) akımı hâkim olmuştur. Orta Çağ’daki feodal-dinsel ideolojiyi esas alan skolastik düşünceye karşı, bu dönemde insanı temel alan akla dayalı bilimsel düşünce gelişmeye başlayacaktır. Döneme damgasını vuran Rönesans’ın ideolojisini hümanizm akımı oluşturacaktır. Hümanizm, İtalya’da antik dönem yazarlarının eserlerine ilgi duyan, bu eserleri araştırarak genel kütüphaneler, edebiyat dernekleri kuran fikir adamlarının bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunmaları sonucu ortaya çıktı. Bu araştırmacı yazarlara hümanist denildi. Petrarch, Bacon, Boccaio ve Erasmus gibi isimler hümanizmin önemli temsilcilerindendir.

Bilim, teknoloji, ticaret ve keşifler : Bu dönemde düşünsel etkilerin yanı sıra sorgulayan düşünce sisteminin değişikliği sonucu birey önem kazanmıştır. Bilimsel ilerlemeler bireyin dünya ile ilişkilerine yeni bir boyut getirmiştir. Ateşli silahların kullanımı da feodalitenin sembolü olan şatoların sonu oldu. Ulusal devletlerarasında düzenli ordularında ateşli silah kullananlar diğerlerinden daha başarılı oldular.

Akdeniz’de 15. yüzyılın ikinci yarısında başlayan değişiklikler sonucunda Avrupa kıtasında bulunan ulusal devletler sınırlarını birbirinin zararına genişletmeye başladılar. 15. yüzyılın başından itibaren coğrafya alanında başlayan bilimsel ve teknik gelişmeler coğrafi buluşlarda yönlendirici oldu.

İspanya’dan Orta Asya’ya kadar yayılmış olan İslam devletleri arasında gereken iletişimin sağlanabilmesi için yollar kadar coğrafya bilgisine de ihtiyaç vardı. Hac ziyareti yapacak Müslümanların Mekke ve Medine yollarını tanıması ayrı bir gereksinimdi. Yapılan haritalar üzerinde denizlerdeki akıntılar, rüzgârlar, yıldızlara bakarak yapılabilen yön bulma işlemleri ve yolculuğun sonunda ulaşılacak limanların özellikleri ayrıntılı olarak gösterilmişti. Gelişen bu ortamda Avrupalı bilim adamları ve tüccarlar doğu dünyasına ve coğrafi keşifler sırasında önemi daha da artan Hint okyanusundaki deniz yollarına ve limanlarına ait bilgileri öğrenme olanağına ulaştılar.

15. yüzyılda Akdeniz coğrafyacıları ve denizcileri İlk Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Ptolemaios’ un “Bütün dünyayı çeviren bir tek okyanus vardır, Afrika’yı güneyden dolaşarak Hindistan’a varmak mümkündür. Dünya yuvarlaktır, o halde hep batıya doğru yol alacak bir denizci Asya’nın doğusuna varabilecek ve hareket ettiği noktaya geri dönebilecektir.” sözlerini daha sık düşünmeye başladılar. Haçlı seferlerinden beri doğudan gelen bilgilerle de desteklenen bu görüşler batılı denizcilerin olaya güvenle yaklaşmasına neden oldu.

Arap denizcileri başarılarını uzun süreden beri kullandıkları usturlap ve pusulaya borçluydular. Usturlapla yıldızların durumunu gözleyerek bulundukları yerin coğrafi konumunu tayin ediyorlar, pusula ile de açık denizde kolaylıkla yönlerini tespit edebiliyorlardı. Ayrıca okyanus dalgalarına dayanabilecek, yüksek kenarlı ve uzun gemiler inşa edilmeye başlandı.

Bu dönemde Akdeniz’in batı yakasında, 15. yüzyılda İspanya ‘da Gırnata Devleti , Aragon ve Kastilya devletleri bulunuyordu. Aragon Kralı II. Ferdinand (1479-1516) ile Kastilya Kraliçesi I. İzabella 1479’da evlenerek siyasi bir birlik kurdular. Bu tarihte İspanya’dan kovulan Müslümanlar ve Yahudiler Kuzey Afrika ile Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettiler. Kısa bir süre sonra uzak denizlerdeki rekabetleri nedeniyle İspanya ve Portekiz karşı karşıya geldi. Marco Polo’nun seyahatnamesinden çok etkilenen Kristof Colomb, seferlerin sonunda Amerika kıtasını keşfetti. Kısa bir zaman dilimi içinde İspanya, Orta ve Güney Amerika kıtasında büyük toprak parçalarına sahip oldu ve İspanya modern öncesi dönemin tartışmasız en zengin ülkesi durumuna geldi.

Portekiz’deki gelişmelere gelince; 1385’de Portekiz’de Burgond hanedanının yerine Avis hanedanı geçti. Avis hanedanının kurucusu olan I. Johann (1385-1433), 1385’de İspanya’daki Kastilya Krallığına karşı kesin bir zafer kazandı. Avis hanedanı 1451 ‘de Kuzey Afrika’da Fas bölgesinde bulunan Kral Henri’nin çok büyük çabasıyla Cuta’yı ele geçirdi. Kral Henri sayesinde kısa zamanda aşama kaydeden Portekiz, denizcilik ve coğrafya alanında dünyada en fazla bilgi birikimine sahip devlet durumuna geldi. Bunun sonucu olarak da coğrafi keşiflerin öncülüğünü yaptı. 15. yüzyıla değin Portekiz, Akdeniz ve Avrupa’nın batı kıyılarında, belli başlı ticaret yollarının uzağında, az gelişmiş bir ülkeydi. 1442 de Portekizliler denizle yaptıkları mücadelenin kazancını elde etmeye başladılar. Afrika kıyılarından toplayarak gemilere doldurdukları köleleri Lizbon’a doğru yola çıkardılar. Portekizliler, Afrika ‘da Nijer ırmağı boyunca ilerleyerek kaynağına kadar uzanıp altın madeni ocaklarını ele geçirdiler. Portekizliler köle ticaretinden sonra altını da kaynağından elde ederek çok büyük kazançlar sağladılar. 471’de Portekizliler Ekvator çizgisini aştılar. 1488’de kaptan Bartholomeu Diaz , Afrika’nın güneyindeki en son burnu dönüp Hint Okyanusuna çıktı. Portekizliler Batı Avrupa ile Hint Okyanusu’nun kıyı ülkeleri arasında doğrudan ilişki kurmayı başardılar. Devam eden seferler sonucunda Portekizliler Hindistan’da ticaret merkezleri kurarak hâkimiyetlerini kabul ettirdiler. Modern öncesi dönemdeki deniz keşifleri Akdeniz bölgesini zenginleştirdi ve o zamana kadar geçerli olan ekonomik düzene kimi farklılıklar getirdi. Denizaşırı ülkelerden gelen altın ve gümüş, Akdeniz’e akmaya başladı.

Rönesans Dönemi ve Sanatı : Rönesans, Orta Çağ kültürü ve sanatının reddedilmesi ve antik dönem sanat ve kültürünün yeniden diriltilmesi anlayışından dolayı Yeniden Doğuş olarak nitelendirilmiştir. Rönesans, antik dönem eserlerinin modern öncesi dönemde yeni bir yorumla ele alınması esasına dayanır. İtalya’da Floransa merkezli olarak ortaya çıkmıştır.

14. yüzyıl sonunda Apulia’lı Nicola Pisano oluşturduğu yeni heykel anlayışı ve Floransalı ressam Giotto ’nun kiliselerdeki fresklerinde görülen yeni mekân anlayışı Rönesans sanatının başlangıcı olarak kabul edilir. 15. yüzyıl Floransası Rönesans sanatının merkezi olur. Bu dönemde sanatçılar, edebiyatçılar, hümanist düşünürler ve bilim insanları ile beraber dünyayı yeniden keşfetmektedirler. Bu da bilim ve sanatın henüz ayrılmadığını ve uzmanlık alanlarının belirginleşmediğini gösterir.

Resim sanatı İtalya/Floransa’da gelişmişti, ancak Venedik’te de kendine özgü bir resim anlayışı hâkimdi. Venedik mimarisi Doğu Akdeniz’den gelen etkiler ve mimari öğelerle gelişmişti. Ayrıca, Bizans mimarisi yanı sıra, Kuzey Afrika İslam Mimarisi ve Gotik mimari özellikleri 14. yüzyılda Venedik’teki Dodg e’lar sarayında görmek olasıdır. Venedik’te ortaya çıkan bu mimari özelikler Akdeniz’de Venedik yönetiminde bulunan Girit gibi adalarda da görülmekteydi.

Venedikli ressamların resim sanatına katkıları ise çok önemliydi. Resme ışık kattılar. Resim sanatının yanı sıra heykel ve mimaride de yeni gelişmeler oldu. Rönesans’ta en güçlü ifadelere sahip heykelleri ise hem heykeltıraş hem de ressam olan Michelangelo yapmıştır. Resim sanatında Leonardo da Vinci’nin tuttuğu yeri heykel sanatında Michelangelo tutar. Brunelleschi, Leone Battista Alberti, Palladio gibi isimler bu dönemin önemli sanatçılarındadır. İtalya’da başlayan ve gelişen Rönesans düşüncesi ve sanatı Fransa ve İspanya’da da etkili olmuştur.

On Altıncı Yüzyılda Akdeniz

Hristiyan Akdeniz’in büyük limanları tehdit altında olmakla birlikte, açık ekonomik üstünlüğü hâlâ elinde tutmaktaydı. Portekiz’in Hindistan’a varışıyla sarsılmaya yüz tutmasına rağmen, Venedik zengin Levant ticaretine egemendi. Atlas Okyanusu ötesi büyük keşiflere katılacak olan Cenova kenti İspanya’nın bankeri olarak öne çıkarken, Katalonya da V. Carlos yönetimindeki Kastilya karşısında gerilemekteydi. Akdeniz artık 1000 yılında olduğu gibi dünyanın merkezi değildi, bununla birlikte içinde modern devletlerin biçimleneceği pota olma özelliğini korudu. Fransa’nın durumu da diğer Akdeniz devletlerinden farklı değildi. Fransa Krallığı feodallerin arasındaki çekişmeler nedeniyle dağılma tehlikesi ile yüz yüze gelmişti.

Öte yandan dünyanın en eski imparatorluğu olan Bizans da 1453’de Konstantinopolis’in düşmesi ile yıkılmış, doğuda iktidar Osmanlı Devletine geçmişti. İlk aşamada Osmanlı devleti Avrupa devletlerinin yayılma siyasetine engel teşkil etmiyordu. Ancak 15. yüzyılın sonunda Avrupa içlerine kadar fütuhat alanını genişleten Türklerle Batılılar çıkar çatışmasına girdiler.

Akdeniz’de uluslararası ticaretin en kârlı maddeleri uzak doğudan getirilen baharat, ipek, inci, fildişi, porselen, kumaş gibi lüks tüketim maddeleri idi. Özellikle yiyecek ve içecek maddelerinde kullanılan baharat ve ipek çok önemliydi. Arap ve Venedikli tüccarlar İpek Yolu ve Baharat Yolu’nu kullanarak iş yapmak isteyen hiç kimseye bu olanağı tanımıyor, kârı paylaşmak istemiyorlardı.

Avrupa’da ticaret ve sanayinin gelişmesi ile birlikte yeni pazar ve hammadde kaynaklarına ihtiyaç doğdu. 15. yüzyılda Akdeniz havzasında yaşanan nüfus patlaması nedeniyle yiyecek maddelerine, buğdaya, şekere duyulan ihtiyaç arttı. Portekiz başta olmak üzere çok sayıda Avrupa ülkesi kurtuluşu Doğu’da aramaya karar verdiler ve bunu başarabilmek için her türlü çareye başvurdular.

1450 yılında Alman Jean Gutenberg uzun çalışmalar sonucunda kurşun harfler dökerek ve uygun kalitede kâğıt kullanarak kitap basmayı ve seri üretime geçebilmeyi başardı. Bundan sonra herkesin ulaşabileceği ürün haline gelen kitap sayesinde bilgi alışverişi hızlandı ve kolaylaştı.

Doğudan gelen büyük güç: Osmanlılar: Doğu Akdeniz’de en önemli siyasal değişim Osmanlı Türklerinin atılımıydı. Balkanlar’a ilk kez 1354’te giren Türklerin ilerleyişi, Timur karşısında uğradıkları yenilgiyle bir süre durdu. Ama 1421’den sonra Bizans İmparatorluğu kalıntılarını silip süpürmeye bir kez daha koyuldular.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Güney ve Batı Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra Akdeniz dünyasıyla karşılaşan Türkler, önceleri sadece kendi sahillerinde faaliyet gösterebildiler. Osmanlılar bir kara devleti olarak ortaya çıkmıştır fakat sahillere ulaştıktan sonra denizle tanışıp bunları elinde bulunduran devletlerden almış, Akdeniz ve Karadeniz’e sahip olmuşlardır. Osmanlıların Akdeniz kıyılarına ulaşmasından sonra beyliklerden kalan donanmalardan istifade edilmiş, boğazı ve sahilleri Venediklilere karşı koruyabilmek için Gelibolu’ da bir tersane oluşturulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla beraber Osmanlı Devleti’nin Beylik düzeyinden İmparatorluk kurumsallaşmasına girdiği kabul edilir. Fatih’in bilgisi kişiliği, eski Doğu ve Batı Roma topraklarını birleştirme isteği, kültüre verdiği önem ve oluşturmaya çalıştığı yeni imparatorluk imgesi bu dönemi daha sonraki dönemlere oranla farklı kılacaktır.

Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra günümüzde Beyazıt Meydanı olarak bilinen yerde bir Saray inşa ettirdi. Ancak kısa süre sonra, yeni bir sarayı Sarayburnu’nda, bir bölümü eski Bizans Sarayı’nın da üstüne gelen bölgede inşa ettirdi. Üç avlu ve kendi adına yaptırdığı Fatih Köşkü ile ilk çekirdeği atılan yeni yönetim yeri, 19. yüzyıldan sonra Topkapı Sarayı adı ile özdeşleşti. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u almadan önce Venediklilerin Bizans’a yapabilecekleri yardımı engellemek için gözetleme amacıyla Rumeli Hisarı ’nı inşa ettirmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Akdeniz dünyasında elde ettiği hâkimiyet ve gücü görsel olarak ifade etmek için ise İtalyan sanatçıları kullanmıştır . Gentile Bellini (1429–1507) Rönesans Dönemi’nde Venedik’te yaşamış İtalyan bir ressamdır. 1478 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, Akdeniz dünyasının alışık olduğu görsel bir dil kullanmak istemiş ve imgesinin Akdeniz bölgesinde dolaşmasını sağlamak için portresinin olduğu madalyonlar döktürmüştür.

Fatih Dönemi’nde yeni sarayda oluşmaya başlayan atölyelerde sanatçıların kökenleri bakımından zengin bir çeşitlilik vardı. Tüm iktidar sahibi sultan ve kralların yaptığı gibi Fatih Sultan Mehmet de sanatçıları sarayında toplama girişiminde bulundu. Genişlemeyle birlikte kentlerin kurulması ve var olan kentlerin değişimiyle adım adım bu politika mimari alanda da kendini gösterir.

Osmanlılar ve Akdeniz

1516 ve 1517 yıllarında Memlukları yenilgiye uğratmalarından birkaç yıl sonra Rodos, Sultan Süleyman’a teslim edildi ve 1570’te Kıbrıs düştü ve Girit Adası dışındaki Akdeniz Osmanlı denizi haline geldi. Osmanlılar kazandıkları deniz zaferleriyle Latin gücünün son kalıntılarını temizlemekle kalmadılar, Romalılar tarafından kurulan ve yedinci yüzyıldaki Arap fetihlerinin güneydoğu kıyılarını Konstantinapol denetiminden söküp çıkartmasına kadar Bizans tarafından sürdürülen eski emperyal Doğu Akdeniz birliğini yeniden yarattılar ve hatta daha da genişlettiler. İspanyol Habsburgları ve Osmanlılar, dikkat çekici bir benzerlik göstererek, emperyal projelerini on altıncı yüzyılın başında sağlamlaştırdılar. Daha sonra ikisi de dikkatlerini iç denizin karşıt uçlarından birbirlerine çevirdiler ve Akdeniz dünyasını tek başına egemen olmak için bir dizi deniz savaşına giriştiler. İki güç artık gerek insan gerek malzeme açısından muazzam kaynaklara sahip olduğu için büyük kadırgalardan oluşan filolar oluşturabiliyor ve bunları çok sayıda insanla doldurabiliyordu.

1532’de V. Charles , Yunanistan’ın güneyinde bir Osmanlı şehri olan Koron’ a saldırdı. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, Balkan seferlerine son verdi ve bu saldırı Sultan Süleyman’ı Akdeniz’i yeniden ele geçirme konusunda tahrik etti. Barbaros Hayreddin Paşa Cezayir’den çağrıldı ve Osmanlı donanmasının başına geçirildi. Osmanlı 1570 yılında Kıbrıs’ı fethettikten sonra İspanya mevcut tüm kuvvetleriyle dikkatini Akdeniz’e verdi. Osmanlılar ve İspanyollar, Orta ve Batı Akdeniz’deki en iyi limanları ele geçirmek için birbirleriyle çarpıştılar. Bu limanlar, kadırgaların kendilerini yenilemiş bir şekilde ortaya çıkıp düşmanla yeniden karşılaşmadan önce sığınabilecekleri ve erzak depolayacakları yerlerdi. İnebahtı Savaşı’nda Hristiyan müttefik kuvvetleri Müslüman düşmanlarına karşı muazzam bir zafer kazandılar. Osmanlıların İnebahtı yenilgisinden sonra Doğu Akdeniz’de korsanlık faaliyetleri artmaya başladı. Akdeniz Avrupa’sının korsanları Doğu Akdeniz’i doldurdu. Çok geçmeden İngilizler ve Hollandalılar da onlara katıldılar.

1453’te İstanbul’un fethi, İtalyan kent-devletlerinin Doğu Akdeniz’deki ve çevre limanlarındaki üstünlüğüne son vermişti. 15. yüzyılın sonuna gelindiğinde ise Venedik, Ege’deki hemen hemen tüm topraklarını yitirdi. Böylece Batı Avrupa’nın bu ilk denizaşırı imparatorluğu Türkler tarafından yıkılmış oldu.

Kuruluş döneminde Venedik ile sıkı dostane ilişkiler kuran Osmanlı Devleti, 16. yüzyıla gelindiğinde söz konusu şehir devletiyle sürekli savaş halindedir. Venedik savaşlarının bir nedeni de Akdeniz’de ticaret yollarının kontrolü ile ilgilidir.

Osmanlılar önce Bizanslıları, ardından Memlûkler’i yenilgiye uğratarak, Doğu Akdeniz’deki çok uzun bir siyasal parçalanmışlık dönemine son vermişlerdi. İslam dünyasına önderlik etmede sağlam bir konuma sahip olan 15. ve 16. yüzyıl padişahları yüksek kültürel yaşamda parlak bir canlanmaya destek vermenin yanı sıra, Akdeniz havzasında Islâm uygarlığına güç kattılar. Artık İstanbul’dan yayılarak Balkanlar’ın derin ırmak vadilerine ve deniz yoluyla Arap dünyasının kadim kentlerine ulaşan atılgan bir emperyal Islâm gücü vardı.

Klasik Dönem Osmanlı sanatı bir saray sanatıdır. Osmanlı padişahları şair, bilgin, müzisyen ve diğer sanatçıları çevrelerinde toplayarak, saraya bağlı aylıklı sanatçılar, mimarlar çalıştırmışlardır. 16. yüzyılın diğer bir özelliği de minyatürlü el yazmaların artmaya başlamasıdır. Kanuni’nin neredeyse tüm seferleri ile ilgili elyazmaları bulunmaktadır. Bunların içerisinde Nakkaş Matrakçı Nasuh tarafından resimlenmiş olanlar özellikle imparatorlukta kentleri betimlemesi bakımından son derece önemlidir. Ayrıca ordunun katıldığı seferlere katılan Matrakçı Avrupa kentlerini de elyazmalarında resmetmişti. Arap dünyasında ise Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla Kudüs’ün surları yeniden inşa edildi ve yine vakıflar aracılığıyla yürütülen düzenli bir imar projesi Müslüman-Arap dünyasındaki kadim kentlerin gelişmesini sağladı.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Tarihi coğrafyası içinde günümüzde bağımsız devlet olmuş yaklaşık otuzdan fazla ülke vardır. Bu çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve farklı etnik gruplardan oluşan İmparatorluk’ta Osmanlı mimarisi ve sanatı ortak bir dil oluşturuyordu. Sarayda çalışan sanatçılar ve mimar gruplarının oluşturduğu Ehl-i Hiref teşkilatı sayesinde Başkent’e ve saraya özgü modeller yaratılırken, bu örnekler merkezden eyaletlere atanan paşaların ve diğer yöneticilerin aracılığıyla başkent zevkini yaygınlaştırıyordu.

On Yedinci Yüzyılda Akdeniz

17. yüzyıl Akdeniz’i, daha önceki Osmanlı yayılması ile 18. yüzyılın Avrupa güdümlü ticari patlaması arasında kararsız bir duruşu yansıtır. Korsanların, başına buyruk konsolosların ve kimliği belirsiz dönmelerin cirit attığı bir dönem gibidir. Bu dönemin büyük bir bölümünde, hiçbir güç tek başına denizlere egemen olamadı. İtalyan kent devletleri üstün konumlarını yitirmiş ve Venedik’in ticaret filosunun gücü 1550–90 arasında yarı yarıya azalmıştı. Buna karşılık Fransa iç kargaşa yüzünden İtalyanların yerini dolduracak konumda değildi.

Korsanlık : Kuzey Afrika kıyı şeridi Osmanlı himayesi altındaki Müslüman korsanların merkezine dönüşürken, küçük Malta adası en ürkütücü Hristiyan yağmacıların, eskiden Rodos’u ve ondan önce de Kudüs’ü üs olarak kullanmış olan St. Jan Hospitalier Şövalyeleri’nin barınağı haline geldi. Cezayir en güçlü Kuzey Afrika kenti ve köle pazarıydı. Pizza’daki Santo Stefano Şövalyeleri gibi az tanınan diğer Hristiyan korsan çetesiyle birlikte Malta Şövalyeleri’nin faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları yer ise Doğu Akdeniz’di. Berberi Korsanları’nın 17. yüzyılda Avrupa gemiciliğine yönelik saldırıları, Akdeniz dünyasının en çok bilinen özelliklerinden biri haline geldi.

Bir Osmanlı gezgini ve bir Osmanlı bilgini : Bu dönemde Osmanlı dünyasını bize anlatan en önemli yazar Evliya Çelebi ‘dir. 17. yüzyılda seyahat etmeye başlayan Evliya Çelebi, Anadolu’yu ve Osmanlının Balkan ve Orta Doğu eyaletlerini dolaşır ve sonunda Mısır’a yerleşerek yaşamının sonuna kadar Kahire’de kalır. Evliya Çelebi tek kişilik bir ansiklopedi yazarı gibidir. Gittiği yerlerin halkını, dilini, yapılarını, adetlerini, yiyeceklerini tüm maddi ve manevi değerlerini kaydetmiş bir kültür antropoloğu gibidir. Bu dönemin Osmanlı dünyasının diğer önemli bir bilgini ise Kâtip Çelebi ‘ dir. Onun tarih ve coğrafya kitapları, Cihannuma adlı eseri döneminin önemli eserleri arasındadır.

XIV. Louis ve Versailles Sarayı

Akdeniz bölgesinde tarih boyunca yönetim merkezi olmuş saraylar, politik güçleri ve merkezi yönetimleri kadar çevrelerinde oluşan sanatsal birikim ve üretim ile de etkin olmuşlardır. Yabancıların içine girmesi çok zor olan İstanbul’daki Topkapı Sarayı ise politik gücünün çevresindeki gizemi ve geliştirdiği saray üslûpları ile kendi tarihi coğrafyası içindeki ülkelerde örnek oluşturmuştur. On yedinci yüzyıl ikinci yarısında Fransa Kralı XIV. Louis ’in inşa ettirdiği Versailles sarayının ise bu tarihten sonra birçok ülkede benzeri yapılacaktır. XIV. Louis’in Versailles’da belirlediği saray adabı Avrupa saray geleneğini oluşturacak ve birçok sarayda artık sadece Fransızca konuşulacaktır.

Barok Sanat

Hellenistik Dönem sanat anlayışının Roma dönemi sanat anlayışa getirdiği farklılık gibi Barok Dönem sanatı da akılcılıktan çok duygulara ve algılara yönelik bir sanat akımı oldu. İtalya’da 17. yüzyıl başında ortaya çıkan bu akım tüm Akdeniz dünyası ve Avrupa’yı etkiledi. İspanyol ve Portekiz sömürgeleri aracılığıyla Orta ve Güney Amerika ülkelerine de yayıldı. O nedenle aslında Barok sanatı tek bir tiplemeye indirgemek zordur, bir değil birçok barok sanat vardır, buna Osmanlı Barok sanatı da dâhildir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.