Açıköğretim Ders Notları

Afet Psikolojisi ve Sosyolojisi Dersi 5. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden Afet Psikolojisi ve Sosyolojisi Dersi 5. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Afetler Ve Toplumsal Cinsiyet

Giriş

Nüfusun farklı kesimleri, kendi içlerinde birbirleri ile kesişim göstermektedir. Farklı bir ifade ile toplumsal cinsiyet temelli bir sınıflandırma gerçek sosyal yaşam pratiklerinde, yaş temelli, ekonomik temelli sınıflandırmalar ile bağlantı içindedir. Toplum homojen gruplardan oluşmamıştır. Bununla birlikte her bir grup da diğer gruplardan bağımsız değildir. Söz gelimi, toplumsal cinsiyet grubunun iki bileşeni kadın ve erkek, sosyoekonomik seviye grubunun farklı kategorileri ile bağlantı içindedir. Üst sınıfa üye bir kadın bu kesişimin bir örneği olarak değerlendirilebilir.

Toplumsal Cinsiyet

Kültürel olarak kadının ve erkeğin biyolojik özelliklerine dayanarak oluşturulan kadınlık ve erkeklik toplumsal cinsiyet olarak ifade edilebilir. Pincha, toplumsal cinsiyetin dinamik bir nitelik gösterdiğini ve hem zamanla hem de bir kültür içinde ya da kültürler arasında farklılıklar gösterebildiğini ifade etmektedir. Farklı bir deyişle, belirli bir zamanda kadınlar için uygun olduğu ya da kadına özgü olması kabul edilen bir davranış, başka bir toplumda ya da başka bir zamanda bu niteliğini kaybetme potansiyeline sahiptir. Kadın ve erkeğe atfedilen kültürel anlamlar toplumsal cinsiyet rolleri olarak karşımıza çıkmaktadır (s:121, Tablo 5.1).

Bir toplumun, topluluğun ya da grubun varlığını sağlayan siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel unsurlar, toplumsal cinsiyetin içeriğini oluşturmada ve varlığını devam etmesini saplamada oldukça etkilidir. Aile, akran ve okulun genel başlıkları olan formel ve formel olmayan eğitim, sosyalleşme özellikle söz konusu rollerin devam ettirme konusunda oldukça işlevseldir. Bu roller beraberinde taraflar arasında güç ilişkilerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır ve bu güç ilişkisi taraflar arasında eşitsizliğin, güç dengesizliğinin oluşmasını beraberinde getirmektedir. Toplumsal cinsiyet açısından eşitsizlik ve güç dengesizliği, çoğunlukla kadınların aleyhine işleyen bir süreç olarak kabul edilebilir. Kadınların özellikle “stratejik ihtiyaç/gereksinim” olarak kabul edilen haklardan mahrum olmasını sağlayan eşitsizlik, kadın ve kızların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak daha güçsüz yani daha kırılgan olmasını içermektedir (s:122, Tablo 5.2).

Her bir insan birlikteliğinin (toplum, topluluk, grup, aile gibi) normal, olağan yani alışılagelmiş olan işleyişi içinde var olan eşitsizlik, bu normal işleyişi yani “statüko”yu bozan herhangi bir durum ile karşılaştığında çoğunlukla daha derin ve yıkıcı bir nitelik kazanmaktadır. Kadınların aleyhine işleyen güç dengesizliği olağanüstü durumlarda kadın ve kızların incinebilirliğini daha da arttırma potansiyelini barındırmaktadır. Bununla birlikte, bu olağanüstü koşullar zaman zaman incinebilirliği yüksek olan sosyal kesimlerin lehine de işleyebilmekte ve onları daha güçlü hâle getirmektedir.

Kadın ve Afet

Afetlerin, tehlikelerin bir anlamda afet risklerinin olumsuz etkilerini minimum düzeye düşürmek ve olumlu etkilerini (fırsatlar penceresinde olduğu gibi) mümkün olan üst seviyelere taşımak amacını taşıyan afet yönetimi, afet ve toplumsal cinsiyet tartışmalarında önemli bir yere sahiptir. Özellikle kadının kamusal alanda görünürlüğünün az olması yani stratejik ihtiyaçlarının yeteri kadar sağlanamaması gerçeği afet yönetimi ile ilgili farklı inisiyatifler tarafından uzun bir süre fark edilmemiş ve bu nedenle sorunun çözümü için gerekli adımların atılmasında oldukça geç kalınmıştır. Bu sorunu çözme konusunda uluslararası alandaki ilk adım, 1995 yılındaki Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’dur. Bu deklarasyona göre, doğal afetlerin kadınlar üzerindeki etkilerinin varlığı kabul edilmiş ve bu etkilere yönelik olarak ulusal ve uluslararası girişimlerin önemine dikkat çekilmiştir.

Kadının ve erkeğin afet deneyimleri birbirlerinden farklılık göstermektedir. Ayrıca kadın ve erkekler de kendi içlerinde homojen bir nitelikte değildirler: Yoksul kadın, engelli kadın, etnik kökene sahip kadın, yaşlı kadın, hane reisi olarak kadın, azınlıkta bulunan kadın gibi. Benzer şekilde erkekler de kendi içlerinde farklılaşmaktadırlar. Bu farklılıklar söz konusu sosyal kesimlerin afet ile etkileşimlerini belirlemektedirler. Ötekileşmeyi, kaynaklardan uzak tutulmayı sağlayan bu etmenler aynı zamanda kadınların afete karşı daha dayanıklı olma çabalarını da belirlemektedirler.

Afet sonrasında kadın ve kızların sıklıkla karşılaştıkları olumsuz durumlara insan kaçakçılığı, şiddet, tecavüz, ensest ve bunun neticesindeki istenmeyen hamilelik, cinsel hastalıklar, psikolojik travmalar örnek olarak verilebilir. Bu olumsuz durumlar afetten hemen sonra ya da afet sonrası geçici yerleşim yerlerinde (çadır kent, konteyner kent gibi) sıklıkla gerçekleşmektedirler. nedeni ile evlerin yıkılması, bir yönü ile kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrımı ortadan kaldırabilmektedir. Bu olasılık özel alan içinde olması geleneksel cinsiyet rolleri çerçevesince uygun görülen kadınların kamusal alana çıkmasına olanak sağlamaktadır. Afet yönetiminin kadın ve kızlara fırsat penceresi sağlayabilmesi için kadın ve kızların deneyimlerinden, fikirlerinden faydalanması büyük bir önem taşımaktadır. Kadınların sosyal ilişkilerdeki anahtar konumu, yani “sosyal sermayelerinin” güçlü olması, afet yönetiminin sürdürülebilirliğine katkıda bulunacaktır.

Ekonomik eşitsizlikler, politik eşitsizlikler, sağlık alanındaki eşitsizlikler, en genelde hane içi ve dışında karşı karşıya olduğu her türlü şiddet ve baskı kadının ve kızların, riskler ile başa çıkmasında olağanüstü bir çaba sarf etmek zorunda kalmasına neden olmaktadır. Bu insanüstü çaba, kadının sosyal ilişki ağlarındaki merkezî konumu nedeni ile daha da ağırlaşmaktadır.

Annelik olgusunda kadın tek sorumlu olarak kabul edilirken, özellikle çalışma yaşamına dahil olmanın artması ile birlikte, annelik pratiğinde sorumlu tarafların sayısı çoğalmış ve erkekler de bakım ve koruma işlevlerini yerine getirebilecek bir kesim olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte, annelik pratiğinde kadının yükümlülüğü erkek ile kıyaslandığında her zaman daha fazla olmaktadır. Annenin, sosyal ilişki ağlarındaki merkezî konumu ve bu konumundan kaynaklanan kırılganlıkları, sadece kadını değil, etrafında bulunan farklı sosyal kesimleri de etkilemektedir. Afetin yarattığı kaos ortamında kadın ve kızların, erkeklere nazaran daha kırılgan olmasının arkasında yatan nedenler şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Sosyal hareketlilik açısından sınırlılıklar, bunun yanı sıra sosyal ve kültürel olarak kadınların erkeklere bağımlı olması durumu,
  • Uyarı bilgilerine ulaşmada ve bu uyarılara tepki verme konusunda sınırlılıklarının ve zayıflıklarının olması durumu,
  • Cinsel istismara, hane içi ve dışı şiddete yüksek oranda maruz kalma riski,
  • Çocuk doğurma ve büyütme ile ilgili faktörler,
  • Okuma yazma ve okullaşma seviyesinin oranının düşük olması
  • Aile içindeki tüm kesimlerin sorumlu olması.

Afet sırasında kadın ve kızların geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine bağlı kalarak, hane içindekilerin korunmasına öncelik vermeleri de afetin gerçekleştiği ortamdan kaçma sürelerini etkileyebilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ve bu ülkelerdeki kırsal alanlarda yaşayan topluluklarda afet sonrasında kadın ve kızların yaşadıkları önemli sınırlılıklar arasında, yaşamak için kaynak bulma sürecine erkekler ile kıyaslandığında daha az dahil olmaları önemli yer tutmaktadır. Afetin kadın ve kızlar üzerindeki olumsuz etkilerinden bir diğer ise psikolojik sağlık üzerinde olmaktadır. Afet nedeni ile kadın, depresyon ve duygusal bozukluklara daha fazla yatkınlık gösterebilmektedir. Özellikle tek ebeveynli ailelerdeki kadın hane reisleri toplumsal cinsiyetin iki bileşeninin sorumluluklarını ve sınırlılıklarını aynı anda deneyimlemek durumunda kalmaktadır. Bu nedenle rollerini yeterince yerine getirebilme konusunda yoğun baskıya maruz kalabilmektedir.

Geleneksel cinsiyet rollerinden biri olan annelik rolünü içselleştirmiş olmak, diğer bir deyişle anneliğin gereklerini yerine getirmeye çalışmak ya da yerine getirememek kadının psikolojik sağlığına olumsuz yansımaktadır. Bu durumu Bourdieu’un sembolik şiddet kavramı ile açıklamak mümkün olabilmektedir. Geleneksel cinsiyet rollerinin ataerkil düşünce yapısı ve pratiğinin somut unsurlarından biri olması olarak ifade edilen bu durum, kadının kendisini zor koşullarda bile öncelikli olarak yapması gereken işin annelik statüsünün gereğini rollerini yerine getirme konusunda zorunlu hissetmesine neden olabilmektedir.

Afet sonrasında kadına yönelik olarak erkekler tarafından uygulanan fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin artış gösterdiği de bilinen bir gerçektir. Stres, bu istismarın arka planında yer alan önemli bir faktördür. Afet nedeni ile annelik pratiğinin gereklerinden olan çocuk ve bebekler başta olmak üzere aile bireylerinin bakımını sağlayamama durumu, kadınlarda psikolojik stresin artmasını beraberinde getirmektedir.

Sosyal sermayeler, iletişim becerileri ve aile içindeki bakım ve koruma ile ilgili kilit rolleri kadınların üzerine büyük sorumluluk yüklese de kadınların afet ile mücadele etmesi konusunda önemli fırsatları da sağlayabilmektedir. Kadınların afet deneyimlerinden, afette karşı karşıya kaldıkları olumsuz durumlardan hareketle bu sorunların çözüm yolları yine kadın ile birlikte tartışılarak oluşturulabilir.

Afet gibi acil durumlarda toplumun normal işleyişi yani statüko bozulmaktadır. Bu durum geleneksel cinsiyet rolleri için de geçerli olabilmektedir. Erkekler için uygun görülen para kazanma sorumluluğu acil durumlarda iş ortamlarının bozulması, sağlığın kaybedilmesi nedeni ile yerine getirilememektedir. Böylesine bir durumda ise kadın ve erkek arasındaki katı sınırlar esnemekte ve kadınlar para kazanma girişiminde bulunabilmektedir.

Erkek ve Afet

Afetin psikolojik etkileri, özellikle toplumsal cinsiyetin bir diğer kanadı olan erkekler üzerinde önemli derecede yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Bununla birlikte, daha önce de belirtildiği gibi afet ve risklerinin olumsuz sonuçlarının bütüncül bir bakış açısı ile ele alınması afet yönetiminin sürdürülebilir olmasına katkıda bulunmaktadır.

Afet ve erkek arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışan girişimler, erkeklik çalışmalarının argümanlarını paylaşmaktadır. Bu tartışmalarda, kadının geleneksel rollerinden kaynaklanan kırılganlığının benzerinin erkeklerde de gözlemlendiği ve bu durumun temel sorumlusu olarak ataerkil düşünce ve pratiğinin olduğu ileri sürülmektedir. Afet sonrasında geleneksel rollerini yerine getiremeyen erkeklerin, psikolojik olarak kendilerini yetersiz hissettikleri ve bu yetersizlik hissi ile başa çıkmak amacı ile farklı teknikler uyguladıkları literatürde karşımıza çıkmaktadır: İçe kapanma, şiddet eğiliminde bulunma, sigara ve alkol tüketiminin artması, intihar girişiminde bulunma ve sıklıkla intihar etme bu tepkilere ve afet ile başa çıkma mekanizmalarına örnek olarak verilmektedir.

Erkek ve erkeklik ile ilgili literatüre bakıldığında özellikle Connell’ın eleştirel bakış açısının afet ile ilgili çalışmalarda sıklıkla kullanılırlığını görmek mümkündür. Enarson ve Pease, Connell’e dayanarak erkek ve erkekliğin farklı boyutları içerdiğini ifade etmektedirler:

  • Farklı kültürlere, farklı tarihsel periyodlara ve farklı sosyal gruplara ait olmaktan kaynaklanan çoklu erkeklik anlayış ve pratikleri bulunmaktadır.
  • Güç ve iktidar söz konusu olduğu zaman bu çoklu erkeklik tanımlama ve pratiklerinde farklı konumlar bulunmaktadır.
  • Kültürün geneline bakıldığında erkeklik algılarının farklı örgütlenmeler içinde kurumsallaştırılmış olduğunu görmek mümkündür.
  • Erkeklik kişinin eylemleri ile yeniden üretilmektedir.
  • Erkeklik tümü ile değişmez nitelikte olmamakta ve toplumun değişen koşulları çerçevesince akışkan bir nitelik göstermektedir.

Connell tarafından “hegemonik erkeklik” olarak ifade edilen kavram, toplumda baskın olan, kabul gören erkeklik anlayış ve pratiklerini kapsamaktadır. Bu anlayış ve pratikler sabit bir kimlik değildir, zamana ve koşullara göre değişiklik göstermektedir. Afet ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında, çoğunlukla kadın toplumsal cinsiyetin tek bileşeni olarak algılanmış, bu durum ise erkeklerin deneyimlerini bu araştırmalarda görmeyi imkânsız kılmıştır. Bununla birlikte özellikle feminist ve querr teoriler aracılığı ile erkeklik araştırmaları son birkaç on yıldır hız kazanmıştır. Kadın-erkek, zengin-yoksul, beyazzenci vb. ikili ayrımlar yerine bu ayrımların kesiştiği noktalar üzerine yoğunlaşma başlamıştır. Bu bakış açısı, yoksul ve göçmen bir erkeğin afet ve erkeklik deneyimi ile beyaz ve üst sınıf bir erkeğin deneyimleri arasındaki kesişim ve farklılıkları; göçmen bir kadın ile göçmen bir erkeğin deneyimleri arasındaki kesişimselliği, ortak noktaları daha görünür hâle getirmiştir.

Geleneksel rollerin erkek üzerinde bir yansıması olarak hastalık davranışını örnek olarak vermek mümkündür. Erkeklerin bedensel ve psikolojik olarak tıbbı yardım alması pek çok kültürde zayıflık göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu baskı, bu sosyal kesimin tedavi olma konusunda girişimde bulunması engellemekte ve onların kırılganlığını daha da arttırmaktadır. Kadın ve erkek arasında çizilen kamusal alan özel alan ayrımının kökenlerine bakıldığında yine geleneksel cinsiyet rollerini görmek mümkündür. Erkeğin kamusal alanda, kadının hane içi olan özel alanda kalması farklı sorumluluk alanlarını ortaya koymaktadır.

Doğal afetler özelinde farklı toplumlarda gerçekleştirilen araştırmalar, kadınların erkeklere nazaran erken uyarı sistemlerini daha fazla dikkate aldıklarını ifade etmektedirler. Bu durum, geleneksel rolleri çerçevesinde kadınların korumacı yönleri ile açıklanabilir. Böylesine bir özellik kadınlar için bir yandan olumlu bir durumu yaratırken, diğer taraftan büyük bir yük oluşturmaktadır. Afetlerin erkek ve erkek çocukları açısından bakıldığında şu ana kadar bahsedilen olumsuz etkiler özetlenecek olursa şu şekilde sıralama yapmak mümkündür:

  • Afetler, erkek ve erkek çocukları hegemonik erkeklik olarak ifade edilen ve toplumda kabul gören erkeklik anlayışına göre davranmaya zorlamaktadır. Bu durum risklerin erkekler tarafından önemsiz olarak değerlendirilmesine yol açmakta ve önlem alma davranışlarını engellemektedir.
  • Geleneksel cinsiyet rolleri açısından bakıldığında erkeklere yüklenen hane dışı sorumluluklardan biri olan ekonomik kaynak sağlama görevi acil durumlarda sekteye uğramaktadır.
  • Öz saygı ve statü kaybı stresi ile başa çıkmak için yardım alma davranışı erkeklerde kadınlara nazaran oldukça düşüktür.

Sonuç

Afet farkındalığı kavramının bileşenlerine bakıldığında, afetin ne olduğu, afete neden olabilecek faktörlerin neler olduğu, olası bir afet riski ile karşı karşıya kalındığında neler yapılması gerektiği hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmak ilk sıralarda yer almaktadır. Bu farkındalık ile afet ve afet riskinin yıkıcı etkilerini zayıflayabilmektedir. Afet farkındalığının oluşumunda etkili olabilecek unsurlar, afet deneyimi, yaşanılan afet türü, şiddeti ve etkileri şeklinde sıralanabilir.

Kadın ve erkeğin çoğunlukla farklı olan afet deneyimleri afet yönetim anlayışının daha detaylı bir içeriğe sahip olması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Söz gelimi erken uyarı sistemlerinin kadın ve erkek ve en genelde kültüre göre farklı şekillerde dikkate alındığı gerçeği, uyarı sistemlerinin yeniden şekillenmesini zorunlu hâle getirmektedir. Bunun yanı sıra yapısal olarak ifade edilen etmenler de farklı sosyal kesimlerin afet gibi olağanüstü ortamlarda zayıflıklarını arttırmaktadır. Bu nedenle, eşitsizliğe dayanan bu zayıflıkları azaltmak afet yönetimi için oldukça önemlidir. Bu hedefe ulaşmak için, eşitsizliğin kaynaklarına bakılarak radikal ya da reformist girişimlerde bulunmak gerekmektedir.

Giriş

Nüfusun farklı kesimleri, kendi içlerinde birbirleri ile kesişim göstermektedir. Farklı bir ifade ile toplumsal cinsiyet temelli bir sınıflandırma gerçek sosyal yaşam pratiklerinde, yaş temelli, ekonomik temelli sınıflandırmalar ile bağlantı içindedir. Toplum homojen gruplardan oluşmamıştır. Bununla birlikte her bir grup da diğer gruplardan bağımsız değildir. Söz gelimi, toplumsal cinsiyet grubunun iki bileşeni kadın ve erkek, sosyoekonomik seviye grubunun farklı kategorileri ile bağlantı içindedir. Üst sınıfa üye bir kadın bu kesişimin bir örneği olarak değerlendirilebilir.

Toplumsal Cinsiyet

Kültürel olarak kadının ve erkeğin biyolojik özelliklerine dayanarak oluşturulan kadınlık ve erkeklik toplumsal cinsiyet olarak ifade edilebilir. Pincha, toplumsal cinsiyetin dinamik bir nitelik gösterdiğini ve hem zamanla hem de bir kültür içinde ya da kültürler arasında farklılıklar gösterebildiğini ifade etmektedir. Farklı bir deyişle, belirli bir zamanda kadınlar için uygun olduğu ya da kadına özgü olması kabul edilen bir davranış, başka bir toplumda ya da başka bir zamanda bu niteliğini kaybetme potansiyeline sahiptir. Kadın ve erkeğe atfedilen kültürel anlamlar toplumsal cinsiyet rolleri olarak karşımıza çıkmaktadır (s:121, Tablo 5.1).

Bir toplumun, topluluğun ya da grubun varlığını sağlayan siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel unsurlar, toplumsal cinsiyetin içeriğini oluşturmada ve varlığını devam etmesini saplamada oldukça etkilidir. Aile, akran ve okulun genel başlıkları olan formel ve formel olmayan eğitim, sosyalleşme özellikle söz konusu rollerin devam ettirme konusunda oldukça işlevseldir. Bu roller beraberinde taraflar arasında güç ilişkilerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır ve bu güç ilişkisi taraflar arasında eşitsizliğin, güç dengesizliğinin oluşmasını beraberinde getirmektedir. Toplumsal cinsiyet açısından eşitsizlik ve güç dengesizliği, çoğunlukla kadınların aleyhine işleyen bir süreç olarak kabul edilebilir. Kadınların özellikle “stratejik ihtiyaç/gereksinim” olarak kabul edilen haklardan mahrum olmasını sağlayan eşitsizlik, kadın ve kızların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak daha güçsüz yani daha kırılgan olmasını içermektedir (s:122, Tablo 5.2).

Her bir insan birlikteliğinin (toplum, topluluk, grup, aile gibi) normal, olağan yani alışılagelmiş olan işleyişi içinde var olan eşitsizlik, bu normal işleyişi yani “statüko”yu bozan herhangi bir durum ile karşılaştığında çoğunlukla daha derin ve yıkıcı bir nitelik kazanmaktadır. Kadınların aleyhine işleyen güç dengesizliği olağanüstü durumlarda kadın ve kızların incinebilirliğini daha da arttırma potansiyelini barındırmaktadır. Bununla birlikte, bu olağanüstü koşullar zaman zaman incinebilirliği yüksek olan sosyal kesimlerin lehine de işleyebilmekte ve onları daha güçlü hâle getirmektedir.

Kadın ve Afet

Afetlerin, tehlikelerin bir anlamda afet risklerinin olumsuz etkilerini minimum düzeye düşürmek ve olumlu etkilerini (fırsatlar penceresinde olduğu gibi) mümkün olan üst seviyelere taşımak amacını taşıyan afet yönetimi, afet ve toplumsal cinsiyet tartışmalarında önemli bir yere sahiptir. Özellikle kadının kamusal alanda görünürlüğünün az olması yani stratejik ihtiyaçlarının yeteri kadar sağlanamaması gerçeği afet yönetimi ile ilgili farklı inisiyatifler tarafından uzun bir süre fark edilmemiş ve bu nedenle sorunun çözümü için gerekli adımların atılmasında oldukça geç kalınmıştır. Bu sorunu çözme konusunda uluslararası alandaki ilk adım, 1995 yılındaki Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’dur. Bu deklarasyona göre, doğal afetlerin kadınlar üzerindeki etkilerinin varlığı kabul edilmiş ve bu etkilere yönelik olarak ulusal ve uluslararası girişimlerin önemine dikkat çekilmiştir.

Kadının ve erkeğin afet deneyimleri birbirlerinden farklılık göstermektedir. Ayrıca kadın ve erkekler de kendi içlerinde homojen bir nitelikte değildirler: Yoksul kadın, engelli kadın, etnik kökene sahip kadın, yaşlı kadın, hane reisi olarak kadın, azınlıkta bulunan kadın gibi. Benzer şekilde erkekler de kendi içlerinde farklılaşmaktadırlar. Bu farklılıklar söz konusu sosyal kesimlerin afet ile etkileşimlerini belirlemektedirler. Ötekileşmeyi, kaynaklardan uzak tutulmayı sağlayan bu etmenler aynı zamanda kadınların afete karşı daha dayanıklı olma çabalarını da belirlemektedirler.

Afet sonrasında kadın ve kızların sıklıkla karşılaştıkları olumsuz durumlara insan kaçakçılığı, şiddet, tecavüz, ensest ve bunun neticesindeki istenmeyen hamilelik, cinsel hastalıklar, psikolojik travmalar örnek olarak verilebilir. Bu olumsuz durumlar afetten hemen sonra ya da afet sonrası geçici yerleşim yerlerinde (çadır kent, konteyner kent gibi) sıklıkla gerçekleşmektedirler. nedeni ile evlerin yıkılması, bir yönü ile kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrımı ortadan kaldırabilmektedir. Bu olasılık özel alan içinde olması geleneksel cinsiyet rolleri çerçevesince uygun görülen kadınların kamusal alana çıkmasına olanak sağlamaktadır. Afet yönetiminin kadın ve kızlara fırsat penceresi sağlayabilmesi için kadın ve kızların deneyimlerinden, fikirlerinden faydalanması büyük bir önem taşımaktadır. Kadınların sosyal ilişkilerdeki anahtar konumu, yani “sosyal sermayelerinin” güçlü olması, afet yönetiminin sürdürülebilirliğine katkıda bulunacaktır.

Ekonomik eşitsizlikler, politik eşitsizlikler, sağlık alanındaki eşitsizlikler, en genelde hane içi ve dışında karşı karşıya olduğu her türlü şiddet ve baskı kadının ve kızların, riskler ile başa çıkmasında olağanüstü bir çaba sarf etmek zorunda kalmasına neden olmaktadır. Bu insanüstü çaba, kadının sosyal ilişki ağlarındaki merkezî konumu nedeni ile daha da ağırlaşmaktadır.

Annelik olgusunda kadın tek sorumlu olarak kabul edilirken, özellikle çalışma yaşamına dahil olmanın artması ile birlikte, annelik pratiğinde sorumlu tarafların sayısı çoğalmış ve erkekler de bakım ve koruma işlevlerini yerine getirebilecek bir kesim olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte, annelik pratiğinde kadının yükümlülüğü erkek ile kıyaslandığında her zaman daha fazla olmaktadır. Annenin, sosyal ilişki ağlarındaki merkezî konumu ve bu konumundan kaynaklanan kırılganlıkları, sadece kadını değil, etrafında bulunan farklı sosyal kesimleri de etkilemektedir. Afetin yarattığı kaos ortamında kadın ve kızların, erkeklere nazaran daha kırılgan olmasının arkasında yatan nedenler şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Sosyal hareketlilik açısından sınırlılıklar, bunun yanı sıra sosyal ve kültürel olarak kadınların erkeklere bağımlı olması durumu,
  • Uyarı bilgilerine ulaşmada ve bu uyarılara tepki verme konusunda sınırlılıklarının ve zayıflıklarının olması durumu,
  • Cinsel istismara, hane içi ve dışı şiddete yüksek oranda maruz kalma riski,
  • Çocuk doğurma ve büyütme ile ilgili faktörler,
  • Okuma yazma ve okullaşma seviyesinin oranının düşük olması
  • Aile içindeki tüm kesimlerin sorumlu olması.

Afet sırasında kadın ve kızların geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine bağlı kalarak, hane içindekilerin korunmasına öncelik vermeleri de afetin gerçekleştiği ortamdan kaçma sürelerini etkileyebilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ve bu ülkelerdeki kırsal alanlarda yaşayan topluluklarda afet sonrasında kadın ve kızların yaşadıkları önemli sınırlılıklar arasında, yaşamak için kaynak bulma sürecine erkekler ile kıyaslandığında daha az dahil olmaları önemli yer tutmaktadır. Afetin kadın ve kızlar üzerindeki olumsuz etkilerinden bir diğer ise psikolojik sağlık üzerinde olmaktadır. Afet nedeni ile kadın, depresyon ve duygusal bozukluklara daha fazla yatkınlık gösterebilmektedir. Özellikle tek ebeveynli ailelerdeki kadın hane reisleri toplumsal cinsiyetin iki bileşeninin sorumluluklarını ve sınırlılıklarını aynı anda deneyimlemek durumunda kalmaktadır. Bu nedenle rollerini yeterince yerine getirebilme konusunda yoğun baskıya maruz kalabilmektedir.

Geleneksel cinsiyet rollerinden biri olan annelik rolünü içselleştirmiş olmak, diğer bir deyişle anneliğin gereklerini yerine getirmeye çalışmak ya da yerine getirememek kadının psikolojik sağlığına olumsuz yansımaktadır. Bu durumu Bourdieu’un sembolik şiddet kavramı ile açıklamak mümkün olabilmektedir. Geleneksel cinsiyet rollerinin ataerkil düşünce yapısı ve pratiğinin somut unsurlarından biri olması olarak ifade edilen bu durum, kadının kendisini zor koşullarda bile öncelikli olarak yapması gereken işin annelik statüsünün gereğini rollerini yerine getirme konusunda zorunlu hissetmesine neden olabilmektedir.

Afet sonrasında kadına yönelik olarak erkekler tarafından uygulanan fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin artış gösterdiği de bilinen bir gerçektir. Stres, bu istismarın arka planında yer alan önemli bir faktördür. Afet nedeni ile annelik pratiğinin gereklerinden olan çocuk ve bebekler başta olmak üzere aile bireylerinin bakımını sağlayamama durumu, kadınlarda psikolojik stresin artmasını beraberinde getirmektedir.

Sosyal sermayeler, iletişim becerileri ve aile içindeki bakım ve koruma ile ilgili kilit rolleri kadınların üzerine büyük sorumluluk yüklese de kadınların afet ile mücadele etmesi konusunda önemli fırsatları da sağlayabilmektedir. Kadınların afet deneyimlerinden, afette karşı karşıya kaldıkları olumsuz durumlardan hareketle bu sorunların çözüm yolları yine kadın ile birlikte tartışılarak oluşturulabilir.

Afet gibi acil durumlarda toplumun normal işleyişi yani statüko bozulmaktadır. Bu durum geleneksel cinsiyet rolleri için de geçerli olabilmektedir. Erkekler için uygun görülen para kazanma sorumluluğu acil durumlarda iş ortamlarının bozulması, sağlığın kaybedilmesi nedeni ile yerine getirilememektedir. Böylesine bir durumda ise kadın ve erkek arasındaki katı sınırlar esnemekte ve kadınlar para kazanma girişiminde bulunabilmektedir.

Erkek ve Afet

Afetin psikolojik etkileri, özellikle toplumsal cinsiyetin bir diğer kanadı olan erkekler üzerinde önemli derecede yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Bununla birlikte, daha önce de belirtildiği gibi afet ve risklerinin olumsuz sonuçlarının bütüncül bir bakış açısı ile ele alınması afet yönetiminin sürdürülebilir olmasına katkıda bulunmaktadır.

Afet ve erkek arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışan girişimler, erkeklik çalışmalarının argümanlarını paylaşmaktadır. Bu tartışmalarda, kadının geleneksel rollerinden kaynaklanan kırılganlığının benzerinin erkeklerde de gözlemlendiği ve bu durumun temel sorumlusu olarak ataerkil düşünce ve pratiğinin olduğu ileri sürülmektedir. Afet sonrasında geleneksel rollerini yerine getiremeyen erkeklerin, psikolojik olarak kendilerini yetersiz hissettikleri ve bu yetersizlik hissi ile başa çıkmak amacı ile farklı teknikler uyguladıkları literatürde karşımıza çıkmaktadır: İçe kapanma, şiddet eğiliminde bulunma, sigara ve alkol tüketiminin artması, intihar girişiminde bulunma ve sıklıkla intihar etme bu tepkilere ve afet ile başa çıkma mekanizmalarına örnek olarak verilmektedir.

Erkek ve erkeklik ile ilgili literatüre bakıldığında özellikle Connell’ın eleştirel bakış açısının afet ile ilgili çalışmalarda sıklıkla kullanılırlığını görmek mümkündür. Enarson ve Pease, Connell’e dayanarak erkek ve erkekliğin farklı boyutları içerdiğini ifade etmektedirler:

  • Farklı kültürlere, farklı tarihsel periyodlara ve farklı sosyal gruplara ait olmaktan kaynaklanan çoklu erkeklik anlayış ve pratikleri bulunmaktadır.
  • Güç ve iktidar söz konusu olduğu zaman bu çoklu erkeklik tanımlama ve pratiklerinde farklı konumlar bulunmaktadır.
  • Kültürün geneline bakıldığında erkeklik algılarının farklı örgütlenmeler içinde kurumsallaştırılmış olduğunu görmek mümkündür.
  • Erkeklik kişinin eylemleri ile yeniden üretilmektedir.
  • Erkeklik tümü ile değişmez nitelikte olmamakta ve toplumun değişen koşulları çerçevesince akışkan bir nitelik göstermektedir.

Connell tarafından “hegemonik erkeklik” olarak ifade edilen kavram, toplumda baskın olan, kabul gören erkeklik anlayış ve pratiklerini kapsamaktadır. Bu anlayış ve pratikler sabit bir kimlik değildir, zamana ve koşullara göre değişiklik göstermektedir. Afet ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında, çoğunlukla kadın toplumsal cinsiyetin tek bileşeni olarak algılanmış, bu durum ise erkeklerin deneyimlerini bu araştırmalarda görmeyi imkânsız kılmıştır. Bununla birlikte özellikle feminist ve querr teoriler aracılığı ile erkeklik araştırmaları son birkaç on yıldır hız kazanmıştır. Kadın-erkek, zengin-yoksul, beyazzenci vb. ikili ayrımlar yerine bu ayrımların kesiştiği noktalar üzerine yoğunlaşma başlamıştır. Bu bakış açısı, yoksul ve göçmen bir erkeğin afet ve erkeklik deneyimi ile beyaz ve üst sınıf bir erkeğin deneyimleri arasındaki kesişim ve farklılıkları; göçmen bir kadın ile göçmen bir erkeğin deneyimleri arasındaki kesişimselliği, ortak noktaları daha görünür hâle getirmiştir.

Geleneksel rollerin erkek üzerinde bir yansıması olarak hastalık davranışını örnek olarak vermek mümkündür. Erkeklerin bedensel ve psikolojik olarak tıbbı yardım alması pek çok kültürde zayıflık göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu baskı, bu sosyal kesimin tedavi olma konusunda girişimde bulunması engellemekte ve onların kırılganlığını daha da arttırmaktadır. Kadın ve erkek arasında çizilen kamusal alan özel alan ayrımının kökenlerine bakıldığında yine geleneksel cinsiyet rollerini görmek mümkündür. Erkeğin kamusal alanda, kadının hane içi olan özel alanda kalması farklı sorumluluk alanlarını ortaya koymaktadır.

Doğal afetler özelinde farklı toplumlarda gerçekleştirilen araştırmalar, kadınların erkeklere nazaran erken uyarı sistemlerini daha fazla dikkate aldıklarını ifade etmektedirler. Bu durum, geleneksel rolleri çerçevesinde kadınların korumacı yönleri ile açıklanabilir. Böylesine bir özellik kadınlar için bir yandan olumlu bir durumu yaratırken, diğer taraftan büyük bir yük oluşturmaktadır. Afetlerin erkek ve erkek çocukları açısından bakıldığında şu ana kadar bahsedilen olumsuz etkiler özetlenecek olursa şu şekilde sıralama yapmak mümkündür:

  • Afetler, erkek ve erkek çocukları hegemonik erkeklik olarak ifade edilen ve toplumda kabul gören erkeklik anlayışına göre davranmaya zorlamaktadır. Bu durum risklerin erkekler tarafından önemsiz olarak değerlendirilmesine yol açmakta ve önlem alma davranışlarını engellemektedir.
  • Geleneksel cinsiyet rolleri açısından bakıldığında erkeklere yüklenen hane dışı sorumluluklardan biri olan ekonomik kaynak sağlama görevi acil durumlarda sekteye uğramaktadır.
  • Öz saygı ve statü kaybı stresi ile başa çıkmak için yardım alma davranışı erkeklerde kadınlara nazaran oldukça düşüktür.

Sonuç

Afet farkındalığı kavramının bileşenlerine bakıldığında, afetin ne olduğu, afete neden olabilecek faktörlerin neler olduğu, olası bir afet riski ile karşı karşıya kalındığında neler yapılması gerektiği hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmak ilk sıralarda yer almaktadır. Bu farkındalık ile afet ve afet riskinin yıkıcı etkilerini zayıflayabilmektedir. Afet farkındalığının oluşumunda etkili olabilecek unsurlar, afet deneyimi, yaşanılan afet türü, şiddeti ve etkileri şeklinde sıralanabilir.

Kadın ve erkeğin çoğunlukla farklı olan afet deneyimleri afet yönetim anlayışının daha detaylı bir içeriğe sahip olması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Söz gelimi erken uyarı sistemlerinin kadın ve erkek ve en genelde kültüre göre farklı şekillerde dikkate alındığı gerçeği, uyarı sistemlerinin yeniden şekillenmesini zorunlu hâle getirmektedir. Bunun yanı sıra yapısal olarak ifade edilen etmenler de farklı sosyal kesimlerin afet gibi olağanüstü ortamlarda zayıflıklarını arttırmaktadır. Bu nedenle, eşitsizliğe dayanan bu zayıflıkları azaltmak afet yönetimi için oldukça önemlidir. Bu hedefe ulaşmak için, eşitsizliğin kaynaklarına bakılarak radikal ya da reformist girişimlerde bulunmak gerekmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.