Açıköğretim Ders Notları

2. Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı Dersi 6. Ünite Özet

Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.

Açıköğretim derslerinden 2. Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı Dersi 6. Ünite Özet için hazırlanan  ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.

Milli Edebiyat Anlayışı Ve Yeni Lisan

Öncü Çalışmalar

Millî Edebiyat Hareketinin kökleri Tanzimat yıllarında Türklük hakkındaki bilimsel çalışmalara kadar gider. Daha sonra Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçe Şiirleri aynı ruhu beslemiş, 1905’te Çocuk Bahçesi dergisindeki edebî tartışmalar da Millî Edebiyat Hareketinin yolunu açmıştır. Bir düşünce hareketinin ya da sanat anlayışının kendisini geniş kitlelere tanıtabilmesi ve kabul ettirebilmesi için yayın organlarına ihtiyacı vardır. Başlangıçta gazete ve dergiler bunun en önemli kolunu oluşturmuşlardır. Millî edebiyat “Yeni Lisan” makalesinin Genç Kalemler dergisinde yayımıyla kendini ifade etmeye başlar. Ancak bir kaç yıl öncesinde önemli bir son adım da Türk Derneği’nin çalışmalarında gerçekleşir. 1908’de kurulan Türk Derneği, Türk milliyetçiliği düşüncesi etrafında oluşturulmuş ilk dernektir. Kurucuları arasında Ahmet Mithat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım ve Bursalı Mehmet Tahir gibi birçok isim vardır. Sadece bilimsel çalışmalar yapmayı hedefleyen derneğin nizamnamesine göre derneğin amacı, “Türklerin âsâr-ı atikasını, tarihini, lisanlarını, avâm ve havâs edebiyatını, etnoğrafya ve etnologyasını, ahvâl-i içtimaiyye ve medeniyet-i hazıralarını, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çıkararak ve bütün dünyaya yayıp dağıtmak, Türk dili ve imlasını ıslah, gramerini tanzim, kelimelerini toplamak ve bir sözlük meydana getirmektir”.

Türk Derneği , başlangıçta Sırat-ı Müstakim dergisini kendisine yayın organı olarak seçse de 1911 yılında Türk Derneği Dergisini çıkarmaya başlar. Aylık yayımlanan bu derginin kapağında “Türklüğe dair tetebbuatı havi,” cümlesi bulunmaktadır. Derginin ilk sayısında yer alan “Beyanname” başlıklı yazıya göre Türk Derneği, Osmanlı’da yaşayan gönülleri bir, dilleri ayrı insanları aynı maksat etrafında birleştirmek için millî dille yani Türkçe’yle konuşmayı esas almaktadır. Bunun için de dilin içeriğinin ortaya konulması, sadeleştirilmesi ve anlaşılır bir hale getirilmesi gerekmektedir. Çünkü bu yıllarda Türkçe’yle ilgili olarak düzenli bir dil olmadığı, bunun için de öğrenilmesi zor bir dil olduğu ve edebî eser yazılamayacağı konusunda olumsuz düşünceler vardır.

Türk Derneği resmî yazışmalarda da anlaşılır bir dil kullanımını teklif eder. Fakat bu teklif Türk Derneği’ni tasfiyecilik suçlamasıyla karşılaştırır. Dernek çok idealist bir anlayışla yola çıkmış olmasına rağmen daha çok yöneltilen suçlamaları cevaplamak için gösterdikleri çabalar arasında hedeflerine varmış gibi görünmez. Yine de Türk Derneği’nin çabaları Yeni Lisan’ın önünde önemli bir birikim ve son deneyimdir. Dernek Rusçuk, İzmir, Kastamonu ve Budapeşte’de açılan şubeleriyle iyi niyetli çalışmalar yapmıştır. Dergide yer alan Orta Asya Türklüğü konusundaki yazılar, Osmanlı Türklerinin bu konuyu tanımalarını sağlaması açısından önemlidir. Uzun bir zaman tasfiyecilik suçlamalarıyla uğraşan Türk Derneği’nin 1911’den itibaren çalışmaları azalır ve üyelerinin bir kısmı yeni kurulan Türkçü derneklere geçer.

Millî Edebiyat Anlayışı: Genç Kalemler ve ‘Yeni Lisan’

‘Yeni Lisan’ hareketi 1911’de Selanik’te çıkmakta olan Genç Kalemler dergisinde başlar. Sadece dil ve edebiyat odaklıymış gibi görünmesine rağmen aslında çok yönlü İlmî, fikrî ve siyasî boyutları olan bir harekettir. Hareketin öncüleri Ömer Seyfettin ve Ali Canip’tir. Fikir babası ise Ziya Gökalp’tir. Yeni Lisan, 19. yüzyıl ortalarından itibaren ilmî alanda başlayan ve fikrî bir akım haline gelmiş olan Türk milliyetçiliğinin daha fazla yayılarak benimsenmesini edebiyat üzerinden sürdürmüş, Türk milletinde bir uyanışı gerçekleştirmiştir. Yeni Lisan, bir anlayış olarak Türk millî edebiyatının yeniden doğuşunu sağlayacak prensipleri içermektedir. Prensipler, Genç Kalemler dergisinde yer alan ‘Yeni Lisan” makalesinde ortaya konur. Prensipleri içeren makale aynı zamanda bu dil ve edebiyat anlayışının adı olarak da benimsenir. Fakat sonraki yıllarda Yeni Lisan daha geniş bir etki alanı oluşturur ve Yeni Hayat’ adı verilen bir yaşama biçimi ortaya çıkarır.

Savaşlarla geçen 1922’ye kadar devam eden edebî süreç bir ‘tükenme’ ve ‘yeniden doğma’ ruhunu içinde barındırması bakımından iki ana devrede değerlendirilebilir. Birinci devreyi edebî bakımdan asıl şekillendiren Yeni Lisan’ın ileri sürdüğü bütün hayatı kapsayan anlayıştır. Ancak Yeni Lisan’ın tesir alanı ‘Memleketçi Edebiyat’ diye de adlandırılan Cumhuriyetin ilk yıllarının edebiyatına kadar sürer. Burası ikinci devre sayılabilir. Bu dönemde Yeni Lisancıların teklif ettiği edebiyat anlayışının, artık kendi prensiplerinin yerleştiği bir hal kazandığı görülür.

1908 meşrutiyetinden sonra İstanbul’da istibdat ve kargaşa hâkim olmuştur. Bu nedenle İstanbul, Yeni Lisan gibi geniş kitleleri kavrayıcı hareketlere uygun bir ortam değildir. Bu nedenle Ziya Gökalp, Ali Canip ve Ömer Seyfettin hareketi Selanik’te başlamışlardır. Mehmet Necip Bey’in dilde sadeleşme hareketinin İzmir’de olması (1900), Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesinin Mısır’da (1904) neşredilmesi gibi “Yeni Lisan”ın da Selanik’te başlayan bir hareket olması, İstanbul’un bu yıllardaki manzarasını göstermesi bakımından anlamlıdır. Yeni Lisan’ın yayın organı Genç Kalemler , 1909’dan itibaren Hüsn ve Şiir adıyla çıkmakta olan bir dergidir. 1909-1910 yılları arasında 8 sayı olarak neşredilmiş olan Hüsn ve Şiir dergisi, adından da anlaşılabileceği gibi gerçekten bir sanat ve edebiyat dergisidir. Dolayısıyla etrafında bir millî bilinç oluşturacak dil anlayışına sahip değildir. Bir süre sonra Ali Canip’in teklifiyle derginin adı Genç Kalemler olarak değiştirilir. Artık dergi sadece sanat ve şiirle meşgul olmayacak sayfalarında ilmî yazılara da yer verilecektir. Hüsn ve Şiir’den Genç Kalemler e geçiş, milliyetin esasının dil olduğuna inanan Ömer Seyfettin’in Ali Canip’le yakınlaşmasına sebep olur. Ali Canip’e 28 Ocak 1911 tarihli “(…) edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim” cümlesiyle bir dil ve edebiyat anlayışı meydana getirme konusunda teklif taşıyan mektubunu yazar. Mektupta yer alan fikir, Ali Canip aracılığıyla Gökalp’la paylaşılmış ve onun da desteği alınmıştır. Böylece dilde ve edebiyatta değişiklik yapacak üç isim bir araya gelmiş olurlar. Ömer Seyfettin ve Ali Canip ayırabildikleri paralarla derginin ikinci cildinin ilk sayısını çıkarmaya çalışırlarken Gökalp aracılığıyla İttihat ve Terakki’den yardım temin edilir. Yardım kabul edilse de yapılacak yayın ve çalışmalara karışmama şartı partiye iletilir. Çünkü Yeni Lisan basit bir gençlik hevesi ya da bir siyasal partiye bağlı dil anlayışı olarak görünmek istemez. Bundan sonra dil hareketinin prensiplerini ortaya koyan beyanname niteliğindeki ilk makale yazılır. Bu yazı Ömer Seyfettin tarafından “Yeni Lisan” başlığıyla kaleme alınmıştır. Bu yazıyla birlikte Genç Kalemler dergisinin ikinci cildi de başlar. Derginin birinci cildi “yarım aylık yani 15 günde bir çıkan edebî ilmî dergi” cümlesiyle 6 sayı çıkmıştır. Makalenin sonunda imza yerine ‘?’ işareti vardır. Bu uygulamanın temelinde, Yeni Lisan anlayışının tek bir kişiye mal edilmesine engel olmak gerekçesi yatar.

Genç Kalemlerde bundan sonra da yazarların tenkitçiler karşısında daha kalabalık görünmek arzusuyla rumuz kullanmayı devam ettirdikleri görülmektedir. Yine sıkça kullanılan ‘Tahrir Heyeti’ imzası da derginin yazar kadrosunun ne denli ortak bir tavır içerisinde olduğunu göstermektedir.

Genç Kalemler dergisi yazarlarının Balkan Savaşı’na katılmak için dergiyi tatil etmesi üzerine yayımını 15 Ekim 1912 tarihli dördüncü cildin 27. sayısı ile durdurur. Yeni Lisan, ilk 13 sayısı boyunca başlığının altında “Yeni lisanın tamimine hizmet eder” cümlesiyle yayımlanmıştır. Bu cümle 14. sayıdan itibaren “Yeni lisan ve yeni hayat müdafiidir” şeklinde değiştirilir.

Hareketi etraflıca anlatmak, tenkitlere cevap vermek ve giderek sistemleştirmek arzusuyla ‘Yeni Lisan’ başlıklı makalenin yayımı Genç Kalemlerin diğer sayılarında da sürdürülmüştür. Dergide dilde sadeleşme özendirilmeye, sadeleşmenin prensipleri belirlenmeye, Türkçe’nin bilim ve sanat dili olarak yeterliliği ve güzelliği ispatlanmaya ve bir edebiyat anlayışı oluşturulmaya çalışılmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde anlatıldığına göre Genç Kalemler milletçe ilerleme fikrinin temelinde millî dili görmektedir. Yine aynı makaleye göre Türk milletinin ilerlemesi için gerekli olan Türkçe, asırlar içerisinde önce Arapça ve Farsçanın sonra da Fransızcanın tesirinde kalmış, kendi kimliğini kaybetmiştir. Bu durum dil kadar edebiyatın da bozulmasını ve yapaylaşmasına sebep olmuştur. Dilin yabancı unsurlarından ayıklanmasıyla bunlardan kurtulmak mümkün olacaktır. Yazı dilinin konuşma dilinde birleştirilmesi gerektiğine inanan Yeni Lisancılar tasfiyeci bir anlayış sergilemezler. Ömer Seyfettin’e göre, o zamanın lisanındaki Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan terkiplerin mutlaka Türkçe kaidesiyle yapılması gerekmektedir. İstanbul Türkçesi en tabiî bir lisandır. Türkçe sarfımızı tanımalı, onun üzerine ifsat edici bir leke gibi düşen ecnebi kaideleri atmalıyız.

Yeni Lisan makalesinin prensipleri şu şekildedir:

  1. Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak. Fevkalade ve sevk-i tabiî gibi klişe olmuş şeyler müstesna…
  2. Türkçe cem edatından başka katiyyen ecnebî cem edatları kullanılmayacak: Örneğin; ihtimalat yerine ihtimaller yazılacak.
  3. Eya, ecil, ez, men gibi diğer Arabî ve Farisî edatlar da atılacak. Ancak tamamıyla Türkçeleşmiş olan ama şayet, şey, keşke, lâkin yani… gibileri kullanılmaya devam edilecek.

“Yeni Lisan’’ makalesinde bilimsel kavramların aynen kullanımına devam edileceği belirtilir, Arapça’nın ve Farsça’nın gramer kurallarıyla yapılmış terkiplerle bu dillere ait çoğul edatlarının ve yine bu dillere ait diğer edatların kullanılmaması, dilden atılması ve yerine Türkçelerinin yerleştirilmesi istenir. Yeni Lisan ne Şemsettin Sami gibi doğu Türkçesine dönüşü ne de Mehmet Necip Bey gibi ağızlara dönüşü benimsemiştir. “Yeni Lisan”, dilde uzun yıllar boyunca üzerinde çalışılmış ve düşünülmüş nihayet bir noktaya vardırılmış olan deneyimlerin üzerinden prensiplerini ileri sürer ve radikal kararlarla hareket etmez. İstanbul’da konuşulan Türkçe’nin yazı dili olarak benimsenmesini, Türkçesi bulunan bir kelimenin başka dillerden gelmiş olan eş anlamlılarının atılmasını, başka dillerden gelen gramer kuralı ve kelimelerin ayıklanmasını ister.

Yeni Lisana yapılan itirazlar şu şekildedir:

  • Terkiplerin dilden atılması dilde bir yoksullaşmaya sebep olacaktır. Yeni Lisanın savunduğu dil, ancak bir bilim dili olabilir, bu dille sanat eserleri üretilemez.
  • Dildeki sadeleşmeler ancak tabii bir şekilde gerçekleşebilir. Dile dışarıdan müdahale edilemez.
  • Yeni Lisancı gençlerin yaptığı sınırlı bir grubun dile müdahalesidir ve siyasal kaynaklıdır.
  • Yeni Lisancılar tasfiyecidirler ve Türkçe’yi tarihî dönemlerine döndürmek istemektedirler.

Yeni Lisancılar Genç Kalemler ‘in yeni sayılarında bir yandan prensiplerini yeni makaleler aracılığıyla anlatmaya bir yandan da kendilerine yöneltilen tenkitleri cevaplamaya çalışırlar. Karşılıklı yazışmalar Yeni Lisanın etrafında çok geniş bir ilginin birikmesini sağlar.

Dil hakkında ileri sürülen yeni prensiplerin işlerlik kazanması, ancak bir edebî eser içinde kullanılmasıyla mümkün olabilir. Çünkü böylece prensiplerin doğruluğu, yanlışlığı, dile uygunluğu ve kullanılabilirliği gibi boyutları ortaya çıkabilir. Fakat Yeni Lisanın bu anlamda daha özel bir konumu vardır. Çünkü Yeni Lisan daha geniş bir çerçeve oluşturmak, edebiyattan başlayarak etrafında bir hayat tarzı yaratmak idealiyle yol çıkmıştır. ‘Yeni Hayat’ sonraki yıllarda Yeni Lisan’ın fikir babası Ziya Gökalp tarafından yapılmış bir adlandırmadır. Prensipleri de bizzat onun tarafından belirlenir.

Her ne kadar Yeni Lisan daha çok bir dil hareketi olarak ortaya çıkmışsa da bizzat öncülerinin hedefi, millete ruh kazandıracak bir edebiyat meydana getirmektir. Bunun için de Yeni Lisancılar sadece dille ilgili tekliflerle kalmamışlar, bu dil anlayışının dayandığı temel fikirlerin yaşama geçebilmesi için edebiyatla ilgili görüşler de ileri sürmüşlerdir. Yeni Lisanı anlatan ilk makaleden itibaren var olan Türk edebiyatı tenkit edilir ancak olması istenen edebiyatla ilgili teklifler dildeki kadar açık şekilde ifade edilmez. Fakat buna rağmen dil ve edebiyat 1920 sonrasına nihayet az çok denenmiş, belirli bir olgunluğa ulaşmış şekliyle aktarılmıştır. Cumhuriyet edebiyatının ilk yıllarında millî edebiyatın şiirdeki sesini temsil eden Beş Hececiler’in başarısı biraz da bu tecrübede yatmaktadır. Böylece önerilen dil görüşü ile bir sanat yaratılabileceği de ispat edilmiş olur.

Yeni Lisancıların tamamı millî bir edebiyat için dili ve yerliliği esas almaktadır. Fakat bu anlayış yeterince estetik olmadığı, faydayı esas aldığı ve sadece halka hitap ettiği için hemen tenkitle karşılanır. Özellikle Servet-i Fünûn edebiyat anlayışını benimsediklerini, hatta onun bir devamı olduklarını beyan eden Fecr-i Aticiler sert bir tartışma başlatırlar.

Genç Kalemlerde millî edebiyat meselesiyle ilgili tartışmalar adlandırmadan başlayarak sonraki yıllarda daha farklı boyutlara doğru genişler. Edebiyatla ilgili tartışmalar daha çok Ali Canip tarafından yürütülür. Genç Kalemler’e millî edebiyat kavramıyla ilgili olarak yöneltilen diğer tenkit konularını ırkî edebiyat, modern bir zamanda millî edebiyat oluşturmanın mümkün olup olmadığı, millî edebiyatın diğer milletlerin edebiyatları karşısındaki tutumu, halk için edebiyatın taşıdığı anlam dünyası gibi başlıklar oluşturur. Bunun üzerine Ali Canip, millî edebiyatın ırkî değil, kavmî bir anlam taşıdığını vurgulayan “Millî, Daha Doğrusu Kavmî Edebiyat Ne Demektir?” başlıklı makalesini yazar. Tartışmaların devam etmesi üzerine Ali Canip, “Millî Edebiyat Meselesi” başlıklı yeni bir yazı yazarak millî edebiyat yerine ‘ibdai edebiyat’ ismini teklif eder. ‘İbdaî edebiyat’la taklitten kaçınan, fakat batının sanat, felsefe ve ilminden beslenen yaratıcı bir edebiyat anlatılmak istenmektedir. Bu anlayış sonraki yılların Cumhuriyet edebiyatının da temeli olacaktır.

Yeni Lisancıların ‘Dün-Bugün’ başlığı altında kendi yazdıkları şiirlerle Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti sanatçılarının şiirlerinden seçtikleri örnekleri yan yana koymaları kendilerini anlatma konusunda seçtikleri çarpıcı bir uygulamadır.

Genç Kalemlerin yazar kadrosu Balkan Savaşlarına katılmak arzusuyla yazı hareketlerine ara verirler. Türk Ocaklarının yayın organı olan Türk Yurdu dergisi ise İttihat ve Terakki Cemiyetinden aldığı yardımla güçlenir ve Genç Kalemler dergisinin rolünü üstlenir.

Millî Edebiyat Hareketini Yaygınlaştıran Kuruluşlar ve Yayın Organları

Türk milliyetçiliği, II. Meşrutiyetin, bütün fikirlerin ifadesine imkân sağlayan özgürlük anlayışı içinde özellikle de Müslüman ve Türk olmayan Osmanlı tebaasının kendi içinde geliştirdiği milliyetçilik çalışmalarına bir tepki olarak gerçekleşir. Hemen o tarihlerden itibaren de Türk milliyetçiliği, bu duyguyu uyandırmak ve yaymak için kurulan Türk Derneği (1908), Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı (1912) gibi dernekler, bu derneklerin çıkardıkları dergiler ve düzenledikleri toplantılar halka inerek hızla yaygınlaşmaya başlar. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Küçük Mecmua gibi dergiler Türklük düşünce ve bilincinin daha çabuk uyanmasına katkıda bulunur.

Türk Yurdu Cemiyeti 31 Ağustos 1911’de Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Ahmet Ağaoğlu, Akil Muhtar ve Yusuf Akçura gibi dönemin Türkçüleri tarafından kurulmuştur. En kalıcı ve etkili çalışması Türk Yurdu Dergisi ‘ni çıkarmaya başlamış olmasıdır. Türk Ocakları nın kuruluşunda Askerî Tıbbiye öğrencilerinin girişimlerinin önemli bir yeri vardır. Bu öğrenciler, devrin konuya ilgi duyan Mehmet Emin, Yusuf Akçura, Hüseyin Cahit, Ahmet Ferit, Ağaoğlu Ahmet gibi önemli isimleriyle yaptıkları görüşmeler arkasından 20 Haziran 1911 tarihinde düzenledikleri geniş bir toplantıda ‘Türk Ocağı’nı fiilen kurmuşlardır. Derneğin resmen kuruluşu, nizamnamesinin hazırlanmasından sonra Ziya Gökalp’ın da katıldığı 25 Mart tarihindeki toplantıyladır. Türk Ocakları’nın kısa zamanda İstanbul dışında da şubeleri açılmış ve çok etkin bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüştür. Mütareke ve Millî Mücadele yıllarında da bu etkinin devam ettiği, Türk Ocaklarının yetiştirdiği kadronun bu yılların yönlendirici isimleri oldukları görülmektedir. Ancak işgaller üzerine Türk Ocakları kapanmak zorunda kalır. 1922-1923 yılından itibaren kurulan yeni devletin yapısına göre Türk Ocakları yeniden yapılanarak açılmaya ve bu aşamada da görev almaya başlar. 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası, doğrudan partiye bağlı bir teşkilat olarak Halk Evlerini kurma kararı almış ve Türk Ocakları kapatılmıştır.

Genç Kalemler den sonra milliyetçilik ve millî edebiyatla ilgili tartışmaların ve makalelerin yayın yeri 1911’den itibaren Türk Yurdu Cemiyetinin çıkarmaya başladığı Türk Yurdu dergisi olur. Derginin, Türk milliyetçiliğine istikamet verici dönemi 1911-1918 arasındaki 14 ciltlik ilk 161 sayısıdır. Türk Yurdu dergisi bugün hala Türk Ocaklarının bir organı olarak yayımına devam eder.

Türk Bilgi Derneği, Emrullah Efendi’nin başkanlığında bir akademi gibi çalışmak üzere 1913’te kurulmuştur. Türkiyat, Hayatiyat, İçtimaiyat, Türkçülük gibi 6 şubesi olan Bilgi Derneğinin Türkiyat şubesinde Yusuf Akçura, Abdullah Cevdet, Bursalı Tahir, Ziya, Köprülüzade Mehmet Fuad; Türkçülük şubesinde Celal Sahir, Ömer Seyfettin; lisan şubesinde Ziya, Mehmet Emin gibi isimlere rastlanmaktadır. Derneğin yayın organı, aylık olarak çıkan Bilgi Mecmuası ‘dır. Sadece 7 sayı yayımlanabilmiştir. Buna rağmen dergi, 19. asrın sonlarından Birinci Dünya Savaşı başlangıcına kadarki Türklük bilimi çalışmalarının en olgun ürünü olarak değerlendirilmektedir.

Şairler Derneği , Haziran 1917’de ‘ibdaî bir edebiyat’ vücuda getirecekleri beyanıyla ortaya çıkan ve hece vezinli şiirler yazacaklarını söyleyen bir grup genç tarafından Türk Ocağı’nda yaptıkları birkaç toplantı sonunda kurulur. Şairler Derneği üyeleri, aldıkları karara göre, dilde konuşulan Türkçe’ye bağlı kalacaklarını, Arapça ve Farsça kadar Çağataycaya da yabancı olduklarını açıklarlar. Dernek üyeleri, kendilerine yayın organı olarak da Servet-i Fünıın’ u tayin eder. Orhan Seyfi, Hasan Zeki, Hakkı Tahsin, Safi Necip, Salih Zeki, Selâhattin Enis, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Yahya Saim, Yusuf Ziya Şairler Derneği’nin üyeleridir. Servet-i Fünûn ’dan başka Dergâh ve Yeni Mecmua ‘da da edebiyat meseleleri konusunda makaleler yayımlayan Şairler Derneği üyelerinin, özellikle hece vezninin olgunlaşması konusunda önemli katkıları vardır.

Bundan sonra çıkan Halka Doğru (1913-1914, 52 sayı), Yeni Hayat (1913-1914, 11 sayı), Türk Sözü (1914, 16 sayı), Yeni Mecmua (1917-1918, 66 sayı) hemen hemen aynı yazar kadrosu ile Yeni Lisanın dil ve edebiyat görüşlerinin daha da fazla benimsenmesine yardımcı olurlar. Bu hareket ardından Büyük Mecmua (1919, 17 sayı) ve Şair (1918-1919, 15 sayı) dergileriyle daha da genişleyerek Cumhuriyetin ilk yıllarının edebiyat faaliyetine kadar uzanır.

Millî edebiyat ilerleyen zaman içerisinde muhteva ve şekil olarak belirginleşmeye başlar. Yeni Mecmua ’da Türklerin millî vezinlerinin hece olduğunu söyleyen Köprülü’den sonra Şair (1918) dergisi ile Şair Nedim (1919) dergisi arasında meydana gelen tartışma, dikkatleri bir defa daha vezin meselesinde toplamıştır. “Şairin Yolu” başlıklı mukaddimesinde yer alan “(…) kemalin sonuna ermiş örnekler gösteren aruz yaşayamaz. Asırlarca, nihayetsiz kalplerin elemlerini, neşelerini, ihtirazlarını inleten bu eski rübabın telleri artık yıprandı. Yeni bir saza ihtiyacımız var ki bu da millî veznimizdir.” cümleleriyle yola çıkan Şair dergisi, sayfalarını hece vezinli şiirlere açmıştır.

Ömer Seyfettin, bazı şairlerin heceden vazgeçerek aruza geri dönmeleri konusundaki düşüncelerini Şair dergisinde yer alan “Yalpa Vuranlar” başlıklı makalesinde dile getirir. Yazısında özellikle de Halit Fahri üzerinde durur. Halit Fahri Şair Nedim ’deki “Şiire Karışmayınız!” başlıklı yazısıyla Ömer Seyfettin’i cevaplar ve ona şiiri bırakarak düz yazıyla meşgul olmasını tavsiye eder. Halit Fahri, hece ile ahenksiz şiirler yazmaktansa aruzu tercih ettiğini söyler. Çünkü ona göre hece ölçüsü henüz aruzun yanında pek zavallı kaldığını düşünmektedir. Fakat kendisinin bir asır sonra hecenin yanında aruzun haşmetli bir melike gibi hükümran olacağına dair inancı tamdır. Ona göre hece müzikal bir hal kazanana kadar aruz vezni ve sade Türkçe’yle şiirler yazılabilmelidir. Bu görüş tabiî olarak Ömer Seyfettin tarafından kabul görmeyecektir. Çünkü artık millî edebiyat taraftarlarınca sadece muhtevanın değil, teknik unsurların da millî olması gibi bir şart ortaya çıkmıştır. Hece-aruz tartışmasına ilerleyen zamanlarda başka şairler de katılmıştır. Ancak tartışmanın hece ya da aruzdan yana sonuçlanmadığı ve eserlerin ortaya konulacağı zamanlara bırakıldığı anlaşılmaktadır. Anlaşılacağı üzere millî edebiyatın mühim meselesi Türkçe kadar ölçü, yani hece vezni olmuştur. Köprülü de daha önce Yeni Mecmua’ da çıkan “Vezin Meselesi” başlıklı makalesinde, hecenin ahenksiz fakat millî vezin olduğu düşüncesine yer vermiştir.

1921-1923 tarihleri arasında 42 sayı çıkan Dergâh, millî edebiyat anlayışını Millî Mücadele günlerinde müdafaa eden ve değişik yaş gruplarından kalabalık bir sanatçı kadrosuna sahip önemli bir dergidir. Dergâh ’ın yazarları arasında Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Yakup Kadri ve Halide Edip gibi isimler yer alır. Dergâh’ta yazan şair ve yazarlar arasında sanat konusunda bir görüş birliği olmasa da siyasî bir yakınlık ve dil konusunda ortalık bulunmaktadır.

Bir kültür milliyetçiliği yürüten Yahya Kemal’in Dergâh dergisinde çok etkili olduğu görülür. Cumhuriyet yıllarından bugüne kadar gelen Türk şiirini şekillendiren Yahya Kemal, bu yılların sadece edebiyat ve şiir konusundaki görüşleriyle değil, kültür konusundaki yazılarıyla da önemli bir ismidir. 1910’lu yılları yazılarıyla yönlendirmiştir. O da hececi şairler gibi asıl eserlerini sonraki yıllarda verdiği için Cumhuriyet devri edebiyatı sanatçıları arasında değerlendirilmektedir.

Öncü Çalışmalar

Millî Edebiyat Hareketinin kökleri Tanzimat yıllarında Türklük hakkındaki bilimsel çalışmalara kadar gider. Daha sonra Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçe Şiirleri aynı ruhu beslemiş, 1905’te Çocuk Bahçesi dergisindeki edebî tartışmalar da Millî Edebiyat Hareketinin yolunu açmıştır. Bir düşünce hareketinin ya da sanat anlayışının kendisini geniş kitlelere tanıtabilmesi ve kabul ettirebilmesi için yayın organlarına ihtiyacı vardır. Başlangıçta gazete ve dergiler bunun en önemli kolunu oluşturmuşlardır. Millî edebiyat “Yeni Lisan” makalesinin Genç Kalemler dergisinde yayımıyla kendini ifade etmeye başlar. Ancak bir kaç yıl öncesinde önemli bir son adım da Türk Derneği’nin çalışmalarında gerçekleşir. 1908’de kurulan Türk Derneği, Türk milliyetçiliği düşüncesi etrafında oluşturulmuş ilk dernektir. Kurucuları arasında Ahmet Mithat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım ve Bursalı Mehmet Tahir gibi birçok isim vardır. Sadece bilimsel çalışmalar yapmayı hedefleyen derneğin nizamnamesine göre derneğin amacı, “Türklerin âsâr-ı atikasını, tarihini, lisanlarını, avâm ve havâs edebiyatını, etnoğrafya ve etnologyasını, ahvâl-i içtimaiyye ve medeniyet-i hazıralarını, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çıkararak ve bütün dünyaya yayıp dağıtmak, Türk dili ve imlasını ıslah, gramerini tanzim, kelimelerini toplamak ve bir sözlük meydana getirmektir”.

Türk Derneği , başlangıçta Sırat-ı Müstakim dergisini kendisine yayın organı olarak seçse de 1911 yılında Türk Derneği Dergisini çıkarmaya başlar. Aylık yayımlanan bu derginin kapağında “Türklüğe dair tetebbuatı havi,” cümlesi bulunmaktadır. Derginin ilk sayısında yer alan “Beyanname” başlıklı yazıya göre Türk Derneği, Osmanlı’da yaşayan gönülleri bir, dilleri ayrı insanları aynı maksat etrafında birleştirmek için millî dille yani Türkçe’yle konuşmayı esas almaktadır. Bunun için de dilin içeriğinin ortaya konulması, sadeleştirilmesi ve anlaşılır bir hale getirilmesi gerekmektedir. Çünkü bu yıllarda Türkçe’yle ilgili olarak düzenli bir dil olmadığı, bunun için de öğrenilmesi zor bir dil olduğu ve edebî eser yazılamayacağı konusunda olumsuz düşünceler vardır.

Türk Derneği resmî yazışmalarda da anlaşılır bir dil kullanımını teklif eder. Fakat bu teklif Türk Derneği’ni tasfiyecilik suçlamasıyla karşılaştırır. Dernek çok idealist bir anlayışla yola çıkmış olmasına rağmen daha çok yöneltilen suçlamaları cevaplamak için gösterdikleri çabalar arasında hedeflerine varmış gibi görünmez. Yine de Türk Derneği’nin çabaları Yeni Lisan’ın önünde önemli bir birikim ve son deneyimdir. Dernek Rusçuk, İzmir, Kastamonu ve Budapeşte’de açılan şubeleriyle iyi niyetli çalışmalar yapmıştır. Dergide yer alan Orta Asya Türklüğü konusundaki yazılar, Osmanlı Türklerinin bu konuyu tanımalarını sağlaması açısından önemlidir. Uzun bir zaman tasfiyecilik suçlamalarıyla uğraşan Türk Derneği’nin 1911’den itibaren çalışmaları azalır ve üyelerinin bir kısmı yeni kurulan Türkçü derneklere geçer.

Millî Edebiyat Anlayışı: Genç Kalemler ve ‘Yeni Lisan’

‘Yeni Lisan’ hareketi 1911’de Selanik’te çıkmakta olan Genç Kalemler dergisinde başlar. Sadece dil ve edebiyat odaklıymış gibi görünmesine rağmen aslında çok yönlü İlmî, fikrî ve siyasî boyutları olan bir harekettir. Hareketin öncüleri Ömer Seyfettin ve Ali Canip’tir. Fikir babası ise Ziya Gökalp’tir. Yeni Lisan, 19. yüzyıl ortalarından itibaren ilmî alanda başlayan ve fikrî bir akım haline gelmiş olan Türk milliyetçiliğinin daha fazla yayılarak benimsenmesini edebiyat üzerinden sürdürmüş, Türk milletinde bir uyanışı gerçekleştirmiştir. Yeni Lisan, bir anlayış olarak Türk millî edebiyatının yeniden doğuşunu sağlayacak prensipleri içermektedir. Prensipler, Genç Kalemler dergisinde yer alan ‘Yeni Lisan” makalesinde ortaya konur. Prensipleri içeren makale aynı zamanda bu dil ve edebiyat anlayışının adı olarak da benimsenir. Fakat sonraki yıllarda Yeni Lisan daha geniş bir etki alanı oluşturur ve Yeni Hayat’ adı verilen bir yaşama biçimi ortaya çıkarır.

Savaşlarla geçen 1922’ye kadar devam eden edebî süreç bir ‘tükenme’ ve ‘yeniden doğma’ ruhunu içinde barındırması bakımından iki ana devrede değerlendirilebilir. Birinci devreyi edebî bakımdan asıl şekillendiren Yeni Lisan’ın ileri sürdüğü bütün hayatı kapsayan anlayıştır. Ancak Yeni Lisan’ın tesir alanı ‘Memleketçi Edebiyat’ diye de adlandırılan Cumhuriyetin ilk yıllarının edebiyatına kadar sürer. Burası ikinci devre sayılabilir. Bu dönemde Yeni Lisancıların teklif ettiği edebiyat anlayışının, artık kendi prensiplerinin yerleştiği bir hal kazandığı görülür.

1908 meşrutiyetinden sonra İstanbul’da istibdat ve kargaşa hâkim olmuştur. Bu nedenle İstanbul, Yeni Lisan gibi geniş kitleleri kavrayıcı hareketlere uygun bir ortam değildir. Bu nedenle Ziya Gökalp, Ali Canip ve Ömer Seyfettin hareketi Selanik’te başlamışlardır. Mehmet Necip Bey’in dilde sadeleşme hareketinin İzmir’de olması (1900), Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesinin Mısır’da (1904) neşredilmesi gibi “Yeni Lisan”ın da Selanik’te başlayan bir hareket olması, İstanbul’un bu yıllardaki manzarasını göstermesi bakımından anlamlıdır. Yeni Lisan’ın yayın organı Genç Kalemler , 1909’dan itibaren Hüsn ve Şiir adıyla çıkmakta olan bir dergidir. 1909-1910 yılları arasında 8 sayı olarak neşredilmiş olan Hüsn ve Şiir dergisi, adından da anlaşılabileceği gibi gerçekten bir sanat ve edebiyat dergisidir. Dolayısıyla etrafında bir millî bilinç oluşturacak dil anlayışına sahip değildir. Bir süre sonra Ali Canip’in teklifiyle derginin adı Genç Kalemler olarak değiştirilir. Artık dergi sadece sanat ve şiirle meşgul olmayacak sayfalarında ilmî yazılara da yer verilecektir. Hüsn ve Şiir’den Genç Kalemler e geçiş, milliyetin esasının dil olduğuna inanan Ömer Seyfettin’in Ali Canip’le yakınlaşmasına sebep olur. Ali Canip’e 28 Ocak 1911 tarihli “(…) edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim” cümlesiyle bir dil ve edebiyat anlayışı meydana getirme konusunda teklif taşıyan mektubunu yazar. Mektupta yer alan fikir, Ali Canip aracılığıyla Gökalp’la paylaşılmış ve onun da desteği alınmıştır. Böylece dilde ve edebiyatta değişiklik yapacak üç isim bir araya gelmiş olurlar. Ömer Seyfettin ve Ali Canip ayırabildikleri paralarla derginin ikinci cildinin ilk sayısını çıkarmaya çalışırlarken Gökalp aracılığıyla İttihat ve Terakki’den yardım temin edilir. Yardım kabul edilse de yapılacak yayın ve çalışmalara karışmama şartı partiye iletilir. Çünkü Yeni Lisan basit bir gençlik hevesi ya da bir siyasal partiye bağlı dil anlayışı olarak görünmek istemez. Bundan sonra dil hareketinin prensiplerini ortaya koyan beyanname niteliğindeki ilk makale yazılır. Bu yazı Ömer Seyfettin tarafından “Yeni Lisan” başlığıyla kaleme alınmıştır. Bu yazıyla birlikte Genç Kalemler dergisinin ikinci cildi de başlar. Derginin birinci cildi “yarım aylık yani 15 günde bir çıkan edebî ilmî dergi” cümlesiyle 6 sayı çıkmıştır. Makalenin sonunda imza yerine ‘?’ işareti vardır. Bu uygulamanın temelinde, Yeni Lisan anlayışının tek bir kişiye mal edilmesine engel olmak gerekçesi yatar.

Genç Kalemlerde bundan sonra da yazarların tenkitçiler karşısında daha kalabalık görünmek arzusuyla rumuz kullanmayı devam ettirdikleri görülmektedir. Yine sıkça kullanılan ‘Tahrir Heyeti’ imzası da derginin yazar kadrosunun ne denli ortak bir tavır içerisinde olduğunu göstermektedir.

Genç Kalemler dergisi yazarlarının Balkan Savaşı’na katılmak için dergiyi tatil etmesi üzerine yayımını 15 Ekim 1912 tarihli dördüncü cildin 27. sayısı ile durdurur. Yeni Lisan, ilk 13 sayısı boyunca başlığının altında “Yeni lisanın tamimine hizmet eder” cümlesiyle yayımlanmıştır. Bu cümle 14. sayıdan itibaren “Yeni lisan ve yeni hayat müdafiidir” şeklinde değiştirilir.

Hareketi etraflıca anlatmak, tenkitlere cevap vermek ve giderek sistemleştirmek arzusuyla ‘Yeni Lisan’ başlıklı makalenin yayımı Genç Kalemlerin diğer sayılarında da sürdürülmüştür. Dergide dilde sadeleşme özendirilmeye, sadeleşmenin prensipleri belirlenmeye, Türkçe’nin bilim ve sanat dili olarak yeterliliği ve güzelliği ispatlanmaya ve bir edebiyat anlayışı oluşturulmaya çalışılmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde anlatıldığına göre Genç Kalemler milletçe ilerleme fikrinin temelinde millî dili görmektedir. Yine aynı makaleye göre Türk milletinin ilerlemesi için gerekli olan Türkçe, asırlar içerisinde önce Arapça ve Farsçanın sonra da Fransızcanın tesirinde kalmış, kendi kimliğini kaybetmiştir. Bu durum dil kadar edebiyatın da bozulmasını ve yapaylaşmasına sebep olmuştur. Dilin yabancı unsurlarından ayıklanmasıyla bunlardan kurtulmak mümkün olacaktır. Yazı dilinin konuşma dilinde birleştirilmesi gerektiğine inanan Yeni Lisancılar tasfiyeci bir anlayış sergilemezler. Ömer Seyfettin’e göre, o zamanın lisanındaki Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan terkiplerin mutlaka Türkçe kaidesiyle yapılması gerekmektedir. İstanbul Türkçesi en tabiî bir lisandır. Türkçe sarfımızı tanımalı, onun üzerine ifsat edici bir leke gibi düşen ecnebi kaideleri atmalıyız.

Yeni Lisan makalesinin prensipleri şu şekildedir:

  1. Arabî ve Farisî kaideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak. Fevkalade ve sevk-i tabiî gibi klişe olmuş şeyler müstesna…
  2. Türkçe cem edatından başka katiyyen ecnebî cem edatları kullanılmayacak: Örneğin; ihtimalat yerine ihtimaller yazılacak.
  3. Eya, ecil, ez, men gibi diğer Arabî ve Farisî edatlar da atılacak. Ancak tamamıyla Türkçeleşmiş olan ama şayet, şey, keşke, lâkin yani… gibileri kullanılmaya devam edilecek.

“Yeni Lisan’’ makalesinde bilimsel kavramların aynen kullanımına devam edileceği belirtilir, Arapça’nın ve Farsça’nın gramer kurallarıyla yapılmış terkiplerle bu dillere ait çoğul edatlarının ve yine bu dillere ait diğer edatların kullanılmaması, dilden atılması ve yerine Türkçelerinin yerleştirilmesi istenir. Yeni Lisan ne Şemsettin Sami gibi doğu Türkçesine dönüşü ne de Mehmet Necip Bey gibi ağızlara dönüşü benimsemiştir. “Yeni Lisan”, dilde uzun yıllar boyunca üzerinde çalışılmış ve düşünülmüş nihayet bir noktaya vardırılmış olan deneyimlerin üzerinden prensiplerini ileri sürer ve radikal kararlarla hareket etmez. İstanbul’da konuşulan Türkçe’nin yazı dili olarak benimsenmesini, Türkçesi bulunan bir kelimenin başka dillerden gelmiş olan eş anlamlılarının atılmasını, başka dillerden gelen gramer kuralı ve kelimelerin ayıklanmasını ister.

Yeni Lisana yapılan itirazlar şu şekildedir:

  • Terkiplerin dilden atılması dilde bir yoksullaşmaya sebep olacaktır. Yeni Lisanın savunduğu dil, ancak bir bilim dili olabilir, bu dille sanat eserleri üretilemez.
  • Dildeki sadeleşmeler ancak tabii bir şekilde gerçekleşebilir. Dile dışarıdan müdahale edilemez.
  • Yeni Lisancı gençlerin yaptığı sınırlı bir grubun dile müdahalesidir ve siyasal kaynaklıdır.
  • Yeni Lisancılar tasfiyecidirler ve Türkçe’yi tarihî dönemlerine döndürmek istemektedirler.

Yeni Lisancılar Genç Kalemler ‘in yeni sayılarında bir yandan prensiplerini yeni makaleler aracılığıyla anlatmaya bir yandan da kendilerine yöneltilen tenkitleri cevaplamaya çalışırlar. Karşılıklı yazışmalar Yeni Lisanın etrafında çok geniş bir ilginin birikmesini sağlar.

Dil hakkında ileri sürülen yeni prensiplerin işlerlik kazanması, ancak bir edebî eser içinde kullanılmasıyla mümkün olabilir. Çünkü böylece prensiplerin doğruluğu, yanlışlığı, dile uygunluğu ve kullanılabilirliği gibi boyutları ortaya çıkabilir. Fakat Yeni Lisanın bu anlamda daha özel bir konumu vardır. Çünkü Yeni Lisan daha geniş bir çerçeve oluşturmak, edebiyattan başlayarak etrafında bir hayat tarzı yaratmak idealiyle yol çıkmıştır. ‘Yeni Hayat’ sonraki yıllarda Yeni Lisan’ın fikir babası Ziya Gökalp tarafından yapılmış bir adlandırmadır. Prensipleri de bizzat onun tarafından belirlenir.

Her ne kadar Yeni Lisan daha çok bir dil hareketi olarak ortaya çıkmışsa da bizzat öncülerinin hedefi, millete ruh kazandıracak bir edebiyat meydana getirmektir. Bunun için de Yeni Lisancılar sadece dille ilgili tekliflerle kalmamışlar, bu dil anlayışının dayandığı temel fikirlerin yaşama geçebilmesi için edebiyatla ilgili görüşler de ileri sürmüşlerdir. Yeni Lisanı anlatan ilk makaleden itibaren var olan Türk edebiyatı tenkit edilir ancak olması istenen edebiyatla ilgili teklifler dildeki kadar açık şekilde ifade edilmez. Fakat buna rağmen dil ve edebiyat 1920 sonrasına nihayet az çok denenmiş, belirli bir olgunluğa ulaşmış şekliyle aktarılmıştır. Cumhuriyet edebiyatının ilk yıllarında millî edebiyatın şiirdeki sesini temsil eden Beş Hececiler’in başarısı biraz da bu tecrübede yatmaktadır. Böylece önerilen dil görüşü ile bir sanat yaratılabileceği de ispat edilmiş olur.

Yeni Lisancıların tamamı millî bir edebiyat için dili ve yerliliği esas almaktadır. Fakat bu anlayış yeterince estetik olmadığı, faydayı esas aldığı ve sadece halka hitap ettiği için hemen tenkitle karşılanır. Özellikle Servet-i Fünûn edebiyat anlayışını benimsediklerini, hatta onun bir devamı olduklarını beyan eden Fecr-i Aticiler sert bir tartışma başlatırlar.

Genç Kalemlerde millî edebiyat meselesiyle ilgili tartışmalar adlandırmadan başlayarak sonraki yıllarda daha farklı boyutlara doğru genişler. Edebiyatla ilgili tartışmalar daha çok Ali Canip tarafından yürütülür. Genç Kalemler’e millî edebiyat kavramıyla ilgili olarak yöneltilen diğer tenkit konularını ırkî edebiyat, modern bir zamanda millî edebiyat oluşturmanın mümkün olup olmadığı, millî edebiyatın diğer milletlerin edebiyatları karşısındaki tutumu, halk için edebiyatın taşıdığı anlam dünyası gibi başlıklar oluşturur. Bunun üzerine Ali Canip, millî edebiyatın ırkî değil, kavmî bir anlam taşıdığını vurgulayan “Millî, Daha Doğrusu Kavmî Edebiyat Ne Demektir?” başlıklı makalesini yazar. Tartışmaların devam etmesi üzerine Ali Canip, “Millî Edebiyat Meselesi” başlıklı yeni bir yazı yazarak millî edebiyat yerine ‘ibdai edebiyat’ ismini teklif eder. ‘İbdaî edebiyat’la taklitten kaçınan, fakat batının sanat, felsefe ve ilminden beslenen yaratıcı bir edebiyat anlatılmak istenmektedir. Bu anlayış sonraki yılların Cumhuriyet edebiyatının da temeli olacaktır.

Yeni Lisancıların ‘Dün-Bugün’ başlığı altında kendi yazdıkları şiirlerle Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti sanatçılarının şiirlerinden seçtikleri örnekleri yan yana koymaları kendilerini anlatma konusunda seçtikleri çarpıcı bir uygulamadır.

Genç Kalemlerin yazar kadrosu Balkan Savaşlarına katılmak arzusuyla yazı hareketlerine ara verirler. Türk Ocaklarının yayın organı olan Türk Yurdu dergisi ise İttihat ve Terakki Cemiyetinden aldığı yardımla güçlenir ve Genç Kalemler dergisinin rolünü üstlenir.

Millî Edebiyat Hareketini Yaygınlaştıran Kuruluşlar ve Yayın Organları

Türk milliyetçiliği, II. Meşrutiyetin, bütün fikirlerin ifadesine imkân sağlayan özgürlük anlayışı içinde özellikle de Müslüman ve Türk olmayan Osmanlı tebaasının kendi içinde geliştirdiği milliyetçilik çalışmalarına bir tepki olarak gerçekleşir. Hemen o tarihlerden itibaren de Türk milliyetçiliği, bu duyguyu uyandırmak ve yaymak için kurulan Türk Derneği (1908), Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı (1912) gibi dernekler, bu derneklerin çıkardıkları dergiler ve düzenledikleri toplantılar halka inerek hızla yaygınlaşmaya başlar. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Küçük Mecmua gibi dergiler Türklük düşünce ve bilincinin daha çabuk uyanmasına katkıda bulunur.

Türk Yurdu Cemiyeti 31 Ağustos 1911’de Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Ahmet Ağaoğlu, Akil Muhtar ve Yusuf Akçura gibi dönemin Türkçüleri tarafından kurulmuştur. En kalıcı ve etkili çalışması Türk Yurdu Dergisi ‘ni çıkarmaya başlamış olmasıdır. Türk Ocakları nın kuruluşunda Askerî Tıbbiye öğrencilerinin girişimlerinin önemli bir yeri vardır. Bu öğrenciler, devrin konuya ilgi duyan Mehmet Emin, Yusuf Akçura, Hüseyin Cahit, Ahmet Ferit, Ağaoğlu Ahmet gibi önemli isimleriyle yaptıkları görüşmeler arkasından 20 Haziran 1911 tarihinde düzenledikleri geniş bir toplantıda ‘Türk Ocağı’nı fiilen kurmuşlardır. Derneğin resmen kuruluşu, nizamnamesinin hazırlanmasından sonra Ziya Gökalp’ın da katıldığı 25 Mart tarihindeki toplantıyladır. Türk Ocakları’nın kısa zamanda İstanbul dışında da şubeleri açılmış ve çok etkin bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüştür. Mütareke ve Millî Mücadele yıllarında da bu etkinin devam ettiği, Türk Ocaklarının yetiştirdiği kadronun bu yılların yönlendirici isimleri oldukları görülmektedir. Ancak işgaller üzerine Türk Ocakları kapanmak zorunda kalır. 1922-1923 yılından itibaren kurulan yeni devletin yapısına göre Türk Ocakları yeniden yapılanarak açılmaya ve bu aşamada da görev almaya başlar. 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası, doğrudan partiye bağlı bir teşkilat olarak Halk Evlerini kurma kararı almış ve Türk Ocakları kapatılmıştır.

Genç Kalemler den sonra milliyetçilik ve millî edebiyatla ilgili tartışmaların ve makalelerin yayın yeri 1911’den itibaren Türk Yurdu Cemiyetinin çıkarmaya başladığı Türk Yurdu dergisi olur. Derginin, Türk milliyetçiliğine istikamet verici dönemi 1911-1918 arasındaki 14 ciltlik ilk 161 sayısıdır. Türk Yurdu dergisi bugün hala Türk Ocaklarının bir organı olarak yayımına devam eder.

Türk Bilgi Derneği, Emrullah Efendi’nin başkanlığında bir akademi gibi çalışmak üzere 1913’te kurulmuştur. Türkiyat, Hayatiyat, İçtimaiyat, Türkçülük gibi 6 şubesi olan Bilgi Derneğinin Türkiyat şubesinde Yusuf Akçura, Abdullah Cevdet, Bursalı Tahir, Ziya, Köprülüzade Mehmet Fuad; Türkçülük şubesinde Celal Sahir, Ömer Seyfettin; lisan şubesinde Ziya, Mehmet Emin gibi isimlere rastlanmaktadır. Derneğin yayın organı, aylık olarak çıkan Bilgi Mecmuası ‘dır. Sadece 7 sayı yayımlanabilmiştir. Buna rağmen dergi, 19. asrın sonlarından Birinci Dünya Savaşı başlangıcına kadarki Türklük bilimi çalışmalarının en olgun ürünü olarak değerlendirilmektedir.

Şairler Derneği , Haziran 1917’de ‘ibdaî bir edebiyat’ vücuda getirecekleri beyanıyla ortaya çıkan ve hece vezinli şiirler yazacaklarını söyleyen bir grup genç tarafından Türk Ocağı’nda yaptıkları birkaç toplantı sonunda kurulur. Şairler Derneği üyeleri, aldıkları karara göre, dilde konuşulan Türkçe’ye bağlı kalacaklarını, Arapça ve Farsça kadar Çağataycaya da yabancı olduklarını açıklarlar. Dernek üyeleri, kendilerine yayın organı olarak da Servet-i Fünıın’ u tayin eder. Orhan Seyfi, Hasan Zeki, Hakkı Tahsin, Safi Necip, Salih Zeki, Selâhattin Enis, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Yahya Saim, Yusuf Ziya Şairler Derneği’nin üyeleridir. Servet-i Fünûn ’dan başka Dergâh ve Yeni Mecmua ‘da da edebiyat meseleleri konusunda makaleler yayımlayan Şairler Derneği üyelerinin, özellikle hece vezninin olgunlaşması konusunda önemli katkıları vardır.

Bundan sonra çıkan Halka Doğru (1913-1914, 52 sayı), Yeni Hayat (1913-1914, 11 sayı), Türk Sözü (1914, 16 sayı), Yeni Mecmua (1917-1918, 66 sayı) hemen hemen aynı yazar kadrosu ile Yeni Lisanın dil ve edebiyat görüşlerinin daha da fazla benimsenmesine yardımcı olurlar. Bu hareket ardından Büyük Mecmua (1919, 17 sayı) ve Şair (1918-1919, 15 sayı) dergileriyle daha da genişleyerek Cumhuriyetin ilk yıllarının edebiyat faaliyetine kadar uzanır.

Millî edebiyat ilerleyen zaman içerisinde muhteva ve şekil olarak belirginleşmeye başlar. Yeni Mecmua ’da Türklerin millî vezinlerinin hece olduğunu söyleyen Köprülü’den sonra Şair (1918) dergisi ile Şair Nedim (1919) dergisi arasında meydana gelen tartışma, dikkatleri bir defa daha vezin meselesinde toplamıştır. “Şairin Yolu” başlıklı mukaddimesinde yer alan “(…) kemalin sonuna ermiş örnekler gösteren aruz yaşayamaz. Asırlarca, nihayetsiz kalplerin elemlerini, neşelerini, ihtirazlarını inleten bu eski rübabın telleri artık yıprandı. Yeni bir saza ihtiyacımız var ki bu da millî veznimizdir.” cümleleriyle yola çıkan Şair dergisi, sayfalarını hece vezinli şiirlere açmıştır.

Ömer Seyfettin, bazı şairlerin heceden vazgeçerek aruza geri dönmeleri konusundaki düşüncelerini Şair dergisinde yer alan “Yalpa Vuranlar” başlıklı makalesinde dile getirir. Yazısında özellikle de Halit Fahri üzerinde durur. Halit Fahri Şair Nedim ’deki “Şiire Karışmayınız!” başlıklı yazısıyla Ömer Seyfettin’i cevaplar ve ona şiiri bırakarak düz yazıyla meşgul olmasını tavsiye eder. Halit Fahri, hece ile ahenksiz şiirler yazmaktansa aruzu tercih ettiğini söyler. Çünkü ona göre hece ölçüsü henüz aruzun yanında pek zavallı kaldığını düşünmektedir. Fakat kendisinin bir asır sonra hecenin yanında aruzun haşmetli bir melike gibi hükümran olacağına dair inancı tamdır. Ona göre hece müzikal bir hal kazanana kadar aruz vezni ve sade Türkçe’yle şiirler yazılabilmelidir. Bu görüş tabiî olarak Ömer Seyfettin tarafından kabul görmeyecektir. Çünkü artık millî edebiyat taraftarlarınca sadece muhtevanın değil, teknik unsurların da millî olması gibi bir şart ortaya çıkmıştır. Hece-aruz tartışmasına ilerleyen zamanlarda başka şairler de katılmıştır. Ancak tartışmanın hece ya da aruzdan yana sonuçlanmadığı ve eserlerin ortaya konulacağı zamanlara bırakıldığı anlaşılmaktadır. Anlaşılacağı üzere millî edebiyatın mühim meselesi Türkçe kadar ölçü, yani hece vezni olmuştur. Köprülü de daha önce Yeni Mecmua’ da çıkan “Vezin Meselesi” başlıklı makalesinde, hecenin ahenksiz fakat millî vezin olduğu düşüncesine yer vermiştir.

1921-1923 tarihleri arasında 42 sayı çıkan Dergâh, millî edebiyat anlayışını Millî Mücadele günlerinde müdafaa eden ve değişik yaş gruplarından kalabalık bir sanatçı kadrosuna sahip önemli bir dergidir. Dergâh ’ın yazarları arasında Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Yakup Kadri ve Halide Edip gibi isimler yer alır. Dergâh’ta yazan şair ve yazarlar arasında sanat konusunda bir görüş birliği olmasa da siyasî bir yakınlık ve dil konusunda ortalık bulunmaktadır.

Bir kültür milliyetçiliği yürüten Yahya Kemal’in Dergâh dergisinde çok etkili olduğu görülür. Cumhuriyet yıllarından bugüne kadar gelen Türk şiirini şekillendiren Yahya Kemal, bu yılların sadece edebiyat ve şiir konusundaki görüşleriyle değil, kültür konusundaki yazılarıyla da önemli bir ismidir. 1910’lu yılları yazılarıyla yönlendirmiştir. O da hececi şairler gibi asıl eserlerini sonraki yıllarda verdiği için Cumhuriyet devri edebiyatı sanatçıları arasında değerlendirilmektedir.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.