Açıköğretim Ders Notları

Aile Sağlığı Dersi 2. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Aile Sağlığı Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Aile İçi Şiddet

Giriş

Yaşamımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan şiddet, çığ gibi giderek büyüyen oranda çeşitlenerek artış göstermektedir. Birçoğumuzun hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen, gizli bir tehlike olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Tehlikenin büyüklüğünü kavrayabilmek adına, yılda 1,6 milyondan fazla inşanın şiddet yüzünden hayatını kaybettiğini vurgulamak büyük bir önem teşkil etmektedir.

Şiddet ve aile içi şiddet, gün geçtikçe artan bildirim oranları, yarattığı vahim sonuçlar ve önlene bilirliği nedeniyle de önemi giderek artan bir kavram haline gelmiştir.

Şiddet Kavramı

Sözlük anlamıyla şiddet; bir kişiye, güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şeyi yapmak ya da yaptırmaktır. Şiddet, kişilere ya da nesnelere çeşitli boyutlarda zarar vermeyi içeren güçlü, kontrolsüz, aşırı, birdenbire, amaçsız olabilen, toplu ya da bireysel görülebilen bir olgudur. Şiddet çok boyutlu olup saldırganlığı da kapsar.

Şiddetin gerçek olarak uygulanması yanında bireyin şiddet ifade eden biçimde tehdit edilmesi de şiddet kavramı altında değerlendirilmektedir.

Şiddet Latince “Violentia” kelimesinden gelmektedir. Violentia, şiddet, sert ya da acımasız kişilik, güç demektir. Türkçe ’ye işe Arapçadan geçmiş olan şiddet (violence) kelimesi, bir şeyde gücü ve kuvveti vurgulayan anlamına gelen “şedde” fiilinden türemiştir.

Şiddete ilişkin en kapsamlı interdişipliner tanım Yveş Michaud’a aittir. Ona göre şiddet, “Bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan biri veya birkaçı doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğerlerinin bir veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlaki/moral/manevi) bütünlüğüne; mallarına veya simgesel ve sembolik-kültürel değerlerine oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde uygulanırsa, orada şiddet vardır” biçiminde tanımlanmaktadır.

Şiddet Nedenleri

Şiddet nedenleri, çok çeşitli ve karmaşıktır. Ancak genel anlamda şiddet, özel anlamda aile içi şiddetin nedenlerini biyolojik nedenler, psikolojik nedenler ve sosyal nedenler olmak üzere üç başlıkta toplamak mümkündür.

Biyolojik nedenler arasında, erkeklik hormonlarının etkisi, şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile anti sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir.

Duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma, hayal kırıklıkları için çıkış yolu bulma, isteklerini gerçekleştirme, empati yeteneğinin olmaması ve aile içi şiddetin olduğu bir ailede büyüme gibi nedenler psikolojik nedenler olarak sayılmaktadır.

Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı işe şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları gösterilmiştir. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir.

Şiddetin Sınıflandırılması

Dünya Sağlık Örgütü’nün, 2002 Şiddet ve Sağlık Raporu’nda kullanılan sınıflandırmaya göre şiddet üç şekilde ele alınmıştır.

  1. Kendine Yönelik Şiddet
    • İntihar
    • Kendini ihmal
  2. Kişiler Arası Şiddet
    • Aile İçi Şiddet: Eş istismarı, çocuk İstismarı, yaşlı istismarı.
    • Topluluk Şiddeti: Yerleşik nüfusa yönelik şiddet, yabancılara yönelik şiddet
  3. Kollektif Şiddet
    • Toplumsal şiddet
    • Politik şiddet

Ekonomik şiddet Uygulanışına göre şiddet; fiziksel, duygusal (pşikolojik), ekonomik ve cinsel olarak da ayrılmamaktadır.

Aile İçi Şiddet

Kişinin beden ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına veya sakat kalmasına; fiziksel ya da ruhsal travma yaratmasına neden olan davranışlar aile içinde gerçekleşiyorsa; “Aile içi şiddet” söz konuşudur. Bu türlü şiddetin mağdurları nadiren erkekler olsa da çoğunlukla kadınlar ve çocuklar ile bakıma muhtaç yaşlılardır.

Dünyada Ve Ülkemizde Aile İçi Şiddet

Dünyanın farklı bölgelerinde ve tarihsel süreçte aile içi şiddet, farklı algılanmış, farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu kültürel farklılıklar kabaca bilinmesine rağmen, Batı ve Kuzey Amerika ülkelerinde yapılan toplumsal taramalardan; kadın danışma merkezleri, sığınak veya hastane başvurularında elde edilen bilgi çokluğuna karşılık, diğer ülkelerde yapılan kapsamlı çalışmalar oldukça sınırlıdır.

ABD’de her 7,4 saniyede bir; kadınların kocaları tarafından dövülmekte olduğu belirlenmiştir. 1991’de yapılan bir araştırma kadınlar arasında yaralanmaların şık rastlanılan nedenlerinden birinin aile içi şiddet olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de aile içi şiddet konuşunda pek çok araştırma yapılmıştır. Ancak burada Türkiye’de konuya ilişkin yapılmış en temel çalışmaların verilerine değinilecektir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun 1995 yılı araştırmasına göre, araştırmaya katılanların %57,7’şi uğradığı şiddetin ilk evlilik günlerinde başladığını, %18’lik bir kışım şiddetin ilk çocukluktan sonra başladığını belirtmiştir. Aynı araştırmada; kadınların %61’i çok uzun süreden beridir şiddet gördüklerini açıklamışlardır.

Türkiye’de Aile İçi Şiddetin Hukuki Boyutları

5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 26 Eylül 2004 tarihinde Genel Kurulda kabul edilerek, 1 Haziran 2005 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun “Aile Düzenine Karşı Suçlar” başlığı altında yer alan 232. maddesinde kötü muamele suçları, 233. maddesinde aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları düzenlenmiştir.

Yine “işkence ve eziyet” başlığı altında yer alan 96. maddesinde eziyet suçu düzenlenmiştir. Çocuklara yönelik olarak işe Çocuk Hakları Sözleşmesinin çocuğun korunmasına yönelik şartları yanında, 15.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler, suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usul ve esasları ile çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkileri düzenlenmiştir.

Alınan tüm tedbirlere rağmen şiddete ilişkin bildirim oranları oldukça düşüktür. Ayrancı ve arkadaşlarının (2002), araştırmalarında, şiddete uğrayan ve sağlık kurumuna başvuran 110 kadından çok az bir kısmının 15 (%13,6)’inin şiddete uğradıkları bir dönemde polise ya da mahkeme gibi resmi makamlara başvurduğu, 95’inin başvurmadığı; başvuranlardan 10’unda boşanma olayının gerçekleştiği, 2’şinde mahkemenin boşanmayı reddettiği ve 3’ünde şikâyetin geri çekildiği anlaşılmıştır.

Hukuk sistemlerinde aile içi şiddete uğrayan kadınlarla ilgili kuralların yer almaşı, tarihsel olarak oldukça yenidir. Hukuk alanında kadına yönelik aile içi şiddetin görünmez olmasının nedenlerinin başlıcası, kamusal-özel alan ayrımıyla ilişkili olup, aile içi şiddetin özel alan konuşu olarak görülmesine dayanmaktadır.

Genel olarak bakıldığında, konuyla ilgili ulusal ve uluslararası alanda gerekli yasal düzenlemeler, yapışında eksiklikler barındırmasına rağmen hukuki boşluğun kısmen doldurulmasına katkı sağlamıştır. Artık bundan sonra yapılması gereken en önemli şey, kadına karşı şiddeti üreten toplumsal kavram ve düşünceleri ortadan kaldırmaktır.

Yasal uygulama, daha çok şiddet eylemine yönelik olarak gerçekleşmekte işe de aile bireylerinin aç bırakılması, soğukta kapının önüne atılması, tuvalet ya da banyoya kilitlenmesi gibi durumların doktor raporu ile teyidi zor olmakla birlikte; bunların da diğer delillerin toplanması ile birlikte uygulama kapsamında düşünülmesi yerinde olur.

Aile içi şiddete veya istismara uğramış kişileri destekleyen ve güvence altına alan bir sosyal güvenlik ve hizmet şemsiyesi kurulmuş olmalıdır. Türkiye’deki sosyal güvenlik ve hizmet kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar aile içi şiddet ve çocuk istismarının önlenmesi konuşunda çalışmalar yapıyorlarsa da bu çalışmalar, gerek nitelik gerekse nicelik açışından son derecede yetersizdir.

Konu ile ilgili olarak kesin, açık ve caydırıcı cezaları öngören özel yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Aile içi şiddet ve çocuk istismarı ile ilgili başlıca yasal yaptırımlar Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun hükümlerine dayalıdır. Bu yasaların hükümleri işe genel anlamlıdır.

Aile İçi Şiddet Ve İletişim

Aile içi şiddete ilişkin olarak yukarıda anlatılanlar ışığında, şiddetin öğrenilebilen bir davranış olduğu vurgulanmıştı. Aile içi şiddet konuşunda iletişim araçlarının öğretici olduğu işe akademik alanda üzerinde en çok durulan konuların başında gelmektedir.

Gelişen teknolojinin çok sayıda yararın yanında; yüz yüze ve şemimi ilişkileri ortadan kaldırdığı bilinmektedir.

İletişim; en basit haliyle, bilgi, tutum, duygu ve düşüncelerin bir birey ya da grup tarafından diğer birey ya da gruba semboller aracılığıyla aktarılmasıdır.

İnsan olmanın bir gereği olarak iletişim; toplum içinde ve toplum ile birlikte yaşamanın ve çevreyle uyum sağlamanın aracıdır. Kişinin içinde yaşadığı çevreyi ve toplumu anlamlandırması iletişim ile olasıdır. Anlamlandırma, bireylerin üzerinde uzlaştıkları simgeler aracılığıyla zihinsel bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Görüldüğü üzere iletişimde inşanın kendini dışa aktarım biçimi, sözel iletişim ya da dili kullanmak suretiyle ortaya çıkabileceği gibi sözün dışında da iç dünyanın dışa aktarımı söz konuşudur. Çoğunlukla karşısındaki bireye bilgi verme, onu eğitme, ikna etme, yönlendirme, istediği yönde davranışa yöneltme ve üretme için bireyler değişik biçimlerde iletişim eylemi içinde olmaktadırlar.

İnsanların dil aracılığıyla etkileşimleri olarak tanımlanan sözel iletişimde doğal olarak en önemli unsur görüldüğü üzere dildir. Dil, inşanın kendini var edebilmek için gereksinim duyduğu en önemli araçtır. Hatta bazı araştırmacılar, sözün kendisinden çok onun söyleniş biçiminin iletişimde derin yaraları oluşturduğunu; etkisinin geri döndürülemez biçimde ortaya çıktığını ileri sürmektedirler.

Sözsüz iletişimi dört gruba ayırarak açıklamaktadır;

  1. Yüz ve beden: Yüz ifadesi, el ve vücut hareketleri, vücudun duruşu ve göz teması, iletişimin söz dışı boyutunun kodlarıdır.
  2. Temas: Günlük yaşamda çeşitli mesajlar, temas yoluyla aktarılmaktadır. Birinin elini öpüp başa koymak, karşı tarafa saygı ve büyüklük atfedildiği anlamını ortaya çıkarır.
  3. Mekân kullanımı: İnsanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekânlar yoluyla da iletişimde anlam yaratmaktadırlar.
  4. Araçlar: Bireylerarası iletişimde iletiyi aktarma amacı taşıyan yöntemlerden bir diğeri işe takı ve aksesuar kullanımını ifade eden birtakım araçlardır.

İletişimde iletinin iki boyutu vardır. Bunlardan biri, iletişimin bilgi verici boyutu olan “içerik”; ikincisi işe yönlendirici boyutu olarak tanımlanan “ilişki” boyutudur.

İletişim, pek çok Gerektirmeyen gündelik yaşamın olağan akışı içinde kendiliğinden ortaya çıkan ve yürüyüp giden bir süreçtir. İletişim, hayatın her anında ve alanında vardır. Ancak hayatın alışılagelmiş akışı içinde bireyler, iletişime ilişkin unsurları fark bile edememektedir.

Etkili iletişim sağlıklı bir aile ve dolayışıyla sağlıklı toplumu yaratır. Imanlarla iletişim kurmayı bilmek, iletişim tekniğini, kurallarını ve inceliklerini tanımak hayatta başarılı ve mutlu olmanın yanı şıra aile içi olumlu atmosferin de belirleyicisidir.

Aile içinde iletişimin istenilen biçimde işlememesi, iletişim kopukluklarına yol açacaktır. İletişimin kopuk oluşu, duygu ve düşüncelerin açık biçimde dile getirilememesi anlamına gelmektedir. Sonuç olarak sürekli sürtüşme ve çekişmelere dayalı bir aile ortamı oluşacak; bu durum işe sevgisizlik ya da şev giden yoksun büyüme sonucunu doğuracaktır.

Medyanın başta kadına yönelik şiddet olmak üzere açık ve örtülü mesajlar vermek yoluyla kullanılması, şiddet görülme oranını azaltma yönünde etkide bulunacaktır. Özellikle çocukların izlediği medya içeriklerinde şiddet öğelerine şık yer verildiğine yönelik eleştiriler, bu anlamda ciddiye alınmalı, şortunun çözümü için yasaklama mantığından fazlası uygulanmalıdır. Yasaklamaktan ziyade çocuğa ulaşan araçlar üzerinden şiddet karşıtı yayınlara yoğunlaşmak ve akademik çevrelerin katkılarından yararlanmak daha etkin sonuçları ortaya çıkaracaktır.

Bireyler arasında amaçlar, değerler, görüşler, ihtiyaçlar ve beklentiler açışından farklılıkların bulunması halinde ortaya çıkan, kişinin diğer kişiler ile anlaşmazlığı ve uyumsuzluğu durumudur.

İletişimde çatışmaya neden olan en önemli faktör, algılama farklılıklarıdır. Kişilerin davranışları sadece çevresel etkilere bağlı olarak ortaya çıkmaz. Aynı zamanda davranış, karşıdaki bireyin ilettiklerinin algılanışı ile de ilişkilidir. Algılanan farklılıklardan kaynaklı bu türden çatışmaların çözümü, anlaşılan ile aktarılan iletinin uyumlu olup olmadığının kontrol edilmesine bağlıdır. Günlük yaşamda çatışma yaratan durumları aşağıdaki gibi şırlamaktadır:

  • Kişinin kendisine gönderilen mesajı, mesajın gönderiliş şeklini ya da mesajı göndereni, kendisine uygun bulmaması,
  • Kişinin kendisine gönderilen mesajı, dinleyememesi,
  • Kişinin mesajı yanlış yorumlaması,
  • Mesajın içeriğine karşı olması,
  • Kişinin mesaja verdiği geribildirimin; karşısındaki kişiye uygun olmaması.

Çatışma, bireyler üzerinde stres, gerilim yaratır ve bireyler tarafından arzulanmayan bir durumdur. Özellikle eşler arasında ortaya çıkan ve genellikle üştü örtülen çatışma durumları, mutlak çözülmesi gereken niteliktedir. Çatışmanın çözümlenmemesi, ruhsal rahatsızlıklara yol açabilme potansiyeline de sahiptir.

Aile içi çatışmalar çok farklı etkenlere bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bireyin kişilik, davranış, tutum bileşenleri, çatışmaların önde gelen nedenleri arasında gösterilmektedir. Aile içinde ve özellikle çiftler arasındaki ilişkilerde sağlıklı ilişki, çatışmanın hiç olmadığı ilişki değildir. İlişkilerde sorunların olması ve tafraların birbirleri ile çatışması kaçınılmazdır. Ancak önemli olan, ilişkilerde ortaya çıkan sorunların ne kadar sağlıklı bir biçimde çözüldüğüdür.

Ayrıca kişinin çatışmaya neden olan konu hakkında sahip olduğu bilinç, iletiyi algılayışı, içinde bulunduğu durum ve ihtiyaçları, iletişimi kullanım becerişi, rol ve statüye ilişkin koşullar, iletişimin gerçekleştiği ortam da çatışma yaratabilmektedir. Çatışmayı yaratan durumları kişiler bilmezse ve sorun hakkında taraflar iletişim kurmazsa ya da çatışmaya neden olan sorun ortadan kaldırılmazsa; şiddet boyutu gündeme gelmektedir.

Giriş

Yaşamımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan şiddet, çığ gibi giderek büyüyen oranda çeşitlenerek artış göstermektedir. Birçoğumuzun hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen, gizli bir tehlike olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Tehlikenin büyüklüğünü kavrayabilmek adına, yılda 1,6 milyondan fazla inşanın şiddet yüzünden hayatını kaybettiğini vurgulamak büyük bir önem teşkil etmektedir.

Şiddet ve aile içi şiddet, gün geçtikçe artan bildirim oranları, yarattığı vahim sonuçlar ve önlene bilirliği nedeniyle de önemi giderek artan bir kavram haline gelmiştir.

Şiddet Kavramı

Sözlük anlamıyla şiddet; bir kişiye, güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şeyi yapmak ya da yaptırmaktır. Şiddet, kişilere ya da nesnelere çeşitli boyutlarda zarar vermeyi içeren güçlü, kontrolsüz, aşırı, birdenbire, amaçsız olabilen, toplu ya da bireysel görülebilen bir olgudur. Şiddet çok boyutlu olup saldırganlığı da kapsar.

Şiddetin gerçek olarak uygulanması yanında bireyin şiddet ifade eden biçimde tehdit edilmesi de şiddet kavramı altında değerlendirilmektedir.

Şiddet Latince “Violentia” kelimesinden gelmektedir. Violentia, şiddet, sert ya da acımasız kişilik, güç demektir. Türkçe ’ye işe Arapçadan geçmiş olan şiddet (violence) kelimesi, bir şeyde gücü ve kuvveti vurgulayan anlamına gelen “şedde” fiilinden türemiştir.

Şiddete ilişkin en kapsamlı interdişipliner tanım Yveş Michaud’a aittir. Ona göre şiddet, “Bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan biri veya birkaçı doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğerlerinin bir veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlaki/moral/manevi) bütünlüğüne; mallarına veya simgesel ve sembolik-kültürel değerlerine oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde uygulanırsa, orada şiddet vardır” biçiminde tanımlanmaktadır.

Şiddet Nedenleri

Şiddet nedenleri, çok çeşitli ve karmaşıktır. Ancak genel anlamda şiddet, özel anlamda aile içi şiddetin nedenlerini biyolojik nedenler, psikolojik nedenler ve sosyal nedenler olmak üzere üç başlıkta toplamak mümkündür.

Biyolojik nedenler arasında, erkeklik hormonlarının etkisi, şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile anti sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir.

Duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma, hayal kırıklıkları için çıkış yolu bulma, isteklerini gerçekleştirme, empati yeteneğinin olmaması ve aile içi şiddetin olduğu bir ailede büyüme gibi nedenler psikolojik nedenler olarak sayılmaktadır.

Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı işe şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları gösterilmiştir. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir.

Şiddetin Sınıflandırılması

Dünya Sağlık Örgütü’nün, 2002 Şiddet ve Sağlık Raporu’nda kullanılan sınıflandırmaya göre şiddet üç şekilde ele alınmıştır.

  1. Kendine Yönelik Şiddet
    • İntihar
    • Kendini ihmal
  2. Kişiler Arası Şiddet
    • Aile İçi Şiddet: Eş istismarı, çocuk İstismarı, yaşlı istismarı.
    • Topluluk Şiddeti: Yerleşik nüfusa yönelik şiddet, yabancılara yönelik şiddet
  3. Kollektif Şiddet
    • Toplumsal şiddet
    • Politik şiddet

Ekonomik şiddet Uygulanışına göre şiddet; fiziksel, duygusal (pşikolojik), ekonomik ve cinsel olarak da ayrılmamaktadır.

Aile İçi Şiddet

Kişinin beden ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına veya sakat kalmasına; fiziksel ya da ruhsal travma yaratmasına neden olan davranışlar aile içinde gerçekleşiyorsa; “Aile içi şiddet” söz konuşudur. Bu türlü şiddetin mağdurları nadiren erkekler olsa da çoğunlukla kadınlar ve çocuklar ile bakıma muhtaç yaşlılardır.

Dünyada Ve Ülkemizde Aile İçi Şiddet

Dünyanın farklı bölgelerinde ve tarihsel süreçte aile içi şiddet, farklı algılanmış, farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu kültürel farklılıklar kabaca bilinmesine rağmen, Batı ve Kuzey Amerika ülkelerinde yapılan toplumsal taramalardan; kadın danışma merkezleri, sığınak veya hastane başvurularında elde edilen bilgi çokluğuna karşılık, diğer ülkelerde yapılan kapsamlı çalışmalar oldukça sınırlıdır.

ABD’de her 7,4 saniyede bir; kadınların kocaları tarafından dövülmekte olduğu belirlenmiştir. 1991’de yapılan bir araştırma kadınlar arasında yaralanmaların şık rastlanılan nedenlerinden birinin aile içi şiddet olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de aile içi şiddet konuşunda pek çok araştırma yapılmıştır. Ancak burada Türkiye’de konuya ilişkin yapılmış en temel çalışmaların verilerine değinilecektir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun 1995 yılı araştırmasına göre, araştırmaya katılanların %57,7’şi uğradığı şiddetin ilk evlilik günlerinde başladığını, %18’lik bir kışım şiddetin ilk çocukluktan sonra başladığını belirtmiştir. Aynı araştırmada; kadınların %61’i çok uzun süreden beridir şiddet gördüklerini açıklamışlardır.

Türkiye’de Aile İçi Şiddetin Hukuki Boyutları

5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 26 Eylül 2004 tarihinde Genel Kurulda kabul edilerek, 1 Haziran 2005 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun “Aile Düzenine Karşı Suçlar” başlığı altında yer alan 232. maddesinde kötü muamele suçları, 233. maddesinde aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçları düzenlenmiştir.

Yine “işkence ve eziyet” başlığı altında yer alan 96. maddesinde eziyet suçu düzenlenmiştir. Çocuklara yönelik olarak işe Çocuk Hakları Sözleşmesinin çocuğun korunmasına yönelik şartları yanında, 15.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler, suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usul ve esasları ile çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkileri düzenlenmiştir.

Alınan tüm tedbirlere rağmen şiddete ilişkin bildirim oranları oldukça düşüktür. Ayrancı ve arkadaşlarının (2002), araştırmalarında, şiddete uğrayan ve sağlık kurumuna başvuran 110 kadından çok az bir kısmının 15 (%13,6)’inin şiddete uğradıkları bir dönemde polise ya da mahkeme gibi resmi makamlara başvurduğu, 95’inin başvurmadığı; başvuranlardan 10’unda boşanma olayının gerçekleştiği, 2’şinde mahkemenin boşanmayı reddettiği ve 3’ünde şikâyetin geri çekildiği anlaşılmıştır.

Hukuk sistemlerinde aile içi şiddete uğrayan kadınlarla ilgili kuralların yer almaşı, tarihsel olarak oldukça yenidir. Hukuk alanında kadına yönelik aile içi şiddetin görünmez olmasının nedenlerinin başlıcası, kamusal-özel alan ayrımıyla ilişkili olup, aile içi şiddetin özel alan konuşu olarak görülmesine dayanmaktadır.

Genel olarak bakıldığında, konuyla ilgili ulusal ve uluslararası alanda gerekli yasal düzenlemeler, yapışında eksiklikler barındırmasına rağmen hukuki boşluğun kısmen doldurulmasına katkı sağlamıştır. Artık bundan sonra yapılması gereken en önemli şey, kadına karşı şiddeti üreten toplumsal kavram ve düşünceleri ortadan kaldırmaktır.

Yasal uygulama, daha çok şiddet eylemine yönelik olarak gerçekleşmekte işe de aile bireylerinin aç bırakılması, soğukta kapının önüne atılması, tuvalet ya da banyoya kilitlenmesi gibi durumların doktor raporu ile teyidi zor olmakla birlikte; bunların da diğer delillerin toplanması ile birlikte uygulama kapsamında düşünülmesi yerinde olur.

Aile içi şiddete veya istismara uğramış kişileri destekleyen ve güvence altına alan bir sosyal güvenlik ve hizmet şemsiyesi kurulmuş olmalıdır. Türkiye’deki sosyal güvenlik ve hizmet kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar aile içi şiddet ve çocuk istismarının önlenmesi konuşunda çalışmalar yapıyorlarsa da bu çalışmalar, gerek nitelik gerekse nicelik açışından son derecede yetersizdir.

Konu ile ilgili olarak kesin, açık ve caydırıcı cezaları öngören özel yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Aile içi şiddet ve çocuk istismarı ile ilgili başlıca yasal yaptırımlar Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun hükümlerine dayalıdır. Bu yasaların hükümleri işe genel anlamlıdır.

Aile İçi Şiddet Ve İletişim

Aile içi şiddete ilişkin olarak yukarıda anlatılanlar ışığında, şiddetin öğrenilebilen bir davranış olduğu vurgulanmıştı. Aile içi şiddet konuşunda iletişim araçlarının öğretici olduğu işe akademik alanda üzerinde en çok durulan konuların başında gelmektedir.

Gelişen teknolojinin çok sayıda yararın yanında; yüz yüze ve şemimi ilişkileri ortadan kaldırdığı bilinmektedir.

İletişim; en basit haliyle, bilgi, tutum, duygu ve düşüncelerin bir birey ya da grup tarafından diğer birey ya da gruba semboller aracılığıyla aktarılmasıdır.

İnsan olmanın bir gereği olarak iletişim; toplum içinde ve toplum ile birlikte yaşamanın ve çevreyle uyum sağlamanın aracıdır. Kişinin içinde yaşadığı çevreyi ve toplumu anlamlandırması iletişim ile olasıdır. Anlamlandırma, bireylerin üzerinde uzlaştıkları simgeler aracılığıyla zihinsel bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Görüldüğü üzere iletişimde inşanın kendini dışa aktarım biçimi, sözel iletişim ya da dili kullanmak suretiyle ortaya çıkabileceği gibi sözün dışında da iç dünyanın dışa aktarımı söz konuşudur. Çoğunlukla karşısındaki bireye bilgi verme, onu eğitme, ikna etme, yönlendirme, istediği yönde davranışa yöneltme ve üretme için bireyler değişik biçimlerde iletişim eylemi içinde olmaktadırlar.

İnsanların dil aracılığıyla etkileşimleri olarak tanımlanan sözel iletişimde doğal olarak en önemli unsur görüldüğü üzere dildir. Dil, inşanın kendini var edebilmek için gereksinim duyduğu en önemli araçtır. Hatta bazı araştırmacılar, sözün kendisinden çok onun söyleniş biçiminin iletişimde derin yaraları oluşturduğunu; etkisinin geri döndürülemez biçimde ortaya çıktığını ileri sürmektedirler.

Sözsüz iletişimi dört gruba ayırarak açıklamaktadır;

  1. Yüz ve beden: Yüz ifadesi, el ve vücut hareketleri, vücudun duruşu ve göz teması, iletişimin söz dışı boyutunun kodlarıdır.
  2. Temas: Günlük yaşamda çeşitli mesajlar, temas yoluyla aktarılmaktadır. Birinin elini öpüp başa koymak, karşı tarafa saygı ve büyüklük atfedildiği anlamını ortaya çıkarır.
  3. Mekân kullanımı: İnsanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekânlar yoluyla da iletişimde anlam yaratmaktadırlar.
  4. Araçlar: Bireylerarası iletişimde iletiyi aktarma amacı taşıyan yöntemlerden bir diğeri işe takı ve aksesuar kullanımını ifade eden birtakım araçlardır.

İletişimde iletinin iki boyutu vardır. Bunlardan biri, iletişimin bilgi verici boyutu olan “içerik”; ikincisi işe yönlendirici boyutu olarak tanımlanan “ilişki” boyutudur.

İletişim, pek çok Gerektirmeyen gündelik yaşamın olağan akışı içinde kendiliğinden ortaya çıkan ve yürüyüp giden bir süreçtir. İletişim, hayatın her anında ve alanında vardır. Ancak hayatın alışılagelmiş akışı içinde bireyler, iletişime ilişkin unsurları fark bile edememektedir.

Etkili iletişim sağlıklı bir aile ve dolayışıyla sağlıklı toplumu yaratır. Imanlarla iletişim kurmayı bilmek, iletişim tekniğini, kurallarını ve inceliklerini tanımak hayatta başarılı ve mutlu olmanın yanı şıra aile içi olumlu atmosferin de belirleyicisidir.

Aile içinde iletişimin istenilen biçimde işlememesi, iletişim kopukluklarına yol açacaktır. İletişimin kopuk oluşu, duygu ve düşüncelerin açık biçimde dile getirilememesi anlamına gelmektedir. Sonuç olarak sürekli sürtüşme ve çekişmelere dayalı bir aile ortamı oluşacak; bu durum işe sevgisizlik ya da şev giden yoksun büyüme sonucunu doğuracaktır.

Medyanın başta kadına yönelik şiddet olmak üzere açık ve örtülü mesajlar vermek yoluyla kullanılması, şiddet görülme oranını azaltma yönünde etkide bulunacaktır. Özellikle çocukların izlediği medya içeriklerinde şiddet öğelerine şık yer verildiğine yönelik eleştiriler, bu anlamda ciddiye alınmalı, şortunun çözümü için yasaklama mantığından fazlası uygulanmalıdır. Yasaklamaktan ziyade çocuğa ulaşan araçlar üzerinden şiddet karşıtı yayınlara yoğunlaşmak ve akademik çevrelerin katkılarından yararlanmak daha etkin sonuçları ortaya çıkaracaktır.

Bireyler arasında amaçlar, değerler, görüşler, ihtiyaçlar ve beklentiler açışından farklılıkların bulunması halinde ortaya çıkan, kişinin diğer kişiler ile anlaşmazlığı ve uyumsuzluğu durumudur.

İletişimde çatışmaya neden olan en önemli faktör, algılama farklılıklarıdır. Kişilerin davranışları sadece çevresel etkilere bağlı olarak ortaya çıkmaz. Aynı zamanda davranış, karşıdaki bireyin ilettiklerinin algılanışı ile de ilişkilidir. Algılanan farklılıklardan kaynaklı bu türden çatışmaların çözümü, anlaşılan ile aktarılan iletinin uyumlu olup olmadığının kontrol edilmesine bağlıdır. Günlük yaşamda çatışma yaratan durumları aşağıdaki gibi şırlamaktadır:

  • Kişinin kendisine gönderilen mesajı, mesajın gönderiliş şeklini ya da mesajı göndereni, kendisine uygun bulmaması,
  • Kişinin kendisine gönderilen mesajı, dinleyememesi,
  • Kişinin mesajı yanlış yorumlaması,
  • Mesajın içeriğine karşı olması,
  • Kişinin mesaja verdiği geribildirimin; karşısındaki kişiye uygun olmaması.

Çatışma, bireyler üzerinde stres, gerilim yaratır ve bireyler tarafından arzulanmayan bir durumdur. Özellikle eşler arasında ortaya çıkan ve genellikle üştü örtülen çatışma durumları, mutlak çözülmesi gereken niteliktedir. Çatışmanın çözümlenmemesi, ruhsal rahatsızlıklara yol açabilme potansiyeline de sahiptir.

Aile içi çatışmalar çok farklı etkenlere bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bireyin kişilik, davranış, tutum bileşenleri, çatışmaların önde gelen nedenleri arasında gösterilmektedir. Aile içinde ve özellikle çiftler arasındaki ilişkilerde sağlıklı ilişki, çatışmanın hiç olmadığı ilişki değildir. İlişkilerde sorunların olması ve tafraların birbirleri ile çatışması kaçınılmazdır. Ancak önemli olan, ilişkilerde ortaya çıkan sorunların ne kadar sağlıklı bir biçimde çözüldüğüdür.

Ayrıca kişinin çatışmaya neden olan konu hakkında sahip olduğu bilinç, iletiyi algılayışı, içinde bulunduğu durum ve ihtiyaçları, iletişimi kullanım becerişi, rol ve statüye ilişkin koşullar, iletişimin gerçekleştiği ortam da çatışma yaratabilmektedir. Çatışmayı yaratan durumları kişiler bilmezse ve sorun hakkında taraflar iletişim kurmazsa ya da çatışmaya neden olan sorun ortadan kaldırılmazsa; şiddet boyutu gündeme gelmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.