Açıköğretim Ders Notları

Aile Ekonomisi Dersi 1. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Aile Ekonomisi Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Küreselleşme

Giriş

Günümüze kadar insanlığın yaşam koşullarını etkileyen üç büyük devrim yaşanmıştır:

  1. Tarım Devrimi
  2. Sanayi Devrimi
  3. Bilişim İletişim Devrimi

Tarım Devrimi ve yol açtığı yeniliklerin Dünya’ya yayılması binlerce yıl almıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Sanayi Devrimi’nin doğduğu Avrupa kıtasından diğerlerine sıçraması 400 yıl gibi daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. 1960’lı yıllardan başlayarak insanlığın dönüşüm sürecinin hızına hız katan Bilişim İletişim Devrimi’nin Dünya’ya yayılması ise elli altmış yıl gibi çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Bugün küreselleşme olarak ifade edilen bu süreç göz önüne alınmadan toplumsal yaşam hakkında fikir üretmek mümkün değildir.

Küreselleşme ile İlgili Teoriler

Küreselleşme, ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerinde, mekânsal uzaklıklardan kaynaklanan farklılıkların ortadan kalkmakta olduğu, henüz tamamlanmamış toplumsal bir süreçtir. Küreselleşme tartışmalı bir kavram olup ideolojik olarak kuşku ile bakılan bir süreçtir. Küreselleşme, Avrupa kültürünün, yeni sömürgecilik, kolonizasyon ve kültürel kaynaşma ile tüm dünyaya yayılma çabalarının doğrudan sonucudur.

Küreselleşme konusunda taban tabana zıt iki görüş ileri sürülmektedir. Birinci tez, küreselleşmeyi çağdaşlaşma ve gelişme olarak kabul etmekte ve mutlaka desteklenmesi gerekir demektedir. Bu görüşü savunanlar, küreselleşmenin kaynakları en akılcı ve yüksek verim elde edecek şekilde dağıtacağına ve artan ekonomik ilişkiler sonucunda dünya toplumunun bütünsel refahının artacağına inanmaktadırlar. İkinci tezi savunanlara göre küreselleşme emperyalizmin 21. yüzyıl başındaki adıdır ve mutlaka engellenmesi gerekir. Tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi açık kapı serbest ticaret politikasını tüm dünyaya dayatarak fakir ülkeleri Batı devletlerine yem yapmaktadır. Bu nedenle dünya gelir dağılımı bozulmuştur.

Küreselleşme, 1980’li yıllardan sonra akademik çalışmalarda çok sık yer alan bir sözcük olarak karşımıza çıkmasına rağmen çok yeni bir olgu değildir. Küreselleşmenin başlangıcına yönelik üç farklı yaklaşım bulunmaktadır (Waters, 1995:4):

  1. Küreselleşme insanlık tarihinin başından beri var olan bir süreçtir. Ancak son yıllarda hızında ani bir artış gerçekleşmiştir.
  2. Küreselleşme modernleşme ve kapitalizmin gelişmesi ile yaşıttır. Son yıllarda hızında bir artış yaşanmaktadır.
  3. Küreselleşme sanayi ötesi toplum, modern ötesi toplum ve kapitalist düzenin çözülmesi ile ilgili olarak son yıllarda ortaya çıkan yeni bir olgudur.

Küreselleşmeye yol açan çeşitli güçler daima var olmuşlarsa da 15. yüzyıla kadar bunların ivmesi oldukça yavaş olmuştur ve gelişme süreci doğrusal değildir. Kopernik’ten önce insanlık bir küre üzerinde yaşadığının bilincinde değildir ve farklı kıtaların halkları birbirinden habersiz yaşamaktadır. Küreselleşme modernleşme ile yakından ilgili bir olgudur ve Batı’nın alt yapısı ve üst yapısı ile dünyaya yayılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devletine geçiş, aynı zamanda dinsel tarımsal bir imparatorluktan sanayi ekonomisine geçişin; ekonomik açıdan kapitalist sisteme entegrasyonun tarihidir.

Klasik teorisyenler içinde küreselleşmeye en yakın görüşler Marks’tan gelmiştir. Marks’a göre burjuvanın ekonomik faaliyetlerinin tüm dünyaya yayılmasının, ekonomik olduğu kadar kültürel etkileri de vardır. Tek yanlı, dar ulusal bakış açısının yerini dünya kültürü alacaktır. 1858-1917 yılları arasında yaşamış olan Durkheim, toplumların değişim gücünün kaynağı olarak yapısal farklılaşmanın önemini vurgulamıştır. 1902-1979 yılları arasında yaşamış olan Talcott Parsons, toplumsal dönüşümün evrimsel bir yönü ve içsel bir dinamiği olduğundan söz etmektedir. Parsons’un öğrencisi Levy, ondan farklı olarak bireysel aktörlere modernizasyonu getirmede önemli rol vermektedir. Levy modernleşen tüm toplumlarda güç kaynaklarından yararlanmayı düşünebilen öncü insanların varlığından söz etmektedir.

Küreselleşme teorisine en etkili katkı bir grup emek piyasası teorisyeninden gelmiştir. Kerr, Dunlop, Harbison ve Myers (1973), toplumlar arası benzeşme tezini ileri sürmüşlerdir. Siyaset bilimci Burton, uluslararası ilişkilerin değişmekte olduğunun ilk işaretini vererek uluslararası ilişkiler yerine dünya toplumunun kavranması gerektiğini söylemektedir. Diğer bir siyaset bilimci Rosenau, uluslararası ilişkilerin artık sadece devletler arasında yürümediğine işaret etmekte ve bu tür ilişkilerin arkasında yatan teknolojik gelişmelere büyük önem vermektedir. Edebiyat ve iletişim teorisyeni Mc Luhan, haberleşme aracı olan elektronik medyanın kolektif kabile kültürünü küresel ölçekte yeniden dirilttiğini söylemektedir. Pittsburgh Üniversitesinden Roland Robertson, küresel bilincin artmakta olduğunu iddia ederek küreselleşmenin bireysel ve ulusal referans noktalarını genel ve uluslar üstü düzeye çıkardığından söz etmektedir. Robertson, küreselleşme sürecinin yeni bir olgu olmadığında ısrar etmektedir ve küreselleşmeyi modern çağdan ve kapitalist yükselişten önceki tarihlerden başlatmaktadır. Ancak küreselleşmenin hız kazanmasında modernleşmenin ve kapitalizmin payını kabul etmektedir. Robertson küreselleşmenin kat ettiği yolu beş aşamaya ayırmaktadır:

  1. Oluşum Dönemi (Avrupa 1400-1750)
  2. Başlangıç Dönemi (Avrupa 1750-1875)
  3. Kalkış Aşaması (1875-1925)
  4. Hegemonya için savaş dönemi (1925-1969)
  5. Belirsizlik Dönemi (1969-1992)

1990’lar belirsizliklerle doludur ve gezegenin doğal dengesi tehdit altındadır. Küreselleşmenin tek tek toplumların sahip oldukları içsel dinamikten farklı kendi mantığı bulunmaktadır. Ulus devletler birbirini izlemekte, diğerinin ortaya koyduğu farklılıkları taklit etmeye çalışmaktadırlar. Kendi var oluşlarını garantiye almak için sistematik uluslararası ilişkilere gereksinim duymaktadırlar. Robertson’a göre küreselleşmenin sonuçları dünya üzerinde yaşayan insanların ahlaki değerlerine ve davranışlarına bağlıdır ve dünyanın herhangi bir köşesinde yaşananlar tüm dünyayı etkileme potansiyelindedir. Bu karşılıklı ilişkiler daima olumlu değildir. Giddens, küreselleşme sürecini açıklarken insanlar tarafından zaman ve mekânın kontrol altına alınışının önemini vurgulamaktadır. Giddens’a göre küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır.

Toplumlar arasında para gibi sembolik işaretlerin kullanılması ve uzmanlık sistemlerinin geliştirilmesi, toplumsal ilişkilerin sınırları aşmasını daha da kolaylaştırmıştır. Para değeri bir bölgeden diğerine transfer ederek toplumsal ilişkileri daha geniş bir mekâna yayabilmektedir. Lash ve Urry küreselleşmeye yol açan nedenleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır:

  1. Uluslar üstü uygulamaların gelişmesi
  2. Uluslar üstü uygulamaların kaynaklandığı küresel şehirlerin doğması
  3. Devletlerin politika araçlarının etkinliğinin azalması
  4. Devletler arası bağların artışı
  5. Küresel bürokrasilerin gelişimi
  6. Yeni uzaysal etnik politik birimlerin oluşumu
  7. Devletlerin egemenlik gücünün azalması.

Harvey de Giddens’ın yaklaşımını benimseyerek analizine modern öncesi dönemin zaman ve mekân kavramları ile başlamaktadır. Feodal dönemde, ekonomik, politik, dini hak ve zorunlulukları olan, otonom bir toplumun idrak edebildiği bir mekân söz konusu olmaktadır. Giddens zamanın, mekândan bağımsız kalışını vurgularken, Harvey, Giddens’tan farklı olarak zaman ve mekân kavramlarının evrenselleşmeleri ile birlikte, zamanın mekânı yok ettiğini iddia etmektedir. Bu süreci zamanın mekân üzerindeki baskısı olarak tanımlamaktadır. Harvey, zaman ve mekânla ilgili değişim baskısının, uzun bir sürece yayılarak değil, aksine ani ve kısa patlamalarla ortaya çıktığını ve dünya değişirken belirsizliklerin de arttığını ileri sürmekte ve patlamayla gerçekleşen değişim baskısını, Marksist analizin, kapitalizmin birikim krizleri ile ilgili yaklaşımına başvurarak açıklamaktadır. Amerikalı Henry Ford sınai üretimi montaj hattı üzerinde yeniden örgütlemiş ve üretim süresinin ve maliyetlerin azaltılmasını sağlamıştır. Ulaşım olanaklarındaki ve üretimdeki hızlı artış ülkeler arasındaki rekabeti kızıştırmış ve Birinci Dünya Savaşını ateşlemiştir. Savaş sonunda dünya devletlerinin sınırları Versay anlaşmasına göre yeniden çizilmiştir. 1920’lere gelindiğinde uluslararası sistem ortaya çıkmış ve küresel finans kapital, kitlesel üretim tarzını, sınai örgütlenmeye hakîm kılmıştır. Zaman ve mekân baskısına yol açan diğer bir patlama 1970’lerde yaşanmıştır. Kitlesel üretim sistemi 1970’li yıllarda aşırı üretim krizine girmiştir. Finansal piyasalarda küreselleşme eğilimleri artmıştır. Uzun dönemli uluslararası bağlar kurulmaktadır. Bu arada farklı piyasa merkezleri ortaya çıkmaktadır. Kaotik, sürekli, akıcı ve bütün dünyayı kaplayan bir süreç ortaya çıkmıştır. Sermaye çok daha güçlü bir hale gelmiştir ve sonuç kesinlikle sermaye piyasasının küreselleşmesi olmuştur.

Esnek üretim tarzı, zamanın nasıl baskıya alındığının güzel bir örneğidir. Tam zamanında üretim, küçük ölçekli ve tüketici tercihlerine uygun üretim yaklaşımı ile arz ve talebin dengesi çabuklaştırılmaya çalışılmaktadır. Tıpkı üretim gibi, tüketim de daha kısa bir zamana sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Harvey, Mc Luhan’ın küresel köyünün bir versiyonunu tanımlamaktadır. Uydu teknolojisindeki gelişmeler, iletişimin uzaklıktan kaynaklanan maliyetlerini son derece önemsiz kılmaktadır. Aynı şekilde ulaşım araçlarında da önemli gelişmeler kaydedilmektedir. Çelişkili olarak tüketim çoğunluğun talep ettiği dünya markaları ile küreselleşirken, üretim maliyet avantajlarına göre yerelleşmektedir. Giddens, modernizmin en önemli dinamiklerinden biri olarak riskin yeniden dağıtılmasını ileri sürmektedir. Alman sosyolog Ulrich Beck risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal değişimi açıklayan analizinin merkezine koymuştur. Günümüzün risklerinin sahip olduğu özellikler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:

  1. Riskin kaynağı sanayileşmedir.
  2. Sınai üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar, toksinler duyularla idrak edilememektedir.
  3. Risk kıtlıktan değil aşırı üretimden doğmaktadır.
  4. Sanayileşme küresel ölçekte yayıldıkça yol açtığı riskler de katlanarak artmaktadır.
  5. Riskler hem politik hem de bilimsel olarak karşılıklıdır.
  6. Riskler kendi kaynakları ile sınırlı değildir.
  7. Nükleer kazalar ve asit yağmurları zaman ve mekân sınırı tanımamaktadır.
  8. Yüksek riskli sanayilerin küreselleşmesi riskin ve sonuçlarının bilimsel olarak hesaplanmasını imkânsız hale getirmektedir.

Görüşlerinden açıkça anlaşıldığı gibi Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel riskler ise küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında olması, küreselleşme sürecini hızlandırmaktadır. Riskin engellenmesi ulus devletlerin gücünü aşmaktadır, uluslar üstü yaptırım gücü yüksek kuruluşlara gereksinim duyulmaktadır.

Küreselleşme ve Farklı Toplumsal Alanlar

Pek çok teorik analiz, küreselleşmenin toplumsal hayatın üç farklı alanında izlenebileceğini ortaya koymaktadır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  1. Ekonomi
  2. Politika
  3. Kültür

Malcolm Waters, üç toplumsal alanın küreselleşme ile ilişkisini toplumlar arası değişim ilişkilerine hangi alanın hakîm olduğuna dair bir yaklaşımla kurmaktadır. Her üç alana ilişkin değişim ilişkilerini aşağıdaki gibi tanımlamaktadır:

  • Ekonomik değişim: Mal ve hizmet ticareti, mülk kiralama, ücretli emek akımı, sermaye akımı gibi unsurlardan oluşan ilişkilerdir.
  • Politik değişim: Ülkelerin destek vermek, savunmak, baskı kurmak, otorite ve güç uygulamak, teftiş etmek, meşru kılmak, itaat sağlamak amacı ile giriştikleri ilişkilerdir.
  • Kültürel değişim: Ülkelerin sözlü iletişim, yazılı iletişim, icraat, öğretmek, hitap etmek, ayinler düzenlemek, merasimler yapmak, sergiler açmak, tören, propaganda, reklâm, gösteri, tatbikat, veri toplama ve transfer etme gibi yollara başvurmak yolu ile gerçekleştirdikleri ilişkilerdir.

Küreselleşme ve Ekonomik Yapı

Toplumların, ekonomik, politik ve kültürel değişim ilişkileri içinde mekâna bağımlılığın en yüksek olduğu alan ekonomik değişimdir. Uzun mesafeli ticaret ancak çok önemli maliyet avantajları ve kâr olanakları olduğunda göze alınabilen bir faaliyettir. Bu faaliyetin yürütülmesi için ulaştırma ve iletişimde uzman aracı bir sınıfa (tüccarlar, finansörler) gereksinim duyulmaktadır.

Küreselleşme ve Politik Yapı

Ekonomik değişim ilişkilerinin artması ve daha geniş alanları ekonomik anlamda kontrol etme ve ekonomik ilişkilerin güvenli bir şekilde sürdürülebilmesi gereksinimi politik ilişkilerin artmasına neden olmuştur. Artan politik ilişkiler sonucunda birbirine sınırdaş ulus devletler ortaya çıkmıştır. Ulus devletlerin sınırları belirlemek ve egemenliklerini korumak için giriştikleri faaliyetler, toplumlar arasındaki politik değişim ilişkilerini arttırmış, kurallara bağlamış daha geniş mekânlar arasındaki ilişkilerin daha güvenli bir şekilde yürütülmesinin yolları aranmıştır. Politik değişimin artışına bağlı olarak ortaya çıkan uluslararası ilişkiler ortamı farklı toplumlar arasındaki kültürel değişim ilişkilerini de tetiklemiştir.

Küreselleşme ve Kültürel Yapı

Uluslararası ilişkilerin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması kültürel değişimi arttırmıştır. Farklı kültürlerin kaynaşması, insanların yaşam tarzlarını, tercihlerini, değer yargılarını giderek birbirine benzetmektedir. Kültürel değişimin yaygınlaşması gerek ekonomik gerekse politik değişimi dünya ölçeğine genişletmektedir. Bu nedenle küreselleşme kültürel bir olgudur.

Küreselleşme ile İlgili Görüşlerin Değerlendirilmesi

Çeşitli bilim adamlarının küreselleşme ile ilgili görüşlerini aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

  1. Küreselleşme modernizasyon ile çağdaştır. 16. yüzyıldan beri ilerlemektedir. Küreselleşme süreci zaman içinde hızlanarak gelişmektedir ve günümüzde gelişme hızı doruğa ulaşmış durumdadır.
  2. Küreselleşme, dünya üzerinde kurulmuş olan bireysel bağların birbirleri ile sistematik ilişkisini içermektedir. Tamamen küreselleşmiş dünyada herhangi bir ilişki ya da ilişkiler seti diğerlerinden ayrı tutulmayacak ve sınırlandırılmayacaktır. Küreselleşme insan toplumunun kapsamını ve birbirine benzerliğini arttıracaktır.
  3. Küreselleşme aynı zamanda olgusal bir küçülmedir. Ancak bu küçülme maddi açıdan olmayacaktır. Dünyanın sayısal görünümünün ifade edilmesinde kullanılan iki önemli olgu zaman ve mekânsal uzaklıktır. Küreselleşme zamanın genelleşmesini mekân farkının ise elimine edilmesini içermektedir.
  4. Küreselleşme olgusu karşılıklıdır. Farklı kültürler kaynaşabilmeli ortak toplumsal davranışlar şekillenmelidir. Devletler insan hakları konusunda birbirlerine dürüst davranmalı, dünya düzeninin sağlanması için askeri yardımdan kaçınmamalıdır.
  5. Küreselleşmenin hız kazanmamış olduğu dönemlerde, genel ve rasyonel standartların uygulandığı alanlarla, özel ilişkilerin önemli olduğu alanlar arasında fark bulunmaktadır. Bu farklılıklar, yaşam şansı, yaşam şekli, kamu ve özel alan farkı, çalışma ve ev hayatı farkı gibi toplumsal farklılıklar olarak görülmektedir.
  6. Küreselleşme hem güveni hem de riski içermektedir. Küreselleşme çağında insanlar tanımadıkları insanlara, bireysel olmayan güçlere ve normlara ve kimin kontrolü altında olduğunu bilmedikleri sembolik değişim modellerine güvenmeye başlamışlardır. Böyle yaparak kendilerini, diğerlerinin eline teslim etmekten çekinmemektedirler. Güvenin herhangi bir nedenle sarsılması sistemi çökertme tehdidi taşımaktadır.

Giriş

Günümüze kadar insanlığın yaşam koşullarını etkileyen üç büyük devrim yaşanmıştır:

  1. Tarım Devrimi
  2. Sanayi Devrimi
  3. Bilişim İletişim Devrimi

Tarım Devrimi ve yol açtığı yeniliklerin Dünya’ya yayılması binlerce yıl almıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Sanayi Devrimi’nin doğduğu Avrupa kıtasından diğerlerine sıçraması 400 yıl gibi daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. 1960’lı yıllardan başlayarak insanlığın dönüşüm sürecinin hızına hız katan Bilişim İletişim Devrimi’nin Dünya’ya yayılması ise elli altmış yıl gibi çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Bugün küreselleşme olarak ifade edilen bu süreç göz önüne alınmadan toplumsal yaşam hakkında fikir üretmek mümkün değildir.

Küreselleşme ile İlgili Teoriler

Küreselleşme, ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerinde, mekânsal uzaklıklardan kaynaklanan farklılıkların ortadan kalkmakta olduğu, henüz tamamlanmamış toplumsal bir süreçtir. Küreselleşme tartışmalı bir kavram olup ideolojik olarak kuşku ile bakılan bir süreçtir. Küreselleşme, Avrupa kültürünün, yeni sömürgecilik, kolonizasyon ve kültürel kaynaşma ile tüm dünyaya yayılma çabalarının doğrudan sonucudur.

Küreselleşme konusunda taban tabana zıt iki görüş ileri sürülmektedir. Birinci tez, küreselleşmeyi çağdaşlaşma ve gelişme olarak kabul etmekte ve mutlaka desteklenmesi gerekir demektedir. Bu görüşü savunanlar, küreselleşmenin kaynakları en akılcı ve yüksek verim elde edecek şekilde dağıtacağına ve artan ekonomik ilişkiler sonucunda dünya toplumunun bütünsel refahının artacağına inanmaktadırlar. İkinci tezi savunanlara göre küreselleşme emperyalizmin 21. yüzyıl başındaki adıdır ve mutlaka engellenmesi gerekir. Tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi açık kapı serbest ticaret politikasını tüm dünyaya dayatarak fakir ülkeleri Batı devletlerine yem yapmaktadır. Bu nedenle dünya gelir dağılımı bozulmuştur.

Küreselleşme, 1980’li yıllardan sonra akademik çalışmalarda çok sık yer alan bir sözcük olarak karşımıza çıkmasına rağmen çok yeni bir olgu değildir. Küreselleşmenin başlangıcına yönelik üç farklı yaklaşım bulunmaktadır (Waters, 1995:4):

  1. Küreselleşme insanlık tarihinin başından beri var olan bir süreçtir. Ancak son yıllarda hızında ani bir artış gerçekleşmiştir.
  2. Küreselleşme modernleşme ve kapitalizmin gelişmesi ile yaşıttır. Son yıllarda hızında bir artış yaşanmaktadır.
  3. Küreselleşme sanayi ötesi toplum, modern ötesi toplum ve kapitalist düzenin çözülmesi ile ilgili olarak son yıllarda ortaya çıkan yeni bir olgudur.

Küreselleşmeye yol açan çeşitli güçler daima var olmuşlarsa da 15. yüzyıla kadar bunların ivmesi oldukça yavaş olmuştur ve gelişme süreci doğrusal değildir. Kopernik’ten önce insanlık bir küre üzerinde yaşadığının bilincinde değildir ve farklı kıtaların halkları birbirinden habersiz yaşamaktadır. Küreselleşme modernleşme ile yakından ilgili bir olgudur ve Batı’nın alt yapısı ve üst yapısı ile dünyaya yayılmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devletine geçiş, aynı zamanda dinsel tarımsal bir imparatorluktan sanayi ekonomisine geçişin; ekonomik açıdan kapitalist sisteme entegrasyonun tarihidir.

Klasik teorisyenler içinde küreselleşmeye en yakın görüşler Marks’tan gelmiştir. Marks’a göre burjuvanın ekonomik faaliyetlerinin tüm dünyaya yayılmasının, ekonomik olduğu kadar kültürel etkileri de vardır. Tek yanlı, dar ulusal bakış açısının yerini dünya kültürü alacaktır. 1858-1917 yılları arasında yaşamış olan Durkheim, toplumların değişim gücünün kaynağı olarak yapısal farklılaşmanın önemini vurgulamıştır. 1902-1979 yılları arasında yaşamış olan Talcott Parsons, toplumsal dönüşümün evrimsel bir yönü ve içsel bir dinamiği olduğundan söz etmektedir. Parsons’un öğrencisi Levy, ondan farklı olarak bireysel aktörlere modernizasyonu getirmede önemli rol vermektedir. Levy modernleşen tüm toplumlarda güç kaynaklarından yararlanmayı düşünebilen öncü insanların varlığından söz etmektedir.

Küreselleşme teorisine en etkili katkı bir grup emek piyasası teorisyeninden gelmiştir. Kerr, Dunlop, Harbison ve Myers (1973), toplumlar arası benzeşme tezini ileri sürmüşlerdir. Siyaset bilimci Burton, uluslararası ilişkilerin değişmekte olduğunun ilk işaretini vererek uluslararası ilişkiler yerine dünya toplumunun kavranması gerektiğini söylemektedir. Diğer bir siyaset bilimci Rosenau, uluslararası ilişkilerin artık sadece devletler arasında yürümediğine işaret etmekte ve bu tür ilişkilerin arkasında yatan teknolojik gelişmelere büyük önem vermektedir. Edebiyat ve iletişim teorisyeni Mc Luhan, haberleşme aracı olan elektronik medyanın kolektif kabile kültürünü küresel ölçekte yeniden dirilttiğini söylemektedir. Pittsburgh Üniversitesinden Roland Robertson, küresel bilincin artmakta olduğunu iddia ederek küreselleşmenin bireysel ve ulusal referans noktalarını genel ve uluslar üstü düzeye çıkardığından söz etmektedir. Robertson, küreselleşme sürecinin yeni bir olgu olmadığında ısrar etmektedir ve küreselleşmeyi modern çağdan ve kapitalist yükselişten önceki tarihlerden başlatmaktadır. Ancak küreselleşmenin hız kazanmasında modernleşmenin ve kapitalizmin payını kabul etmektedir. Robertson küreselleşmenin kat ettiği yolu beş aşamaya ayırmaktadır:

  1. Oluşum Dönemi (Avrupa 1400-1750)
  2. Başlangıç Dönemi (Avrupa 1750-1875)
  3. Kalkış Aşaması (1875-1925)
  4. Hegemonya için savaş dönemi (1925-1969)
  5. Belirsizlik Dönemi (1969-1992)

1990’lar belirsizliklerle doludur ve gezegenin doğal dengesi tehdit altındadır. Küreselleşmenin tek tek toplumların sahip oldukları içsel dinamikten farklı kendi mantığı bulunmaktadır. Ulus devletler birbirini izlemekte, diğerinin ortaya koyduğu farklılıkları taklit etmeye çalışmaktadırlar. Kendi var oluşlarını garantiye almak için sistematik uluslararası ilişkilere gereksinim duymaktadırlar. Robertson’a göre küreselleşmenin sonuçları dünya üzerinde yaşayan insanların ahlaki değerlerine ve davranışlarına bağlıdır ve dünyanın herhangi bir köşesinde yaşananlar tüm dünyayı etkileme potansiyelindedir. Bu karşılıklı ilişkiler daima olumlu değildir. Giddens, küreselleşme sürecini açıklarken insanlar tarafından zaman ve mekânın kontrol altına alınışının önemini vurgulamaktadır. Giddens’a göre küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır.

Toplumlar arasında para gibi sembolik işaretlerin kullanılması ve uzmanlık sistemlerinin geliştirilmesi, toplumsal ilişkilerin sınırları aşmasını daha da kolaylaştırmıştır. Para değeri bir bölgeden diğerine transfer ederek toplumsal ilişkileri daha geniş bir mekâna yayabilmektedir. Lash ve Urry küreselleşmeye yol açan nedenleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır:

  1. Uluslar üstü uygulamaların gelişmesi
  2. Uluslar üstü uygulamaların kaynaklandığı küresel şehirlerin doğması
  3. Devletlerin politika araçlarının etkinliğinin azalması
  4. Devletler arası bağların artışı
  5. Küresel bürokrasilerin gelişimi
  6. Yeni uzaysal etnik politik birimlerin oluşumu
  7. Devletlerin egemenlik gücünün azalması.

Harvey de Giddens’ın yaklaşımını benimseyerek analizine modern öncesi dönemin zaman ve mekân kavramları ile başlamaktadır. Feodal dönemde, ekonomik, politik, dini hak ve zorunlulukları olan, otonom bir toplumun idrak edebildiği bir mekân söz konusu olmaktadır. Giddens zamanın, mekândan bağımsız kalışını vurgularken, Harvey, Giddens’tan farklı olarak zaman ve mekân kavramlarının evrenselleşmeleri ile birlikte, zamanın mekânı yok ettiğini iddia etmektedir. Bu süreci zamanın mekân üzerindeki baskısı olarak tanımlamaktadır. Harvey, zaman ve mekânla ilgili değişim baskısının, uzun bir sürece yayılarak değil, aksine ani ve kısa patlamalarla ortaya çıktığını ve dünya değişirken belirsizliklerin de arttığını ileri sürmekte ve patlamayla gerçekleşen değişim baskısını, Marksist analizin, kapitalizmin birikim krizleri ile ilgili yaklaşımına başvurarak açıklamaktadır. Amerikalı Henry Ford sınai üretimi montaj hattı üzerinde yeniden örgütlemiş ve üretim süresinin ve maliyetlerin azaltılmasını sağlamıştır. Ulaşım olanaklarındaki ve üretimdeki hızlı artış ülkeler arasındaki rekabeti kızıştırmış ve Birinci Dünya Savaşını ateşlemiştir. Savaş sonunda dünya devletlerinin sınırları Versay anlaşmasına göre yeniden çizilmiştir. 1920’lere gelindiğinde uluslararası sistem ortaya çıkmış ve küresel finans kapital, kitlesel üretim tarzını, sınai örgütlenmeye hakîm kılmıştır. Zaman ve mekân baskısına yol açan diğer bir patlama 1970’lerde yaşanmıştır. Kitlesel üretim sistemi 1970’li yıllarda aşırı üretim krizine girmiştir. Finansal piyasalarda küreselleşme eğilimleri artmıştır. Uzun dönemli uluslararası bağlar kurulmaktadır. Bu arada farklı piyasa merkezleri ortaya çıkmaktadır. Kaotik, sürekli, akıcı ve bütün dünyayı kaplayan bir süreç ortaya çıkmıştır. Sermaye çok daha güçlü bir hale gelmiştir ve sonuç kesinlikle sermaye piyasasının küreselleşmesi olmuştur.

Esnek üretim tarzı, zamanın nasıl baskıya alındığının güzel bir örneğidir. Tam zamanında üretim, küçük ölçekli ve tüketici tercihlerine uygun üretim yaklaşımı ile arz ve talebin dengesi çabuklaştırılmaya çalışılmaktadır. Tıpkı üretim gibi, tüketim de daha kısa bir zamana sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Harvey, Mc Luhan’ın küresel köyünün bir versiyonunu tanımlamaktadır. Uydu teknolojisindeki gelişmeler, iletişimin uzaklıktan kaynaklanan maliyetlerini son derece önemsiz kılmaktadır. Aynı şekilde ulaşım araçlarında da önemli gelişmeler kaydedilmektedir. Çelişkili olarak tüketim çoğunluğun talep ettiği dünya markaları ile küreselleşirken, üretim maliyet avantajlarına göre yerelleşmektedir. Giddens, modernizmin en önemli dinamiklerinden biri olarak riskin yeniden dağıtılmasını ileri sürmektedir. Alman sosyolog Ulrich Beck risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal değişimi açıklayan analizinin merkezine koymuştur. Günümüzün risklerinin sahip olduğu özellikler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:

  1. Riskin kaynağı sanayileşmedir.
  2. Sınai üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar, toksinler duyularla idrak edilememektedir.
  3. Risk kıtlıktan değil aşırı üretimden doğmaktadır.
  4. Sanayileşme küresel ölçekte yayıldıkça yol açtığı riskler de katlanarak artmaktadır.
  5. Riskler hem politik hem de bilimsel olarak karşılıklıdır.
  6. Riskler kendi kaynakları ile sınırlı değildir.
  7. Nükleer kazalar ve asit yağmurları zaman ve mekân sınırı tanımamaktadır.
  8. Yüksek riskli sanayilerin küreselleşmesi riskin ve sonuçlarının bilimsel olarak hesaplanmasını imkânsız hale getirmektedir.

Görüşlerinden açıkça anlaşıldığı gibi Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel riskler ise küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında olması, küreselleşme sürecini hızlandırmaktadır. Riskin engellenmesi ulus devletlerin gücünü aşmaktadır, uluslar üstü yaptırım gücü yüksek kuruluşlara gereksinim duyulmaktadır.

Küreselleşme ve Farklı Toplumsal Alanlar

Pek çok teorik analiz, küreselleşmenin toplumsal hayatın üç farklı alanında izlenebileceğini ortaya koymaktadır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  1. Ekonomi
  2. Politika
  3. Kültür

Malcolm Waters, üç toplumsal alanın küreselleşme ile ilişkisini toplumlar arası değişim ilişkilerine hangi alanın hakîm olduğuna dair bir yaklaşımla kurmaktadır. Her üç alana ilişkin değişim ilişkilerini aşağıdaki gibi tanımlamaktadır:

  • Ekonomik değişim: Mal ve hizmet ticareti, mülk kiralama, ücretli emek akımı, sermaye akımı gibi unsurlardan oluşan ilişkilerdir.
  • Politik değişim: Ülkelerin destek vermek, savunmak, baskı kurmak, otorite ve güç uygulamak, teftiş etmek, meşru kılmak, itaat sağlamak amacı ile giriştikleri ilişkilerdir.
  • Kültürel değişim: Ülkelerin sözlü iletişim, yazılı iletişim, icraat, öğretmek, hitap etmek, ayinler düzenlemek, merasimler yapmak, sergiler açmak, tören, propaganda, reklâm, gösteri, tatbikat, veri toplama ve transfer etme gibi yollara başvurmak yolu ile gerçekleştirdikleri ilişkilerdir.

Küreselleşme ve Ekonomik Yapı

Toplumların, ekonomik, politik ve kültürel değişim ilişkileri içinde mekâna bağımlılığın en yüksek olduğu alan ekonomik değişimdir. Uzun mesafeli ticaret ancak çok önemli maliyet avantajları ve kâr olanakları olduğunda göze alınabilen bir faaliyettir. Bu faaliyetin yürütülmesi için ulaştırma ve iletişimde uzman aracı bir sınıfa (tüccarlar, finansörler) gereksinim duyulmaktadır.

Küreselleşme ve Politik Yapı

Ekonomik değişim ilişkilerinin artması ve daha geniş alanları ekonomik anlamda kontrol etme ve ekonomik ilişkilerin güvenli bir şekilde sürdürülebilmesi gereksinimi politik ilişkilerin artmasına neden olmuştur. Artan politik ilişkiler sonucunda birbirine sınırdaş ulus devletler ortaya çıkmıştır. Ulus devletlerin sınırları belirlemek ve egemenliklerini korumak için giriştikleri faaliyetler, toplumlar arasındaki politik değişim ilişkilerini arttırmış, kurallara bağlamış daha geniş mekânlar arasındaki ilişkilerin daha güvenli bir şekilde yürütülmesinin yolları aranmıştır. Politik değişimin artışına bağlı olarak ortaya çıkan uluslararası ilişkiler ortamı farklı toplumlar arasındaki kültürel değişim ilişkilerini de tetiklemiştir.

Küreselleşme ve Kültürel Yapı

Uluslararası ilişkilerin ortaya çıkışı ve yaygınlaşması kültürel değişimi arttırmıştır. Farklı kültürlerin kaynaşması, insanların yaşam tarzlarını, tercihlerini, değer yargılarını giderek birbirine benzetmektedir. Kültürel değişimin yaygınlaşması gerek ekonomik gerekse politik değişimi dünya ölçeğine genişletmektedir. Bu nedenle küreselleşme kültürel bir olgudur.

Küreselleşme ile İlgili Görüşlerin Değerlendirilmesi

Çeşitli bilim adamlarının küreselleşme ile ilgili görüşlerini aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

  1. Küreselleşme modernizasyon ile çağdaştır. 16. yüzyıldan beri ilerlemektedir. Küreselleşme süreci zaman içinde hızlanarak gelişmektedir ve günümüzde gelişme hızı doruğa ulaşmış durumdadır.
  2. Küreselleşme, dünya üzerinde kurulmuş olan bireysel bağların birbirleri ile sistematik ilişkisini içermektedir. Tamamen küreselleşmiş dünyada herhangi bir ilişki ya da ilişkiler seti diğerlerinden ayrı tutulmayacak ve sınırlandırılmayacaktır. Küreselleşme insan toplumunun kapsamını ve birbirine benzerliğini arttıracaktır.
  3. Küreselleşme aynı zamanda olgusal bir küçülmedir. Ancak bu küçülme maddi açıdan olmayacaktır. Dünyanın sayısal görünümünün ifade edilmesinde kullanılan iki önemli olgu zaman ve mekânsal uzaklıktır. Küreselleşme zamanın genelleşmesini mekân farkının ise elimine edilmesini içermektedir.
  4. Küreselleşme olgusu karşılıklıdır. Farklı kültürler kaynaşabilmeli ortak toplumsal davranışlar şekillenmelidir. Devletler insan hakları konusunda birbirlerine dürüst davranmalı, dünya düzeninin sağlanması için askeri yardımdan kaçınmamalıdır.
  5. Küreselleşmenin hız kazanmamış olduğu dönemlerde, genel ve rasyonel standartların uygulandığı alanlarla, özel ilişkilerin önemli olduğu alanlar arasında fark bulunmaktadır. Bu farklılıklar, yaşam şansı, yaşam şekli, kamu ve özel alan farkı, çalışma ve ev hayatı farkı gibi toplumsal farklılıklar olarak görülmektedir.
  6. Küreselleşme hem güveni hem de riski içermektedir. Küreselleşme çağında insanlar tanımadıkları insanlara, bireysel olmayan güçlere ve normlara ve kimin kontrolü altında olduğunu bilmedikleri sembolik değişim modellerine güvenmeye başlamışlardır. Böyle yaparak kendilerini, diğerlerinin eline teslim etmekten çekinmemektedirler. Güvenin herhangi bir nedenle sarsılması sistemi çökertme tehdidi taşımaktadır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.